İsmâil Hakkı Bursevî’ye Göre Mevlânâ ve Mevlevîlik – Ali NAMLI

A+
A-

İsmâil Hakkı Bursevî’ye Göre Mevlânâ ve Mevlevîlik

Dr. Ali NAMLI*

Özet

Bursevî, eserleri vâsıtasıyla etkisi günümüze kadar ulaşan Osmanlı mutasavvıflardan birisidir. Yetişme döneminde Mesnevî ve Fîhi mâ fîh’i okuyup incelemiştir. Başta meşhur tefsîri Rûhu’l-Beyân olmak üzere eserlerinde Mevlânâ’dan çokça nakiller yapmış ve Mesnevî’nin ilk 738 beytini şerh etmiştir.

İsmâil Hakkı, Mesnevî ve Nefehât gibi bâzı kaynaklardan hareketle Mevlânâ’nın yakın çevresi ile ilgili farklı değerlendirmeler yapmıştır. Bu yüzden Fahreddin Râzî’yi Bahâeddin Veled’in Belh’ten göç etmesine sebep olduğunu kabul ettiği için sert bir dille eleştirir. Salahaddin Zerkûb ve Hüsâmeddin Çelebi ile ilgili Mesnevî’deki övgülerden hareketle onları Mevlânâ’nın mürşidleri olarak takdim eder. Kendinden önceki Celvetiyye meşâyihinin de etkisiyle Sadreddin Konevî’yi Mevlânâ’dan üstün tutar. Zamanındaki bâzı tarîkatlarla birlikte Mevlevîlerin çoğunu da tenkit eder. Mevlevîler’i özellikle semâ‘ konusunda eleştirir.

Anahtar Kelimeler: İsmâil Hakkı Bursevî, Mevlânâ, Mesnevî, Mevlevîlik, Semâ, Sadreddîn Konevî

Giriş

İsmâil Hakkı, başta meşhur tefsîri Rûhu’l-Beyân olmak üzere irili ufaklı yüzden fazla eserin müellifi olarak Osmanlı tasavvufunun önemli sîmâlarından biridir. Eserleri vâsıtasıyla te’siri günümüze kadar ulaşmaktadır. Mesnevî’nin ilk  738 beytini “Rûhu’l-Mesnevî” adıyla Türkçe olarak şerh etmiş, tefsîri de dâhil olmak üzere eserlerinde sık sık Mesnevî’den nakiller yapmıştır.

Mevlânâ 672/1273’de, İsmâil Hakkı ise 1137/1725’te vefat ettiğine göre iki mutasavvıf arasında yaklaşık dört buçuk asırlık bir zaman vardır. Aradaki zamanın uzunluğu, iki mutasavvıfın tarîkat ve silsilelerinin farklı oluşu gibi hususlar dikkate alınırsa Mevlânâ ve Mevlevîlik konusunda İsmâil Hakkı’dan orijinal bilgiler ve geniş değerlendirmeler beklemek doğru olmaz. Nitekim İsmâil Hakkı’nın eserleri tarandığında bu durum açıkça kendini gösterir. Onu için bu makāle, daha ziyâde İsmâil Hakkı Bursevî’nin konuya bakışını ortaya koymayı amaçlamaktadır.

İsmâil Hakkı’nın mensûb olduğu Celvetiyye tarîkatının etkili şahsiyetlerinden Mehmed Muhyiddin Üftâde (ö. 988/1580)’nin vaazlarında Mesnevî’den nakiller yaptığını ve îzah ettiğini biliyoruz.[1] Bununla birlikte İsmâil Hakkı, Üftâde’nin “Mesnevî sâhibi Mevlânâ Celâleddin, Sadreddin Konevî’nin mürîdi bile olamaz.” dediğini nakleder.[2] Yine ‘bâzı kâmil velîlerden hakîkat mertebesinde Sadreddin Konevî ile Mevlânâ arasında yer ile gök arası kadar fark olduğu’nun nakledildiğini belirtir.[3] Burada “kâmil velî” ifâdesi ile kasdettiği yine Üftâde olmalıdır. Celvetiyye’nin kurucusu kabul edilen Azîz Mahmûd Hüdâyî (ö. 1038/1628)’nin[4] Mevlânâ ile alâkasının zayıf olduğu söylenebilir. Çünkü eserlerine bakıldığında Mevlânâ’dan pek izlere rastlanmaz. Medrese kökenli olduğu için Farsça eserlerle  fazlaca meşgul olmaması da bunda etkili olmuş olabilir. İsmâil Hakkı’nın şeyhi Osman Fazlı Efendi (ö. 1102/1691) ise kendi şeyhinin tavsiyesi üzerine o zaman bayağı insanların bile diline düşen Farsça’yı öğrenmeye hiç heves etmemiştir.[5]Onun da İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240) ve Sadreddin Konevî (ö. 673/1274)’ye engin bağlılık ve yakınlık duyduğu bilinmektedir. Bütün bunlardan Celvetiyye’nin İbnü’l-Arabî ve Konevî çizgisine daha yakın durdukları, Mevlânâ ile münâsebetlerinin sınırlı olduğu sonucu çıkarılabilir.

  1. İsmâil Hakkı Bursevî’nin Hayâtında ve Eserlerinde Mevlânâ’nın Yeri

İsmâil Hakkı, müridliği sırasında mensûb olduğu tekkede verilen zâhirî ilimlerle ilgili derslere ilâve olarak tekke dışından Farsça öğrenmiş, Mevlânâ’nın Mesnevî ve Fîhi mâ fîh’ini mütâlaa etmiştir.[6] Böylece İsmâil Hakkı’nın Mevlânâ ile irtibâtı daha genç yaşlarında başlamıştır.

İsmâil Hakkı, hayatında iki defâ Konya’ya uğramış ve Mevlânâ’nın kabrini ziyâret etmiştir. Bunlardan ilki Kıbrıs yolculuğu dönüşündedir (1102/1691).[7] Diğeri ise Şam’dan dönerken olmuştur (1132/ 1720).[8]

İsmâil Hakkı, eserlerinde Mevlânâ’dan ve özellikle Mesnevî’den çokça nakiller yapar. Mesnevî’den konuya uygun ve isâbetli nakiller yaptığı görülür. Eserlerinde yaptığı nakiller sâdece Rûhu’l-Mesnevî’de şerhini yaptığı Mesnevî’nin ilk 738 beytiyle sınırlı değildir. Bu, onun Mesnevî’nin her tarafına hâkim ve vâkıf olduğunu gösterir.

Aşağıdaki tablo İsmâil Hakkı’nın meşhur tefsîri Rûhu’l-Beyân’da Mesnevî’den aktardığı beyitlerin sayısını göstermektedir.[9]

 Mesnevî 
Rûhu’l-Beyânc. Ic. IIc. IIIc. IVc. Vc. VITOPLAM
c. I17613388654304
c. II582380729214339
c. III11115851656023459
c. IV11671392003140533
c. V13141461387724520
c. VI78253194237357
c. VII78341932417256
c. VIII5124441425158
c. IX3632938511122
c. X56226075
TOPLAM840766379544511653123

  1. Bursevî’ninMesnevî’nin Baş Tarafına Yazdığı Şerh:“Rûhu’l-Mesnevî”

İsmâil Hakkı, Mevlânâ’nın Mesnevî’sini, Yunus Emre (ö. 721/1321)’nin ilâhîlerini ve diğer kemâl ehlinin sözlerini Allah’ın söyletmesi (intâk) ile söyledikleri kanaatindedir. Çünkü ilâhî feyz kesilse dil konuşmaktan ve kalem yazmaktan kalır. Nitekim değirmenin suyu kesilse hareketi sona erer. Onların sözleri ve yazıları ilham ile olduğu için îtiraz kabul etmez ve îtiraz eden kimseler de onlara nazîre getiremezler.[10]

İsmâil Hakkı, Mesnevî şerhine başlamasını, dostlarından birinin ısrarlı talebine bağlamaktadır. Mesnevî’nin birinci cildinden yaptığı tefe’ülün uygun düşmesi ve gördüğü bir rüyâ üzerine de şerhe başlamıştır.[11]

Şerhin girişinde isim vermeden bazı Mesnevî şerhlerine tenkitler yöneltir: Ona göre Mesnevî’yi şerh etmeye kalkışan bâzı kimseler Mevlevî bile olsalar doğru yoldan ayrılmışlardır. Nazmın düzenini bozacak yorumlarda bulunmuşlar, nazmı yerden yere vurup kemiklerini kırmışlardır. Bu konuda kişinin kemâli, çok nakil yapmasında ve aklının güçlü olmasında değil, şerh ettiği metnin merâmını anlamasında ve anlatmasındadır. Bu ise Allah’ın ilhâmına bağlıdır. Çünkü zevkî ilimlere taklid ile ulaşılamaz. Mutlaka tevhîd, tecrîd ve tefrîdin sırlarının hakîkatine ermek gerekir.[12]

İsmâil Hakkı, Mesnevî’nin ilk otuz dört beytini şerh ettikten sonra meşgûliyetinin artması ve bazı hallerinin yoğunluğu sebebiyle şerhe son vermeyi düşünmüştür. Ancak gördüğü bir rüyâdan sonra şevki artmış ve Mesnevî’nin tamamını şerh etmeye karar vermiştir.[13] İsmâil Hakkı, gerek bu şerhinde gerekse diğer eserlerinde ilham ve istihâreye tâbi olduğunu belirtir.[14] 738. beyit, en son şerh ettiği beyittir. Şerhe son vermesini de yine mânevî işâretlere bağlar.[15]

