İNSAN SEVGİSİ VE HZ. ŞEMS – Celâleddin Bâkır Çelebi

A+
A-

İNSAN SEVGİSİ VE HZ. ŞEMS

Dr. Celâleddin Bâkır Çelebi

Kutsal kitabımız, Kur’ân-ı Kerîm’e ve inancımıza göre, Al­lah (C.C.) bilinmek, sevmek, sevilmek isteği ile, aşk uğruna “Kün = ol” emriyle önce kâinatı ve dünyamızı, sonra da canlı varlıkları yarattı.

Alemlerin Rabbi, bir Hadis-i Kutsi’de, Aşk’ı temsileden fahr-i kâinat, Peygamber Efendimize “Sen olmasaydın, Sen ol­masaydın, felekleri yaratmazdım” buyurdu…

İnsanı en güzel şekilde (ahsen-i takvim) yarattı. Sonra, kendi “Ruhundan üfleyerek” can verdi. Akılla mücehhez kıldı. Yerlerin ve göklerin kabul etmekten kaçındıkları “hakikati”, insan’a öğretti.

Hz. Mevlânâ’nın Mektûbât’ında (50): Peygamber (A.S.) bu­yurdu ki; “Yüce Yaratan, aklı yaratınca, üstünlüğüme, ululuğu­ma andolsun, senden daha üstün bir yaratık yaratmadım, se­ninle hitab ederim, seninle yargılarım, senin yüzünden sevab veririm, senin yüzünden azab ederim”…

İnsanın dünyaya Allah’ın halifesi olarak gönderilmesi mukarrardı. Önce ilk atalarımız Adem ile Havva’yı Cennette bu­luşturdu. Uyamıyacakları yasağı koydu, sonra da cezalandıra­rak onları cennetten kovdu. Tasavvufî anlayışa göre bu yasak teşvikiydi, Cenab-ı Hak uymayacaklarını zaten biliyordu. Ancak, dünyamıza gönderilmeleri için, bir bahane gerekiyordu. Ma’lum suçu işlediler, sonra tövbe ettiler ve dünyamıza, akıl­la, şehvetle mücehhez ilk insanlar olarak gönderildiler.

Güzellik, akıl ve şehvet insanın topraktan yaratılmış olan bedeni ile kaimdir. Bedenin varlığı ise, temelde ilahî olan ruh’un varlığına bağlıdır. Böylece, Kur’ân-ı Kerîm’de “…Kendi Ruhumdan üfledim” buyuran Allah (C.C.) insanı kendi ruhunun varlığıyla süslemiş, şereflendirmiş, böylece de dünyada “Halifesi” olduğunu perçinlemiştir. Demek oluyor ki insan, Al­lah’ın (C.C.) Ruhunu taşıyan bir varlıktır.

Büyük bir Allah aşığı olan Hz. Mevlânâ’mıza göre, “İnsanı sevmek, Allah’ı sevmektir.” Hiç şüphesiz Hz. Mevlânâ’mızın bütün insanlara, bilhassa kendi etrafındaki, aynı duygu ve düşüncelere sahip olan, kâmil insanlara olan sevgisi Allah’a (C.C.) olan sevgisindendir. Hz. Salâhaddîn-i Zerkubî, Şemseddîn-i Tebrizî, Hüsâmeddîn Çelebi, Sadreddîn Konevî ve daha nicelerine olan sevgisi böyle birşeydir.

“Halk adam akıllı anladı gitti benim âşık olduğumu, yalnız kime âşığım, onu bilemiyor kimse”

(Gölpınarlı, C:4-6:l 13/Furüzanfer, G:2127)

Hz.   Mevlânâ   İlâhî  aşkta   garkolmuştur.   Herşeyde,   her  yerde Allah’ı görmektedir:

“Doğu da, batı da Allah’ındır. Hangi tarafa dönerseniz, Al­lah’ın yüzü ordadır. Çünkü Allah, herşeyi, heryeri kaplar, ge­niştir, alîm’dir”… (Kur’ân-ı Kerîm, S: 2 A: 115)

Başımı koyduğum her yerde, secde edilen “O”dur,

Altı yönde ve ötesinde, ibadet edilen “O”dur,

Bağ, bahçe, gül, bülbül, semâ, sevgili hep birer bahanedir,

Maksut olan hep “O” dur!      (Div.Keb.Rubaî)

Hz. Mevlânâ, dünya tarihinde eşi olmayan, Türk dehasının gerçekleştirdiği kansız, sessiz-sedasız   vuku   bulan   ve   günümü­ze kadar etkisini sürdüren, fikrî ve manevî en büyük fethin sahibidir. Hz. Mevlânâ’mızın, müteaddid yerde Cibrîl-i Eminim diye adlandırdığı, ilâhî Ulak Şems-i Tebrizî ile hazırladığı ma­nevî bir stratejinin meyvası olan eserlerinin, Farsça yazılması ile Doğuda İran, Pakistan, Afganistan ve Hindistan’da yaşayan milyonlarca insana, kullandıkları dille asırlardır İslâmiyeti an­layıp, öğretip, onların başka inançlara kaymalarını önlemiştir.

