İbrahim Gamard ; Hazret-i Mevlânâ, Hz. Muhammed (s.a.v)’in en önemli takipçilerinden birisidir…

A+
A-

Dr. Ibrahim Gamard

Amerikalı Mesnevî araştırmacı ve mütercimlerinden İbrahim (William) Gamard, 1947″de ABD”de doğdu. Eğitimini tamamladıktan sonra psikolog olarak çalışmaya başladı. 1986″da da psikoloji doktorasını tamamladı. 1966 yılından beri mistisizmle yoğun bir şekilde ilgilenen Gamard, 1971″de mutasavvıflarla tanıştı. Dört yıllık bir arayıştan sonra 1976 yılında Mevlevîliğe intisap etti.. 1984″de müslüman olan Gamard, 1999 yılında Hac vazifesini yerine getirdi. Mevlevî şeyhi Şefik Can”ın müridliğini yapmış olan Gamard, 2007 yılında Hz. Mevlâna”nın 22. dereceden torunu ve Mevlevilerin manevi lideri Faruk Hemdem Çelebi’de icazet alarak Mevlevî şeyhi olmuştur. 1981 yılında Hazret-i Mevlâna”nın şiirlerini orijinal dilinde okumak amacıyla kendi kendine klasik Farsça öğrenmeye başladı. 1997 yılından itibaren, internet üzerinden Mevlana ile ilgili yazılarını, R. A. Nicholson”un 1926-34 yılları arasında yayınlanan Mesnevî”nin mota mot tercümesinden seçmelerle, Farsça transliterasyonunu yayınlamaya  başladı. Gamard aynı zamanda meşhur Mevlevî şarihi Ankaravî”nin şerhinin ilk on beş bölümünü İngilizce”ye tercüme etmiştir. Gamard”ın bu tercümeleri, Nicholson”ın 1937 ve 1940″da basılan iki cilt şerhinden ve C. E. Wilson”un 1910″daki tercüme ve şerhinden sonra İngilizce”ye yapılan Rumî”nin sözleri ve öğretisi üzerine geçmişin büyük şarihlerinin açıklamalarını sunan ilk Mesnevî tercümesidir. Gamard, 2001 yılında kendi sitesi olan www.dar-al-masnavi.com’u kurarak, mevlevilik konusunda yapmış olduğu tüm çalışmaları bu sayfada toplamıştır. Gamard 2004 yılında yayınlanmış olan “Rumi and Islam Selections from His Stories, Poems, and Discourses” [Rumi ve Islam, Hikayelerinden, şiirlerinden ve Fîhi mâ-fîh’den seçmeler] ve 2008 yılında Dr. Rahan Farhadi ile hazırlamış oldukları “The Qutrains of Rumi” [ Hz. Mevlâna’nın Rubaileri] eserlerinin sahibidir. Dr. Ibrahim Gamard Amerika’da Kaliforniya eyaletinde yaşamaktadır.

Semazen net:  Sayın Gamard, bizlere kendiniz hakkında biraz bilgi verir misiniz? Hazret-i Mevlânâ (k.s) ve eserleri ile ilk tanışmanız nasıl oldu?

İbrahim Gamard:  Hazret-i Mevlâna ve eserleri hakkında ilk okumalarım 1971 yılına dayanır. 1975 yılında, Los Angeles’ta bir sufi grubundayken, üstadımız grubumuzu ziyaret üzere Konya’dan bir Mevlevi şeyh’ini davet ettiğini açıkladı. Bu ziyaret’e bir ön hazırlık amacıyla R. A. Nicholson’un Mesnevî Tercüme ve Şerhi’ni okudum ve  tasavvuf eserleri’nin en büyüğü olduğuna kanaat kıldım. Bir sonraki sene, 1976 yılında, Süleyman Dede efendi Konya’dan teşrif ettiler. Geldiklerinde 71 yaşında idiler. Ben ve benim gibi birkaç kişi’yi sikke tekbiri ile sema’ya başlatarak, sema âyîn’i usûl ve adabını öğrettiler. Los Angeles’ta ki bir spor salonunda, kendileri ile yarı semâ talim ettik ve bunu takiben spor salonunu Süleyman Dede’nin  kasetten dinlediğimiz ses kayıdındaki tekbir eşliğinde temizledik. Bir sene sonra 1977’de eşim ve ben Konya’ya giderek, Dede’nin evini ve Hz. Mevlânâ’nın kabrini ilk kez ziyaret etmiş olduk. Bu ziyaretten birkaç sene sonra, 1981 yılında, Mesnevî’yi orijinalinden okumak gayesi ile Farsça öğrenmeye başladım.

