İÇERİK DEĞERİ AÇISINDAN MEVLÂNÂ’DA SÖZ

A+
A-

İÇERİK DEĞERİ AÇISINDAN MEVLÂNÂ’DA SÖZ

İçerik değeri açısından söz, temelde, doğru ve güzel söz, yanlış ve kötü söz olmak üzere iki gruba ayrılır. Önce doğru ve güzel sözün kaynağı, önemi, değeri ve Mevlânâ’nın buna çağrısını ele alacağız.

Mevlânâ’ya göre doğru ve güzel sözün asıl kaynağı Allah‘tır.   Allah, harfsiz, dudaksız sayısız güzel söz hazinesidir.[1] O, kendisini ananla yoldaştır. Böyle olmasaydı, Allah’ı ananın kalbinde O’nun şevki bulunmazdı. Nitekim gül kokusu gülsüz olmaz; misk kokusu da misk olmadan bulunmaz.[2] Allah sözünün ayrı bir değeri ve güzelliği vardır.

Biz sesten ibaretiz, seslenen O’dur, en hayırlı şeyler okuyan, en güzel sözler söyleyen Allah’tır.[3]

Allah’tan sonra, O’nun vahyini yüklenen Peygamberinin sözünün ayrı bir saflığı ve güzelliği vardır. Zaten peygamber, hevâ ve hevesinden konuşmayan, sözleri Allah’ın kontrolü altında olan bir misyona sahiptir.[4] Onun sözlerinin ayrı bir azameti, bereketi ve değeri olup, ince sırrları içerdiği kabul edilmektedir:

Peygamberin o anda söylediği sözler, geceye söylenseydi gecelikten çıkar, sabah gibi apaydın olurdu. Ben o sözleri anlatamam ki![5]

Onun için “söyle! (kul)” sözü, denizin sözüdür. Ahmet neyi söylerse gerçekte o söz hakikat denizinindir. Onun sözleri denizin incileridir. Çünkü onun gönlü denizle birdir.[6]

Yine Allah’tan vahiy alan kişinin sözleri, sağlamlığının yanı sıra, sevgiyi, barışı, gönlü işlemeyi; hakkı, iyiyi ve güzelliği anlatmayı hedeflemektedir.[7] Sevgili Padişah’ın sözünün de ayrı bir güzelliği vardır.[8]

Büyük zatların sözlerinin de ayrı bir değeri vardır. Bunlar, ifadeleri ayrı olsa da, aynı hakikati dile getirirler ve kuru laf etmezler.[9]“Büyüklerin sözleri eğer yüz türlü olsa, mademki hak ve yol birdir öyle ise, söz iki olamaz. Her ne kadar görünüşte iki söz birbirine benzer ve uygun görünmese de mana bakımından bir olur. Ayrılık görünüştedir; mana itibariyle hepsi birleşmiştir.”[10] Büyük zatlar, yağmur yüklü buluta, bereketli sular akıtan oluğa benzeyip, suyu başkalarının oluklarından aşıran hırsız veya nakilcilere benzemezler.[11]

Mevlânâ’ya göre âriflerin sözleri de ayrı bir önem arz etmektedir. O, şu satırlarında, âriflerin özlü sözlerini birçok derde, özellikle kuşkucuların derdine, ilaç gibi görmektedir: “Nice kişiler vardır ki dedi-koduyla uğraşmadılar, can kulaklarını olgunların sözlerine diktiler, onların sözlerini dinlediler de bütün şüphelerden, işkillerden kurtuldular. Ancak şüpheden, işkilden kurtulmak istemeyenler, buna erişemediler. Çünkü onlar dedi-koduyla oyalanmayı huy edinmişlerdir. Onların zevki, soru-cevap satrancını oynamaktır; hani kendisini kaşıyan uyuz gibi. Uyuz, uyuzluktan kurtulmak için değil, kaşınmadaki tadı tatmak için kaşınır. Şimdi olgun ârifin sözü, soru-cevap kaşıntılarının ilacıdır. Dedi-kodu ise insanı doğuya, batıya iletir. Çünkü söz özün özüdür, derinin derisi değil. Özün özünden sağlık esenlik meydana gelir; bütün soru-cevap, şüphe-işkil, inkâr ve karanlık kalkar, gider; bütün illetler, hastalıklar insanın gönlünden, özünden yok olur, insanın dinine imanına sağlık-esenlik gelir; adam bu sözle sağlığa esenliğe ulaşır.”[12]

Bir kap içindekini sızdırır. Kaynağı, doğası, birikimi veya deposu iyi olandan iyi şeyler çıkar. Doğru ve güzelden doğru ve güzel sözler sadır olur.

