İsra ve Mirac Mübarek Olsun…
Bu gece, Peygamberimizin bütün insanlığı temsîlen Cenab-ı Hak’kın yüksek huzuruna kabulü anlamına gelen kutlu Mirac gecesidir.
Recep ayının 27. gecesinin tanık olduğu bu ‘büyük buluşma’, aslında her müminin günde beş kez namaz aracılığıyla bir sırrını yaşadığı hikmetlerle dolu bir yolculuktur.
Mirac, insanın erdem yolculuğu, beşerilikten insaniliğe yükseliş hikayesidir.
Mirac, göklere olduğu kadar, insanın kendi semasına, yani kalbine ve iç dünyasına doğru da yapması gereken bir yolculuktur. Yeryüzünün iki manevi merkezinde, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa’da ve göklerde Hz. Peygamber’le gerçekleşen bu kutlu yolculuk, bugün bizim için manevi merkez olan gönül dünyamızda gerçekleşmelidir.
Sevgili Peygamberimizin Mirac’ından ilham alarak bireyin, toplumun ve topyekün insanlığın yükselişi üzerinde düşünmek zorundayız. Tarih bize milletlerin ve devletlerin sadece siyasi kudret, ekonomik güç ve teknolojik üstünlükle yükselemeyeceğini açık bir şekilde göstermiştir. Milletlerin yükselişi ancak siyaseti ahlakla, maddi gücü erdemle, teknolojik üstünlüğü ilim ve irfanla buluşturarak gerçekleşebilir. Hatta, güç ve kudret sahibi nice milletlerin ve devletlerin bu değerleri yitirdiğinde hem kendilerini hem de insanlığı aşağıların aşağısına yuvarlaması kaçınılmazdır. Bu sebepledir ki, her zaman derin üzüntülerimizi tekrarlamak zorunda kaldığımız insanlık dramlarına her geçen gün bir yenisinin eklendiğine şahit oluyoruz.
Mirac, Allah’ın sonsuzluğuna, büyüklüğüne ve birliğine yapılan en görkemli şahitliktir.
Mirac’ı hatırlamak ve anmak, günde beş kez kapısını çaldığımız Allah’ın sonsuz merhametine yeniden ulaşma dileğidir.
Mirac bizlere, Cenab-ı Hak’kın kullarını sevgi ve rahmet gözüyle görebilme imkanı sunar.
Bu anın değerini iyi bilelim ve ‘duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var” ayetine sımsıkı sarılalım.
Unutmayalım, dua da bir miractır ve dua Allah ile kul arasında yüksek bir bağdır; insanın bu dünyadaki yalnızlığını gideren en büyük buluşmadır.
Bu duygularla ülkemizde ve dünyada yaşayan bütün Müslümanların kutlu Mirac’ını tebrik ediyor, Bu kutlu gecenin yüzü suyu hürmetine Yüce Mevla’ya açılan ellerin ve yapılan duaların, ülkemizde son günlerdeki bizleri ayrıştıran çatışmaların son bulmasına ve bütün İslam aleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın hidayetine, başta yakın çevremiz ile İsrâ ve Mirac mucizesinin bir kısmının cereyan ettiği kutsal topraklar olmak üzere bütün dünyada zulümlerin, acı ve göz yaşının yerini kalıcı bir huzur ve barışın almasına vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.
Vakti Şerif, ahir ve akıbet hayrola,
Leyl-i İsra ve Mirac mübarek ola,
Hayrlar feth ola, şerler def ola,
Allahu azimüşşanın ismi şerifi ile kalblerimiz pürnur ola,
demler safalar müjdat ola,
dem Hazreti Mevlana, sırr-ı Cenab-ı Şemsi Tebrizi,
Kerem-i İmam-ı Ali ve Şefaatin Muhammedin Nebî,
Hû diyelim Hûûû…
İsra ve Miraç
Miraç hadisesi nübüvvetin onikinci yılında, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine’ye hicretinden bir yıl önce Recep ayının 27. gecesinde vuku bulmuştur.
İsra; gece yürümek, yola gitmek, gece yolculuğu etmek, ettirilmek demektir. Özel Manasıyla Peygamber efendimizin bir gece vakti yatsı namazından sonra Mekke’den alınıp önce Tur-u Sina’da namaz kılması, sonra Mescid-i Aksa’ya gitmesidir.
Miraç da yükseğe çıkış aracı demektir. Özel manasıyla Peygamber Efendimizin Mescid-i Aksa’dan Cenabı Hakkın Yanına Çıkmasıdır.
Miraç Hadisesi Kuran’ı Kerimde Necm Suresi 1-18. ayetlerinde geçmektedir. İsra hadisesi de İsra Suresinde anlatılmaktadır.
Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur’ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur’ân’da şöyle anlatılır:
“Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” (İsra Suresi, 1)
Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle’ anlatılır:
“O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7-18.)