Semazen net Batı camiasında Hazret-i Mevlânâ ve eserlerine yönelik sürekli artan bir ilgiye şahid oluyoruz. Bu ilginin ve dahi batı’da Hazret-i Mevlânâ’nın, tasavvuf anlayışının ve eserlerinin nasıl algılandığı hususunda bizlerle fikirlerinizi paylaşır mısınız?

İbrahim Gamard: Batı’da Hazret-i Mevlânâ’nın “Rumi” olarak bilinen ismi ve özellikle manevî coşku ve ilahi sevgiyi konu alan şiirleri, Amerika’da şaşılacak düzeyde  çok iyi bilinmekte. Hazret-i Mevlânâ hakkında erbabı tarafından yazılan eserlerde, hazret’in tasavvuf anlayışının merkezini İslam inancının oluşturduğu tasdik edilmiş ve vurgulanmıştır. Fakat günümüzdeki popüler ingilizce Rumi çevirilerinde , Amerika’da  genel olarak İslam’a yönelik kuşkulu ve negatif tutuma bağlı olarak, Mevlânâ’nın şiirlerindeki islâmi içerik barındıran ve referans sunan beyitler ya çıkarılmış yahut en az’a  indirgenmiştir. Bunun sonucu olarak Mevlânâ, yetişmiş olduğu İslami temelden kopartılmaya çalışılmış, kendisi bütün dinlere tolerans gösteren “evrensel mistik” anlayışının temsilcisi olarak tanıtılmıştır. Böyle bir yaklaşımın talihsiz ve uygunsuz olduğu kanaatindeyim, çünkü Hazret-i Mevlânâ, Hz. Muhammed (s.a.v)’in en önemli takipçilerinden birisidir ve Mesnevî’si Fars dilinde Hz. Kur’ân’ın izahı/tefsiri olarak adlandırılmakta ve bilinmektedir. Hazret’in batı’da bu şekilde (evrensel mistik) olarak tanıtma girişiminin başarılı olmasının sebeplerinden biriside, oldukça popüler (fakat hatalı) olan Sufizm’in İslam’dan ayrı olarak öğretilebilecek ve uygulanabilecek evrensel bir mistisizm anlayışı olduğu ve Hz. Mevlânâ’nın bu tarz bir “sufi” anlayışının temsilcisi olduğu fikrinin yapılanmasına destekte bulunan bir tablo çizilmesidir. Bu yaklaşım modelini yine aynı şekilde Hindu ve Budistlerin ruhani öğretilerinin batıya getirilmesinde görmekteyiz: insanlara dinlerini değiştirmeden, Hindu ve Budist tapınaklarına gidilmesine lüzum olmadan, Yoga yahut Zen meditasyonu yapabilecekleri öğretilmiştir. Aynı şekilde batılılara İslam’ın gerektirdiği dinî yükümlülüklere bağlı olmadan, Sufizm dahilinde olan manevi öğretileri uygulayabilecekleri, tasavvuf şiir ve eserlerini okuyabilecekleri öğretilmiştir.

Semazen net: Yakın bir zaman’da Hazret-i Mevlâna muhipleri için çok önemli bir kaynak oluşturan “The Quatrains of Rumi” [Rumi’nin Rubaileri] isimli bir çalışmanızı tamamladınız ve yayımladınız. Böylesine kıymetli bir eseri kaleme alma fikri nasıl oluştu? Bizlere hazırlanma evresinden biraz bahsedebilir misiniz?