Lülelerden akan suların hepsi, tertemiz bir havuzdan geldiği için her lüle, zevkli ve tatlı su akıtır.

Eğer havuzdaki su tuzlu ve pis olursa her lüleden aynı su akar.[13]

Söz kaynağına, söyleyenin niyetine ve uyandırdığı etkiye göre de değer taşır. 

Seni yücelere çeken her ses, bil ki yücelerden gelmektedir

Sana hırs veren her sesi de adamları paralayan bir kurt sesi bil.[14]

Mesleğinin eri olan bir hekim, hastaya acı ilaç bile verse zulüm ediyor görünür ama adâlet sahibidir.[15]

Şekle bağlı olmayan can, sır ve hâl yoldaşının sözleri güçlü, anlamlı ve değerlidir.[16] Mevlânâ’ya göre canlar aslen İsa nefeslidir; bir anda yara, bir anda merhem olurlar. Eğer canlar kapalı konuşmasalardı, onlardan perde kalksaydı, her canın sözü Mesih’in sözü gibi etkili olurdu. Cana yoldaş olup şeker gibi sözler söylemek isteyenin sabırlı olup söz helvasını fazla yememesi gerekir.[17]

Gönül denizinden coşup gelen sözler de değerlidir. Her ne kadar sözler, kalıplar ayrı olsa da gönül dili aynı şeyi söyler; kapları-kalıpları kırıp döktün mü su bir olur-gider.[18] Dil yaprağa, gönül meyveye benzer; gönüller yüz gösterdi mi diller çözülür, sözler değerlenir.[19] Bundan dolayı Mevlânâ, gönül denizini söylemeyi, onu anlatmayı talep etmektedir. Zira ona göre gönül denizinin bir damlası, yüzlerce deniz meydana getirir.[20]

Son olarak, tevâtüre dayalı olan söz de değerlidir. Görünüşte sözün çok sayıda kişi tarafından aynen kabul edilip aktarıla gelmesi görme hükmündedir. Mevlânâ’ya göre bir insanın sözü tevâtür hükmünü alırsa o kimse bir şahıs değil, yüz şahıstır; verdiği bir haber yüz bin haber gücündedir.[21]

Doğru ve güzel söz yanında, yanlış ve kötü sözün bir değeri yoktur. Mevlânâ’ya göre, doğru söyleyen dille, nurlu yüz “canım!” diyerek birleşti mi[22] artık orada yanlış ve çirkinlik barınamaz.

Yukarıda değindiğimiz gibi, güzel söz can için, gönül dostu için hayati önem arz ettiğinden dolayı Mevlânâ, yalanı ve kötü sözü terk etmeyenleri önce eleştirir, sonra bunlara kızar, daha sonra da böylelerini doğru ve güzel söze çağırır:

Neden böyle eşeğin kuyruğuna yapıştık, ardına düştük? Gül bahçesinden, güllerden bahset.

Narı, turuncu, elma dalını söyle. Şarabı ve sayısız güzelleri anlat.

Yahut dalgası inci olan, incisi söyleyen, gören denizi,

Yahut gül devşiren, yumurtaları altından, gümüşten olan kuşları söyle.

Yahut da ceylanları besleyen, hem sırt üstü, hem yüzükoyun uçan doğan kuşlarından bahset.[23]

Buradan altın alıp da başka güzelle yiyen kişi, eşeklik etmez de ne yapar? Eğri otur da doğru söyle.[24]

Sözden gönül kokusu gelir, gönül de sözden belirir, meydana çıkar; öyle söz söyleyin ki kabul edilsin; sizinle düşüp kalkanları rezil rüsva etmeyin.[25]

Yol düzgün ama altında tuzaklar var. Yazının tarzı hoş ama içinde mana kıt.

