İslâm Estetiğinin Temsil Kapıları
İSLAM ESTETİĞİ’NİN TEMSİL KAPILARI
Estetiği “sanat ve güzelliğin felsefesi”(1) olarak algılayacaksak, bunun insan hayatına yön verici etkisinin beslendiği kanallar arasında inancı da görebiliriz. Çünkü estetik pozitif bir bilim değildir, kaide ve kuralları da yoktur. ‘yüce’ kavramıyla yorumlanmıştır. Eski Yunan filozoflarının ahlâk ve politika kavramları arasına sıkıştırdığı bu terimin daha bağımsız bir yoruma kavuşmasında Müslüman bilginlerin payı çok büyüktür. Onları bu metafizik arayışa iten ise Kur’an’dır. Kur’an’ın kâinatın ahengi üzerindeki işaretleri çarpıcıdır. Kur’an’da bu alanda çok sayıda ayet vardır. Örnek olması bakımından ikisini burada zikredelim: “Dünya hayatının örneği ancak gökten indirdiğimiz onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (2) İhtişamın, insanın erişemeyeceği kainat için kullanılması, bu donanımın karşısında Yaratıcı’nın üstünlüğünü idrake davettir. Aynı uyarıyı şu ayette de görmemiz mümkündün:“O yeri yayıp uzatan onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (3) “O, birbirine uyumlu yedi gök yarattı. Hiçbir düzensizlik göremezsin Rahman’ın yarattığında. Hadi çevir gözünü, bak. Bir kusur görebiliyor musun? Sonra tekrar çevir gözünü, bir daha bak. Göz, yorgun ve bitkin halde sana dönecektir. Andolsun ki, biz yakın göğü kandillerle donattık.” (4) Güzellikteki ulviliğin ve yüceliğin izahı ve bunun söz konusu ayette ısrarla tekrarı, insanların, anlamadaki zaaflarından dolayıdır. Kozmolojik ayetlerin insanı bu güzellik ve ahenk karşısında düşünmeye çağırması, İslam bilginlerine estetiğin farklı bir değer anlayışı olduğu ilhamını vermiş olmalıdır. Çünkü gece yıldızları ve ayın hareketlerini, gündüz ırmakları, dağları, denizleri seyreden insandaki hayranlık duygusunu besleyen onların bir sistem içerisine oturtulmuş olması kadar sergilediği kuşatıcı güzellikleridir.
Tabii Kur’an’da bu konular sadece kâinatın düzeniyle sınırlı değildir. Kur’an, dili ve muhtevası itibariyle başlı başına bir estetik metindir. Ayrıca Kur’an’da insanın tanımı yapılırken, “Biz insanı güzel bir surette yarattık, sonra onu aşağıların en aşağısına gönderdik. Ancak iman edip güzel amel işleyenler için eksilmeyen güzel bir ecir (ödül) vardır”,(5) buyrulur. Bu ifade, suretin güzelliğiyle davranışın bütünleşmemesi halinde doğacak felakete işaret edilir ve arkasından bunu bütünleştirenlerini sonsuz bir mükâfat vaadinde bulunulur. Bu ayet, estetik değerleri kavrama bakımından çok önemli bir hususun altını çizer: Fizikî güzellik, davranış ve ruh güzelliği ile tamamlanmalıdır. Görülüyor ki, hayatın anlam kazanan felsefi boyutu bu ifadede gizlidir. İslam, temelinde ruhaniyetin o ürpertici yönlendirişi olmadığı için felsefeye sıcak bakmakmış, ama bunu aklın ve imanın birlikte arayışına çekerek ‘Kelam İlminde’, değerlendirip yorumlamıştır. Tasavvuf ise, aklın taleplerini de teslimiyetin içinde erittiği için daha kuşatıcı bir derunilikle Müslüman’ın hayatına yerleştirmeye çalışmıştır.