İbrahim Gamard: 1985 yılında, Türkiye ziyaretinden dönen bir arkadaşım bana Sadettin Heper’in hazırlamış oldukları “Mevlevî Âyinleri” isimli kitabı hediye etti. Bu kitabı kaynak alarak Hazret-i Mevlânâ’nın bazı rubailerini İngilizceye çevirmeye çalıştım, fakat modern Türkçedeki harflerden ve karekter dönüştürülümünden dolayı bazı kelimeleri anlamakta zorluklar çektim. [Örneğin, ingilizcede ki “butcher” kelimesi Türkçe’de “kasap” kelimesine tekabül ediyor, fakat aynı kelimenin Farsça sözlükteki “qaSâb” olarak geçen karşılığını bulabilmek için, evvela çeviri yapan kişinin “kasap” kelimesindeki “k” harfinin ‘kâf” değil ‘qâf’ harfine  tekabül ettiğini, ‘s’ harfinin ‘sîn’ değil de ‘Sâd’ ‘a tekabül ettiğini, kelime içinde yeralan ikinci ‘a’ harfinin ‘â’ olduğunu ve ‘p’ harfinin ‘b’ye tekabül ettiğini bilmesi gerekiyor.]  Bir dostum, yaşadığım yere yakın bir mesafede olan  Berkeley Kaliforniya Üniversitesinde yeni bir Afganistanlı Fars edebiyatı profesörünün görev yapmaya başladığından bahsetti. Kısa süren bir otobüs yolculuğundan sonra, üniversiteye giderek Dr. Ravan Farhadi ile tanıştım. Kendisine orijinal Farsça metinden çalıştığım rubaileri gösterdikten sonra, kendileri rubaileri çabucak bir kağıda yazdı ve sesli bir şekilde basit ingilizce çevirilerini söyledi, ben bunları not aldıktan sonra bana dönerek “Hadi bütün rubaileri çevirelim!” dedi. Boş vakitlerimizde üzerinde çalıştığımız bu projenin tamamlanması tam 22 sene sürdü. 2000’e yakın rubaiyi konu başlıklarına [aşık- maşuk gibi] ve içeriklerine göre düzenledik. Buna ek olarak rubailerin tasavvufi açıklamalarını yazdık, ek bilgileri derledik. Bütün kitabı, Farsça metin dahil olmak üzere kendi bilgisayarımda yazdım ve hazırladım. Eser üzerinde çalışmaya başladığım günden itibaren, aslına uygun olması adına ve çevirinin iyileştirilmesine yönelik olarak aklıma gelebilecek her türlü geliştirmeyi yapmaya çalıştım ve bunun için yıllarımı verdim. Çünkü Hazret-i Mevlânâ’ya ait eserlerden birisinin çevirisi, bir çevirmenin yapabileceği ve sunabileceği çabaların en iyisine layıktır.

Semazen net: Yıllarca yapmış olduğunuz çalışmalar’da Hazret-i Mevlânâ’nın rubaileri’nin oldukça önemli bir bölümünü İngilizce’ye çevirdiniz. Rubailerin bir başka dile yapılan tercümelerinde, metnin orijinalinde yer alan kelimelerin doğru olarak aktarılmasında ve verilmek istenen mesajın tam olarak sunulup sunulamayacağı konusunda fikirleriniz nelerdir? Dil’in asıl mana’yı aktarmakta âciz kaldığı, Farsçasının diğer dil’deki çevirisinde karşılık bulamadığı ve anlamın aslını temsil edemediği yerler var mıdır?

