İstiklâl Harbi’nde Mevlevîler ve Bektâşîler
Hülya Küçük İstiklal Savaşı’nda vatanın bağımsızlığı mücadelesinde rol alan tekkeler üzerine yaptığı doktora tezini Arşiv Belgeleri Işığında İstiklâl Harbi’nde Mevlevîler ve Bektâşîler adıyla kitaplaştırdı. Küçük, ilk kez gün yüzüne çıkan belgeler ışığında yakın tarih okuması yapıyor.
Bir milletin kaderinin neticeleneceği hayat memat evresinde her bir fert elinden geleni yapmaya gayret etmiştir. Camide hocası, tekkede şeyhi, mektepte muallimi, cephede askeri ile bir seferberlik başlamıştır. Adına İstiklâl Harbi dediğimiz o evrede iki öncü tarikat, o günlerde istiklalin çerağını uyandırmış ve bu yolda fiili destekte bulunmuştur. Mevlevilik ve Bektaşiliğin İstiklâl Harbi’ndeki rolünü merkeze alan önemli Arşiv Belgeler Işığında İstiklâl Harbi’nde Mevlevîler ve Bektâşîler adlı çalışma Prof. Dr. Hülya Küçük’ün kaleminden ve Nefes Yayınevi arasından çıktı.
Kitap esasen Hülya Küçük’ün doktora tezi olarak yayınlanan The Role of the Bektāshīs in Turkey’s National Struggle (Brill, Leiden, 2001) ve bunun ilaveler içeren Türkçesi olan Kurtuluş Savaşında Bektâşîler (İstanbul, 2003) adlı çalışmalarının, Mevlevîliği de çalışmanın ana konusu yaparak ATASE ve Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri’nden yeni belgeler ışığında yeniden yazılmış hâlidir.
Yazar kitabı 4 bölüme ayırmış. İlk bölümde 20. yy. başında Osmanlı Devleti’nde Tarikatlar, Mevlevilik ve Bektaşilik hakkında kısa bilgiler yer alırken, ikinci bölümde İstiklal Harbinde Mevleviler, üçüncü bölümde ise Bektaşilerin İstiklal Harbinde oynadıkları roller, son bölümde ise İstiklal Harbi sonrasında bu iki tarikatın durumu bahis konusu edilmiş. Kitabın ekler bölümünde ise yakından tanıdığımız pek çok ismin Mevlevilik ve Bektaşilikle irtibatlı biyografileri yer almış.
BİRİ MEVLEVİ DİĞERİ BEKTAŞİ İKİ BAŞKAN VEKİLİ
Kitabın Mevlevîlik ve Bektâşîliği birlikte ele almasını da yazar şu cümlelerle ifade ediyor: “Bu iki önemli Türk tarîkatinin tarihimiz boyunca birbirlerinden ayrılmaz şekilde birlikte anılmaları ve İstiklâl Harbi yıllarında da TBMM’deki iki başkan yardımcısının birinin Mevlevî Postnişîni Abdülhalîm Çelebi, diğerinin de Bektâşî Şeyhi Cemâleddîn Çelebi oluşudur.” (s.13)
İlk bölümde Mevlevilik ve Bektaşiliğe giriş sadedinde önemli konulara değinilmiştir. En başta yaygın olarak yapılan Bektaşi ve Alevi birlikteliğine vurgu yapan yazar, iki yolun birçok ortak özellik taşıdığını ancak Bektaşiliğin, ana prensip ve ayinleri olan bir sûfi tarikatı olduğu halde, Aleviliğin Hz. Ali soyundan olmaya önem veren bir kimlik olduğunu belirtiyor. Ve ekliyor: “Üstelik Bektaşilik herkese açık bir tarikatken Alevilik için durum böyle değildir. Alevi olmak, Alevi bir ailede doğmayı gerektirir. Yani Alevilikte soy önemlidir ve dışarıdan girmek veya sonradan Alevi olmak mümkün değildir. Bektaşilik ise bir tarikat olunca isteyen herkese açıktır.” (s.43) Kitabın ilerleyen bölümlerinde de Bektaşiliğin kendi içinde tefrik edilmesi gereken iki bölümüne atıf yapılıyor. Babagân (Babalar) ve Çelebiyan (Çelebiler) kolları olarak zikredilen bu iki grubu, yazar ayrı ayrı değerlendirmiştir.