Sözler, yazılar, tuzaklara benzer. Tatlı sözler bizim ömrümüzün kumudur.

İçinde su kaynayan kum pek az bulunur; yürü, onu ara![26].

O, bu konuyla ilgili olarak sözlerini şöyle sürdürür:

…Masalı bırak, tok sözlerle konuş ![27]

Yalanda, düzende de zevk vardır ama doğruca bir söze değmez ki… Doğru söyle bana.[28]

İyi söz söylemezsen bin söz söylesen bir söz sayılmaz; fakat iyi söz söylersen bir tek sözün binlerce söz kadar değeri vardır.[29]

Balarısı gibi ballarla dolu binlerce kovanın var; canın için vazgeç artık ekşi dedi-kodusundan.[30]

Paraları doğru bir ayarla sına da sana zararı dokunanı at gitsin, işine yarayanı al.[31]

Sus, ağzı aşkla tatlılaşan kişinin dedikodunun çevresinde dolaşması yaraşmaz.

Sus, sevgilinin denizini görenin ırmak kıyısında dönüp dolaşması yaraşmaz…[32]

Sûfinin gözünde, konusuna göre sözün değerini artıran şey sevgilidir. Sevgiliye söylenecek sözlerin eşsiz güzelliği vardır.

Nerede yeşillikler bülbülü? Ona öyle sözler söyleyeyim ki ağızlara düşmemiş olsun, hiçbir katibin eli yazmamış bulunsun o sözleri.

O sözler ne sûret nakışlarına aittir, ne sâf şeylere, ne bulanık şeylere; ne geçmişe dairdir, ne hâle, ne zahitliğe aittir, ne mertebelere.[33]

Sevgilinin sözüne karşı halkın sözlerinin bir değeri yoktur.[34]Sevgili, en büyük değeri hâiz olduğu için Mevlânâ, sevgilinin izini bulana, ona ait örtülü-kapalı bir söz söyleyene canını vereceğini vaadeder.[35] Ayrıca o, değerli, aktüel, işe yarayan konularda konuşmayı yeğler:

..Kış gitti, kışın soğuk sözleri de bitti. Bugün taze konular üzerinde konuşmak yaraşır.[36]

İçerik değeri açısından Mevlânâ, doğru ve güzel sözün karşıtı olarak yanlış ve kötü sözü ele alıp, bunların boşluğunu, değersizliğini, bu gibi sözlerin kimlerden çıktığını, bunların karakterini ve bunlara karşı alınacak tavrı işler.

Mevlânâ, anlamsız ve içerik değeri düşük söz söyleyenleri, hiçbir şey satmayıp da sadece kaba gürültü yaparak alıcıların akıllarını bulandıran büyücü tâcirlere benzetir.[37]O bu tür sözlerin, söyleyeni pişman edeceğini şöyle belirtir.

Kalemin rüzgârdan, kâğıdın sudan olursa ne yazarsan derhâl yok olur.

Manasız söz, su üstüne yazılan yazıdır. Ondan vefa umarsan iki elini ısırarak dönersin.[38]

Mevlânâ, yanlış ve kötü sözün kaynaklandığı kişiyi tahlil eder ve bu tür sözün kişinin kendisinden kaynaklandığını söyler:

Yağmur suyu gönülden göğüslere tertemiz yağar, fakat adamın içi pisse sözlerinin de aslı faslı yoktur; hepsi boştur, kötüdür.[39]

Yanlış ve abes söz söylemenin nedeni, yeterli bilgi ve duyum almadan konuşmadır.

Sağırlar gibi bir tek söz duymadan kendi aklımızca cevap vermeye kalkıştık, hezeyanda bulunduk.[40]

Yukarıda da dediğimiz gibi, yanlış, bozuk ve sahte sözlerin hiçbir değeri yoktur ve bir gün bunların foyası ortaya çıkar.