İbrahim Gamard: Yapmış olduğum çeviriler genellikle metne bağımlı çevirilerdir, fakat Fars dilinde bir çok deyim mevcut. Bu deyimler’in bağımlı çevirileri yapılmak istendiğinde, çeviriyi yapan ya birebir tercüme yapamıyor ya da anlamsal öz, yani aslında verilmek istenen anlam kayboluyor. Bu tarz durumlarda daha serbest çeviriler yaparak, genellikle metnin sonundaki dipnotlara ifadelerin esas anlamlarını da ekliyorum. İşte bu yüzden “The Quatrains of Rumi” “Hazret-i Mevlânâ’nın Rubaileri”nin çevirisinin hazırlanmasında Afgan asıllı ve anadili Farsça olan Dr. Ravan Farhadi’nin yardımlarını almış olmaktantercümelerimi düzeltmeleri ve Rûmî”nin zamanının Farsça”sını öğrenmemde değerli katkılarını esirgememelerini büyük bir nimet olarak görüyorum. Ana dilinin Farsça olmasının yanında, Dr. Farhadi kapsamlı bir üniversite eğitimine sahip olup, klasik/ortaçağ Fars edebiyatı konusunda da uzmandır. Çevirilerimin mümkün olabildiğince doğru ve sadıkane olması hususunda duyduğum mükellefiyyet, beni yıllar önce Hazret-i Mevlâna’nın Mesnevî-i Şerifinin tamamını aslına en yakın olarak Farsça’dan İngilizce’ye tercüme etmiş olan Ingiliz âlîm Nicholson’ın metodunu kullanmaya yöneltti. Nicholson Mesnevî’nin tercümesini hazırlarken (1926-1934) kelimelerin mana’sının doğru anlaşılması için yanlarına parantez açarak, açıklayıcı ek ifadeler kullanma metodunu uygulamıştı. Uzmanlar sonraları bu parantez içindeki açıklayıcı kelimelerin dikkati dağıttığına kanaat getirerek, kullanmaktan kaçınmışlardır. Fakat, günümüzdeki popüler “Rumi çevirileri”nin ne kadar çarpıtılmış ve güvenilmez olduğunu farkettiğimde, çevirilerimde okuyucu’nun bir ayrım yapabilmesi için, hangi kelimelerin Farsça’dan direkt çevrilmiş olduğunu, hangi kelimelerin çevirinin akışı ve anlamın netleşmesi açısından benim tarafımdan eklenmiş olduğunu belirtmeye karar verdim. Bununla beraber, Hazret-i Mevlânâ’nın şiirlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için beyit açıklamalarının ve yorumlarının paylaşılmasının son derece önemli olduğuna inanıyorum. Dolayısı ile, web sitem olan (www.dar-al-masnavi.org) Mesnevî’den ve Divan-ı Kebir’den beyitler’in açıklamalarının bulanabileceği sayılı kaynaklardan birisidir.

Semazen.net: Günümüzde dil ve çeviri konusunda farklı seviyelerde ilim ve bilgi sahibi olan birçok kişi Hazret-i Mevlânâ’nın tasavvufi görüşleri’nin yayılmasına katkı’da bulunmaya yönelik olarak eserlerini farklı dillere çevirmek gibi çok ciddi bir sorumluluğun altına giriyorlar. Bu niyette olanlar ve yapanlara tavsiyeleriniz nelerdir?

İbrahim Gamard: Tercüme edilmiş eserlerdeki mevcut yanlış anlaşılmaların büyük bir çoğunluğunu oluşturan sebep, bazı yazarların Hazret-i Mevlana’nın şiirlerini orijinal Farsça’larından okuyamamalarına rağmen kitaplarının kapaklarında kendileri için: “çevirileri yapan” veya ‘tarafından çevrilmiştir” ibarelerini kullanıyor olmalarıdır. Yazarların kendilerini tanıtırken kullandıkları bu tarz ifadeler aslında halk’ın yanlış bilgilendirilmesine sebebiyet vermektedir. İnsanlar “çevrilmiştir” ifadesini, metnin Farsça’dan birebir yapılmış tercümesi olarak algılamaktalar. Oysa ki okuyucu’nun elindeki bu kitap, daha evvel Farsça’dan İngilizce’ye şerhi yapılmış olan yine aynı eser’in farklı bir tercümesinden ibaret. Yazarlar, çoğu zaman kitaplarının aslında kaynak olarak kullandıkları asıl eser şerhinin, kendilerince yapılmış daha sâde ve şairane bir tercümesi olduğunu okuyucusuyla paylaşmıyor.