Zira iki grup da İstiklal Harbi’nde farklı istikamette tercihlerini kullanmışlardır. Buradan hareketle Küçük, Saray’ı ya da Ankara Hükümetini desteklemek arasında ihtilafa düşen bu iki grubun aslında Bektaşiliğin kendi başına bu dönemde belirleyici olmadığının göstergesi olduğunu zikrediyor. İstiklâl Harbi saflarında yer alanların da niyetleri ise bu noktada nettir: “Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmek”. İstiklâl Harbinde Bektaşi ve Alevilerin duruşunu tahlilde işlerin zorlaştığı ifade edilse de esasen ana tekke olan Hacı Bektaş-ı Veli dergâhının İstiklâl Harbinde üç büyük destekçisi kitapta zikredilir: Cemalettin Çelebi, Salih Niyazi Baba ve Nakşi Şeyhi Hacı Hasan Efendi. Bu üç isim de İstiklâl Harbinde yaşanan hiçbir hadiseye bigâne kalmamışlar ve İstiklal Harbi’ni yürüten kadroya destek olmuşlardır. Bunun en bariz örneği ise I. Cihan Harbi sırasında Cemaleddin Çelebi “Mücahidîn-i Bektaşiyye” adı altında Doğu cephesine bir alay göndermesidir.
MÜCAHİDİN-i MEVLEVİYYE ARASINDA KADINLAR
Mevleviler konusunda ise yazarın belgeler ve tarihi kayıtlardan çıkardığı sonuç Mevlevilerin İstiklâl Harbinde kritik bir rol üstlendikleridir. Öyle ki saray veya isyancılarla ve İstiklâl Harbini yöneten kadro arasında aracılık, meşrulaştırma, insan ve maddi kaynakların seferberliği gibi çok önemli fonksiyon ifa etmişlerdir. 1915’te Kanal Seferi’nde bunun en bariz örneği olarak da Mücahidin-i Mevleviyye’yi gösterilmektedir.
Bunun yanında İstiklal Harbinde Hanım Mevlevilerin katkısı da büyük olmuştur. Her şehirde kurulan Müdafa’a-yı Hukuk-ı Milliye cemiyetlerine kadınlar da bizzat katılmışlardır. Bunlardan birisi Aralık 1919’da kurulan Anadolu Kadınları Müdafaa-yı Vatan Cemiyeti Konya Şubesi kuruluşunda öncülük eden ve başkanlık yapan Kevser Hanımdır. Cemiyet, mevlit okutmak, protesto mitingleri düzenlemek gibi insan kaynaklarını seferber etme faaliyetleri yanında gerektiğinde işgal devletleri yöneticilerinin eşlerine protesto telgrafları çekmek gibi faaliyetler yapıyordu. Bir keresinde Paris Sulh Konferansına iletilmek üzere 8 Ocak 1920 tarihinde bir protestoname yazılmıştı. Burada Türk ve Müslümanların düçar oldukları felaketler vurgulandıktan sonra, Osmanlı’nın içindeki küçük milletlere “azınlık hakları” altında kadim hakları verilirken altı buçuk asırdan beri hür ve müstakil yaşamış olan bu milletin haysiyet ve şerefini rencide edecek hiçbir girişimi/hareketi kabul etmeyeceklerini, başkent İstanbul olmak üzere hür ve müstakil bir devlet için her şeyleriyle savaşacaklarını belirtiyor ve Wilson prensiplerinin aynen tatbikini istiyorlardı. (s.91-92) Mevlevi Şeyhlerinin eşlerinin yönetiminde bulunduğu bu cemiyet İlk meclisin açılışına da tebrik telgrafı çekmişlerdir.
HARP KAZANILDI TEKKELER KAYBEDİLDİ
Nihayetinde gelinen noktada kurtuluş mücadelesinin elbirliği ile verildiği bu iki topluluktan birisi olan Mevlevilerin merkezi olan Mevlana Dergâhı tekkelerin kapanmasından (30 Kasım 1925) bir yıl sonra müzeye dönüştürülmüş, yer yer Mustafa Kemal Paşa›nın özel ilgi ve alakasına nail olan Bektaşilik Tarikatı’nın ise tarikatların ilgası ile birlikte Bektaşiliğin merkezi konumunda olan Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı kapatılmış ve yerine Numune Ziraat Mektebi haline getirilmesi için çalışmalara başlanmış. Kitapta yer alan belgede bu arazinin bedelinin üç sene ve üç taksitte ödeneceği de yazmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı ise 2 Nisan 1960 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürülerek yeniden açılmış.
İlk defa gün yüzüne çıkarılan belgeler ışığında bir yakın tarih okuması sunan eser, iki önemli tarikatın tarihin bu önemli aralığında ifa ettiği vazifeyi ve sonrasında yaşananları detaylı bir şekilde aktarıyor.
https://www.yenisafak.com/hayat/mucahidin-i-mevleviyye-vemucahidn-i-bektasiyye-ileistikllin-ceragini-uyandirmak-3521786