İhtifallerin dönüşümüne dair birkaç değini
Hz. Mevlana’nın irtihalinin sene-i devriyesinde yapılan anma törenlerinin özel ismi “ihtifal”. İstinye Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olan Burcu Sağlam, 2017 yılında “Modern Türkiye’de Mevlevi Ayinlerinin Görünürlüğü ve Meşruiyeti” başlığıyla enfes bir yüksek lisans tezi hazırladı. Yine bir aralık ayını fırsat bilerek, tezinin temel unsurlarının biraz etrafında dolanarak kendisiyle kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.
Nihayet Dergi – RÖPORTAJ
Cumhuriyet döneminde ihtifaller ilk ne zaman ve hangi sebeple başladı? Bu ilk “gösteriler”in ihtifal olarak adlandırılması mümkün müdür?
Tespit edebildiğim ilk geniş çaplı anma töreni Konya Halkevi tarafından 1942’de yapılmış. Hemen ardından Konya Halkevi kültür dergisinin Mevlana özel sayısı çıkarılmış, ciddi bir kısmı anma törenindeki konuşmaların metinlerinden yahut gelemeyenlerin gönderdikleri mektuplardan oluşuyor. Esasen bu törenlerde de bir karmaşa var.
Bazıları Mevlana’yı bir Türk büyüğü olarak çerçevelerken (İ. Hakkı Baltacıoğlu gibi), bir grup onun evrenselliğini ve özünde hümanist olduğunu iddia ediyor (Hasan Âli Yücel gibi), bunlara karşı Tahirü’l-Mevlevî “Mevlana feylesof değil idi, sofi idi” diye onun dinî kimliğini vurguluyor.
Evet, buna bir ihtifal diyebiliriz ama kimin anıldığı biraz muamma. Türk büyüğü mü, evrensel bir felsefeci mi yoksa Müslüman bir şeyh mi? Herkesin Mevlana’sı kendisine olmuş ta o zamanlardan.
İlk sema ayini hangi yıl yapılan ihtifalde mümkün oldu? Bu etkinlikler için semazen ve mutriban heyeti nasıl bulunabildi?
Konya Şeb-i Arus törenleri için konuşacak olursak, tam teşekküllü ilk sema töreni 1954’te yapılabilmiş görebildiğim kadarıyla. Kudsi Erguner’in ve başkalarının aktardığına göre, ABD büyükelçisi George C. McGhee’nin 1952’de eşiyle yaptığı ziyarette, eşinin “Burada dönen dervişler varmış, nerede onlar?” diye sorması üzerine Ankara’dan ve İstanbul’dan apar topar bir Mevlevi müziği heyeti toplanıp getirilmiş, bu olay da ihtifallerin kurulmasında önemli bir aşama olmuş.
1954’te ise kıyafetlerle yani tennureler ve sikkelerle çıkılmış, Mevlevi ayinlerinden bölümler eşliğinde sema edilmiş. Kıyafet önemli bir ayrım yaratıyor insanların zihninde. Bu kıyafetlerin ulu orta giyilmesini irtica olarak görüp tehlikeli bulan gazete yazıları yayımlanmış. Bugün bu kıyafetleri irtica ile ilişkilendiren kaç kişi vardır acaba?
Törenler, Mevleviler başta olmak üzere, Rifai, Uşşaki, Kadirî,Nakşibendî pek çok tarikattan kişilerin özverili çabalarıyla kurulmuş. Devlet Opera Balesi’nden yetişecek hâli yok tabii semazenlerin! Konservatuarda filan da öğretilmiyor.
1925 Tekke ve Zaviyeler Kanunu’yla yasaklanmış ama 1950’lerde yaşayan pek çok sema etmeyi bilen kişi var. Sema sadece Mevlevilerde yok, diğer tarikatlardan da sema bilenler var. İlk yıllarda törenlere çıkanlar ağırlıklı olarak tekke görmüş son semazenler ve onların yetiştirdikleri.