Farsça bilmeyen yazarlara tavsiyem: Lütfen yaptığınız çalışmalar konusunda dürüst ve samimi olun. Şiirsel tasvir, uyarlama, düzenleme yahut yorumsal şiir tercümeleridir deyin, fakat direkt “çeviriler” olarak adlandırmayın ve kendinizi asıl “çevirmen” olarak göstermeyin. Lütfen Farsça bilmediğinizi belirtin, bununla birlikte referans yahut kaynak olarak kullanmış olduğunuz eserler var ise, Farsça’dan İngilizce’ye metine bağımlı çevirilerini yapmış olan bu yazarların ve kitaplarının isimlerini bilgi olarak sunun. Hayatta olan bir “çevirmen” ile ortaklaşa  çalışıyorsanız, eseriniz’in tanıtımında evvela asıl çevirmenin adını sonra kendi adınızı yazın. Ve lütfen tercüme etmiş olduğunuz beyit ve şiirlerin hangi Farsça kaynaklar’da ve hangi sırayla bulunabileceğini listeleyin, Böylece sizin eserinizi okuyan bir uzman yahut yazar, hangi kaynaklardan faydalandığınızı bilecek, gerekirse onları inceleyebilecek ve yorumsal olan şiir tercümenizde ki zayıf yahut güçlü ifadeleri tespit edip değerlendirebilecektir.

Farsça bilen ve “populer çeviriler” yapmakta olan yazarlara tavsiyem: Lütfen yapmış olduğunuz iş hususunda dürüst ve samimi olun. Eğer uzman değilseniz, uzman olmadığınızı fakat Farsça’nın ana diliniz olduğunu belirtin. Metne bağımlı (doğrudan) çeviri yapmadığınızı, Batılıların eseri daha kolay okuyabilmeleri ve anlayabilmeleri için kelimeleri basitleştirdiğinizi belirtin. Çevirisi zor olan yahut çevirmekte zorlandığınız beyitleri ve de açıklama gerektiren islâmi kelimelerle, referansları eserinizde hariç tuttuğunuzu, hatta eserin batı okuyucusu tarafından daha iyi anlaşılması ve şiir’lerin daha özden kavramasına yardımcı olduğuna inandığınız için serbest ve özgün bir üslûp kullanma cür’etinde bulunduğunuzu okuyucunuzla paylaşın. Ve lütfen tercümelerini yapmış olduğunuz beyitlerin, şiirlerin hangi Farsça kaynaklar’da ve hangi sırayla bulunabileceğini listeleyin. Böylece sizin eserinizi okuyan bir uzman/yazar, hangi kaynakları kullandığınızı bilecek, gerekirse onları inceleyebilecek ve yorumsal olan şiir tercümenizde ki zayıf yahut güçlü ifadeleri tespit edip değerlendirebilecektir.

Semazen.net: Yaşadığı çağdan asırlar sonra bile Hazret-i Mevlânâ’nın tasavvuf anlayışı ve eserleri ilgi görmektedir, günümüz de fikirleri geniş kitlelere ulaşarak, dünya çapında yayılmaya devam etmekte ve her kültür’den insana hitap etmektedir. Hazret-i Mevlânâ’nın anlayışının ve eserlerinin farklı kültürlerden birçok insana hitap ediyor olmasını sağlayan etken nedir? Hz. Mevlâna’nın anlayışının modern dünyamızdaki yeri’nin ne olduğu konusunda bizlerle fikirlerinizi paylaşır mısınız?