Bu bakımdan, izahını güzelliğin kabul alanları içinde tutan bu estetik anlayışı, Müslümanları tezyinattan, mimariye, arabeskten, yazı stillerine, vitraydan çini süslemelerine kadar birçok alanda yorumunu görüntüsüyle veren bir sanat anlayışına taşımıştır. Bunu Roger Garaudy şöyle yorumlar:
“Dünya sanatına muazzam bir katkıda bulunan İslam sanatı; insanlığın ortak geleceğini imar etmede belki de en büyük payı sağlayacak olan hudutsuz zenginliktir.” (6)
Kuşkusuz İslam sanatından önce, Roma’nın sanatı vardı. Bu medeniyetin mermer sütunları, heykelleri, ya hayatın farklı eğilimleri için var ettikleri tanrılarını ya da gladyatörleri seyreden imparatorları korumak için kullanılmıştı. Daha sonra bunlar kiliselere taşındı, ama hiçbirisinde estetiği imanın sesi olarak göremezsiniz. İslam’da öyle değil: İslam, insanın tapıcılık zaafını bildiği için temelde o kanalı tüm kapatmıştır. İslam’ın heykeli yasaklamasının gerçek sebebini de, bu putlaştırma anlayışına karşı duruş olarak algılamak gerekir. Resme soğuk bakışının altında da bu endişe vardır. Ancak, işin o cephesini durdururken, mekânların zarafetini teşvik etmiştir. İlk yıllarından itibaren İslam estetiğin ruhunu camilerin iç donanımına taşıyan Müslüman sanatçılar, Hıristiyan sanatçıların ibadethanelerin içerisine doldurdukları somut aziz resimlerinin aksine, bunu soyut çizgilerle zenginleştirilerek camileri ibadetle güzelliğin sentezinde ana mekân haline getirmişlerdir. Orada mermer sütunlar kubbeyi ayakta tutan kemerlerin ve Allah’ın sonsuzluk fikrini ifadeden kubbelerin taşıyıcısıdır. Ayrıca cami içindeki arabesk çizgilerin sonsuzluk fikrini estetiğin imkânlarıyla birleştirmesi, hele hele ışıkla rengin ahengiyle duygularımızı yıkayan vitrayların zenginliği, nakışlarla donatılan kubbelerin çiçek bahçesine dönüştürülmesi İslam’ın sanatı estetik bir duyarlılık içinde kabullenişinin en etkileyici ve kalıcı örnekleridir. Bunun içindir ki, Garaudy haklı olarak, “İslam’da bütün sanatlar camiye, cami de ibadete götürür. Taşların duası olan cami, Müslüman toplumunun bütün faaliyetlerinin merkezi kuvveti olduğu gibi aynı zamanda bütün İslam sanatlarının da odak noktasıdır”, demektedir.(7)
Bir espridir, ama güzel bir sezgidir. Burada ondan söz etmenin de yerinde olduğunu düşünüyorum:
19. Asrın şairlerinden Seyrani, bir gün bahçesinden topladığı bir demet gülle evine gelirken yolda karşılaştığı bir dostu ona takılır:
“Âşık kimin kulusun?”
Cevap çarpıcıdır ama ürpertilidir:
“Boyacının kuluyum!”
Adam espriyi kavrayamaz ve çıkışır:
“Âşık dikkat et, sapıtıyorsun!”
Seyrani adamın yüzüne bakar, istihzayla gülerken elindeki çiçek demetini uzatır:
“Gel, bunları böyle boya da senin kulun olayım!”
Adamcağız özür diler ve uzaklaşır. İşte bu güzellik anlayışı bizim camilerimize öylesine sindirilmiştir ki, bu mekânlar ibadetin yanında, renk harmonisi içerisinde Yaratıcı’nın hayatımıza bahşettiği estetik iştiyakını da orada yaşamamıza imkân vermektedir.