Müzisyenlerden de tarikat mensubu çokça var. Burada kimse para kazanmamış, bilakis işini gücünü bırakıp her sene burada toplanmış insanlar. Açıkça bunu dinî bir tören olarak yapmalarına müsaade edilmeyeceği için “turistik gösteri” kılıfına sokmuşlar.
Pek çoğunun hatıratından törenlere dinî anlam yüklediklerini, basit bir gösteri olarak görmediklerini anlıyoruz.
İhtifalleri büyük oranda şekillendiren tanınmış isimler kimlerdir? Bu isimlerin nasıl bir fonksiyonu oldu?
Kuruluş aşamasında müzik ayağında Kudümzenbaşı Sadettin Heper ve Neyzen Halil Can “hoca” konumunda. Hopçuzade Şakir Çetiner, Hafız Kâni Karaca , Cahit Gözkan, Akagündüz Kutbay, Niyazi Sayın, Necdet Yaşar gibi pek çok önemli isim var. Mevlana’nın torunlarından Ref’i Cevad Ulunay, yazdığı yazılarla ihtifalleri gündeme getiren güçlü bir kalem olarak karşımıza çıkıyor.
Organizasyon kısmında Feyzi Halıcı çok önemli. Sema heyetinde ise Midhat Bahari Beytur gibi son dönem şeyhlerden, Gavsi Baykara’ya, Selman Tüzün’e dek önemli kişiler var. Ahmet Bican Kasapoğlu törenler için önemli biri, bilhassa Konya’da çok sayıda genç semazen yetiştirmiş. Bu da törenlerin ileride kurulacak “koro” vasıtasıyla kurumsallaşmasına katkıda bulunmuş.
Özbekler Tekkesi şeyhi Necmeddin Efendi’yi de unutmamak lazım. Oldukça renkli bir kişilikmiş. Gazoza pek düşkünmüş. Semazenlerin gazozlarını çalıp içine su doldururmuş kızdırmak için. Bütün bu insanlar hem tören ekibinin iç dengelerini sağlamada hem de dışarıyla ilişkilerde ciddi rol almışlar. Kendi kişisel karizmaları ile yasak olan bir töreni “turistik gösteri” adı altında kabullendirmişler.
Tabii 1950’lerin konjonktürü de buna yardımcı olacak nitelikteymiş. Törenler giderek daha iyi yerleşmiş, kurumsallaşmış. 70’lerden itibaren semazen figürü Türkiye’nin yurt dışına kendi reklamını yaparken en sık kullandığı figürlerden biri hâline gelmiş.
Mevlana’nın ve dönen dervişlerin bu kadar “satmasında” elbette iki savaş sonrası dönemde Batı’da New Age akımının tasavvufa ve Mevlana’ya olan alakası da etkili bir faktör.
Konya halkının bu ihtifal törenlerini nasıl karşıladığı ile ilgili bilgimiz var mı?
Konyalı-İstanbullu çekişmesi ortaya çıkıyor ihtifallerde. Konyalılar İstanbul’dan gelen semazenleri ve müzisyenleri içkici ve laubali buluyorlarmış. Yeterince dindar bulmuyorlar yani. Bu yüzden sema kursu açıyorlar, kendi semazenlerini yetiştiriyorlar. Bahsetmiştim yukarıda, Hümanist Mevlana, Türk Mevlana, Şeyh Mevlana vardı zihinlerde. Bir de Konyalı Mevlana eklenebilir bu listeye.
Onun Konyalılığını vurgulayan, “İstanbullulara gerek yok, biz de yapabiliriz” diyen bir kitle oluşmuş. Yapmışlar ama vakit almış. İstanbul’daki birikime ulaşmak kolay değil, Sadettin Heper’ler, Halil Can’lar kolay yetişmiyor öyle.
Cumhuriyet döneminde yeniden başlayan bu ihtifallerin tasavvuf ve Hz. Mevlana’ya olan ilgiye nasıl bir katkısı oldu, etkili bir unsur sayabilir miyiz onları?