Bugün katiyetle diyebiliriz ki, bu fikrî ve manevî fetih, kan­sız, sessiz sedasız gerçekleşmiştir. O diyarlarda Mesnevîi Şerife, Kur’ân-ı Pehlevî (Farsça Kur’ân) adını veren milyonlarca insan, gencinden en yaşlısına kadar, kimi ezbere olmak üzere Mesnevî-i Şerifi, Dîvân-ı kebir’i okuyarak ayetleri, onların Farsça şerhini, Hadis-i Şerifleri, Peygamberlerin menkibelerini öğrenip, Hz. Mevlânâ’yı ve Türk Milletini hayır dua ile yad et­mektedirler.

Hz. Şems ilhamıyla yazılan, Hz. Mevlânâ’nın Farsça eserleri, batının da manevî fethini hazırlamıştır. Son devirlerde maddî âlem’in çorak sınırına varan Batılılar manaya yönelmişler, huzuru maneviyatta aramaya başlamışlardır… Kimi Mevlevî Semâ’sıyla, kimi mûsikîsiyle ilgilenir iken, daha sonra onların ardında gizli olan, aradıkları hakikati bulmaktadırlar. Farsça Hint-Avrupa dilleri grubuna dahildir. Dolayısıyla Avrupalılar biraz gayretle Farsçayı anlıyor ve kolayca öğreniyorlar. Böylece Hz. Mevlânâ’nın eserlerini de okuyup aydınlanıyorlar, huzur buluyorlar. Nitekim günümüzde Hz. Mevlânâ’nın eserlerinin tercümelerinin başında, Prof. Reynold A.Nicholson’un ingilizce tercümesi gelir diyebiliriz.

Hz. Mevlânâ gerçekleşen ve hala gerçekleşmesi devam eden, bu manevî fethin kaynağını alenen açıklıyor:

“… bu aşk ışığı Konya’dan parlasın, bir anda Semer kand’e, Buhara’ya vursun.

… Allah’ın şehri olan gönülden doğsun da, Nuşirvan’la Dara’nın mülkünü bir anda birbirine katsın.

(Furuzanfer C:6, G:21205/Gölpınarlı,C:4, G: 134)

“Yürü, Tebrize var da sor, anlatsın sana, çünkü bütün bun­lara Şemseddîn sahip etti beni.”

“Sahibimiz Tebrizli Şems’in bastığı toprağa and olsun, O’nun yüzünden elden çıktım da, başım dik, rütbem yüce bir halde gitmekteyim.” (Dîv. Keb. Huzur S:l69)

Hz. Mevlânâ, yirmi altı bin beyte yakın Mesnevî-i Şerifin katipliğini yaptığı için, Hüsâmeddîn Çelebi’ye vefakarlık gös­tererek, Mesnevî’sine Hüsâmnâme adını verdiği gibi, kırk beş bin beyitten fazla olan Dîvân-ı Kebîr’ine de, Dîvân-ı Şems-i Tebrizî adını vermiştir. O’nun gelişini ve kimliğini şu sözlerle açıklar:

“Can nimetini dinlemek, gönlümü dileğimle kavuşturmak için gönül ve Din Salah’ına Cibrîl-i Emîn indi şimdi.” (Dîv. Keb. Gölpınarlı, C:7/Furûzanfer: C:l-6:181 7)

“Cebrâîl-i Emîn’den de gizli, bir başka Cebrail’im var be­
nim.”   (Dîv. Keb. Gölpınarlı, C:5-B:1895/Furûzanfer: C:4-6:l 755)

“Zamanın Sultanı isen, elbette vefalı olacaksın, seçilmiş Ahmed’in yanından başka yere gitme; kerem Cebrail’isin, Sidre konağındır senin.” (Dîv. Keb. Gölpınarlı, C:5-6222/Gölpınarlı C:7-G: 120-8:4910)

“Zahiri bilenler, Peygamberlerin haberlerine, Şems-Î Tebrizî ise sırlarına vakıftır. Tanrı’nın Elçisi’nin sırlarına vakıf olan Şems-Î Tebrizî sensin. Senin tatlı adın, her gönül için derman olsun.”  (Efl.4/3)

Hz. Mevlânâ’nın Şems öldü diyene cevabı:

“Aşk koparan ruh öldü diyen kim?

