HZ. MEVLÂNA’YA GÖRE İBADET VE DUA
MEVLÂNA”YA GÖRE İBADET VE DUA*
Saygıdeğer misafirler, kıymetli Mevlâna dostları!
Bilindiği gibi yüce Mevlâ, kendisinin mazharı olacak bir varlık yaratmayı murad etmiş; birçok aşamadan sonra onu ete, kemiğe büründürüp ruhundan üflemiş ve insanı, yaratıkların en şereflisi kılmıştır.
Mutlak doğru, mutlak iyi ve mutlak güzel olan yüce Allah, bu nimetlerin bilinmesi için zıtlarını yaratmayı da dilemiş; bunun en önemli örneklerinden birini de ruh ile nefsi, yani mana ile maddeyi birleştirerek göstermiştir. Nitekim manevi varlığımızın, yani ruhumuzun karakteri, aslını aramak ve bütüne ulaşmakken; maddî varlığımızın karakteri, hayatın her alanına açılmak, her türlü zevkten nasibini almaktır. Buna göre rûhun istikâmeti meselâ bir ağacın köküne, tohumuna doğru ise; nefsin istikâmeti dallara, çiçeklere, meyvelere doğrudur.
İkisinin amacı da kendini gerçekleştirmek, arzularına erişmek olan bu zıt karakterleri bir bünyeye sığdıran ve melekleri ruha, Şeytan”ı na nefse yardımcı olarak tayin eden yüce Yaratıcı, bu imtihana insanoğlunu davet etmiş; onun kısmî istiklâlini sağlayan cüz”î iradesini, sonuçtan mesûl tutmuştur. Yani kulun, efendisine yönelmesini, onu arayıp bulmasını ve kendisini idrâke çalışarak kulluğunun gereğini yapmasını istemiştir. Hz. Mevlâna, insan terkibini meydana getiren ruh ve bedeni şöyle tavsif ediyor: “Sen, ten itibariyle hayvansın, can bakımından melek. Bu sûretle hem yerde yürürsün, hem gökte. (2/3776) Can, hikmete, bilgilere; ten ise bağa, bahçeye, üzüme meyleder. (3/4438) Ruh, yücelmeye, yükselmeye can atar; beden, kazanca, yiyeceğe, içeceğe! (3/4439) Cisme, o yücelikten bir nasib yoktur. Cisim, can denizinin karşısında, bir damla gibidir. (4/1880) Can, yücelere kanatlar açar; ten, tırnaklarıyla yere sarılır (4/1546) Can, beden kavgasından kurtulursa, beden ayağı olmaksızın gönül kanadıyla uçmaya başlar. (5/1721) Beden, insanı besleme hususunda anaya benzer ama, sana yüz düşmandan daha düşmandır. (6/1404) Şu sitemlerle dopdolu olan bedeni bir zırh bil; ne kışa yarar, ne yaza. (6/1406) İnsanın asıl gıdası Allah nurudur; ona hayvan gıdası lâyık değildir. (2/1083) Bir gönlün nuru olmadı mı o gönül, gönül değildir. Bir bedende ruh yoksa o beden, sadece topraktan ibarettir. (3/2878) Derenin suyu varsa ona dere denir. Adam da eğer canı varsa adamdır.” (3/2885)
Muhterem misafirler!
Âyet-i kerîmede “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zâriyat, 56) buyuruluyor. Arapça “ibâdet” kelimesinin lügatte iki manası vardır. Birincisi kul olmak, kulluk yapmak, yani Yaratıcı”ya ve hayatın sahibine tam manasıyla itaat etmek, emrettiklerini yapıp menettiklerinden uzak durmak demektir. İkincisi ise Türkçemizde yaygın olan manasıyla belirli şekillerde tapınmak ve tazim göstermektir.