Bilinirliğini artırdığı kesin. Ama karşılıklı bir durum var. İlgi arttıkça ihtifaller daha meşru hâle geldi, büyüdü, kurumsallaştı. Bunun sonucunda daha çok reklamı yapıldı, daha çok bilindi, ilgi yine arttı. Yurt dışındaki artan ilginin etkisinin de büyük olduğunu düşünüyorum.
Zaman içinde ihtifallerin dönüşümüne baktığımızda, düzenleyen heyetin kendi iç siyasetleri olmuş gibi bir izlenim ediniyoruz. Bir folklor gösterisinden ayin-i şerife geçiş söz konusu olmuş. Bu süreci nasıl yönetmişler?
Her değişim sürecinde kazanılanlar ve kaybedilenler var elbette. Bugün tekke görmüş Mevleviler yaşamıyor, ama 80’lere dek yaşadılar ve ihtifalleri yönettiler. Çok ince bir çizginin üzerinde oldukça başarılı yönetmişler. Hem törenleri sürdürmüşler hem de otoriteyle başları çok belaya girmemiş. Bunlar oldukça nazik insanlar, devletin yasasını çiğnemeyi edebe aykırı sayıyorlar, devletin otoritesini incitmekten kaçınıyorlar ama bildiklerini okumaktan da geri kalmıyorlar.
Törenlere Mevlevi kıyafetleriyle çıkılması, sonunda Kur’an-ı Kerim okunması gibi şeyleri yavaş yavaş eklediler törenlere, kimseyi ürkütmemeye çalıştılar. Bugün artık iktidarlar için ürkütücü ve tehlikeli olmaktan çok uzak bu törenler. 120’lardan itibaren Kültür Bakanlığı’na bağlı tasavvuf müziği korosu olarak kurumsallaştı ve devlete eklemlendi. Türkiye Devleti resmî olarak bu törenleri bir kültürel miras olarak sahiplendi ve tanıdı. Laik devlet bir dinî törene niçin sahip çıkıyor? Mevlevi törenine sahip çıkıyor da Rifai törenine niçin sahip çıkmıyor? Demek ki dinî bir tören olmasından ziyade, hoş ve estetik görünümlü bir folklor faaliyeti olması ön planda. Bu açıdan bakarsak, ayin-i şerife geçişten çok folklorleşme görürüz. Mevleviler de bu folklorleşmeyi bir yandan destekledi. Çünkü meşru olmak, devlet tarafından sahiplenilmek, yasa dışı olmamak onlar için çok önemliydi.
Öyle ki, Çelebi ailesi (Mevlana’nın torunları) sema törenlerini UNESCO’dan “somut olmayan kültürel miras” olarak onaylattılar ve törenler koruma altına alındı. Devlet de bu sürece dâhil. Kültür Bakanlığı, Mevlevilik ve sema törenlerinin “teknik ve içsel mükemmelliğini ve orijinalliğini bozmadan gelecek nesillere aktarılması ve tanıtılması” için genelge yayımladı.
1925 Tekke ve Zaviyeler Kanunu hâlâ geçerli olan bir ülkede devletin bir tekke kültürü unsurunun otantikliğini korumak istiyor olması enteresan bir çelişki.
Bu dönemde yapılan ihtifalleri göz önüne aldığımızda katılımcıların rollerini nasıl görmemiz gerekir?
Organizatörler, müzisyenler, semazenler, çeşitli devlet birimleri, basın, STK’lar, törene gelen izleyiciler… Katılımcı olmanın pek çok şekli var. Tüm katılımcılar törenlere yüklenen anlamlarda aktif olarak rol alıyor. Her katılımcı unsur kendi arka planından, kendi zihnindeki anlam dünyasından hareketle törenleri “gerçek” yahut “sahte” buluyor. Ayrıca, bu unsurlar birbirlerini etkiliyorlar. Oldukça aktif rol aldıklarını söylemek mümkün.
Nihayet Dergi
https://www.gzt.com/nihayet/ihtifallerin-donusumune-dair-birkac-degini-3517707