Bir bakır, altın yaldıza batsa da lâf etse ne fayda?

A lafazan kişi, sınayış taşını, ayar taşını gördün mü, rezil oldun-gitti![41]

Münafığın sözü, söz değildir.[42]Ayık olmayan kişinin söylediği söz, kendisini zorlasa ve incelik göstermeye çalışsa da, yaraşır söz değildir.[43] Zira o, saçma-sapan, darmadağın söz söylemeye açıktır.[44]

Mevlânâ, bu tür aşağılık sözlere dalanları ahmaklara ve otlayan hayvanlara benzetip, bunların sadece kendilerine değil dinleyenlere de zarar verdiğine değinerek[45] insanları, zararlı şeylerden kaçınıp, hayırlı şeyler söylemeye teşvik eder:

Söze söz katmayı bırakayım, temelsiz şeylerden vaz geçeyim …[46]

A gönül, bülbül sesini dinle, eşeğin anırmasına kulak asma. A göz, gül bahçesine bak, dikenin ardına düşme.[47]

A zanlara düşen, onları söyleyen, hele soluğunu kes, sus …[48]

“İnceden inceye halkla alay edip kovuculukta bulunanların vay hâllerine!” (Hümeze, 104/1-2) âyeti, kötü sözler söyleyenlerin hakkındadır. Alay edenin, kovuculukta bulunanın devası, yaptığına uğramaktır, ettiğini bulmaktır ancak.

O insan ağzı mıdır, yılanla akrebin oyuğu mu? O oyuğu samanlı balçıkla sıva, yakınları dalatma akrebe.[49]

Her şey zıddıyla kâimdir. Yalan sözün de, doğru sözü tanıma ve kıymetini belirlemede rolü vardır. “ Hiçbir yalan yoktur ki doğrusuz olsun. Nerede bir yalan söylerlerse, duyanın doğru sanması için söylerler. Kalp parayı, müşteri, geçer para sansın diye sürerler. Bu istekle sürerler ama müşterinin de geçer, ayarı tam parayı görmüş olması gerekir ki o kalpı geçer para sanıp alsın.”[50]

Doğru ve yanlış söz karşısında alınacak tavırlara değinecek olursak, sözden doğacak vebali ve ilâhi hesabı sürekli olarak düşünmek insan için önem arz etmektedir.[51] Bunu sürekli olarak düşünmek yetmeyip, ondan tövbe etmek de gerekmektedir.[52]

Yanlış söze karşı alınacak en güzel tavır, konuşmayı kesmek yahut dinlememektir.

Söz, toprakla, pek karışık hâlde geliyor, su bulandı, kuyunun ağzını kapa ki Allah, onu yine sâf, yine hoş bir hâle getirsin.[53]

Seni dostundan ayıran sözü dinleme. O sözde ziyan vardır, ziyan![54].

Kötü söz karşısında iyi insan, yerine göre, kulaklarını tıkayarak o söze karşı tavır alır, onu kâle alıp etkilenmez.

Köpeğin sesi ayın kulağına girer mi? Hele ay, Allah’ın hası olursa![55]

Mevlânâ’ya göre, akıllı olanlar tatlı ve doğru söz söyleyenlere rağbet eder; zira tatlı suyun başı kalabalık olur[56] ve doğru söz sonuçta galip gelir.[57]
[1] Mevlânâ Celâleddin Rûmî,Mesnevî, Çev. Veled İzbudak (M.E.B. Yayınları), İstanbul, l99l, VI, s. 84, b. 1023-1024; b. 1071.

[2] Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, Çeviren: Meliha Ülker Anbarcıoğlu, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 19120, s. 282.

[3] Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Dîvân-ı Kebîr, Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki Gölpınarlı, (Kültür Bakanlığı Yayınları), Ankara, 1992, I, s. 361, b. 3317.

[4] Bkz. Necm, 53/3; Mesnevî, VI, s. 128, b. 1601-1602.

[5] Mesnevî, VI, s. 87, b. 1066-1067.

[6] Mesnevî, VI, s. 68, b. 815-816.