İbrahim Gamard: Hazret-i Mevlânâ’nın şiirleri- çeviriler’in kaliteleri farklı seviyelerde de olsa- müslüman ve gayrı müslim, birçok kişinin yüreğinin derinliklerine hitap etmekte.  Tasavvuf mürşidi (î  Şems-i Tebriz Hazretlerine duyduğu ilahi aşkın tasavvuru olarak Allah aşkının anlatıldığı öğretileri, hikayeleri, metaforları, yine yüce Allah’ın güzelliğinin sevgisinin tüm canlılar üzerindeki yansıması, okuyanlar ve dinleyenler’in kalplerinde çok kuvvetli bir tesir bırakmaktadır. Hz. Mevlâna’yı okumaya başlayan birisi,   kısa bir süre içinde ister istemez Hz. Mevlâna’nın eserlerinde büyük bir ustalıkla kullanmış olduğu ve farklı şekillerde tekrarladığı, Fars şiirlerinde karşımıza çıkan  pervane’nin mum alevine olan tutkulu aşkı, bülbül’ün gül’e duyduğu kavuşma arzusu, şahin’in şah’ın eldivenli eline dönmek için duyduğu melankolik arzu ve kamışlık yurdundan ayrılmış olan ney’in hasret dolu sedası gibi bir çok tasvir’e aşık olmaktan kendisini alamıyor. Hazret-i Mevlâna’nın şiirlerinin günümüz dünyasındaki insanlar üzerinde neden bu denli güçlü bir etkisi olduğu konusunda ortaya atılmış görüşlerden birisi de, bu yoğun ilgiyi  çağımızdaki çoğu insan’ın modern olan dünyevî ve maddeci kültür yapıları içinde yaşamalarından dolayı duydukları manevi boşluk deneyimine bağlıyor. (dayandırıyor). İnsanlar bu manevi boşluğu doldurmak adına Mevlâna’nın ilâhi sevgi ve manevi coşku ile ilgili görüşlerine bir yakınlık duyuyorlar.

Semazen net: Günümüzde semâ ile ilgili yaygın bir yanılgı var; insanlar semâ’ın islâmi bir zikr şekli olduğunu bilmemekte, çoğu zaman bir tür dans gösterisi olarak görmekteler. Celebi ailesinin günümüzdeki manevi lideri’nden (Faruk Hemdem Celebi) icazet almış bir Mevlevi Seyhi ve Mevlevî âdâb ve erkanı içerisinden yetişmiş birisi olarak, bu hususta neler söylemek istersiniz?

İbrahim Gamard: Semâ, Hazret-i Mevlâna’nın yaşadığı dönemden birkaç yüzyıl önce Bağdat’lı müslüman sufi’ler arasında uygulanmaya başlamıştır. Mistik şiir ve mûsikî etkisiyle içten gelerek doğal olarak ortaya çıkan beden hareketlerinden oluşuyordu. Bu hareketler dans’a benzer bir form’da, ayakta ve kolları sallayarak yahut bazen dönerek yapılıyordu.. Fakat bu hareketlere “dans”tır diyemeyiz çünkü dervişler Allah’ın rızası ile hareket ettirildiklerini hissetmedikçe yerlerinden kımıldamazlardı, buna müsade yoktu. Ve bu manevi hareketleri (semâ’ın) başkalarını etkileme arzusuyla yapılması yahut izleyenlerin kendilerine gıpta ile bakmalarına sağlamaya çalışmak kesinlikle yasaktı, çünkü bu riyakârlığa götürürdü. Bahsetmiş olduğumuz semâ şekli ile birlikte, bir de Allah’ın esma’larının cezbe ile haykırılması vardı. Mevlâna, oğlu ve torunları semâ’ı bu şekilde yapmışlardır (uygulamışlardır). Semâ etmek uzun bir müddet İslam alimlerinin çoğunluğu tarafından bid’at olarak görülmüştür, fakat müslüman dervişler, semâ’ın Allah’ın tesbîh edilmisende yoğun konsantrasyon içeren bir zikrullah şekli olduğundan, semâ’ın bid’at-ı hasane olduğunu belirtmişler ve Böylece dönemin sultanlarından ve devlet büyüklerinden destek görmüşlerdir. Neticede, Hz. Kur’ân mü’minlere “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.” (33:41), Rabbinin adını an ve bütün benliğinle O’na yönel. (73:8), ve “Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın.” (4:103) diye buyurmaktadır. Mevlevî semâ’ı da asırlar boyunca Allah’ı tesbîh etmek için yapılmış bir ibadet şekli olarak bu gerekçelenmeye sahiptir.