İsmâil Hakkı, Rûhu’l-Mesnevî’nin bâzı özeliklerine işâret eder ve onu över. Ona göre Mesnevî gibi bu şerh de gönül ehli için yazılmıştır. Sırlarını ehil olanlara açmak lâzımdır. Mesnevî’nin yanlış anlaşılabilecek bazı yerlerinin doğru yorumu, bu şerh sâyesinde bilinebilir. Bu şerh, altın terâzisi ile tartılmış gibidir. Terâzinin iki kefesi dengelendiği gibi bu şerhde de hakîkat ortaya konurken şerîate uygun olması için her türlü gayret sarf edilmiştir.[16] Nitekim bu dengeyi gözettiğinden bazı konuları “İfşâsı harâm olduğundan kaleme ruhsat-ı tahrîr verilmedi.” diyerek yazmamıştır.[17] Bu şerh sâyesinde Mesnevî tâzelenip yeniden hayat bulmuştur. Mesnevî’nin tamamı bu şekilde şerh edilmiş olsa kırk cild tutar.[18]

Rûhu’l-Mesnevî’nin henüz müellifi hayattayken rağbet görmeye başladığı anlaşılmaktadır. Nitekim İsmâil Hakkı’nın bir mektubundan sonraları şeyhülislamlık vazîfesinde de bulunan Dâmadzâde Ahmed Efendi[19] (ö. 1154/1741)’nin ve o zaman Kāhire Mevlevîhanesi’nde şeyh olan Hasan Tâlibî Efendi’nin şerhten kendileri için birer nüsha istediklerini öğreniyoruz.[20]

Mahir İz, Necati Lugal’in İsmâil Hakkı için “İkinci Mevlânâ’dır.” dediğini nakleder.[21] Albdülbaki Gölpınarlı ise tam aksine İsmâil Hakkı’yı “tam bir tarîkat yobazı” olarak niteler. Mesnevî şerhi için ise “Mesnevî şârihliği adını elde etmek için Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini şerh etmiştir.” der ve “Rûhu’l-Mesnevî” adını iddialı bulur.[22]

İsmâil Hakkı, hakîkat ile şerîatı dengelemeye çalışan, dînin zâhirî hükümlerini de gözeten bir tasavvuf anlayışına sâhiptir. Bu esaslara riâyet konusunda zaaf gösterdiklerini düşündüğü tarîkatları, bu arada Mevlevîler’i zaman zaman ağır ifâdelerle tenkit eder. Gölpınarlı’nın eleştirilerinin esas sebebi de bu olmalıdır.

Mesnevî’nin tamâmı dikkate alındığında elbette İsmâil Hakkı’nın şerh ettiği beyit sayısı azdır. Ancak Gölpınarlı’nın dediği gibi o, Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini değil, ilk 738 beytini şerh etmiştir. “Mesnevî şârihi” ünvânını almak için böyle bir işe giriştiğini söylemekse kanaatimizce objektif bir değerlendirme değildir. Çünkü o, Mesnevî şerhine dostlarından birinin ısrarlı müzâkere talebi üzerine teşebbüs etmiştir. Şerhe başlamasını ve bırakmasını rüyâ, ilhâm ve istihâre gibi mânevî sebeplere bağlamaktadır. Onun dünyâsında ünvan peşinde koşmak gibi bir husûsa yer yoktur.

İsmâil Hakkı, Mesnevî şerhinden önce de eserlerine isim verirken “ruh” kelimesini kullanmıştır. Tefsîrinin adı “Rûhu’l-Beyân fî tefsîri’l-Kur’ân”dır. Yine daha önce kaleme aldığı Muhammediyye şerhinin ismi “Ferahu’r-rûh”tur. Bu, onun bu kelimeye ilgi duyduğunu ve kullanmayı sevdiğini gösterir.

İsmâil Hakkı’nın Rûhu’l-Mesnevî’den önce de geniş bir şerh tecrübesi vardır. Bunlar içinde şerh tekniği ve hacim bakımından Rûhu’l-Mesnevî’ye en yakın eseri, Yazıcızâde Mehmed Efendi (ö. 855/1451)’nin Muhammediyye’sine “Ferahu’r-rûh” adıyla yaptığı Türkçe şerhtir. Bu bakımdan Rûhu’l-Mesnevî’nin onun olgunluk dönemine âit bir eser olduğu söylenebilir. Daha sonra yazdığı eserler arasında usûl ve üslûb bakımından ona en yakın eseri ise Şerh-i Pend-i Attâr’dır.[23]

İsmâil Hakkı Rûhu’l-Mesnevî’de şöyle bir usul tâkip eder: Önce şerh edeceği beytin metinini verir. Sonra beyitte anlamını kapalı gördüğü kelimeleri tek tek alarak iştikāk ve lügat mânâları üzerinde durur. Kelime ile ilgili açıklanması gereken hususlara değinir. Gerektiğinde lügatlere ve bâzı eserlere başvurur. Bu konuda istifâde ettiği kaynaklardan bâzıları şunlardır:

1- Ebû Nasr İsmâil b. Hammâd el-Cevherî (ö. 400/1009’dan önce)’nin Sıhâhu’l-lüğaes-Sıhâh fi’l-lüğa veyâ kısaca es-Sıhâh diye bilinen Tâcü’l-lüğa adlı Arapça sözlüğü.[24]

2- Ebü’l-Kāsım Hüseyin b. Muhammed b.Mufaddal Râğıb el-Isfahânî (ö. 502/1108)’nin el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân adlı Kur’an kelimelerine dâir eseri.[25]

3- Ebû Ca‘fer Ahmed b. Ali b. Muhammed el-Mukrî el-Beyhakî (ö. 544/1150)’nin Tâcü’l-mesâdır adlı Arapça-Farsça sözlüğü.[26]

4- Ebü’l-Hasan Seyyid Şerîf Ali b. Muhammed b. Ali el-Cürcânî (ö. 816/1413)’nin et-Ta‘rîfât adlı meşhur terimler sözlüğü.[27]

5- Ebü’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Ya‘kûb b. Muhammed el-Fîrûzâbâdî (ö. 817/1415)’nin el-Kāmûsü’l-muhîtadlı Arapça sözlüğü.[28]

6- Lütfullah b. Yûsuf Halîmî (ö. 1200/1495)’nin Bahru’l-garâib (ö. Lugat-i Halîmî) adlı Farsça-Türkçe sözlüğü.[29]

7- Ni‘metullah b. Ahmed b. Kādî Mübârek (ö. 1206/1533)’in Lügat-i Ni‘metullah adlı Farsça-Türkçe sözlüğü.[30]

8- Şeyhülislâm İbn Kemâl (ö. 940/1534)’in Farsça bâzı eş anlamlı ve eş sesli kelimeler arasındaki anlam farklarına dâir Dekāiku’l-hakāyık adlı eseri[31] ile et-Tenbîh alâ galatı’l-câhil ve’n-nebîh adlı lügatle ilgili eseri[32]

9- Şâhidî İbrâhim Dede (ö. 957/1557)’nin Tuhfe-i Şâhidî (Lügat-i Şâhidî) adlı Farsça-Türkçe manzum sözlüğü.[33]

10- Muslihuddîn Mustafa b. Şemseddîn el-Karahisârî el-Ahterî (ö. 968/1560)’nin Ahterî-i Kebîr adlı Arapça-Türkçe sözlüğü[34]

11- Sipâhîzâde Mehmed (ö. 997/1589)’in Evdahu’l-mesâlik ilâ ma‘rifeti’l-büldân ve’l-memâlik adlı târih ve coğrafya sözlüğü mâhiyetindeki alfabetik eseri[35]

12- Ahmed Sûdî Bosnevî (ö. 1005/1596)’nin Şerh-i Gülistan adlı eseri[36]

Şerhini yaptığı beyitle ilgili nüsha farklılıklarına işâret eder.[37] Beyitte cümle devrikse mensûr olarak düzgün hâlini zikredir. “Ma‘nâ-yı beyt budur ki” ifâdesinden sonra lafzî tercümeden çok tefsîrî tercüme ile beytin mânâsını verir. Bundan sonra beyitte ifâde edilen konu veyâ konuları açıklar. İlgili Kur’an âyetlerini, hadîsleri, meşhur sûfîlerin sözlerini zikreder ve açıklar. Az da olsa bâzı tarihî hâdiselere değinir ve yaşadığı devirle ilgili bilgiler verir.[38]

Rûhu’l-Mesnevî, bir bakıma hem mensur hem de manzum bir şerh mâhiyetindedir. Şerhte neredeyse nesir kadar nazma da yer verilmiştir. İsmâil Hakkı, çok sayıda kendisine âit şiir ve beyitlerden başka Câhiliyye devrinden kendi zamanına kadar birçok şâirden Türkçe, Arapça ve Farsça beyitler nakletmiştir. Bu şâirlerden bazıları şunlardır:

Züheyr b. Ebû Sülmâ (ö. 609)[39], Meymûn b. Kays el-A‘şâ (ö. 7/629?)[40], Hansâ (ö. 24/645)[41], Hassân b. Sâbit (ö. 60/680)[42], Mecnûn Âmirî (ö. 70/6120?)[43], Ferezdak (ö. 114/732)[44], Rûdekî (ö. 329/941)[45], Sâbî (ö. 384/994)[46], İbn Sînâ (ö. 428/1037)[47], Şeyh Ebû Saîd (ö. 440/1049)[48], Zemahşerî (ö. 538/1144)[49], Şehristânî (ö. 548/1153)[50], Sûzenî (ö. 568/1173)[51], Umâre Yemenî  (ö. 569/1174)[52], Ferîdüddîn Attar (ö. 618/1221)[53], İbnü’l-Fârız (ö. 632/1235)[54], İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240)[55], Kemâleddîn Isfahânî (ö. 638/1240?)[56], Mevlânâ (ö. 672/1273)[57], Fahreddîn Irâkî (ö. 688/1289)[58], Yunus Emre (ö. 721/1321)[59], Emîr Hüsrev Dihlevî (ö. 725/1325)[60], Evhadî (ö. 738/1338)[61], Selman Savacî (ö. 778/1376)[62], Bahâuddîn Nakşbend (ö. 791/1389)[63], Hâfız (ö. 792/13120)[64], Kemâl Hucendî (ö. 803/1401)[65], Nesîmî (ö. 821/1418?)[66], Süleyman Çelebi (ö. 825/1422)[67], Şeyhî (ö. 834/1431?)[68], Şeyh Ahmed Mağribî (ö. 849/1445)[69], Yazıcızâde Mehmed Efendi (ö. 857/1453)[70], Eşrefoğlu Rûmî (ö. 874/1469-70)[71], Şeyh Abdurrahim Karahisârî (ö. 888/1483’ten sonra)[72], Rûşenî (ö. 892/1487)[73], Lutfî (ö. 897/1492)[74], Mevlânâ Câmî (ö. 898/1492)[75], Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa (ö. 1202/1496-97)[76], Necâtî (ö. 914/1509)[77], Amasyalı Mihrî Hâtun (ö. 917/1512’den sonra)[78], Sa‘dî Çelebi (ö. 922/1516)[79], Hâtifî (ö. 927/1521)[80], Muhyî Lârî (ö. 933/1526-27)[81], Lâmiî (ö. 938/1532)[82], İbn Kemâl (ö. 940/1534)[83], Basîrî (ö. 941/1534-35)[84], Zâtî (ö. 959/1546)[85], Yetîmî Ali Çelebi (ö. 960/1553)[86] Şeyh Sa‘dî (ö. 961/1292)[87], Kandî (ö. 962/1555)[88] Fuzûlî (ö. 963/1556)[89], Ebüssuûd Efendi (ö. 982/1574)[120], Üftâde (ö. 988/1580)[91], Taşlıcalı Yahyâ (ö. 9120/1582)[92], Latîfî (ö. 9120/1582)[93], Örfî (ö. 999/1591)[94], Nev‘î (ö. 1007/1599)[95], Üsküplü Vâlihî (ö. 1008/1599-1600)[96], Bâkî (ö. 1008/1600)[97], Rûhî Bağdâdî (ö. 1014/1605)[98], Hâkānî Mehmed Bey (ö. 1015/1606)[99], Veysî (ö. 1037/1628)[100], Hüdâyî (ö. 1038/1628)[101], Nef‘î (ö. 1044/1635)[102], Sîvâsî (ö. 1049/1639)[103], Yahyâ Efendi (ö. 1053/1644)[104], Fehîm (ö. 1057/1647)[105], Abdülahad Nûrî (ö. 1061/1651)[106], Nakşî Akkirmânî (ö. 1062/1652)[107], Mehmed İsmetî (ö. 1076/1665)[108], Nâilî (ö. 1077/1666)[109], Sâib (ö. 1081/1670-71)[110], Neşâtî (ö. 1085/1674)[111], Atpazârî Osman Fazlî (ö. 1102/1691)[112]

İsmâil Hakkı’nın şerh sırasında başvurduğu kaynaklardan bâzıları ise şunlardır:

Hakîm et-Tirmizî (ö. 320/932?), İlelü’l-ahkâm[113]

Abdülkerîm el-Kuşeyrî (ö. 465/1072), et-Tahbîr fi’t-tezkîr şerhu esmâillahi’l-hüsnâ[114]

el-Gazzâlî (ö. 505/1112), İhyâu ulûmi’d-dîn[115] Minhâcü’l-âbidîn[116], el-Maksadu’l-esnâ fî şerhi esmâillâhi’l-hüsnâ[117]Mişkâtü’l-envâr[118]

el-Beğavî (ö. 516/1122), Meâlimü’t-tenzil (Tefsirü’l-Beğavî)[119]Mesâbîhu’s-sünne[120]

eş-Şehristânî (ö. 548/1153), Kitâbü’l-Milel ve’n-nihal[121]

es-Süheylî (ö. 581/1185), et-Ta’rif ve’l-i’lâm[122]

Kadîhân (ö. 592/1196), el-Fetâvâ el-Hâniyye (Fetâvâ Kādîhân)[123]

Fahreddîn er-Râzî (ö. 606/1210), Mefâtîhu’l-ğayb (et-Tefsîru’l-Kebîr)[124]

İbnü’l-Esîr (ö. 606/1210), en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs ve’l-eser[125]

Ömer es-Sühreverdî (ö. 632/1234), Avârifü’l-maârif[126]

İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240), el-Fütûhâtü’l-mekkiyye[127]Fusûsu’l-hikem[128]Sücûnü’l-mescûn[129]

Necmüddîn Dâye (ö. 654/1256), Bahru’l-hakāik ve’l-meânî (et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye)[130]

İbnü’l-Cevzî (ö. 654/1256), Mir’âtü’z-zamân fî târihi’l-a‘yan[131]

Sadreddîn Konevî, (ö. 673/1274), İ‘câzü’l-beyân fî te’vîli ümmi’l-Kur’ân (Tefsîr-i Fâtiha)[132]Hadîs-i Erbaîn Şerhi[133]

İbn Hallikân (ö. 681/1282) Kitâbü’t-târîhi’l-ahbâr[134]

Kutbüddîn eş-Şîrâzî (ö. 710/1311), Şerhu Hikmeti’l-işrâk[135]

Bedreddîn Muhammed ed-Dımaşkî (ö. 769/1367), Âkâmü’l-mercân fî ahkâmi’l-cân[136]

el-Haddâdî (ö. 800/1398), Keşfü’t-tenzîl fî tahkîkı’l-mebâhisi ve’t-te’vîl[137]

İbn Melek (ö. 801/1398), Şerhü’l-Menâr fi’l-usûl[138]

ed-Demîrî (ö. 808/1405) Hayâtü’l-hayevân[139]

Molla Fenârî (ö. 834/1431), Tefsîru’l-Fâtiha[140]

Alâeddîn Ali es-Semerkandî (ö. 860/1456), Bahru’l-ulûm[141]

İbnü’l-Verdî (ö. 861/145), Harîdetü’l-acâib ve ferîdetü’l-garâib[142]

es-Sehâvî (ö. 1202/1497), el-Mekāsıdü’l-hasene[143]

Vâiz Hüseyin el-Kâşifî (ö. 910/1504), er-Risâletü’l-aliyye fi’l-ehâdîsi’n-nebeviyye[144]

Fahreddîn Ali el-Kâşifî, 939/1532, Reşahâtü ayni’l-hayât[145]

İbn Kemâl (ö. 940/1534), Hadîs-i Erbaîn[146]

el-Kuhistanî (ö. 962/1555), Câmiu’r-rumûz fî şerhi’n-nukāye[147]

Taşköprîzâde (ö. 968/1561), Mevzûatü’l-ulûm[148]

Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (ö. 973/1565), el-Yevâkît ve’l-cevâhir (el-Kibrîtü’l-ahmer)[149]Kitâbü’l-Cevâhir ve’d-dürer[150]

Ebüssuûd Efendi (ö. 982/1574), İrşâdü’l-akli’s-selîm ilâ mezâye’l-Kitâbi’l-Kerîm[151]

Ali Dede el-Bosnevî (ö. 1007/1598), Envâru’l-meşârık[152]

el-Halebî (ö. 1044/1635), İnsanü’l-uyûn fî sîrâti’l-emîni’l-me’mûn [153]

Bursevî’nin Rûhu’l-Mesnevî’de adını zikrettiği ve atıfta bulunduğu kendi eserleri ise şunlardır: Tamâmü’l-feyz[154]Ferahu’r-rûh[155]Şerh-i Salât-i İbn Meşîş[156]Vâridât-ı Hakkıyye (Kübrâ)[157]Rûhu’l-Beyân[158]Mecîü’l-beşîr li-ecli’t-tebşîr[159]

Yazıldığı devre göre Rûhu’l-Mesnevî’nin dili oldukça sâdedir. Bu bakımdan daha önce yazılan ve meşhur olan Ankaravî (ö. 1041/1631) ve Sarı Abdullah Efendi (ö. 1071/1660)’nin şerhlerinden halka daha yakındır. Şerh, şiirlerle de bezendiği için güzel ve çekici bir üslûba sâhiptir. Mesnevî’nin ilk 738 beyti dikkate alındığında Bursevî’nin şerhi kendisinden önce ve sonra yazılan tüm şerhlerin en genişidir. Rûhu’l-Mesnevî’nin gerçek yerinin belirlenmesi için öncelikle Mesnevî şerhlerinin tamâmının düzgün neşirlerinin yapılmasına, ardından da mevcutlara ilave olarak tümünü mukayeseli olarak inceleyen veya ayrı ayrı ele alan akademik çalışmalara ihtiyaç vardır.[160]

