İsmail Hakkı Bursevî ve şerhleri

A+
A-

Bir Yunus Emre şarihi olarak İsmail Hakkı Bursevî ve şerhleri

İsmail Hakkı Bursevî, 17. Asrın önemli mutasavvıflarındandır. Yüzü aşkın eseri arasında özellikle Kuran tefsiri Rûhü’l-Beyân ile Mesnevî şerhi olan Rûhû’l-Mesnevî en önemli eserleri olarak gösterilebilir. Rûhü’l-Mesnevî’yi şerh ederken Arapça, Farsça ve Türkçe şiirlerden bolca örnekler vermiştir. Arap edebiyatından 16, Fars edebiyatından 19 şairin şiirlerini kullanan Bursevî, Türk edebiyatından ise 49 şairden örnekler vermiştir.

Yunus Emre’nin meşhur ‘Çıktım erik dalına’ mısraıyla başlayan şiirini de şerheden Bursevî’nin, Rûhü’l-Mesnevî’sinde şiirlerinden en çok örnek verdiği şairler sıralamasında Aziz Mahmut Hüdâyî 50 kere ile ilk sırayı almaktadır. Onu 34 ile Muhammediye yazarı Ahmet Bicân ve 18 ile Yunus Emre takip etmektedir. Yunus Emre’den sonra Fuzulî, Nef’î, Veysî ve Bâkî gelmektedir.[1]

Konusu tasavvuf olan bir kitapta mutasavvıf şairlerin ilk üçte yer almasında bir olağandışılık bulunmamaktadır. Bursevî’nin mensubu bulunduğu tarikatın piri olması bakımından Aziz Mahmûd Hüdâyî’den sıkça alıntı yapılması anlaşılabilir bir durumdur. Ahmed Bîcân Efendi’den fazlaca alıntı yapmasının nedeni ise Bursevî’nin, onun Muhammediye isimli eserini şerh etmesiyle, dolayısıyla yakınen bilmesiyle açıklayabiliriz.

İki mutasavvıfın özel durumlarını göz önünde bulundurup değerlendirme dışı tutarsak Bursevî’nin şiirlerini en çok kullandığı şairin Yunus Emre olduğunu söyleyebiliriz.

Bursevî, Yunus Emre’yi çok beğendiğini sadece şiirlerini eserine almakla göstermemiş, Yunus Emre’nin tasavvuf konusunda söylenmesi gereken her şeyi söylediğini ifade ederek onun hakkını teslim etmiştir.

Bursevî, Mesnevî’den ilgili beyti açıklarken yeri geldikçe Yunus Emre’den örnekler vermiş ve bu örnekleri aynı zamanda açıklamıştır. Bursevî’nin şerh ettiği Yunus Emre şiirleri şunlardır.[2]

Yunus Emre’nin sözlerinin güzelliğinin nedeni ve onun Türkçedeki yeri

Anlatıldığına göre; Yunus Emre yirmi sene kadar şeyhi Tapduk Emre’nin dergahına odun taşımış. Dergaha getirdiği odunlar kendisi gibi dosdoğru imiş. Şeyhi bir gün odunların doğruluğunun nedenini sorduğunda ‘Bu kapıya eğrilik sığmaz’, demiş. Şeyh bu sözü çok beğenmiş ve karşılığında da mükafat olarak ‘Var imdi Yunusum söyle’, demiş. Şeyhinin bu sözü sayesinde Yunus Emre, hiç kimsenin söyleyemediği kadar tevhid ve irfana dair sözler söylemiştir. Bu bakımdan son zamanlarda yetişen mutasavvıfların sonuncusudur. Çünkü söylemediği mazmûn kalmamış ve Türkçede onun kelimelerinin benzerini söyleyen gelmemişdir. (s. 68-69)

Garip kimdir?

Söylerem dilim bilmez
Bir aceb ile geldim

Garip ile kamil mürşit kastedilir. Kamil mürşitler zahir ehli arasında gariptirler. Çünkü hakikat ilinden gelmektedirler. Onların konuşmaları da gariptir ve anlaşılmaz. (s. 113) Kâmil kimseler, dilini bilmediği bir ülkeye giden yabancı bir insan gibi bu dünyada gariptirler ve diğer insanlar onların konuştukları dilleri anlamazlar.

Kerâmet

En büyük kerâmet nefsi terbiye etmek ve müslüman etmektir.

