İNTİHÂNÂME-İ SULTAN VELED
İNTİHÂNÂME-İ SULTAN VELED
[Mütercimi: İbrahim Hakkı Eroğlu. Çalıştığımız Dönemde Kayıtlı olduğu Yer: SÜSAM Uzluk arşivinde (demirbaş no. Y103)].
(s. 1)
İNTİHÂNÂME-İ SULTAN VELED
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM VE BİHİ ESTEÎNU
[Fa. 1376, s. 3] Hak Sübhânehu ve Taâlâ Hazretleri kendi kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’i şu yolda tertîb buyurmuştur: Mev‘iza ve nasihatleri, türlü ibâre, mütenevvi‘ misâllerle tekrar tekrar beyân etmiş, ekseriyetle şu nokta üzerinde tevakkuf buyurmuştur: Sâlihlerin makamı cennet, fâsıkların yeri cehennemdir. Nasihatleri bu sûretle tekrarlamaktaki hikmet şudur: Ademoğulları üzerine gaflet ve nisyân galebe eder, nefs ile şeytân onları aldatır, hakîkatte cehennem olan dünyâyı sihirbazlıkla cennet gibi güzel gösterir. Hak Taâlâ Hazretleri de vasîyetlerine taalluk eden ayn-ı mânâyı, kemâl-i lütf ve kereminden bin bir çeşit ibâre ve üslûb ile îrâd buyurur ki halk nefs ile şeytâna aldanmasınlar, gösterdiği yolda yürüyerek mü’minlerin zindânı olan bu yurddan kendilerini kurtarmağa çalışsınlar. Bu da “ و ما خلقت الجن و الإنس إلا لیعبدون (Cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler için yarattım)1 mantukunca ancak Allah’ın emirlerine imtisâl ile müyesser olur.
Biz de hareketimizi bu ilâhî sünnete tevfîk ederek va‘z ve nasihatlerimizi tekrar ediyoruz. Birinci kitap, bu tertîb üzere yazılmıştır. Cenâb-ı Mevlânâ kuddise sırruhü’l-azîz Hazretleriyle sır ve sohbet yoldaşları olan güzîde ashâbının halleri cem‘ ve şerh edilerek bunun zımnında tarîkatin şartları beyân olunmuştur.
Ondan sonra Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevi si vezninde diğer bir kitap daha yazıldı ve orada bu mânâlar mükerreren zikir olundu. Şöyle ki: Halk nefs ile şeytâna aldanmak husûsunda ne kadar inat ve ısrâr gösteriyorsa, biz de mev‘izelerimi o derece gayret ve ısrarla tekrarladık durduk.
Emîru’l-mü’minîn Ömer radıyellahu anh Hazretleri, hayâtın ölümle neticeleneceğini kat’iyyen bildiği halde birini ücretle ta‘yîn etmişti ki vakit vakit:“Yâ Ömer! Ölüm var, ölüm!” diye nidâ ederdi.
Hazret-i Ömer gibi kadri âlî, uyanık bir zât böyle bir müzekkire ihtiyâç duyarsa, gaflete dalmış olan bir avuç bî-çârelerin nasıl nisyâna mağlûb olacaklarını düşünün.
Bu nükteye binâen biz de mev‘izelarımızı tekrarlamak lüzûmu duyduk ki tâlib ve râğıblar güçleri yettiği kadar gayret göstersinler ve bütün meşîetle kudret zâtına mahsûs olan Bârî Hazretleri’nin avniyle şeytânın elinden halâs olsunlar. İnşallahu Taâlâ.
(s. 2)
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.
Birinci Makale. 70 Beyttir.
[Fa. 1376, s. 4] Bu makalede şu beyân olunacaktır: Hakka’a vâsıl olan evliyâ, Hak Taâlâ Hazretleri’nin isminde Zâtına müşâhede eylemişlerdir. Çünkü Hak Taâlâ’nın kendi, isminden ayrı değildir.
Diğer isimler böyle değildir. Meselâ bir kimse “ekmek” adını almakla adındaki lezzet ve gıdâyı bulamaz. Çünkü ekmek ismi, ekmeğin aynı değildir, ekmekten başkadır. Hudâ’nın isminden başka bütün isimler böyledir (müsemmâlarının aynı değildir).