  1. Bursevî’nin Mevlânâ’nın Çevresindekilerle İlgili Görüş ve Değerlendirmeleri

İsmâil Hakkı, Fahreddin Râzî (ö. 606/1210)[161]’nin hasedinden dolayı Mevlânâ’nın babası Bahâeddin Veled (Sultânu’l-ulemâ)[162]’i Belh hükümdârına şikâyet ederek oradan  göç etmesine sebep olduğunu söyler[163] ve ona ağır eleştiriler yöneltir. Bu konuda onun kaynağı Nefehâtü’l-üns[164] ve Mesnevî’de geçen Fahreddin Râzî ile ilgili beyitlerdir. Mevlânâ  şu iki beyitte açıkça Fahreddin Râzî’ye ta‘rizde bulunmuştur: [165]

درﭼنان ننگى و آنگه اين عجب          فخر دين خواهد كه گويندش لقب

Böyle bir ayba sâhip olduğu halde şaşılacak şey şurasıdır ki bir de kendilerine Fahreddin lakabını takmalarını ister.[166]

اندرين بحث ار خرد ره بين بدى          فخر رازى رازدان دين بدى

Eğer akıl bu yolda kılavuzluk edebilse idi, Fahr-i Râzî dînin sırlarını bilirdi.[167]

İsmâil Hakkı, şerhini yaptığı şu Mesnevî beyitlerini de Fahreddin Râzî ile irtibatlandırarak onu eleştirir:

گرچه هر دو بر سر يك بازيند          هر دو با هم مروزى و رازيند

İkisi de bir oyunda müşterek olmuşlardır, ya da her ikisi bir oyunun hevesinde ve sevdası üzerinedir. Gûyâ ikisi de Merv şehrine veyâ Rey’e mensublardır, yâni ikisi de bir şehirlidir.[168]

ور حسد گيرد تورا در ره گلو          در حسد ابليس  را باشد غلو

Hased, yolda gırtlağına saldırırsa… Bil ki İblis’in tuğyanı haseddir.[169]

گر جسد خانهء حسد باشد و ليك          آن جسد را پاك كرد الله نيك

Eğer cesed hased evi ise de Allah, o cesedi tertemiz etmiş, arıtmıştır.[170]

خاك شو مردان  حق را زير پا          خاك بر سر كن حسد را همچو ما

Hak erlerinin ayakları altına toprak ol. Bizim gibi sen de hasedin başına toprak at.[171]

Bu beyitlerin şerhi sırasında İsmâil Hakkı, Mevlânâ lehine Fahreddin Râzî’ye ağır eleştiriler yöneltir. Ona göre Fahreddin Râzî, iki yüzlülük (nifak) ederek ve hasedde haddi aşarak Mevlânâ’nın babası Sultânü’l-ulemâ’nın vatanı Belh’den ayrılmasına sebep olmuştur. İsmâil Hakkı, bu durumu şeytanın Hz. Âdem’in cennetten çıkarılmasına sebep olmasına benzetmekten de çekinmez. Fahreddin Râzî, sonunda perîşan olmuş, Mevlânâ ve babası ise Allah’ın yardımına mazhar olmuşlar ve Mevlânâ kâmil velîler arasına katılmıştır. Fahreddin Râzî’nin zâhirî ilimlerinin nihâyeti olmasa da, ma‘rifet ehlinin sözlerine benzer çok sözleri olsa da hakîkat mertebesine ulaşamamıştır.[172] İsmâil Hakkı, Fahreddin Râzî’nin bir kısım tasavvufî hallere sâhip olmasına da îtibar etmez.[173]

İsmâil Hakkı’ya göre Mevlânâ’nın yetişmesinde Seyyid Burhâneddin Muhakkık el-Huseynî et-Tirmizî (ö. 639/1241)[174]’nin önemli bir yeri vardır. Nitekim Seyyid Burâneddin: “Hâlimi Salâhaddîn’e ve kālimi (sözümü, lisânımı) Mevlânâ Celâleddîn’e verdim.” demiştir.[175] Onun için İsmâil Hakkı, Mevlânâ’nın eserlerinin onun nefeslerinin bereketinden olduğu kanaatindedir.[176]

Yine ona göre Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî, Salâhaddin Zerkûb ve Hüsâmeddin Çelebi’nin terbiyesiyle yetişmiştir:[177]

İsmâil Hakkı, Şems-i Tebrîzî (ö. 645/1247)[178]’yi Mevlânâ’nın ma‘rifet mertebesinde mürşidi olarak görür.[179]Mevlânâ ve Sultan Veled, bir bakıma şiirleriyle ona tercümân olmuşlardır. Nitekim aynı durum Yunus Emre ile Tapduk Emre arasında ve Hüdâyî ile Üftâde arasında da söz konusudur.[180]

Bursevî, Salâhaddin Zerkûb (ö. 657/1258)[181]’u da Mevlânâ’nın hakîkat mertebesinde mürebbîsi ve mürşidi olarak vasfeder.[182]

İsmâil Hakkı’ya göre Hüsâmeddin Çelebi (ö. 683/1238)[183]’nin şeyhi, Seyyid Burhâneddin’dir.[184] Halbuki Mevlânâ ile ilgili esas kaynaklarda Hüsâmeddin Çelebi’nin Seyyid Burhâneddin ile irtibâtını gösteren bir bilgiye rastlanmamaktadır. Ayrıca Hüsâmeddin Çelebi, 622/1225’te Konya’da doğduğu dikkate alınırsa Seyyid Burhâneddin vefat ettiğinde (639/1241) on yedi yaşında olmaktadır.

İsmâil Hakkı, Hüsâmeddin Çelebi hakkında “Hüsâm Çelebi, Hz. Mevlevî’nin fi’l-hakîka mürebbî ve şeyhi olmak üzeredir.” der.[185] Mesnevî’de yer alan Hüsâmeddin Çelebi ile ilgili övücü ifâdeler, onu bu kanaate sevk etmiş olmalıdır.[186] Ayrıca daha önce yazdığı başka bir eserinde Hüsâmeddin Çelebi’yi sâdece “Mesnevî yazan” olarak, Salâhaddin Zerkûb’u ise “Mevlânâ’nın hakîkat mertebesinde mürebbîsi” olarak nitelemektedir.[187] Bu durum, onun Hüsâmeddin Çelebi ile kanaatinin Mesnevî’yi şerh ederken oluşmuş olması ihtimâlini hatıra getirmektedir.

İsmâil Hakkı, Mevlânâ ile Sadreddin Konevî arasındaki yakınlığa da işâret eder. Nitekim Celâleddîn Rûmî’ye “Mevlânâ” ünvânı, Konevî tarafından verilmiştir.[188] Mevlânâ,  Konevî’nin meclislerine varıp ondan hadis dinlerdi. Birbirlerine izzet ve ikramda bulunurlardı. Sonunda Mevlânâ, Konevî’den bir sene önce vefât edip namazını onun kıldırmasını vasiyet etmiştir.[189]

İsmâil Hakkı, Konevî’yi her yönden Mevlânâ’dan üstün görür. Çünkü ona göre Konevî, fenâ-i sırf ehlindendir. Mevlânâ ise cezbe ehlinden ve ricâl tabakātındandır.[1120] O, Mevlânâ ile Konevî’yi zühd ve fakr anlayışları bakımından da mukayese eder: Mevlânâ sülûkünden sonra fakirliği seçmiş ve dünyâyı tamâmen terk etmiştir. Konevî ise dış görünüşü îtibariyle güzelliğe ve süslenmeye önem verirdi. İşte bu sebeple olacak ki Sadreddin Konevî, Mevlânâ’ya: “Mülûkâne geçinelim, fakīrâne yatalım.” demiş, Mevlânâ ise ona: “Fakīrâne geçinelim, mülûkâne yatalım.” diye karşılık vermiştir. Nitekim Mevlânâ’nın türbesi gâyet ihtişamlı, Konevî’ninki ise çok sâde ve mütevâzıdır.[191]

  1. İsmâil Hakkı Bursevî’ye Göre Mevlevîlik

İsmâil Hakkı, zamânında yaşayan mutasavvıfları genellikle isim belirtmeden tenkit  eder. Mevlevîleri tenkit ederken daha da dikkatli olduğu söylenebilir. Nitekim bir rüyâsında Üftâde’nin kendisine onlara ilişmemesini tavsiye ettiğini belirtir. Buna gerekçe olarak da onların fiillerinde ısrarcı olmalarını, nasihatın kendilerine fayda vermemesini ve zamânın uygun olmamasını zikreder.[192]

İsmâil Hakkı’ya göre kendi zamanında yaygın olan Kādiriyye, Rifâiyye, Bektâşiyye, Mevleviyye, Hayderiyye, Kalenderiyye, Cevlakıyye, Sa‘diyye, Edhemiyye, Bayrâmiyye mensuplarının çoğu tarîkatten ve tâbi oldukları kimselerden çok uzaklaşmışlardır. Onlarla alâkası olmayan fikirleri savunmakta, yapmak bir yana hiç yaklaşmadıkları işleri yapmaktadırlar. Onların yoruma açık olarak, hâlin galebesi ve benzeri durumlarda yaptıkları davranışlar kendilerini tâkip edenler için delil teşkil etmez. Çünkü onlar böyle bir şeye izin vermemiş ve dâvet etmemişlerdir.[193] Bektaşî, Mevlevî, Hayderî, Cevlakî, Edhemî ve Bayrâmîlerin çoğu, peşinden gittikleri kimselerin yaptığı bir kısım ruhsatlara bakıp aldanarak yoldan çıkmışlardır. Onların azîmetlerini bir tarafa bırakıp işin müsâade ve müsâmaha tarafına bakmışlar, sâdece şekil ile mânâya ulaşabileceklerini zannetmişlerdir.[194]