Kerâmetim vardır deyü halka kerâmet gösterme
Nefsini müselmân eyle ger var ise kerâmetin (s. 117)

Nefs-i emmâre Firavun’u ve şirret nefsani kuvvetlerimiz yüzünden her seferinde kalp Musâ’sını sulandırıp boşaltsa da kalb Musâ’sı yine bir Hakk’ın zikir asası ile cümlesin iptâl eder ve o arzu ve heveslerden en ufak bir iz bırakmaz. Ne kadar peygamber var ise hepsine görünürde mucize ve silah yardımı yapılmış ise de bâtınlarında da kalpleri ve ruhanî hayırlı kuvvetleri ile muzaffer olmuşlardır. Özetle Hak ehli olanlar azîz ve müntakim ve benzer İlâhî isimlerin yardımıyla görünen ve görünmeyen düşmanlarını yenmişlerdir. Ve burada evliyanın kerâmetine işaret vardır. Çünkü peygamberler mucizelerle yalancıları alt ettikleri gibi evliya da kerâmetleri ile münkirleri alt etmişlerdir. En büyük kerâmet ise Yunus Emre’nin dediği gibi nefsi islâh edip nefsani arzu ve istekleri yok etmektir. (s. II/293)

Yûsuf kıssası

Yitirdüm Yûsuf’ı Kenan ilinde
Bulundı Yûsuf Kenan bulınmaz

Yûsuf’dan murât vahdet ve Ken?ân’dan kesretdir. Yani başlangıçta hicâb ve gaflet ehlinden idi. Vahdet Yûsuf’unu Kesret Kenan’ında yitirdi. Böylece değişebilen varlıkları isbât etmenin ne şekilde bir olan varlığı mütâlaa edeceğini bildi. O vahdetin tam manasıyla ortaya çıkması onun müşâhedesine perde oldu, çok fazla yakınlaşması gibi. Nitekim Hazret-i Yakûb aleyhisselâm Ken?an ilinde uzun süre uzun süre üzüntü ile yaşadı ve Yusuf’un yokluğuna ağladı. Oysa Yûsuf onun yakınında idi. Çünkü Ken?ân ile Mısır arası yedi sekiz merhale idi ve kafileler gidip gelirdi. Daha sonra basîreti açılıp müşâhedeye kâdir oldu, vahdet Yûsuf’unu ve kesret Ken?an’ı görünmez oldu. Nitekim bir kimse hiddet ile güneşe nazar eylese gözü kamaşıp eşyâyı görmez olur. O vakitte kesret vahdet, ağyâr yâr, yabancılar tanıdık, ve uzak yakın ve vahşiler evcil oldu. İnsana nazar eyledi, tüm varlığı gördü. Çünkü eşyâ suretleri ve varlığın hakikatlerini tamamen kapsar. Hayvana nazar eylediğinde ise, muzill esmasını gördü. Çünkü insâna hizmetle mükelleftir. Özellikle iki ayağı üzerine durmaması ve yediklerinin içtiklerinin artık olması, eşkiyaların işlerinde kullanılması buna işarettir. Bitkilere nazar eyledi, rezzâk ismini gördü. Çünkü insân ve hayvanlar bitkilerle beslenir. Madene nazar eyledi, aziz ismini gördü. Çünkü aslında değeri var ve bu değerinden dolayı elden ele dolaşmaktadır. Ve toprağa nazar eyledi, mümît ismini gördü. Zîra kuru ve soğuktur, cesetleri eritir ve çürütür. Ve suya nazar eyledi, muhyî ismini gördü. Çünkü Kur’an’da da geçtiği gibi, Bütün canlıları sudan meydana getirdik. (Enbiyâ 30) bütün ağaçlar, bitkiler, hayvanlar ve insanların yaşamalarına sebep olmuştur. Ve havaya nazar eyledi, hayy ismini gördü. Çünkü dâimâ hareket üzerinedir. Ve kara hayvanlarının yaşamalarının sebebidir. Ve âteşe nazar eyledi, kabz ismini gördü. Özellikle, yemek pişirir ve soğuktan ısıdır. Ve ilaçlara nazar eyledi, şâfî ismini gördü. Çünkü onun yüzünden şifâ hâsıl olur. Ve iksîre nazar eyledi, muhavvel ismini mazhar gördü. Zîrâ bakırı altın ve gümüşe çevirir. Ve Hakk’ın sıfatlarını eşyâda gördü, kadîr dedi. Ve her işteki hikmetleri anladı, hakîm dedi. Ve emir yasakları gördü, hakîm dedi. Ve eşyânın yok olmasına nazar eyledi, kâhır dedi. Ve yaşamanın kolaylığına baktı, müyessir ve müsehhil dedi. Ve memûr olduğu işlerin ortaya çıkmasındaki güce baktı, muîn dedi. Ve güneşin dünyayı aydınlatmasını gördü, nûr dedi. Ve kuşluk vaktinde aydınlığın yayılmasına baktı, bast dedi. Ve gurûp vaktinde güneşin batmasına baktı, kâbız dedi. Ve gecede aya bakdı, mübîn dedi. Ve deryâyı gördü, vâsi ve bulutları gördü, mufîz dedi. Bunun gibi tüm varlıklarda Hakk’ın sıfatlarından başkasını görmedi, bütün fiillerde ve hallerde Hakk’ın isimlerinin tesirinden başkasını görmedi. (s. 131-132)