Ömür boyu yaşam biçimi, fikirlerinin ve sözlerinin canlı şâhidi olan ve hep İslâmiyetin aşk derecesinde bir samimiyetle yaşanması gerektiğini savunan Mevlâna Hazretleri, daima insanları ruhun istikâmetine, yüce Yaratıcı”ya, onun Peygamber”inin yoluna, gerçek özgürlüğe, huzura ve barışa çağırmıştır. O”na göre insan, tabiatte ham halde bulunan ve içerisinde maden cevheri olan bir mineral topağına benzer ve ideal manada ancak aşk potasında ıstırap ve sırla yoğrulup eriyerek saflaşabilir; der ki “Bu riyâzetler, bu cefalar ocağın gümüşü tortudan ayırması içindir. (1/232) Derd çekmeden dermana eremezsin. Can vermedikçe cânânın vuslatına yol bulamazsın. [Rub. Genc. Ter.100] Bu aşk, peygamberleri de şan, şöhret sahibi yapmıştır. (1/220) Bizim peygamberimizin yolu da aşk yoludur.” [Rub. Genc. Ter.49] Bu aşk, inanan kişinin bütün hayatını, ânını kuşatan, benliğini saran bir duygudur ve dâimî bir kulluk şuurunu ve ibadet şevkini de doğurur. Nitekim Mesnevi”nin muhtelif yerlerinde ibadetlerimiz hakkında şöyle deniyor: “Bil ki tanıklar için tezkiye lâzımdır! Senin dâvanı kabul etmek, tanığı tezkiyeye bağlıdır. (5/252) Bu namaz, oruç ve cihad inanca tanıklık etmektedir. (5/183) Melek gibi Allah”ı tespih etmeyi kendine gıda yap da onlar gibi ezadan kurtul! (5/298) Yoksullara bağışta bulundun, zekât verdin, elinle bir hayır yaptın mı, bu iyilikler öbür dünyada ağaçlık, çayırlık, çimenlik olur. (3/3460) Peygamber (a.s.) buyurdu ki: “Bu yol için amelden daha vefalı bir arkadaş, bir yoldaş yoktur.” (5/1051) İbadet edenlerdeki doğruluk, takvâ ve yakîn rengi, ebediyen bâkidir. (6/4712)
Bu noktada şunu da vurgulayalım ki Hz. Pîr, bütün ibadetlerin titizlikle yerine getirilmesini tavsiye eder; ama “İbadetlerin netice vermesi için zevk, tohumun ağaç olması için iç gerek” (2/3396) sözüyle de ihlâs ve samimiyetin şart olduğunu bildirir; bilhassa namaz ve oruç üzerinde önemle durur.
Bilindiği üzere Miraçta yüce Mevlâ ile buluşup ilâhi hitâba erişen Hz. Peygamber, oradan değerli hediyelerle ümmeti arasına dönmüştür ki onların en önemlisi, “gözümün nûru” diye nitelendirdiği, “insanı kötülüklerden arındıran, dinin direği ve mü”minin miracı olan namazdır. Hz. Mevlâna bu önemi şu sözlerle ifade eder: “Kul, günde beş kere “namaza gel, feryat et!” diye davet edilir. (5/1599) Müezzinin “Haydi felâha” demesi yok mu? O felâh, bu ağlayış, bu sızlayıştır. (5/1600) Hakk”ın huzurunda, gözyaşı dökerek ayakta durmak, kıyamet gününde kabirden kalkıp mahşer yerinde dikilmeye benzer. (3/2148) Allah “Secde et de yaklaş” (Alâk,19) buyurdu. Bedenlerimizin secde etmesi, canlarımızın O”na yaklaşmasına sebeptir. (4/11) Peygamber (a.s.), “rükû ve secde varlık halkasını Hakk”ın kapısına vurmaktır” buyurdu. Kim o kapının halkasını döverse elbette tâlih ona baş gösterir. (5/2048-9) Allah mülk ve saltanat sahibidir. Kendisine baş eğene, bu topraktan yaratılan dünya şöyle dursun, yüzlerce mülk, yüzlerce saltanat ihsan eder.” (6/664)
Diğer taraftan şu bir hakikattir ki insanın en büyük zaaflarından birisi midesidir ve en etkili ıslah yolu da midesinden geçer. Bizleri maddî varlığımızın baskısından ve kasvetinden kurtaracak en önemli, en kutsal vasıtalardan biri de oruçtur. İşte bu sebepledir ki “Oruca sarıl, sabret; orucu terk etme, her an Hak”tan rızkını bekle! (5/1749) Açlık sıkıntısı, hem lâtiflik, hem hafif bir hale gelme, hem de Allah”a yalvarıp ibadette bulunma bakımından diğer illetlerden elbette daha iyidir. (5/2830) Ey sayılan, sevilen gümüş! Şu sayılı günler ocağında ateş, oruç kıvılcımlarıyla seni sızdırır, ayarı tam bir hale getirir.” [2307; II,183] diyen. Mevlâna, oruca ve az yemeye özel bir önem verir; “Cebrail (a.s.)”ın kuvveti mutfaktan değil! (3/6) Bu ağzı kapadın mı başka bir ağız açılır; o ağız sır lokmalarını yer, yutar. (3/3747) Beden aç olmadıkça harekete geçmez. Tok bedeni ıslah etmeye kalkışmak, soğuk demiri dövmektir âdetâ. (4/3623) Beden azığı, canın azıksız kalmasına sebep olur. İlkini azaltmak, ikincisini çoğaltmak gerekir. (5/145) (O halde) nurla gıdalan, göze benze. Ey insanların hayırlısı, meleklere uy!” (5/297) der. Ve O, Ramazan ayını bayram sevinciyle karşılar:
“Oruç ayı geldi, padişahın sancağı erişti. Çek elini yemekten; can sofrası, can gıdası geldi. Can tabiattan kurtuldu; tabiatın eli bağlandı. İman ordusu erişti, azgınlık ordusunun kalbini yardı. Elini yıka, gökyüzünden sofra geldi. [892; IV,336] Ekmeğe karşı yum ağzını, şeker gibi oruç geldi çattı. Yiyip içmenin hünerini gördün, bir de orucun hünerini seyret. Şeytan”ın bütün tedbirleri, bütün düzenleri, hileleri, bütün okları, oruç kalkanına çarpar da kırılır gider. [2307; II,183] Oruca sarıl, sabret. Yüceler yemeğini ercesine bekle!” (5/1749 vd.)