Bu genel tenkitlerden başka İsmâil Hakkı, Mevlevîler’i özel olarak semâ‘ konusunda[195] eleştirir. Celvetiyye’nin kurucusu Hüdâyî, semâ‘ konusunda orta yolu tutmuş, semâ‘ı reddetmediği gibi göklere de çıkarmamıştır.[196] İsmâil Hakkı’nın şeyhi Osman Fazlî Efendi de belli şartlarla semâ‘a taraftardır.[197] İsmâil Hakkı’nın semâ‘ ile ilgili görüşü ise onların çizgisinin devamı mâhiyetindedir. O, semâ‘ın mutlak olarak mübâh veyâ haram olduğuna fetvâ verenlerin isâbet etmedikleri kanaatindedir. “Semâ‘, ehline göre helaldir.” sözü ise vecd ve tevâcüd ehli hakkındadır. Semâ‘ın terki evlâdır. Çünkü tenezzüldür. Sâlike gereken ise yücelere terakkîdir.[198] Sülûkünde müntehî olan ve mutlak fenâya eren kimsenin dışarıdan tahrîke ihtiyâcı kalmaz. Hakîkat ehli seslere değil, mânâlara îtibar ederler.[199]

Bursevî’ye göre mûsıkî âletlerinin haramlığı içki ve zinâ gibi bizzat kendilerinden kaynaklanan bir haramlık değildir. Avamın yaptığı gibi oyun ve eğlence için kullanılır, onlardan alınan lezzet tabîat ve nefis mertebesinden olursa haram olur. Onlardan alınan lezzet kalb, ruh ve sır mertebesinden olursa veya cihadda ve hac yolunda davul çalmak gibi bir sebeple olursa mübâhtır. Mevlânâ’nın yaptığı da bu türdendir. Bu, onun tâbileri için delil sayılmaz.[200] Çünkü Mevlânâ’nın semâ‘ında, yüce sırların ve mânâların çokça vârid olması sebebiyle hâlin galebesi söz konusudur. Bunun sebebi ise cüz’î  ve küllî bütün seslerde ilâhî hakîkatlerden bir hakîkate işâret bulunmasıdır.[201] Mevlânâ’nın semâ‘ı hâlin galeyânı sırasında sahv için, yâhut da ifâkat (sahv) vaktinde sekr için olurdu. Bu da tenhâlarda veya havas arasında meydana gelirdi. Mevlevîler arasında yaygın olan şekliyle ney üflemek ve deblek çalmak Mevlânâ’dan sonra ortaya çıkmıştır.[202]

Sonuç

Celvetiyye meşâyihının genellikle Mevlânâ’dan çok İbnü’l-Arabî ve Konevî’nin te’sirinde oldukları görülmektedir. Onların Mevlânâ’ya ve eserlerine yakınlıklıkları konusunda Farsça bilip bilmemelerinin de belirleyici rol oynadığı söylenebilir.

İsmâil Hakkı, yetişme döneminde Farsça öğrenmiş, önemli Farsça klasik eserler arasında Mevlânâ’nın Mesnevîve Fîhi mâ fîh’ini de okuyup mütâlaa etmiştir. Bu emeğinin meyvelerini ise uzun te’lif hayâtı boyunca toplamış ve okuyucularına aksettirmiştir. Mesnevî’nin ilk 738 beytini Türkçe olarak şerh etmesinden başka başta tefsîri olmak üzere eserlerinde Mesnevî’den vukûfiyetle ve mahâretle nakiller yapmıştır.

İsmâil Hakkı, Mesnevî’deki bâzı beyitlerden ve Nefehât gibi eserlerden hareketle Fahreddin Râzî’nin Mevlânâ’nın babası Sultânu’l-ulemâ’nın Belh’ten Anadolu’ya göçmesine sebep olduğu kanaatindedir. Bu yüzden Râzî’yi çok ağır bir dille eleştirir. Mevlânâ ile ilgili bilgilerinin genellikle Mesnevî çerçevesinde şekillendiği söylenebilir. Muhtemelen bu yüzden Mesnevî’de yer alan Salahaddin Zerkûb ve Hüsâmeddin Çelebi ile ilgili övücü ifâdeleri, onların Mevlânâ’nın mürşidleri oldukları şeklinde yorumlamıştır.

İsmâil Hakkı, Mevlânâ ile Sadreddin Konevî arasındaki dostluk ve yakınlığa da işâret eder. Ancak Konevî’yi her yönden Mevlânâ’ya tercih eder. Bunda Celvetiyye geleneğinin, özellikle Üftâde’nin ve kendi şeyhi Atpazârî Osman Fazlî Efendi’nin te’siri görülmektedir.

İsmâil Hakkı, diğer bazı tarîkatlarla birlikte zamanındaki Mevlevîlerin çoğunun tarîkatten ve tarîkatlerinin kurucusuna tâbi olmaktan uzaklaştıkları kanaatindedir. Bu uzaklaşma hem düşünce, hem de davranış bakımındandır. Tarîkat pirlerinin azîmetlerini terk ederek te’vile açık ve hâlin galebesi gibi durumlarda işledikleri ruhsatlara uymaktadırlar. Özellikle Mevlevîlerle ilgili tenkidi semâ‘ konusundadır. O, semâ‘ı belli şartlar altında kabul eder. Bu şartlar tam olarak oluşmadığı sürece Mevlânâ’nın semâ‘ının, yolunda gidenler için delil olamayacağını ileri sürer.

BİBLİYOGRAFYA

ATÂYÎ Atâullah b. Yahyâ, Hadâiku’l-hakāyık fî tekmileti’ş-Şakāyık, I-II, İstanbul 1268.

BAHADIROĞLU, Mustafa, Celvetiyye’nin Pîri Hazret-i Üftâde ve Dîvân’ı, Bursa 1995.

BURSEVÎ, İsmâil Hakkı, Ferahu’r-rûh (Şerhu’l-Muhammediyye), I-II, İstanbul 1294.

_______, Kitâbü Tamâmi’l-feyz fî bâbi’r-ricâl (Tamâmü’l-feyz-I: Ramazan MUSLU, İsmâil Hakkı Bursevî ve Tamâmü’l-feyz Adlı Eseri-ITamâmü’l-feyz-II: Ali NAMLI, İsmâil Hakkı Bursevî ve Tamâmü’l-feyz Adlı Eseri-II, Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1994, yayımlanmamış yüksek lisans tezlerinin Arapça tahkik kısımları).

_______, Kitâbü Hayâti’l-bâl, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi (Bundan sonra BEYBEK olarak kısaltılacaktır), Genel, nr. 84.

_______, Kitâbü Nakdi’l-hâl, İstanbul Üniversitesi. Kütüphanesi, nr. TY 2153.

_______, Kitâbü’l-Hitâb, İstanbul 1256.

_______, Kitâbü’l-Mir’ât li-hakāikı ba‘dı’l-ehâdîs ve’l-âyât, BEYBEK, Genel, nr. 40.

_______, Kitâbü’n-Netîce, haz. Ali Namlı-İmdat Yavaş, I-II, İstanbul 1997.

_______, Kitâbü’s-Silsileti’l-Celvetiyye, İstanbul 1291.

_______, Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Pertev Paşa, nr. 645.

_______, Mecmûa-i Hakkî, BEYBEK, Genel, nr. 41.

_______, Mecmûatü’l-fevâid ve’l-vâridât, BEYBEK, Genel, nr. 87.

_______, Müteferrikāt-ı Şeyh Hakkî, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 1667.

_______, Rûhu’l-Beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, I-X, İstanbul 1389.

_______, Rûhu’l-Mesnevî (Şerhu’l-Mesnevî), I-II, İstanbul 1287.

_______, Tuhfe-i Recebiyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 1374.

_______, el-Vâridât, BEYBEK, Genel, nr. 67.

_______, Vâridât-ı Hakkıyye (Vâridât-ı Kübrâ), BEYBEK, Genel, nr. 86.

CERRAHOĞLU, İsmail, “Fahreddin er-Râzî ve Tefsirdeki Metodu”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy.2 (1977), s. 7-57.

EFLÂKÎ, Ahmet, Âriflerin Menkıbeleri, trc. Tahsin Yazıcı, I-II, İstanbul 1973.

FÜRÛZANFER, Bedîüzzaman, Mevlânâ Celâleddin, trc. Feridun Nafiz Uzluk, İstanbul 1963.

GÖLPINARLI, Abdülbâki,  Mevlânâ Celâleddin, İstanbul 1959.

_______, Mesnevî Şerhi, İstanbul 1973.

_______, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953 ve 1983.

İPŞİRLİ, Mehmet, “Damadzâde Ahmed Efendi”, DİA, VIII, s. 449-450.

İZ, Mahir, Necati Lugal Armağanı içinde, Ankara 1968.

LAMİÎ Çelebi, Nefehât Tercümesi (haz. Süleyman Uludağ-Mustafa Kara), İstanbul 1995

Mehmed Şemseddîn, Yâdigâr-ı Şemsî (Bursa Dergâhları), haz. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy, Bursa 1997.