[7] Mesnevî, VI, s. 209, b. 2647-2652.

[8] Dîvân, III, s. 117, b. 962-963, 966.

[9] Mesnevî, III, s. 338, b. 4137.

[10] Fih, s. 72.

[11] Bkz. Dîvân, VII, s. 628, b. 8358-8360.

[12] Mevlânâ Celâleddin Rûmî,Macâlis-i Sab’a (Yedi Meclis), Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki Gölpınarlı, Konya, 1965, s. 38.

[13] Mesnevî,, I, s. 227, b. 2822-2823; Dîvân, II, s. 367, b. 3061.

[14] Mesnevî,, II, s. 149, b. 1998-1999.

[15] Dîvân, IV, s. 134, b. 1206.

[16] bkz. Dîvân, IV, s. 134, b. 1205.

[17] Mesnevî, I, s. 128, b. 1598-1600.

[18] Dîvân, IV, s. 423, b. 4097.

[19] Dîvân, I, s. 238, b. 2231.

[20] Dîvân, III, s. 110, b. 898.

[21] Fîh, s. 330.

[22] Dîvân, V, s. 386, b. 5787.

[23] Mesnevî, V, s. 210, b. 2551-2555.

[24] Dîvân, V, s. 192, b. 1809.

[25] Dîvân, I, s. 102, b. 953.

[26] Mesnevî, I, s. 86, b. 1060-1062.

[27] Dîvân, II, s. 164, b. 1310.

[28] Dîvân, IV, s. 212, b. 1977-1978.

[29] Dîvân, III, s. 145, b. 1256. (Bu, Hz. Peygamberin “Ya doğru söyle yahut da sus!” hadisini akla getirmektedir.)

[30] Dîvân, III, s. 216, b. 2020.

[31] Dîvân, II, s. 369, b. 3091. (Aldanmamak, zararlı çıkmamak için nasıl paranın gerçeğini sahtesinden ayırmaya özen gösteriyorsak, aynı şekilde sözün de iyisini, doğrusunu seçmeye dikkat etmek gerekmektedir.)

[32] Dîvân, III, s. 161, b. 1418-1419.

[33] Dîvân, I, s. 240, b. 2257-2258.

[34] Bkz. Dîvân, V, s. 9, b. 102.

[35] Dîvân, IV, s. 123, b. 1097.

[36] Mevlânâ Celâleddin Rûmî,Rubâiler, Çev. Nuri Gençosman, M. E. B. Yay., İstanbul, 1974, II, s. 250, Rübai: 1215.

[37] Mesnevî, VI, s. 376, b. 4729.

[38] Mesnevî, I, s. 89, b. 1099-1100.

[39] Dîvân, IV, s. 134, b. 1200.

[40] Mesnevî, II, s. 34, b. 435;, s. 145, b. 1308-1309. (Kişiyi yanlış söylemeye ve yanlış davranmaya iten nedenler hakkında fazla bilgi için bkz. Emiroğlu, İbrahim, Yanlış Düşünce ve Davranışlar Karşısında Mevlânâ, İstanbul 2002, s. 27-91.

[41] Mecâlis, s. 65.

[42] Mesnevî, V, s. 319, b. 3929.

[43] Mesnevî, I, s. 11, b. 129.

[44] Dîvân, II, s. 167, b. 1337.

[45] Dîvân, III, s. 116, b. 960.

[46] Dîvân, VII, s. 256, b. 3250.

[47] Dîvân, VII, s. 328, b. 4218.

[48] Dîvân, VII, s. 400, b. 5207.

[49] Dîvân, I, s. 11, b. 59-60.

[50] Mecâlis, s. 98.

[51] Dîvân, VII, s. 257, b. 3262.

[52] Dîvân, V, s. 170, b. 1939.

[53] Mesnevî, I, s. 319, b. 4001-4002.

[54] Mesnevî, III, s. 33, b. 419.

[55] Mesnevî, II, s. 33, b. 22.

[56] Mektuplar, s. 178, Mektup: CXIX

[57] Rubâiler, I, s. 170, Rübai: 835.