İslam’ın, estetik duyarlılığını en yaygın bir şekilde hissettirdiği bir diğer alan da şiirdir. Şiir Kur’an’da kontrollü bir şekilde kabul görmüştür. Şuara Suresi’nde, “Şairler(e gelince) onlara sapıklar uyarlar. Onların her vadide başıboş dolaşıklarını ve gerçekten yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi? Ancak iman edip iyi işler işleyenler, Allah’ı çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendini savunanlar başkadır Haksızlık edenler hangi dönüşe döndürüleceklerini yakında bileceklerdir”(8) buyrulmaktadır. Burada da konunun kontrollü bir şekilde kabulüne izin vardır: Nedir bu, yapmadıkları, yapılması ihtimali olmayan şeyleri söylemek. O dönemde, İslam Peygamberi’ne karşı müşrikler şairleri kullanmak istedikleri için böyle bir dikkat noktası üzerinde duruluyor. Ancak geleceğe yönelik izinde de, şairler için ‘hayal ve duygu’ sınırlarını çizmeyi ihmal etmiyor. Bu çok geniş bir kavrama anlamı taşır, yani şair, hayalini gerçeğin sınırları dışına taşımayacaktır. Doğru yoldan ayrılmamak kaydıyla şiirini yazıp söyleyecektir. Şiirin gücü de bu çerçevede ele alınırsa, İslam’ın estetik kavramına yüklediği anlam daha iyi anlaşılabilir.
Bakınız mesela İslam Peygamberi, kendisini sürekli hicvettiği için öldürülmesinin gerektiğini söylediği Kaab Bin Züheyr’in o meşhur ve muhteşem “Kaside-i Bürde” ile karşısına gelmesi üzerine onu affetmesi, onunla da yetinmeyerek hırkasını ona giydirmesi, çok ciddi bir ayırt edici duruşun ifadesi olmalıdır.
Kaside-i Bürde, duygunun söz halinde, daha doğrusu şiir halinde estetik ifadesidir. Peygamberliği boyunca kendisiyle uğraşmış birisinin öldürülmesine karar verecek kadar derin bir keder duyan Peygamber’in bir şiirle, geçmişin tortularını birden silip atması, üzerinde düşünülmesi gereken çok ciddi bir davranış biçimidir.
İşte bu işaret, bizde özellikle tasavvufun şiir alanına yönelmesine kapı aralamıştır. Hz. Resul’den sonra tasavvufun ilk menşeini besleyen isim olarak düşünülen Hz. Ali, büyükçe bir ‘Divan’a sahiptir. Ondan sadece birkaç beyitle verdiği öğüdün ufuklarını bakın nasıl tayin ediliyor:
“Ey püser rızkın muayyendir çü kısmet-hâneden
Eyle sen lütf-i cemil ile edersen ger talep”
(Ey benim oğlum, rızık Cenab-ı Hakkın kefaleti altındadır. Öyleyse sen istediğinde daima güzelini tercih et ve fazla talepte bulunma.) (9)
Buradaki ‘güzel/iyisi’ anlamına da alınabilir. Ancak ‘cemil’ bir sıfattır. Hatta Allah’ın güzel isimlerinden de birisidir. Öyle olunca ‘güzellik’ hayatın yönlendirici dinamiklerinden birisi olarak düşünülmüştür. Bu da, kabul alanları içerisinde estetiğe özel bir vurgu gibi geliyor bize.
Bu Büyük İnsanın Kur’an’ı okuyuş konusundaki uyarısı da estetiğin sesle bütünleşmesi bakımından önem taşır:
“Oku fikr eyle huşû ile takarrub iste hem
Kim takarrub isteyen oldu makarrip inde-Rab”
(Kur’an’ı güzel bir ahenk ile ve sesle okuyup anlamı üzerinde düşünmek, büyük bir mutluluk vesilesidir. Kur’an’ı derin bir heyecan ve vecd ile okuyarak Allah’a yakın olmak isteyenler bu arzularına kavuşurlar.) (10)
Kur’an’ın tilavetinde (okunuşunda) teganni hoş görülmezken, içtenlikle ve duyarak okumanın heyecan verici halinin bir teslimiyet duygusuna götüreceği için insanı Rabbine yaklaştıracaktır. Hz. Ali özellikle buna işaret ediyor.
Bunun içindir ki, Onun arkasından gelen üstelik bir mezhebin imamı olan İmam Şafii de aynı şekilde Divan’ıyla dikkatleri üzerine çekmektedir.