MEVLÂNÂ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî-yi Ma‘nevî, nşr. Reynold A. Nicholson, Leiden 1925-1933.

NAMLI, Ali, İsmâil Hakkı Bursevî, Hayatı, Eserleri ve Tarîkat Anlayışı, İstanbul 2001.

SEVGİ, H. Ahmet, Seyyid Burhaneddin Muhakkık-i Tirmizi: Mevlana’nın Hocası, Kayseri 1995.

_______, “Hüsâmeddin Çelebi”, DİA, XVIII, s. 512.

ŞAHİNOĞLU, M. Nazif, “Bahâeddin Veled”, DİA, IV, 460-462.

ŞEMSEDDİN Sâmî, Kāmûsü’l-a‘lâm, I-VI, İstanbul 1306-1316.

ULUDAĞ, Süleyman, İslâm Açısından Mûsıkî ve Semâ‘, İstanbul 1999.

_______, Fahrettin Razi, Ankara 1991.

YAVUZ, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Râzî”, DİA, XII, 89-95.

YILMAZ, H. Kâmil, Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarîkatı, İstanbul 19120.

_______, “Aziz Mahmud Hüdâyî”, DİA, IV, s. 338-340.

_______, “Aziz Mahmûd Hüdâyî’nin “Semâ‘ Risâlesi”, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 4, s. 273-284.

ABSTRACT

This article aims to describe the views of Ismail Hakkı Bursawi about Mawlana Calaladdeen and Mawlawiyya rather than making new and unprecedented findings about Mawlana and Mawlawiyya. Bursawi is an Ottoman sufi who has more than a hundred works in various sizes and whose views are effective even today. He learnt Persian in his early education and studied Mathnawi and Fihi Ma Fih. He widely quoted the works of Mawlana in his famous tafseer ‘Ruh al-Bayan’ and his other works, and wrote a commentary on the first 738 stanzas of Mathnawi.

Bursawi severely criticizes Fahraddeen Razi since he believed that the latter caused Bahauddeen Weled, the father of Mawlana, to leave Balkh to Anatolia. The biographical datas about Mawlana which Bursawi mentioned, are mainly shaped around Mathnawi. He sees Salahaddeen Zarkub and Husamaddeen Chelebi as masters (mursheeds) of Mawlana, probably because of the praises about them in Mathnawi. He prefers Sadraddeen Konawi to Mawlana as a result of the effect of the Jalwatiyya tradition. He criticizes most of the Mawlawis of his time together with some other tariqahs as having deviated from the path of their masters, and dealed only with form without content. His criticism to Mawlawis is especially on the subject of sama‘.

*  alinamli@hotmail.com

[1] İsmâil Hakkı’nın verdiği bilgiye göre Üftâde, vaaz ve nasîhatle meşgul olduğu sıralarda bir gün vâkıasında Mevlânâ kendisine: “Bizim Mesnevî’mizden de naklediniz.” deyince “Biz Fars dili bilmeyiz.” demiş, bunun üzerine Mevlânâ: “Hele sen başla, o lisân sana münkeşif olur.” diye cevap vermiştir. İşte bundan sonra zaman zaman vaazlarında Mesnevî’den beyitler okumaya ve tasavvufî olarak îzahlarını yapmaya başlamıştır. Bursevî, Kitâbü’s-Silsileti’l-Celvetiyye, İstanbul 1291, 77. Üftâde’nin bu vâkıasının farklı nakilleri için krş. Atâyî, Hadâiku’l-hakāyık, İstanbul 1268, II, 358; Mehmed Şemseddin, Yâdigâr-ı Şemsî(haz. M. Kara-K.Atlansoy), Bursa 1997, 61; Yılmaz, Azîz Mahmûd Hüdâyî, 180 (dipnotta); Mustafa Bahadıroğlu, Celvetiyye’nin Pîri Hazret-i Üftâde ve Dîvân’ı, Bursa 1995, 43

[2] Bursevî, a.g.e., 33 (Bursevî, bu sözü Hüdâyî’nin Vâkıât’ından aktarmaktadır.)

[3] Bursevî, Kitâbü’l-Hitâb, 291

[4] Bk. Bursevî, a.g.e., 108. Geniş bilgi için bk. H. Kâmil YILMAZ, Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarîkatı; a.mlf. “Aziz Mahmud Hüdâyî”, DİA, IV, 338-340

[5] Bk. Bursevî, Tamâmü’l-feyz-II (Ali NAMLI, İsmâil Hakkı Bursevî ve Tamâmü’l-feyz Adlı Eseri-II, Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enst., İstanbul 1994, yayımlanmamış yüksek lisans tezinin Arapça tahkik kısmı), 66

[6] Bursevî, Tamâmü’l-feyz-II, 80-81. İsmâil Hakkı’nın şeyhi Osman Fazlı Efendi, zamânındaki medreselerde ilim, tekkelerde ise hayır kalmadığı kanaatinde olduğu için kendisine bağlı tekkelerde önce zâhirî ilimlerin öğrenilmesine, sonra da mânevî terbiyeye ağırlık verir, ümmî olan kimseyi halîfe tâyin etmezdi. Bk. Bursevî, Tamâmü’l-feyz-I (Ramazan Muslu, İsmâil Hakkı Bursevî ve Tamâmü’l-feyz Adlı Eseri-I, Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enst., İstanbul 1994, yayımlanmamış yüksek lisans tezinin Arapça tahkik kısmı), 182-183

[7] Bursevî, a.g.e., 30

[8] Bursevî, Mecmûa-i Hakkī, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi (Bundan sonra BEYBEK olarak kısaltılacaktır.), Genel, nr. 41, vr. 60b-61a

[9] Burada Rûhu’l-Beyân’ın on cildlik İstanbul 1389 baskısı esas alınmıştır. Tabloda verilen rakamlarda ufak tefek değişiklikler olabilir. Tarama sırasında bazı beyitlerin gözden kaçmış olabileceği ve tekrarlanan beyitlerin de sayıya dahil olduğu dikkate alınarak değerlendirilmelidir.

[10] Bursevî, Ferahu’r-rûh (Şerhu’l-Muhammediyye), İstanbul 1294, II, 311

[11] Bursevî, Rûhu’l-Mesnevî (Şerhu’l-Mesnevî), İstanbul 1287, I, 2-3

[12] Bursevî, a.g.e., I, 2

[13] Bu rüyâ ve yorumu için bk. Bursevî, a.g.e., I, 83, 84; a.mlf., Tuhfe-i Recebiyye, Süleymaniye Ktp., Esad Ef., nr. 1374, vr. 71a; a.mlf., Müteferrikāt-ı Şeyh Hakkī, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1667, vr. 111b

[14] Bursevî, a.g.e., II, 443

[15] Bursevî, a.g.e., II, 576-577

[16] Bursevî, a.g.e., II, 578

[17] bk. Bursevî, a.g.e., II, 471

[18] Bursevî, a.g.e., II, 578-579

[19] İsmâil Hakkı ile Bursa’da bulunduğu sırada dostluk kurduğu ve İstanbul kadısı iken Rûhu’l-Mesnevî’yi kendisi için istinsah ettirmek istediği anlaşılmaktadır. Hayatı için bk. Şemseddin Sâmî, Kāmûsu’l-a‘lâm, III, 2098; Mehmet İpşirli, “Damadzâde Ahmed Efendi”, DİA, VIII, 449-450

[20] Bursevî, Mecmûa, Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 645, vr. 9b-10a

[21] Necati Lugal Armağanı, Ankara 1968, 58

[22] Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, 144

[23] İsmâil Hakkı Bursevî’nin eserleri ile ilgili geniş bilgi için bk. Ali Namlı, İsmâil Hakkı Bursevî Hayatı, Eserleri ve Tarîkat Anlayışı, İstanbul 2001, 161-219

[24] Bk. Bursevî, Rûhu’l-Mesnevî, II, 130, 436, 459

[25] Bk. Bursevî, a.g.e., I, 8, 240, 2120, 375, 385, 469, 488; II, 26, 151, 179, 203, 210, 357, 361, 434, 467, 472, 529, 551

[26] Bk. Bursevî, a.g.e., I, 242, 479; II, 130, 253, 407, 459, 571, 573

[27] Bk. Bursevî, a.g.e., II, 467, 542

[28] Bk. Bursevî, a.g.e., I, 123, 175, 205, 285, 371, 376, 378, 385, 424, 439; II, 47, 68, 151, 160, 162 177, 195, 200, 230, 250, 283, 292, 323, 363, 407, 416, 436, 451, 455, 457, 461, 462, 467, 474, 529, 549, 551, 555

[29] Bk. Bursevî, a.g.e., I, 436; II, 10, 118, 192, 193, 195, 473

[30] Bk. Bursevî, a.g.e., II, 8, 70, 200, 253, 300, 312

[31] Bk. Bursevî, a.g.e., I, 246, 250, 267 440, 463, 513; II, 10, 15, 24, 52, 98, 191, 192, 277, 315, 324, 433, 544

[32] Bk. Bursevî, a.g.e., II, 37

[33] Bk. Bursevî, a.g.e., I, 193, 342, 347, 430; II, 26

[34] Bk. Bursevî, a.g.e., I, 479; II, 230, 436

[35] Bk. Bursevî, a.g.e., I, 247, 270

[36] Bk. Bursevî, a.g.e., I, 285

[37] Bk. Bursevî, a.g.e., I, 3, 105, 109, 242, 275, 382, 458, 487, 489, 502; II, 87