Kimdir Cebrâîl-i Emîn keskin hançerlerle hançerlendi de öldü diyen?

İblis gibi inadından ölen, sanıyor ki Tebrizli Şems öldü…  (Rubaî-Huzur S.265)

“Ateşli dileklerim, gökyüzüne yükselmede; Cebrâîl, Arş ya­nında amin-amin diyor… Tebrizli Şems, yüzünü gördüğüm günden beri dinim aşktır, yüzün, dinin de övündüğü bir yüz. (Dîv.Keb.Gölpınarlı, C:3)

Ancak, Hz. Mevlânâ’ya göre “insanı sevmek, Allah’ı sevmektir.” Her insan da bu hakikati görmektedir ve öylece sev­mektedir. Allah insana, kendi ruhundan üflemiştir ve her insan dünya da Allah’ın halifesidir.

“Allah, aklını başına al a kısa görüşlü, var olan benim an­cak deyip durmada, yani ululayışla Hak ve din Şems’i bir ba­hane ancak.”  (Gölpınarlı,C:7-B:8607/Furûzanfer:C:4-G:201204)

“Şeytan, ayrı-ayrı gördü de sandı ki biz, Tanrı’dan ayrıyız. Şems-i Tebrizî bir bahane zaten.” (Furûzanfer, C:3-G:1576/Gölpmarlı, C:5-B:3880)

Hz. Mevlânâ’nın eserlerinde, düşüncelerinde, semasında, mûsikîsinde huzur bulan ve hergün çoğalan farklı dil, din, mezhep ve ırktan sayısız insanlara rastlamaktayız. O’nun ifade ettiği hakikatlerin zevkine varmak, ilâhî aşk’ını manalandırabilmek için, insanın aklını kullanabilmesi, iman ve inanç sa­hibi olması, ilâhî aşka isti’dadlı bir gönül adamı olması gere­kir.

İlâhî aşk bir lutf-i ilâhîdir, ilme değil, irfana aittir; bilgiye değil, duyguya, varlığa değil, yokluğa yönlendirir. Bu manevî ilim, bu îlahî aşk kaynağı, yedi asırdır bir çağlayan gibi akarak, nice insana îman gibi aman vermiş, ilham vermiştir ve ilelebet de verecektir.

Kıymetli Prof. Ferid Kam’ın yakınarak, aşkla söylediği:

Şems-i Tebrizî arar, destine almış meş’al;

Gece gündüz dolaşır pîr-i felek dünyayı.

Dide-i encum ile, ta be kıyamet arasa;

Ne bulur Hazret-i Şemsi, ne de Mevlânâ’yı.

“Tebriz’in güneşi, elinde meş’ale, yıldızların gözleri ile, dünyayı kıyamete kadar arasa, ne bulur Şems’i, ne de Hz. Mevlânâ’yı.” mealindeki rubaî’sini takdirle karşılarken, rah­metli Prof. Ferid Kam’ın ruhunun, bugün şad olduğu kanaatin­deyim. Son senelerde, bu ilim çatısı altında Hz. Şems’in ve Hz. Mevlânâ’nın bıraktıkları eserler ile yaşadıklarını ve ölümsüzleşdiklerini ifade eden, herkese ve bütün Üniversite mensupla­rına teşekkür ederim.

Sevgili Peygamberimiz bir Hadis-i Şerifinde “İnananlar öl­mezler, ancak bir evden bir eve taşınırlar” buyuruyorlar.

Hz. Mevlânâ potasında pişmiş, yoğrulmuş ve yetişmiş biri olarak, bu Hadis-i Şerife, iman ile inanıyorum. Bakara Süre­si, 285’nci (Amene’r-Rasulü) ayetine uyarak Allah’ı (C.C.), Meleklerini, Kitaplarını, Peygamberlerini, Hz. Mevlânâ aşkıyla çok seviyorum. Din, mezhep, ırk, renk, sınıf gözetmeksizin, Yüce Yaratan’ın (C.C.) dünyada Halifesi olan bütün insanları seviyorum. Hz. Mevlânâ’nın ifadesiyle Allah’ın habercisi Cebrâîl (A.S.) diye anılan, bir Veliyyullah olan, bir insan-ı kâmîl olan şerefle Ruh-u İlâhî’yi taşıyan, Hz. Şems-i Tebrizî’yi seviyo­rum, yaşadıkça da seveceğim. Hayatımın ufkunun göründü­ğü, ömrümün bu çağında, bu duyguyu bana ihsan eden, Yü­ce Yaratan’a hamd’ü sena ediyorum.