Burada örnekleri çoğaltmak elbette mümkündür. Şiiri insanlığın iç tarihi olarak algılayan ve eserlerini bu duyarlılık içinde veren, teslimiyetin vecdi ile şiirin dilini birleştiren Yunus Emre’den Mevlana’dan, Fuzuli’den Şeyh Galip’ten ve diğer divan şairlerinden söz etsek bu yazı bir kitaplık hacme ulaşır.
Görünen o ki, İslam, şiiri haber veren bir uyarıcı olarak görür ve şairden bu uyarıcılık görevini yerine getirirken Şair Kaab Bin Züheyr’in dikkatini talep eder. Bunu, tasavvufi şiirin bir anlamda poetik yorumunu yapan Ahmet Kuddusi Baba ‘Divan’ında şunları söyler:
“Şairlerin kalbi Hakkın hazaini imiş
Hem mukallid sözleri uşşak-ı hayran eylemez
Ehli halin kalbine ilham eder şi’ri Huda
Ehli zahir sözleri irşad-ı ihvan eylemez”
(Şairlerin kalbi Hakk (Allah) ın hazineleridir, Ancak bu şiir taklitçilerin ilgisini çekmez. Hak yalnızca hal ehlinin kalbine ilham eder, Hal ehli olmayanların sözleri kimseyi irşad edemez.)
Bununla da yetinmeyip şiirin gerçek gücünü şu mısraıyla dile getirir. Ki, bu mısra aynı zamanda onun poetik anlayışının da ifadesidir:
“Var nice şi’r-i fasih, mevzûn, belagatli, rakik
Okuyanlar, dinleyenler, kesb-i irfan eylemez.”
“Hiç şüphesiz pek çok fasih, vezinli, belagatli ve incelikle kurgulanmış şiirler vardır, ama okuyanlar da dinleyenler de maalesef bunlardan irfana ulaşamazlar.” (11)
Niye ulaşamazlar, çünkü onlarda tasavvufun aradığı gönül gözü yoktur. Tasavvuf gönül ile akıl arasındaki tercihi gönül tarafından kullanmışlar, aklı onun emrinde daha bir sıcak yol belirleyici vasıta olarak görmüşlerdir. Aklı reddetmemekle birlikte, akılla idrak yerine irşatla idraki tercih etmişlerdir. Güzelliğin büyüsünü, estetiğini ve yorumunu burada görmek istemişlerdir. Çünkü kâinatın ahengi aklın sınırlarının dışında bir ihtişama sahiptir. Bunun sırrına onunla ulaşmak zordur. Orada nedenini, niçinini sorgulamadan teslim olmak vardır. Bunun içindir ki, Necip Fazıl, “Teslim oldum kurtuldum”, demiştir.
Üzerimize bir Peygamber hırkasını da bizler almak istiyorsak, estetiği şiirin kanatlarında uhreviyetin emrine vermemiz gerekir. Estetiğin kapısı maddi mekânlar olarak camilerimizde ve diğer yerleşim meskenlerimizde olsun, manevi unsurlar olarak da şiirde ve diğer yazı türlerinde olsun gönlümüze ve teslimiyetimize açılırsa, diriltici bir iksir olarak bizleri yaşamanın heyecanına götürebilir. Bundan uzaklaştıkça, hangi bataklığa sürükleneceğimizi düşünmemize gerek yok, çevremizde bunun yığınla örnekleri bulunmaktadır.
_____________________
1 bk. Cemil Sena, Estetik, Remzi Kitapevi, İstanbul-1972
2Yunus; 10/24.
3 Rad:13/3
4 Mülk: 67/3-5.
4 Tin 95;1-6.
5 Roger Garaudy, İslam’ın Vadettikleri, (Çev. Nezih Uzel) Pınar Yayınları, İstanbul-1983 s.165.
6 age. s. 167.
7 Şuara; 26/224-227.
8 Hz. Ali Divanı (Ter. Müstakimzade Sadeddin Efendi; Sad. Şakir Diclehan), Ana Yayınevi, İstanbul-1981 s. 50.
9 age. s. 53.
10 Mahmut Erol Kılıç, Sufi ve Şiir, İnsan Yayınları, İstanbul 2004, s.6.
MUHSİN İLYAS SUBAŞI
muhsinilyas@gmail.com