Muhterem misafirler!
Şurası muhakkaktır ki ibadetlerimiz, hem bizleri yoktan var eden, sayısız nimetler bahşeden yüce Yaratıcı”mıza gönülden teşekkür ve minnet duygularımızı ifade etmek içindir; hem de karakteristik özelliği kendi istiklâlini sağlamak, kayıt altına girmemek ve gönlünce zevklere garkolmak olan nefsi, disiplin altına sokmak ve onu, Hak yolunda eğitmek içindir.
İnsanı üstün tarafları, zaafları ve çelişkileriyle en güzel şekilde tahlil eden Mevlâna Hazretleri, ondan yüzde yüz doğruluk ve salâh beklemenin gerçekçi olmadığını bilir. Zaten Cenâb-ı Hak, bir kudsî hadiste, “İnsanlar eğer günah işleyip tövbe etmeyen varlıklar olsa idi, ben günah işleyip de tövbe edecek başka mahlûklar yaratırdım” demememiş miydi? Onun için Hz. Pîr, “Ümitsizlikten sonra nice ümitler var; karanlığın ardında nice güneşler var!” (3/2925) diyerek insanı tövbeye ve duaya davet etmektedir. Der ki “Yüce Allah, üstünlük bakımından gözyaşını, şehitlerin kanlarıyla bir tutmuştur, (5/1619) Eğer duada güzel bir nefese sahip değilsen yürü, özü sözü doğru kardeşlerden dua iste! (3/179) Kimin gönlü illetlerden arınmışsa onun duası, ululuk sahibi Allah”a kadar varır, makbul olur. (3/2305) Dertsiz dua soğuktur, bir işe yaramaz. Dertli dua ve niyaz, gönülden, aşktan gelir. (3/204) Dua ederken O”na kırık bir gönülle el kaldır. Çünkü Allah”ın merhamet ve ihsanı, gönlü kırık kişiye doğru uçar. (5/493) Kardeş, duadan ayrılma! Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla bir işin yok senin? (6/2344) Rahmetler saçan dua kapısını kim vurdu da ona yüzlerce baharla icabet edilmedi? (6/4239) Allah, yalvarıp yakaranlara ihsanda bulundu mu onlara ihsan ettiği şeylerle beraber, uzun da bir ömür bağışlar. (6/3164) Nerede bir dert varsa deva, oraya gider; neresi alçaksa, su oraya akar. (2/1939) Akarsu nerdeyse orası yeşerir; nerde gözyaşı dökülürse oraya rahmet nazil olur. (1/820) O”nun için ağlayan göz ne mübarektir! Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir! Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam mübarek bir kuldur.” (1/818-9)
Saygıdeğer Misafirler!
Beyhakî”den rivayet edilen bir hadis-i şerîfe göre iki cihan güneşi, yüce Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: “Allah Teâlâ, Şaban ayının 15. gecesinde, yani Berat kandili olarak kutladığımız gecede, kullarına rahmetiyle tecellî buyurarak af dileyenleri bağışlar, merhamat isteyenlere rahmet eder, içini kin bürümüş olanları ise kendi hallerine bırakır.”
Yüce Peygamber”in ayağının tozu olmakla övündüğü Mevlâna Hazretleri de bu hususta der ki “Ey kardeş, Bir olan Allah”a ve Muhammed (a.s.)”a yapış da ten Ebu Cehil”inden kurtul! (1/782) (Ey gönül!) Yürü, (Muhammed) Mustafa”nın ruhundan meded iste; O, ancak âlemlere rahmet olarak gelmiştir. [4/52] Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet ve düşkünlük ise hayvanlık vasfı…(1/2436) Öfkeyi, şehveti, hırsı terk etmek yiğitliktir; bu, peygamberlik damarıdır. (5/4026) Öfke ve düşkünlük, insanı şaşı yapar, ruhu doğruluktan ayırır. Kin (duygusu) gelince hünerler görünmez olur. Gönülden göze yüz perde iner. (1/333-4) Kin ve nefret duyguları kalpleri karartır. Barış dalgaları kalplerden kinleri atar; savaş dalgaları ise sevgileri altüst eder.” (1/2578) Ateşin şerrini defetmek istiyorsan, ateşin gönlüne rahmet suyunu aç. (2/1252) Belâyı defetmenin çaresi intikam almak değildir; bunun çaresi bağıştır, aftır, cömertliktir. (6/25120) Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı. Merhamete nâil olmak istersen zayıflara merhamet et. (1/822)
Af ve mağfiret vesilesi kandil geceleriyle süslenmiş olan bu mübârek günlerde dualarınızın kabul, ibadetlerinizin makbul olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
* 2007 yılında Berat Kandili münasebetiyle Mevlâna Kültür Merkezi”nde, semâ âyini öncesinde yapılan konuşmanın metnidir.