İSRAF İNSANI BİTİRİR
İSRAF İNSANI BİTİRİR
İsraf insanı ahlaken bütünüyle tüketip bitiriyor. İnsanlığını yok ediyor. Aslına bakarsanız maddeten zenginleşmiş ve gelişmiş dediğimiz ülkelerin toplumlarında israfın haddi hududu yok. Ne yazık ki Afrika çöllerinde derme çatma, çalıdan çırpıdan yapılmış kulübelerde yaşama mücadelesi veren fakir ülke çocukları açlık, kıtlık ve susuzlukla baş başa. Ayağına kendisinin pet şişelerden yaptığı ayakkabıları görünce insan bir tuhaf oluyor. İnsan insanlığını ve vicdanını sorgulamadan edemiyor. Ne yazık ki israfa boyun eğmiş bir toplum fotoğrafı veriyoruz. Bilinçli olmamız için kesinlikle bütün kötü alışkanlıklarımızı terketmemiz gerekiyor. Bunların başında da israfı önlemek gerekiyor. Hakikaten her yerde, İslam ülkelerinde ve Arap aleminde de çok büyük bir israf var. Halbuki başlı başına israf günah. Günah olduğunu bildiğimiz halde israfın içindeyiz. “Ancak komşun doyduğu zaman sen de doyarsın, yoksa o açsa sen doyamazsın” diye Peygamberin hadîsinini bir düşünelim. Yeterli derecede yiyip yeterli derecede içmek, parayı yeterli faydalı olacak şekilde harcamak, hiçbir şeyde aşırı kaçmamak bize şart…
Ben çok kişi gördüm ki verdiği iftarlar zengin iftarlarından çok daha bereketli. Çünkü hep daha fazla ihtiyacı olanları topluyorlardı. Gösterişten kaçıyorlardı. Gösteriş de insanın Allah’la arasındaki ilişkiyi keser, çünkü kendini ön plana çıkarmak: “Ben en üstünüm”. Maalesef biz ev hanımları bir beş çayında bile, en iyi benim yaptıklarım diyebilmek için isrâfa kaçabiliyoruz. Halbuki bütün toplantılarda iki şeye odaklansak, iki yiyeceğe, o hem isrâfı yok eder hem de bir başkası belki yapamayacak bizim yaptıklarımızı, orada karşımızdakinin kalbinin kırılmasını da engeller diye düşünüyorum. Ne olursa olsun israf aşırılığı da beraberinde getiriyor; doğallığı ve dengeyi de bozuyor.
Şimdiki gençlerin en büyük problemi marka merakı. İnsan şahsiyetiyle ve bilgisiyle başkasına kendini kabul ettiremeyince, giyimiyle kuşamıyla kabul ettirmeye, ya da yaptıklarıyla ettikleriyle kabul ettirmeye çalışıyor. Elalem ne der endişesi yaşıyoruz. Bu böyle olmamalı. İnsan idrâkiyle îmânıyla güzelliğiyle ve bilgisiyle birbirini kabullenebilir. Tasavvufta el âlem diye biri yok, hepsini söyleyen Allah. O halde, etrafın sizin için söylediklerine hiç aldırmadan Allah’ın emirlerine tabi olacağız. Lüksü ve israfı hayatımızdan çıkartacağız.
Zamanımızı çoğu kez boşa harcıyoruz. Malayani işlerle uğraşıyoruz. Ömrümüzü boşa harcayamayız. İki tane şeyin başında bekçi olmalıyız. Biri zamanımızın, biri de kalbimizin. Onun içine de yabancıları sokmamalıyız. Eğer zamanı hep hizmetle, Allah aşkıyla geçirirsek, hakiki ibâdetle, yani şeklî ibâdetten çok hakîkî ibâdetle geçirirsek zamanı boşa harcamamış oluyoruz. Zamanın israfı ömrün israfıdır. Ömrün israfı zamanı diri yaşamamaktır.
Ramazan sofralarında çok yemek çeşidi de israftır. Maalesef aşırıya kaçıyoruz. Davetlerde yemeği çok güzel yapalım, lezzetli yapalım ama aşırıya kaçmayacak şekilde; büyük otellerin yaptığı gibi değil. Elli çeşit yemeğin çoğu israf oluyor. İsraf etmemek aslında bizi mânâlı ve anlamlı kılan, ömür içinde kılan, yaşar kılan yegâne şeydir. Çok doğru. Mesela, sadece israf etmemekten kasıt, böyle canımın istediği gibi harcamak da değil. Mesela başkasına bir öğüt vermek zamanı güzel kullanmaktır. Ama öğüdü verirken “Ben biliyorum” diye değil, yaşayarak vermek. O kadar güzel örnek olmalıyız ki, etraf bize bakıp “Bu insan çok mutlu, ben de onun gibi olabilir miyim acaba?” desin ve benim gibi yaşamaya özensin. Yahut evlatlarımıza öğüt verirken, “Şöyle yap, böyle yap” değil de; “Yalan söyleme” deyince söylüyorlar. Ama siz yalan söylemezseniz asıl o tesîr ediyor. İsraf etmemek, tutumlu olmak, kullandığımız her şeyi bir nimet bilip, onu yerli yerince kullanmak ve şükür sahibi olmak en başta şiarımız olmalıdır vesselam.