Fakat, Mevlevî semâ’ının, aslında zikirhaneler olarak bilinen Allah’ın tesbîh edildiği Mevlevî tekkelerinde ki semahanelerinde uygulanan geleneksel âdâb ve usulunden çıkartılmasıyla ve sahnelerde yapılan bir halk gösterisine dönüştürülmesiyle, islâmi ibadet olarak uygulanma gerekçelendirmesini bir nevi kaybetmiştir. Fikrimce semâ’ın bugün devam ettirilmesi ve uygulanmasına dair kalan tek gerekçelendirme, semâ ayinlerinin kutsiyeti’nin Mevlevîler tarafından  korunmasını umarak, bir gün tekrar âdâb ve erkan’a uygun olarak yapılacacağı ve sâdece Hakk’ı tesbîh için uygulunacağı umudunun olmasıdır. Ve bir tek semazenin dahi, konser salonunda gerçekleştirilen bir semâ âyininde, kalbiyle Allah’ı tesbîh etmesi, bahsetmiş olduğumuz islâmi  gerekçelendirme’yi bir nevi sağlar. Herşey’in doğrusunu Allah bilir.

Mevlevî semâ’ının korunması ve tekrar geleneksel âdâb ve erkan içinde uygulanması büyük bir önem taşımaktadır, çünkü geleneksel sema, Hazret-i Mevlâna döneminden itibaren uygulanmakta olan sema şeklinin çok önemli unsurlarını içinde barındırır. Bunlardan bazıları şunlardır: Manevî hareketler (duruş ve selamlamalar, dairesel hareketler ve çark atma), tasavvuf şiirleri (ağırlıklı olarak Mevlâna’nın Divan’ından alınmış beyitler), tasavvuf musikisi (ulvi Osmanlı musikisi usulünde), Allah’ı tesbîh etme  (Mevlevî âdâb ve erkanınca “Allah” esması’nın zikri yani ism-i Celâl yüksek sesle zikredilmez, Hz. Mevlâna’nın zikrettiği şekilde kalpten yapılır), ve Mevlevî şeyh’inin  ‘Post Semâ’ı’nın önemi (Semâ âyin’inin son selamında postnişin’inin meydan-ı şerif’in ortasında yavaşça semâ etmesi).

2006 yılında, (UNESCO’nun 2007 yılının Mevlânâ Yılı olması tavsiye kararını almasıyla hemen hemen aynı zaman’a rastlamaktadır.) UNESCO’nun Mevlevî Semâ’ını ‘Dünya Kültür Mirası Şaheserleri’ olarak kabul etmesiyle, geleneğin korunmasına yönelik çok büyük bir adım atılmış oldu. Bunu takiben Türk hükümeti Mevlevîlik ve Semâ törenleri hakkında bir genelge  yayınlayarak, bu kültürel mirasın doğru aktarılması, yaşatılması ve tanıtılmasına yönelik bazı adımlar atmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı, sema gösterisi icrâ eden her sema grubunun, grupta yeralan semâzen ve mutrib’in sema âyini hakkında gerekli bilgi ve yeterliliğe sahip olduklarına dair bir belge sunmaları gerektiğini kabul etmiştir. Bununla birlikte devlet, Mevlevî semâ’ının UNESCO’nun ilan ettiği Dünya Kültür mirası olmasını tam anlamıyla kabul etmeli, semâ ile bağlantılı ve içiçe olan, örneğin tarihi Mevlevîhânelerdeki semâhaneleri restore ederek, Mevlevî geleneklerini de korumaya yönelik sorumluluk almalıdır.