Vâsıl olan velîler, Hakk’ın isminde Hakk’ı müşâhede ederler. Nasıl ki: Sen deryâda veya ırmakta su görürsün. Gördüğün su, aynıyla deniz veya ırmaktır. Bâyezid’den menkûl olan şu mânâyı dikkatten uzak bulundurmamak lâzımdır. Buyurmuşlardır ki: “Ben her neye baktımsa onda Allah’ı gördüm. Bâyezid Hazretleri, dağdan ufak bir saman çöpüne kadar her şeyde Hak Taâlâ’yı görür ve bu iddia akıl ve salâh sâhiplerince (bi-lâ münâkaşa) kabûl ve tasdîk olunursa, benim, “Hak Taâlâ’yı isminde müşâhede etmek mümkündür. Çünkü müsemmâsının aynıdır” yolundaki iddiam bi’t-tanki’l-evlâ/evleviyetle kabûl olunmak lâzım gelir.
- Hak Taâlâ’nın adıyla, yine nâdir ve esrârlı olan nüktelerle başlıyorum.
Çünkü bizim bu sözümüz, bu va‘z ve nazmımız, halkı Hak tarafına kılavuzlar.
O Hudâ’dır ki yerlerle gökler o can deryâsının en küçük bir dalgasıdır.
O Hudâ’dır ki bütün enbiyâ ve evliyâ O’nun cûdundan müstefîd oldular.
- O Azım ki nûrunun tecellîsiyle Tur dağı parçalandı.
O Latîf ki kırmızı gül onun letâfetinden utanarak üzerindeki gömleği yırttı.
O Kerîm ki dünyâdaki bütün kerîmler o gizli kerem deryâsından bir damladır.
O Halîm ki O’nun hilmiyle günahkârlar da mutı‘lere yoldaş oldular.
- Mücrimlere hilmiyle öyle atâlar bahş etti ki sâlihlerle beraber bir sofrada oturdular.
Dünyâda âsiler, isyânlarını O’nun hilm ve lütfuna güvenerek işlerler.
Günahkârların cezâsını te’hir etmeseydi, bu suçları nerden işleyeceklerdi.
Cürmlere hemen bir cezâ tatbîk etmeseydi, mücrimler günaha cür’et edebilir miydi?! Mücrimlerin dayandığı, O’nun hilmidir. Gerek sâlih, gerek fâsık herkesin istinat ettiği O’dur.
- Ey temiz yürekli! Bil ki Hakk’ın ilmine nihâyet yoktur.
Ey âlim! Candan de ki (inan ki): O Alîm’in ilminden bize isâbet eden denizden bir damla, güneşten bir zerredir.
(s. 3)
Cenâb-ı Hak, Kelâm-ı Mecîdi’nde “İlimden size verilen azdıf’[2] buyurur.
Merhamet, hilim, sehâ gibi vasıflardan da nasîbimiz pek azdır.
Sem‘, basar, lütf ve kahır gibi hasletler de böyledir.
- Cenâb-ı Hakk’ın bütün vasıfları insanda mevcûttur.
Bunu rûhunda intibâh olanlar görür.
Hepsini söylesem söz uzar. Onun için tatvîlden ihtirâz ettim.
Çünkü akıl, azdan çok anlar: Bir avuç dâneden bir anbâra intikal eder de
Candan anbâra tâlib olur. Ona erişmek üzere sa‘y eder.
- Kulluk Hak yolunda çalışmaktır. Tâ ki onunla (hakîkî) hayâta mazhar olasın.
Eğer aklını tâatla beslersen, akl-ı cüz’îden geçer, küll olursun.
Hakk’ın atâsıyla noksân, kemâl olur. O cemâl ile göz nurlanır.
Hudâ’yı zikir ve O’na ibâdet gözlerini açar. Kalbini Tur gibi nurlandırır. Hudâ’yı zikir et! Gece gündüz ismini dilinden bırakma. Tâki ivaz olarak sana cennet verilsin.
- Çünkü Hakk’ın zâtı, isminden ayrı değildir. Öyleyse git, Hakk’ın ismini ale’d-devâm candan zikir et!
Tâ ki O’nun nâmıyla güzelleşesin, mübârek olasın, ay ve güneş gibi nûr saçasın.
Ben O’nun mukaddes adını ne vakit zikir edersem, derhal yerle gök nurla dolar.
Ölmüş rûhlar dirilir, cennet-i huldde ebedî bek bulur.