[38] Şu konular, örnek verilebilir: II. Murad’ın tahtı oğlu Fâtih’e bırakması ve şehzâdelerin hapsi (bk. Bursevî, a.g.e., II, 461);  Kānûnî devrinde Fusûsu’l-hikem ve Muhammediyye okunmasının yasaklanması (bk. Bursevî, a.g.e., II, 519); “Figânî” mahlaslı iki şâir asılması; “Meftûnî” mahlasını kullanan Sultan II. Mustafa sonunda fitneye düşüp saltanattan azledilmesi; İsmâil Hakkı, 1115’te tahta çıkan Sultan III. Ahmed’in ise “Figânî” mahlası kullandığını işitince onun cülûsuna târih ve kendisine mahlas olmak üzere “Zahîr” kelimesi vârid olması; Pâdişaha bunu ulaştıracak vâsıta bulamaması (bk. Bursevî, a.g.e., II, 357)

[39] Bursevî, a.g.e., I, 318

[40] Bursevî, a.g.e., I, 296

[41] Bursevî, a.g.e., II, 377

[42] Bursevî, a.g.e., I, 309

[43] Bursevî, a.g.e., I, 270; II, 115

[44] Bursevî, a.g.e., I, 464

[45] Bursevî, a.g.e., II, 314

[46] Bursevî, a.g.e., I, 100

[47] Bursevî, a.g.e., II, 127

[48] Bursevî, a.g.e., I, 416; II, 515

[49] Bursevî, a.g.e., II, 508

[50] Bursevî, a.g.e., II, 239

[51] Bursevî, a.g.e., II, 152

[52] Bursevî, a.g.e., I, 467

[53] Bursevî, a.g.e., I, 139; II, 220, 274, 314, 360;

[54] Bursevî, a.g.e., I, 51, 92, 108, 188

[55] Bursevî, a.g.e., I, 33, 127; II, 104, 344, 354, 517

[56] Bursevî, a.g.e., I, 478

[57] Bursevî, a.g.e., I, 31, 191, 342, 345, 354, 369, 411; II, 229, 254, 256, 274, 293, 327, 400, 538, 540, 555, 556

[58] Bursevî, a.g.e., I, 31; II, 397

[59] Bursevî, a.g.e., I, 113, 118, 130, 181, 194, 269, 415; II, 17, 65, 293, 419, 431, 446, 507, 537, 550

[60] Bursevî, a.g.e., I, 300, 316

[61] Bursevî, a.g.e., II, 76

[62] Bursevî, a.g.e., I, 424

[63] Bursevî, a.g.e., II, 33

[64] Bursevî, a.g.e., I, 35, 43, 48, 51, 53, 68, 79, 87, 88, 108, 110, 111, 116, 130, 157, 166, 167, 171, 173, 193, 196, 270, 313, 340, 341, 349, 364, 383, 385, 397, 405, 441, 480, 510, 515, 516; II, 52, 60, 78, 109, 141, 166, 176, 211, 224, 2120, 343, 398, 432, 474, 476, 484, 485, 486, 530, 541, 553, 555

[65] Bursevî, a.g.e., I, 23, 48, 130, 196, 249, 385, 391; II, 40, 141, 144, 274

[66] Bursevî, a.g.e., I, 58, 187, 337, 478; II, 180, 298

[67] Bursevî, a.g.e., I, 508, II, 406, 448

[68] Bursevî, a.g.e., II, 387

[69] Bursevî, a.g.e., I, 73, 124, 192, 466; II, 15, 385

[70] Bursevî, a.g.e., I, 23, 95, 128, 141, 160, 194, 203, 303, 313, 321, 340, 349, 352, 427, 483, 492, 511; II, 106, 115, 157, 165, 166, 205, 230, 233, 234, 252, 314, 336, 350, 380, 395, 396, 433, 452, 462, 492, 566

[71] Bursevî, a.g.e., II, 362, 541

[72] Bursevî, a.g.e., I, 55

[73] Bursevî, a.g.e., I, 338

[74] Bursevî, a.g.e., II, 72

[75] Bursevî, a.g.e., I, 37, 43, 44, 61, 66, 71, 82, 93, 95, 101, 125, 130, 170, 189, 218, 234, 384, 421, 515, 517, 559; II, 15, 116, 138, 146, 300, 339, 343, 364, 377, 396, 486, 541, 560

[76] Bursevî, a.g.e., II, 544

[77] Bursevî, a.g.e., I, 101, 189, 292; II, 18, 415, 469, 470

[78] Bursevî, a.g.e., I, 521

[79] Bursevî, a.g.e., I, 241

[80] Bursevî, a.g.e., I, 69

[81] Bursevî, a.g.e., I, 385

[82] Bursevî, a.g.e., I, 326

[83] Bursevî, a.g.e., I, 335; II, 134, 146, 237, 238, 486, 553, 554

[84] Bursevî, a.g.e., II, 7

[85] Bursevî, a.g.e., I, 335

[86] Bursevî, a.g.e., II, 392

[87] Bursevî, a.g.e., I, 43, 57, 75, 102, 128, 145, 162, 191, 194, 231, 244, 283, 318, 326, 328, 329, 332, 362, 365, 380, 385, 402, 410, 412, 427, 430, 462, 480, 488, 497, 507, 515, 519; II, 18, 19, 26, 28, 36, 56, 70, 72, 87, 88, 98, 101, 102, 105, 117, 136, 144, 168, 193, 223, 229, 284, 300, 304, 313, 369, 371, 388, 399, 415, 459, 473, 480, 511, 535, 537, 538, 555, 567

[88] Bursevî, a.g.e., II, 177

[89] Bursevî, a.g.e., I, 68, 128, 241, 243, 367; II, 202, 242, 274, 313, 364, 411, 477, 481, 520

[120] Bursevî, a.g.e., I, 274

[91] Bursevî, a.g.e., I, 58, II, 207, 399

[92] Bursevî, a.g.e., I, 96; II, 471

[93] Bursevî, a.g.e., II, 422

[94] Bursevî, a.g.e., I, 361

[95] Bursevî, a.g.e., I, 428; II, 147

[96] Bursevî, a.g.e., I, 78, 243; II, 415

[97] Bursevî, a.g.e., I, 161, 322, 349, 434; II, 112, 312, 529

[98] Bursevî, a.g.e., I, 135

[99] Bursevî, a.g.e., I, 419

[100] Bursevî, a.g.e., I, 100, 133, 136, 161, 274, 426, 522; II, 89, 199, 336

[101] Bursevî, a.g.e., I, 39, 54, 73, 106, 116, 124, 132, 181, 194, 238, 242, 246, 258, 279, 320, 338, 360, 365, 370, 436, 481, 492, 495, 497, 505, 515, 520; II, 10, 32, 141, 147, 152, 158, 172, 217, 248, 255, 256, 375, 398, 413, 479, 505, 513, 540, 541, 542, 550

[102] Bursevî, a.g.e., I, 193, 231, 365, 367, 398, 410; II, 6, 11, 146, 177, 336, 366, 432, 497, 528

[103] Bursevî, a.g.e., I, 37

[104] Bursevî, a.g.e., I, 120, 252, 309, 332, 385; II, 40, 215, 317, 336, 340, 478, 553

[105] Bursevî, a.g.e., I, 241, 309, 313; II, 386, 417

[106] Bursevî, a.g.e., II, 154

[107] Bursevî, a.g.e., I, 389

[108] Bursevî, a.g.e., I, 140

[109] Bursevî, a.g.e., I, 181, 267

[110] Bursevî, a.g.e., I, 60, 71, 77, 80, 91, 192, 196, 197, 268, 320, 333, 336, 350, 4120; II, 85, 96, 142, 239, 245, 281, 297, 328, 360

[111] Bursevî, a.g.e., II, 148, 531

[112] Bursevî, a.g.e., I, 35

[113] Bursevî, a.g.e., II, 525

[114] Bursevî, a.g.e., II, 329

[115] Bursevî, a.g.e., I, 446; II, 150, 546

[116] Bursevî, a.g.e., II, 185

[117] Bursevî, a.g.e., I, 508; II, 258, 464

[118] Bursevî, a.g.e., II, 499

[119] Bursevî, a.g.e., I, 358

[120] Bursevî, a.g.e., II, 61

[121] Bursevî, a.g.e., I, 62

[122] Bursevî, a.g.e., I, 348

[123] Bursevî, a.g.e., I, 426

[124] Bursevî, a.g.e., II, 491

[125] Bursevî, a.g.e., II, 57

[126] Bursevî, a.g.e., II, 409

[127] Bursevî, a.g.e., II, 571

[128] Bursevî, a.g.e., II, 450

[129] Bursevî, a.g.e., II, 231

[130] Bursevî, a.g.e., I, 117; II, 482

[131] Bursevî, a.g.e., II, 488

[132] Bursevî, a.g.e., II, 517

[133] Bursevî, a.g.e., I, 378; II, 439

[134] Bursevî, a.g.e., I, 269

[135] Bursevî, a.g.e.,  I, 115

[136] Bursevî, a.g.e., II, 124, 285

[137] Bursevî, a.g.e., II, 167

[138] Bursevî, a.g.e., II, 389

[139] Bursevî, a.g.e., I, 325, 327

[140] Bursevî, a.g.e., I, 457

[141] Bursevî, a.g.e., I, 294; II, 475

[142] Bursevî, a.g.e., I, 439; II, 275

[143] Bursevî, a.g.e., I, 209; II, 63

[144] Bursevî, a.g.e., II, 41

[145] Bursevî, a.g.e., II, 53

[146] Bursevî, a.g.e., II, 41

[147] Bursevî, a.g.e., II, 57

[148] Bursevî, a.g.e., II, 276

[149] Bursevî, a.g.e., II, 123

[150] Bursevî, a.g.e., II, 289

[151] Bursevî, a.g.e., II, 462

[152] Bursevî, a.g.e., II, 123

[153] Bursevî, a.g.e., I, 162, II, 70, 474, 532

[154] Bursevî, a.g.e., I, 443, 464

[155] Bursevî, a.g.e., I, 83, 378, 454; II, 277, 314, 362

[156] Bursevî, a.g.e., II, 516

[157] Bursevî, a.g.e., II, 124, 180, 251, 285

[158] Bursevî, a.g.e., I, 205, 357, 375; II, 23, 140, 304, 489, 492, 568

[159] Bursevî, a.g.e., II, 357, 383, 499, 562, 568, 576

[160] Örnek olarak bk. İsa Çelik, Abidin Paşa’nın Mesnevî Şerhi ve Tasavvufî Düşünceleri, Atatürk Ünivesitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2001 (Doktora Tezi)

[161] Fahreddin Râzî hakkında bk. Süleyman Uludağ, Fahrettin Razi, Ankara 1991;  İsmail Cerrahoğlu, “Fahreddin er-Râzî ve Tefsirdeki Metodu”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy.2 (1977), s. 7-57;  Yusuf Şevki Yavuz, “Fahreddin er-Râzî”, DİA, XII, 89-95

[162] Bahâeddin Veled hakkında bk. Ahmed Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, İstanbul 1973, I, 108-141; Lamiî Çelebi, Nefehât Tercümesi (haz. Süleyman Uludağ-Mustafa Kara), İstanbul 1995, 631-633; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, İstanbul 1959, 34-43; Bedîüzzaman Fürûzanfer, Mevlânâ Celâleddin (trc. F. Nafiz Uzluk), İstanbul 1963, 8-47; Şahinoğlu, “Bahâeddin Veled”, DİA, IV, 460-462

[163] Bahâeddin Veled’in felsefeye karşı olduğu, bid‘atçı saydığı Fahreddin Râzî’yi ve ona uyan Hârizmşah Alâeddin Muhammed Tekiş’i, Belh ve Vahş kadılarını ve diğer zâhir ulemâsını sık sık minber ve kürsüden açıkça ve şiddetle eleştirdiği bilinmektedir. Eflâkî ve ondan faydalanan diğer tezkire müellifleri Bahâeddin Veled’in Belh’ten göçmesine Fahreddin Râzî’nin sebep olduğunu söylerler. Ancak Fahreddin Râzî’nin Bahâeddin Veled’in Belh’ten ayrılmasından önce vefât ettiği ve esas sebebin bu olmadığı da ileri sürülmüştür. Bu konu ile ilgili tartışmalar için bk. Gölpınarlı, a.g.e., 40-42; Fürûzanfer, a.g.e., 11-24;Uludağ, a.g.e., 102-104; Şahinoğlu, a.g.m., DİA, IV, 460-461

[164] Krş. Lamiî, a.g.e., 632

[165] Bk. Bursevî, Ferahu’r-rûh, I , 113; II, 528-529

[166] Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî-yi Ma‘nevî, nşr. Reynold A. Nicholson, Leiden 1925-1933, Mesnevî, 63 (I. defter, 1350. beyit)

[167] Mevlânâ, a.g.e., 914 (V. defter, 4147. beyit)

[168] Mevlânâ, a.g.e., 17 (I. defter, 288. beyit)

[169] Mevlânâ, a.g.e., 29 (I. defter, 429. beyit)

[170] Mevlânâ, a.g.e., 29 (I. defter, 433. beyit)

[171] Mevlânâ, a.g.e., 29 (I. defter, 436. beyit)

[172] Bursevî, Rûhu’l-Mesnevî, I, 459-460; II, 149, 155, 161; Benzer değerlendirmeler için bk. Bursevî, Kitâbü’n-Netîce, haz. Ali Namlı-İmdat Yavaş, İstanbul 1997, II, 398

[173] Bursevî, Ferahu’r-rûh, I , 113-144

[174] Seyyid Burhâneddin hakkında bk. Eflâkî, a.g.e., I, 142-153; Lamiî, a.g.e., 633-634; Gölpınarlı, a.g.e., 45-49; Fürûzanfer, a.g.e., 48-52, 60-63; Ahmet Sevgi, Seyyid Burhaneddin Muhakkık-i Tirmizi: Mevlana’nın Hocası, Kayseri 1995

[175] Krş., Eflâkî, a.g.e., II, 142

[176] Bursevî, Rûhu’l-Mesnevî, I, 217

[177] Bursevî, a.g.e., II, 155

[178] Şemseddîn Tebrîzî hakkında bk. Eflâkî, a.g.e., II, 76-140; Lamiî, a.g.e., 639-643; Gölpınarlı, a.g.e., 49-103; Fürûzanfer, a.g.e.,  67-114

[179] Bursevî, a.g.e., I, 217

[180] Bursevî, Ferahu’r-rûh, I, 403

[181] Salâhaddin Zerkûb hakkında bk. Eflâkî, a.g.e., II, 141-164; Lamiî, a.g.e., 643; Gölpınarlı, a.g.e., 104-113; Fürûzanfer, a.g.e., 126-138

[182] Bursevî, Tamâmü’l-feyz-II, 30; a.mlf., Rûhu’l-Mesnevî, I, 217

[183] Hüsâmeddin Çelebi hakkında bk. Eflâkî, a.g.e., II, 165-196; Lamiî, a.g.e., 643-645; Gölpınarlı, a.g.e., 114-123; a.mlf., Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953, 19-28; a.mlf., Mesnevî Şerhi, İstanbul 1973, I, 21-25; Fürûzanfer, a.g.e., 138-148; Ahmet Sevgi, “Hüsâmeddin Çelebi”, DİA, XVIII, 512

[184] Bursevî, a.g.e., I, 217; II, 146

[185] Bursevî, a.g.e., II, 274

[186] Örnek olarak bk. Bursevî, a.g.e., II, 146

[187] Bursevî, Tamâmü’l-feyz-II, 30

[188] Bursevî, a.g.e., 31; a.mlf., Kitâbü’l-Hitâb, İstanbul 1256, 291; a.mlf., Kitâbü’s-Silsileti’l-Celvetiyye, 78. “Mevlânâ” lakabı hakkındaki farklı değerlendirmeler için bk. Fürûzanfer, a.g.e., 2-4

[189] Bursevî, Kitâbü’l-Hitâb, 288

[1120] Bursevî, Tamâmü’l-feyz-II, 30

[191] Bursevî, Tamâmü’l-feyz-II, 31; a.mlf., Rûhu’l-Mesnevî, II, 161; a.mlf., Kitâbü’l-Hitâb, 291

[192] Bursevî, Kitâbü’l-Mir’ât li-hakāikı ba‘dı’l-ehâdîs ve’l-âyât, BEYBEK, Genel, nr. 40, vr. 286b

[193] Bursevî, el-Vâridât, BEYBEK, Genel, nr. 67, vr. 91b

[194] Bursevî, Kitâbü’n-Netîce, I, 26

[195] Semâ‘, tasavvuf tarihinde ilk dönemlerden îtibâren tartışılan ve hakkında çok geniş bir literatür bulunan bir konudur. Geniş bilgi ve literatür için bk. Süleyman Uludağ, İslâm Açısından Mûsıkî ve Semâ‘, İstanbul 1999; Ferhat Koca, “Osmanlı Fakihlerinin Semâ ve Devrân Hakkındaki Tartışmaları”, Tasavvuf Dergisi, V/13, Ankara 2004, 25-74

[196] Yılmaz, “Aziz Mahmûd Hüdâyî’nin “Semâ‘ Risâlesi”, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 4 (1986), 275

[197] Bursevî, Tamâmü’l-feyz-II, 60; a.mlf., Vâridât-ı Hakkıyye (Kübrâ), BEYBEK, vr. 153a; a.mlf. Rûhu’l-Mesnevî, I, 12-13; a.mlf., Kitâbü Nakdi’l-hâl, İstanbul Ü. Ktp., nr. TY 2153, vr. 31a

[198] Bursevî, Tuhfe-i Hasakiyye, Süleymâniye Ktp., Mihrişâh, nr. 164, vr. 323a

[199] Bursevî, Ferahu’r-rûh, II, 420; a.mlf., Kitâbü Nakdi’l-hâl, vr. 154b. Bursevî’nin mûsıkî ve semâ‘ile ilgili görüşleri için bk. Ferahu’r-rûh, II, 420-421, 438, 448, 529; Vâridât-ı Hakkıyye (Kübrâ), vr. 153bMecmûatü’l-fevâid ve’l-vâridât, BEYBEK, Genel, nr. 87, vr. 91b-92aMecmûa-i Hakkī, BEYBEK, Genel, nr. 41, vr. 67bKitâbü Nakdi’l-hâl, vr. 30b-31a, 154bTuhfe-i Hasakiyye, vr. 321a-323b

[200] Bursevî, Tamâmü’l-feyz-II, 60

[201] Bursevî, a.g.e., 63-64

[202] Bursevî, Ferahu’r-rûh, II, 529