Yusuf ve Zeliha

Yûsuf yüzünde ne gördü Zeliha
İşi efgân olupdur aşk elinden

Yani Zeliha’da aşk tecellisi görülür ve Yûsuf aleyhisselâmın yüzünde Hakk’ın cemâlini müşâhede etti. Bundan dolayı onun aşkı için yaptıklarını kimse yapmadı. Nasıl pervane yanmadan önce aşktan haber verir, o hali haber mertebesidir. Ne zaman pervane ateşte yanar, o zaman haber mertebesi yok olur. Çünkü bir kere yandıktan sonra ilk haline dönmesi mümkün değildir. Yunus Emre bunu şöyle anlatır.

Derdim bilinmez, derman bulunmaz
Gittim gelinmez, aşkın elinden (s. 194)

Aşığın rengi: Sarı çiçek

Kim hakikatin sırrına ermiş ve derinleşmişse dertle dolu olduğu gibi teni de sararır. Çünkü içerideki derdin eseri dışarıya yansır ve özellikle çehrede görülür. Aşk hastalığının rengi ise sarı olur. Ayrılıkta kırmızılık ve korku, aşkta ise sarılık görülür. Ve Yunus Emre’nin dediği gibi:

Sordum sarı çiçeğe benzin neden sarardı
Cevap verdi ki âşık benzi sarı olur

Ve bu sarılık Allah katında çil çil sarı altınlardan daha değerlidir. Çünkü altının altınlığı ya madenin işlenmesiyle, ya da iksir sebebiyledir. Aşığın sarılığı ise Allah’ın terbiye etmesi ve hakiki iksir olan aşk iledir. Hakiki iksir ile mecazi iksir nasıl aynı olabilir? Bununla enbiyanın ve evliyanın mertebesi de bilindi. Çünkü herkesin derdi bir değildir. Peygamberimiz efendimiz namaza başladıklarında göğüslerinde kaynayan kazanın çıkardığı ses gibi sesler çıkardı. Diğerlerinde böyle ses çıkmazdı. Bundan dolayı bu çıkan sese bürhân-ı sadr dediler. Çünkü her organın buhranı vardır. (s. II/431)

Evliyanın gönlüne girmek

Evliyânın gönlünden şeyullah kesme kim
Sana himmet eyleyen ol gözle kaşı değil

Yani göz, kaş ve diğer azalarına bakıp mağrûr olma. Çünkü evliyâda bunun ötesinde işler vardır ki gönül hâlidir. Gönül hâline nazar eyle ki onda ortaklık yokdur, sadece mümin görür. Zâhire bakma çünkü kâfir de görür, mümin de. Ve zât ve görünen sıfâtlardaki ortaklık mâna ve hâlde ortak olmayı gerektirmez. Doğal hayatımızda da işler böyledir. Yani herkes, hal ehli de, kal ehli de aynı elbiseyi giyer ancak içindekiler aynı kimseler değildir. Biri ehl-i kâl ve biri ehl-i hâldir. Ehl-i kâl olan kimse ehl-i hâl olana bakıp bu da benim gibidir, demesi hatadır. Çünki onun gibi olması elbisesi bakımındandır, hal bakımından değil. (s. 415)

Evliyanın gönlüne girmeye çalışmak gerekir. Çünkü bize himmet eden evliyanın kaşı gözü değil, gönlünde taşıdığı Allah muhabbetidir. Evliyanın suretine değil, siretine bakmak gerekir.

Keşif ehli hayrette kalmaz, her şeyi anlar. Hicap ehli beşeriyete bakmakta olup kulun Hakk’a ermesini anlamaz. Keşif ehline yakın olmak gerekir. Keşif ehlinin himmeti ehâdiyetin mazharı olan gönüldedir, vahidiyyetin mazharı olan unsurlar, rükünlar ve el-ayakta değildir. (s. II/419)

Aşk derdi

Aşkınla geçüren demi
Neylesün gussa vü gamı

Aşk üzüntüsüyle geçen günlerin sıkıntısı mutluluktan sayılır. (s. 47)

Cân-rûh

Sen canı gerek bana cân kapısı değil

Burada can rûh, can kapısı da beden olmaktadır. Ruh hakîkatde rahmet âlemindendir. Ve Dâvud-ı Kayserî rûhun bedene salınması bedeni terbiye etmek ve dünyayı hissetmek içindir. Yâni rûh bedeni yönlendirendir. Tüm arzu ve heveslerimizin kaynağı odur. (s. II/16-17)