Hakk’ın ismi ölülere hayât bağışlar, öyle hayât ki sonunda ölüm yoktur.
- Her kim Hak adına candan âşık olursa, dünyâda gerçekten bîdâr olmuş olur.
Hakk’ın ismine âşık olmayan kimse o ni‘metten mahrûm olur.
Bil ki bu âlî makam senin mülkündür. Fakat bera’yi maslahat (şimdilik) onu bırak da gel.
Tâlibleri bizden tarafa dâvet edecek sensin! Onlar sürülerdir; çoban sensin! Bizim öğütlerimizi onların kulaklarına işittir, tâ ki kabûl etsinler de o tarafa yönelsinler.
- Cihetten münezzeh olanın tarafına ki orası dâru’l-karârdır. Bu dâru’l- firârdan kaçsınlar.
Cân kulağım Hakk’ın bu emrini işitince başsız, ayaksız Hak cânibine koştu. Rûhumdan nebe’ân eden hikmet pınarı dilimin üzerinden tâliblerden tarafa ırmak gibi aktı.
Üçüncü deftere (kitâba) başladım. Bana vuslattan yine rücû‘ vâki‘ oldu.
Artık üçüncü kitapla (İntihânâme’yle) meşgûl omaya başladım. Tâ ki halk bu kayddan, bu hicâbdan halâs olsun.
- Çünkü Sünnet-i Şerif üçe kadardır. Sultan-ı Dîn böyle emr etmiştir.
Abdest a‘zasını birer kere yıkamak câizdir. İkişer yıkanırsa sevâbı iki kat artar, daha çok ecre nâil olur.
Mâdemki üçüncü yıkamada sevâb daha fazla olur, ben de bu yolda amel ettim.
İbâdetin a‘lâsı ekmel olanıysa, küçük olan ibâdetler kemâliyle edâ olunursa büyür.
- Dünyâda enbiyâ ve evliyâ her husûsta ekmel olanı işlediler.
(s. 4)
Abdestin ekmel olan şekliyle amel ettikleri gibi sâir amellerde de bu yolda hareket ederler.
Namâz, oruç. Hac, zekât gibi amelleri uhdesinden çıkmak üzere mükemmelen (kusûrsuz) edâ ederler. Hak yanında mertebeleri ziyâdelendi, duâları icâbetle karşılandı.
Enbiyâ duâsı müstecâbdır. Cennetteki makâm ve mertebeleri de fevkalâdedir. 55. Hattâ onlar bundan (cennet makamından) daha yüce makam sâhipleridir ki
Onu ne havâssın fehmi idrâk eder ne de avâmın…
Kezâlik velîler de bu gibi yüksek mertebe sâhipleridir.
Nasıl ki bu dünyâda emîrler, vezîrler ve sâir has bendelerden her biri pâdişâhtan türlü türlü az veya çok rütbe ve makama nâil olurlar
Pâdişâh her birini rütbesine göre kendi kereminden müstefîd ediyor.
- Derece derece ki beyân olundu ve bu beyânda kıymetli inciler delindi (nükte şerhedildi),
Ey âkil, sen bundan onu anla ki bundan öbürünü de anlayasın!
Cenâb-ı Hak evvelâ gönülde bir ihtiyâç duygusu halk eder de maksûdunu sonra hâsıl eder.
Halk maksûd için candan ihtiyâç duymadıkça Hudâ maksûdunu vermez.
Hak Taâlâ her şeyi muhtâç olanlara verir, muhtâç olmayan lütfuna nâil olamazsın.
- Hâcet ol değildir ki can ve dilden olmayarak yalnızca lisânla söylensin, Hâcet odur ki o olmazsa cihânda bir an yaşayamazsın.
Enbiyâdaki ihtiyâç, böyle ihtiyâç idi. Şüphe yok ki maksûdları da bu ihtiyâç ile hâsıl oldu. Onların gönlü neyi arzu ederse, Hakk’ın keremiyle ona nâil olurlar. Böyle ciddî taleb kimde olursa, Hakk’ın inâyeti ona muhakkak olarak yetişir.
70. Gerek visâl, gerek cemâl, gerekse kemâl, her ne isterse derhâl vücûd bulur.
[1] el-İsrâ 17/85.
[2] el-İsrâ 17/85.
_______________
Devamı PDF