Bu konu’da atılması gereken diğer önemli bir adım’da, Devlet’in Çelebi ailesinin bugünkü reisi ve Çelebilik makamının manevi lideri olan (Hazret-i Mevlâna’nın 22. kuşaktan torunu, Osmanlı imparatorluğu döneminde ki son makam Çelebisi Abdülhalim Çelebi’nin büyüktorunu) Fâruk Hemdem Çelebi’yi resmen tanıması ve semâ’ya çıkacak olan postnişinlerin Çelebi tarafından belirlenmesine yetki vermesidir. Böylece, sâdece Fâruk Hemdem Çelebi’den yahut kendilerinden önce babaları Celaleddin M. Bakır Çelebi’den yazılı icazet almış olanlar semâ ayinlerini yönetebileceklerdir. Bu şekilde uygulanacak bir yaptırımla, bağımsız grupların başlarında yeralan onay almamış liderler, yahut (Amerika’da bazen yapıldığı gibi) postnişin olmadan yapılan semâ gösterileri engellenerek, Türkiye’de yasaklanacak ve böylece bu tarz gruplar başka ülkelere gitme cesaretini de gösteremeyecektir.

Mevlevî Semâ Âyîninde de olduğu gibi, semazenler postnişin’den destur almadan semâ etmeğe başlamazlar. Bu kuralı daha da genişletirsek, âyîn dışında farklı ortamlarda semâ edecek olan semazenler’in, icazet sahibi olan postnişinlerinden izin almaksızın semâ etmeleri kabul edilmemelidir. Umuyorum ki bu durum, Mevlevi kostümleri içinde para için otellerde, düğünlerde ve konserlerde dönen ‘profesyonel’ semazenlerin cesaretini kıracaktır ve yaptıkları işten vazgeçirecektir. Geleneği temsil eden liderlere daha fazla otorite hakkı verilmesi Mevlevî semâ’ının daha iyi korunmasını sağlayacaktır.

Semazen net: Günümüzde, birçok grup Hazret-i Mevlâna’nın adını haksız bir biçimde kullanarak, Mevlevî tarikatı ile bir bağları olduğunu iddia ediyor. Aslında Hazret-i Mevlâna’nın gerçek tasavvuf anlayışını hiçbir şekilde temsil etmeyen bu grup ve grup liderleri çoğu zaman şahsi menfaatleri için kendilerince belirlenmiş mevlevi ünvanlarını kullanıyorlar. Mevlâna sevenlerine ve yolunu takip etmek isteyenlere bu tarz yanılgılara düşmemeleri için neler tavsiye edersiniz?

İbrahim Gamard: Çok önemli bir soru. Bu konuyla ilgili olarak daha evvel 4. sorunuzda belirtmiş olduğum web sitemde, “Bütün Mevlevîlerin Lideri” başlıklı bir makale yayımladım. Mevlevî tarikatı, diğer birçok sufi geleneğinin aksine, Hazret-i Mevlâna’nın soyundan gelenlere ve Celebi ailesindeki makam Çelebisi’nin otoritesine bağlılık göstererek asırlarca birliğini korumuştur. Geleneksel merkezi otorite’ye  bağlılığın zayıflamasına bağlı olarak, mevlevi gelenekleri de bir nevi zayıflamaya uğramıştır. Mevlevîlere tavsiyem, bugün Mevlevilerin manevi lideri olan Fâruk Hemdem Çelebi Efendi’ye bağlılık göstererek, asırlardır uygulanan geleneksel saygı’yı sürdürmeli ve korumalıdırlar. Çelebi Efendi’nin otoritesi çok uzun süredir birçokları tarafından göz ardı ediliyor. Bağımsız Mevlevî gruplarının liderleri için ise Çelebi’yi Mevlevî geleneğinin lideri olarak tasdik ettiklerini belirten sözlerden çok daha fazlasını içermektedir. Bu liderlerin Çelebi tarafından kabul görmesi ve kendisine bağlılık yemini ederek, makam’ı tanıyacaklarına ve itaat edeceklerine dair söz vermeleri gerekir. İnternet aracılığıyla’da Çelebi Efendi tarafından tasdik edilmiş olan Mevlevî grupları’nın kimler olduğu duyurularak, hangi grupların Hazret-i Mevlâna’nın ve Mevlevîyye’nin geleneklerine bağlılık gösterdiği ve takip ettiği konusunda insanlar bilgilendirilmiş olunur.

Semazen net: Sayın İbrahim Gamard beyefendi’ye değerli görüşlerini bizlerle paylaştığı için kalb-i teşekkürlerimizi sunarız.