Zayıf fikirler

Dostlar günlük işlerle ilgili düşüncelerdir. Çünkü akl-ı meaş daima geçim derdiyle yoldaştır. Akıl bir ağaca, akılda olan dünya işleri de ağaç üzerindeki kuşlara benzer. Nasıl ağaçlardan kuşlar eksik olmaz ise akıldan da dünya işleri eksik olmaz. Bazen de kalp üzerine bu tür zayıf düşünceler etkili olur. Yunus Emre bu durumu şöyle söyler:

Bir sinek bir kartalı salladı yere vurdu
Yalan değil gerçekdir ben de gördüm tozunu

Sinekden murâd, kalp üzerinde etkili olan bu dünyaya ait geçim ile ilgili sıkıntılar ve düşüncelerdir. Kartal ise kuvvetli kalptir. Bazen kartal gibi kuvvetli bir kalp bir sinek mesabesinde olan zayıf bir düşünce ile dolar, Hakk’ı zikirden alıkoyar. (s. II/446)

Hırka

Hırka, aslında dervişlerin elbise olarak giydikleri bez parçasıdır. Onların giydikleri elbiseler yırtılmış ve pörsümüştür. Yamalı elbise derler. Nefislerini ölüme alıştırmak için yamalı elbise giyerler ve buna mevt-i ahzar (ölümü yaşamak) derler. Yunus şöyle ifade eder:

Varam kul olan şeyh eşiğinde
Hırka dikinem yüz bin pâreden

Burada yüz bin parçadan murâd yâ çokluktur, maksûd yamalı hırka dikinip mevt-i ahzer isterim, demektir. Veyahut bin bir aded esmâ-ı ilâhiyeye işârettir ve onu hırka dikinmek onunla ahlaklanmak demektir. Çünkü ilâhî hakikatler varlık elbisesi gibidir. (s. II/507-508)

Ölüm

Güzel hâl ehli mutlu ve makbûl olduğu zaman kötü hâl ehli mutsuz ve merdûd olur. Yunus Emre şöyle söyler:

Öldüğüm için ne gussa yerem
Alır cânımı gerü yaradan

Öldü diyeler gussam yiyeler
Ben bir kuş olam çıkam aradan

Çünkü ehlullah keşifle her nesnenin aslına döndüğünü bilmişlerdir. Cesedin dört unsura dönüşmesine ve rûhun küllî nefse katılmasına üzülmezler. Belki onu gurbetden vatana kavuşma gibi bilirler. (s. II/537)

Vâris-i enbiyâ

Rahmeten li’l-âlemîn, Kur’an’da Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem hakkında nazil olan Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiyâ 107) âyetinden iktibâs olunmuşdur. Bundan dolayı Kur’an’daki yazılışına uymak için teberrüken fetha ile okunur. Ve erselnâke’de olan hitâp Resûlullah’a ve işâreti ise Resûlullah’ın varislerinedir. Gayb ve şehâdetin içinde olduğu on sekiz bin âlemin her birine Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem nice rahmet oldu ise Resûlullah’ın vârisleri de ondan miras kaldığı için rahmet oldu. Bununla birlikte evliyaullah Resûlullah’ın varisleri arasında ilk sıradadır. Yunus Emre bu durumu şöyle ifade eder:

Gül Muhammed teridir
Bülbül onun yârıdır

Ol gül ile ezelî
Cihâna bile geldim

Kudret sûret yapmadın
Feriştehler tapmadın

Âlemi halk tutmadın
İleri yola geldim

Ve rahmet olmak, varlığın feyzlendirmesi ve kemâl olmakla mümkündür. (II/s. 550)

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz. Devrinin önemli bir şahsiyeti olan Bursevî, Yunus Emre’yi gerçek bir arif olarak görmekte, onun tasavvuf konusunda söylenebilecek her şeyi söylediğini, sadece onu okuyarak tasavvufun öğrenebileceğini ifade etmektedir. Eserinden seçerek aldığımız bu şerhleri okuyunca Bursevî bir de Yunus Emre divanını şerh etseydi, demeden kendimizi alamıyoruz. Kendisinden dört asır sonra, bir başka tarikata mensup bir şeyh efendi tarafından iltifatlara mazhar olmak her mutasavvıfın başına gelen hallerden değildir. Yunus Emre bu açıdan bizim milli ve müşterek şairimizdir. Yunus Emre hem Türkçenin, hem de tasavvufun büyük şairlerindendir.

[1] Rûhü’l-Mesnevî ile bilgiler İsmail Güleç’in yayına hazırladığı (İstanbul: İnsan Yayınları, 2004) baskıdan alınmıştır.
[2] Sayfa numaraları şu baskıdan alınmıştır. İsmail Hakkı Bursevî, Rûhü’l-Mesnevî, İstanbul: Matbaa-ı Âmire, 1287.

ETİKETLER: