Hz.Mevlânâ’dan İyi Yönetim İlkeleri

A+
A-

Hz. Mevlânâ’dan İyi Yönetim İlkeleri

Ergin Ergül

Günümüzde yöneticilik, gerek kamu da gerekse özel sektörde artan sorumluluklarına paralel olarak, iyi bir eğitim ve bilgi düzeyinin yanısıra bilgelik de gerektiren  bir nitelik kazanmıştır. Hz. Mevlana’nın gerek hayatında yöneticilerle olan ilişkileri, gerekse çeşitli eserlerindeki düşünceleri günümüz liderlerine, yöneticilerine yol gösterecek, ilham verecek bir çok bilgelik içermektedir.

Hz. Mevlana’ya  bakışımızın, onu tarihi bir hatıra görmekten ziyade, güncel konularda yol gösterici, ilham verici bir kılavuz olarak değerlendirmeye dönüşmesi halinde, onun uçsuz bucaksız düşünce dünyasından, her alanda çok daha iyi yararlanabileceğimiz aşikardır. Bu nedenle, aşağıdaki satırlarda  Hz. Mevlana’nın eserlerine, bir de yönetici gözüyle bakmayı ve yöneticileri ilgilendiren konularda, onun güçlü, derin ve çarpıcı düşüncelerinin, günümüz terminolojisi ışığında zihnnimizde uyandırdığı çağrışımların bir kısmını kaleme almayı denedik.

Yöneticinin rol ve işlevi

Hz. Mevlana dönemi yöneticilerine gerek sohbet ve davranışları ve gerekse yazdığı mektuplarla daima yol göstermiş, onları halka hizmete, iyiliğe ve adalete davet etmiştir.

Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus II,Hz.Mevlâna”yı ziyarete gelir. Mevlâna ona gerektiği gibi iltifat göstermeyip dersi ve öğrencileriyle meşgul olur. Sultan bir süre bekledikten sonra “Mevlâna hazretleri, bana bir öğüt ver” der. Mevlâna kendisine sertçe bakarak “Sana ne öğüt vereyim. Sana çobanlık emretmişler; sen kurtluk yapıyorsun. Sana bekçilik emretmişler; sen hırsızlık yapıyorsun. Allah seni sultan yaptı; sen şeytanın sözüyle hareket ediyorsun.” der.

Bu sözleri işitip yaptığı icraatları gözden geçiren sultan, ağlayarak dışarı çıkar ve Allah’a daima âdil olacağına ve iyi işler yapacağına söz verir.

Görüldüğü üzere, Hz. Mevlana yöneticinin rolünü ve işlevini halkın, çalışanlarının huzur ve güvenliğini sağlama olarak görmektedir. “Hırsızlık yapıyorsun” eleştirisiyle, yöneticinin yolsuzluklarını eleştirmekte, kınamaktadır.

Bir gün, döneminin Başbakanı Emir Pervane, kendisine nasihatlerde bulunması ve öğütler vermesi için Mevlâna”nın huzuruna gelir. Mevlâna onun bu isteğini dinler, bir müddet susar ve Emir”e dönerek sorar: “Emir, Kuran’ı ezberlediğini duyuyorum..” Emir, “Evet ezberliyorum.” diye cevap verir. Hz. Mevlâna tekrar sorar: “Hadis-i şeriflerle ilgili bir eseri de Şeyh Sadreddin Hazretlerinden dinlediğini duyuyorum.” Emir tekrar “Evet, doğrudur.” diye cevap verir.  Bunun üzerine Hz. Mevlâna “Madem ki Allah”ın ve O”nun elçisinin sözlerini okuduğun ve bildiğin halde o sözlerden öğüt alamıyor ve Âyet ve hadislerin gereğince amel edemiyorsan benim nasihatimi nasıl dinlersin?” deyince Emir ağlayarak Hz. Mevlâna”nın huzurundan ayrılır ve artık adaletli bir yönetim göstermeye başlar.

Görüldüğü üzere, burada, Hz. Mevlana yöneticinin adalet, liyakat v ehliyet, danışma gibi değerleri, sadece bir görev ve makama aday iken savunmasından, dile getirmesinden ziyade, görevi sırasında uygulaması gereğini vurgulamaktadır.

Yönetici, kendini nasıl görmeli?

Hz. Mevlana yöneticilerin kendilerini, halkın üstünde bir güç ve kendisine mutlak saygı gösterilecek, itaat ve hizmet edilecek ayrıcalıklı insanlar olarak değil, adeta kendilerini insanların üzerinde yük olan tabut gibi görerek davranmaları gerektiğini şöyle vurgular:

Rüyada kimi tabuta konmuş götürülüyor görürsen, o kişi, yüksek bir mevkie ulaşır, mertebesi yücelir. Aslında yüksek mevkie çıkan, maddi yönden mertebesi yücelen bir kişi, halkın omzuna yüklenmiş cenazeye benzer. Daha doğrusu, yüksek mevkie çıkmış, itibar kazanmış bir kişi, aslında yüksek mevkide değildir. Belki de o halkın sırtına yük olmuş bir cenazedir.

Bu sebeptendir ki, o tabut, halka yüktür. Bu kendilerini halkın üstünde görenler ve kendilerini büyük sayan kişiler, halkın sırtına yük yüklerler. Kendileri de halka yük olurlar.

Bu bakış açısını içselleştirmiş bir yönetici, yönetilenlere tepeden bakamaz, kamudan hizmet alanların önüne bürokratik formalite ve engeller dikemez, vatandaşın işini kolaylaştırır, vatandaşın sevgi ve sempatisini kazandıracak hizmet yol ve yöntemleri bulur.

Kamu yönetiminde ehliyet ve liyakat

Günümüzde, « liyakata dayalı insan kaynakları yönetimi » kamu sektöründe iyi yönetim ilkelerinin başında değerlendirilmektedir. Bu ilkeyi ifade eden ve  sözlükler de  « yeterlilik, ustalık, uygunluk, yaraşırlık » olarak birbirine yakın anlamlarda kullanılan « ehliyet ve liyakat » kavramları Mesnevi’nin pek çok hikayesinde farklı karekterler vasıtasıyla işlenerek adeta Mesnevi’nin ruhuna aksettirilmiştir.

Liyakat, dar anlamda herhangi bir organizasyonda işe uygun ehil kişinin seçilmesi anlamına gelmektedir. Buradaki “işe uygunluk”, işin gereğini yerine getirebilmek için gerekli, bilgi ve deneyimdir. Diğer yandan, liyakat kavramı özünde etik ve erdem gibi değerleri de barındıran bir kavramdır. Bu açıdan, işe alınacak kişinin bilgi ve tecrübe sahibi olması yanısıra etik ve erdeme sahip olması da son derece önemlidir.

Hz. Mevlânâ’ya göre toplumda adaletin, barışın, güven ve  huzurun sağlanması ancak kamu görevlerine ehliyet ve liyakat sahibi insanların getirilmesiyle mümkün olabilecektir. Ehliyet ve liyakate bakılmaksızın işlerin yürütülmeye çalışılması halinde ise  toplumsal düzenin işleyişin zarar görecek,  ülkenin gelişmesi, ileri gitmesi mümkün olmayacaktır.

Mevlana aşağıdaki söz ve benzetmelerle kamu yönetiminde liyakat ve ehliyetin önemini vurgular.

Her söz bir halin alametidir. Hâl, el; söz, alet gibidir.

Bir kunduracının elinde kuyumcunun aleti, kuma ekilmiş dane gibidir.

Kunduracının önünde çiftçinin aleti, köpeğin önünde saman, eşeğin önünde kemik, bir şey ifade etmez.

El ve alet taş ile demir gibi, her şeyde çiftlik gerektir ki ateş çıksın”

Görüldüğü üzere, Hz. Mevlana devlet çarkının uygun şekilde işlemesi, halkın beklentilerine cevap verebilmesi için kamu görevlilerinin liyakatli ve ehil kimseler olmaları gereğini vurgulamaktadır. Gerçekten, her iş ehline verilirse, ehlinin elinden çıkarsa dürüst ve makbuldür. Ehlinden başkasına verilen işler daima aksak ve yerinde değildir. Hz. Mevlânâ bu önemli gerçeği bir takım benzetmelerle ifade ediyor. Gerçekten, bir alet yerinde olan kamusal yetki, makam ve mevki, ehil ve liyakatli kamu görevlisinin elinde değilse, kamu yararına bir iş ortaya çıkmaz.

Hüdhüd ile Karga hikâyesinde Hz. Süleyman’ın bütün kuşların arasından Hüdhüd’ü seçerek yanına alması, Peygamberin (s.a.v) Huzeyli’yi yaşlılara ve tecrübelilere üstün tutup reisliğe ve ordu komutanlığına seçmesi, Sultan Mahmut’un Ayaz’a bütün adamlarından daha fazla değer vermesi hep ehliyetli ve liyakatli oluşlarıyla ilgilidir.

Mevlâna, Beylerin Sultan Mahmuda, Ayaz’a 30 kişilik maaş vermesi nedeniyle şikayet ettikleri Mesnevi hikayesinde hem yöneticilerin liyakate değer vermeleri konusunda anlamlı bir mesaj verir, hem de Ayaz’ın şahsında ehil ve liyakatli insan portresi çizer. Sultan Mahmut onun devlet ve hükümetin başında görmek istediği zeki, adil, çevresinin etkisinde kalmayan, bağımsız karar verebilen, liyakata dayalı adil bir ücret politikası uygulayan yüksek karekterli idareciyi, Ayaz ise devlet bürokrasisinde görmek istediği bilgili, mütevazi, güçlü kamu görevlisini temsil eder.

Hz. Mevlana sadece kamu yönetiminde değil bireylerin kendi aralarındaki ilişkilerde bile ehil insanlarla birlikte olmayı, ehil olmayanlardan uzak durmayı öğütler: “Nâdân kişinin testisine taş at, fakat zeki ve bilgilinin eteğine yapış. Ehil olmayanlarla, bir an bile eğleşme, çünkü aynayı suda bırakırsan elbet paslanır.”

Ehil Olmayan Yöneticiler

En büyük felaketlerden biri, bir insanın ehliyetli olmadığı bir hususta “ben şöyle yaparım”,”böyle yaparım” demesidir. Hz. Mevlana Mesnevi’de birçok hikâyede ehliyetsiz, liyakatsiz insanların düştükleri gülünç durumları aktararak, altından kalkamayacakları iş ve görevlere talip olmama konusunda kendilerini uyarır.

Mesnevinin bir hayli uzun ilk hikâyesinin mesajlarından birisi şudur: “Cariyenin tedavisi neticesinde padişahın ihsanına uğramayı ümit eden doktorlar “bilmiyoruz”  demediler; birçok ilaçlar verdiler fakat hastayı tedavi edemediler. Hâlbuki kendilerinin bu tedaviden aciz kaldıklarını ve ehil bir doktor bulunması gerektiğini söyleyebilecek olgunlukta olsalardı, hasta o kadar sıkıntı çekmeyecek ve şifası gecikmeyecekti.

“Bakkal ve Papağan” hikâyesinde çok güzel konuşan, gelenlere güzel nükteler yapan, bundan dolayı da adeta sahibinin yokluğunda dükkanın bekçiliğini üstlenen papağanın aslında bekçilik yapmaya ehil olmadığını, bu sebeple dükkana giren kediden korkup ortalığı birbirine kattığını ve gül yağını döktüğünü anlatır. Papağan burada bilgi ve hüner sahibi, ehil bir bekçi değil, sadece bir mukallittir. Böyle olduğu için bilgi ve hüneri temsil eden gülyağını dökmüştür.

Yine, “eşek gitti” ve lâhavle yiyen eşek”  hikâyelerinde eşeğe bekçilik etmesi beklenen, ancak bu işe ehil ve layık olmayan hizmetçilerin eşeklerin telef olmasına yol açışlarını anlatır. “Düşmanına danışan adam” hikâyesinde de “kurttan bekçilik istemek doğru bir şey değildir. Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak aramamak demektir. Sözleriyle ehliyetsiz ve liyakatsiz bekçinin emanete zarar verebileceği gibi, “henüz kanadı çıkmayan kuş, uçmaya kalkışırsa her yırtıcı kedinin lokması olur.” Sözü gereğince kendisine de zararı dokunabileceğini belirtir.

Mesnevi’de, günümüz kamu bürokrasisinin yaygın bir hastalığı olan kendini olduğundan farklı, bilgi ve hüner sahibi, ehliyetli ve liyakat sahibi gösterenlerle ilgili pek çok örnek bulmak mümkündür. Boyacı küpüne düşen ve bu yüzden tavusluk iddiasında bulunan çakal, kuyruk derisiyle bıyıklarını yağlayıp etrafındakileri yağlı yemekler yediğine inandırmaya çalışan adam, halkın kendisine rağbet ederek saygı göstermesi amacıyla kavuğunun büyük görünmesi için bez parçaları ile dolduran hukukçu (fakih) bunlardan bazılarıdır.

Danışma ve uzmanlardan yararlanma

Mevlana yöneticiler için danışmanın, uzmanlardan yardım almanın gerekliliğini değişik vesilelerle vurgular.

“Sonunda pişman olmamak, hiç olmazsa az bir zararla kurtulmak için, yapacağın işlerde müşaverede bulunmak ve danışmak gerekmektedir.

Peygamberin bu tavsiyelerine karşı ümmetler, “Kimin ile istişare edelim?” diye sordular. Peygamber de; “Kendilerine uyulan akıllı kişilerle” cevabını verdiler.

Akıl, bir başka akıldan güç, kuvvet kazanır. Şeker kamışı da şeker kamışından olgunlaşır güçlenir.

Eski ve tecrübeli bir akıl sana bir taht bağışlar.

Aklın varsa, bir başka akılla dost ol da işlerini onunla danışarak yap.

Danışan akıllar, aydın kandillere benzer; yirmi kandil, elbette bir kandilden daha fazla aydınlık verir. Olabilir ya, belki de aralarında gökyüzünün ışığından uyanmış bir kandil vardır.

İnsan, akarsu bile olsa, onu bağlarlar; zamanının en akıllısı bile olsa aldatır da gülerler ona. Aklı, bir dostun aklına dost et de, “iyiler danışarak yaparlar” ayetini oku, ona göre iş yap.

Danışılarak yapılan işte, yanılmak, eğri bir iş görmek daha az olur.

Rüşvet almamak kamu görevlisi için bir haslet midir?

En bilinen şekli rüşvet olan yolsuzluk insanlık tarihi kadar eski ve evrensel bir sorundur. Her çağda ve toplumda var olmuştur. Yolsuzluk en genel anlamıyla, kamusal ya da özel gücün, kişisel çıkarlar amacıyla kullanılmasıdır.

Uluslararası alanda sayısız faaliyetlere, ulusal planda hazırlanan sayısız eylem planlarına, çıkartılan yasalara, oluşturulan yeni kurumlara rağmen yolsuzluklar azalma kaydetmeden ve yeni boyutlar kazanarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir.

Hz. Mevlana’nın eserlerindeki yol göstericiliği ile hedeflediği olgun ve örnek insan tipi çoğalmadığı sürece de, bu mücadelenin arzulanan sonucu veremeyeceği ortadadır.

Rüşvet almamak, yolsuzluğa bulaşmamak bir yönetici için bir haslet olarak değil,  en tabii vasıf olarak görülmelidir. Nitekim bir gün Hz. Mevlâna’nın yanına bir kişi gelir ve “Falan yönetici hiç rüşvet almadan iş yapıyor; ne değerli bir kişi” diyerek o idareciyi övmeye başlar. Mevlâna ise bu şahsı azarlayarak “Git buradan, zaten normal olanı da bu değil mi? Bu yapılması gerekenlerden dolayı hiç insan övülür mü?” der ve o kişiyi huzurundan uzaklaştırır.

Hz. Mevlana yolsuzluğa bulaşan yöneticileri adeta bir vampire benzetir. “Ey halkın başına geçip, kanını içen zalim! Bu işten vazgeç de, halkın kanı seni savaşa düşürmesin, senden intikam almasın.

Halkın malı, onların kanı gibidir. Bunu iyi bil ki, mal beden kuvveti ile elde edilir.

Rüşvet alanı ise fil yavrusu yiyen kişiyle kıyaslar ve anne fiilin yavrusunu yiyenlerden mutlaka intikamını aldığı uyarısında bulunur.

Fil yavrularının anaları kin güderler; bu yüzdendir ki, fil, yavrusunu yiyenlerden intikam alır.

Ey rüşvet yiyen kişi! Sen, fil yavrusunu yiyordun. Sana düşman olan fil kökünü kazır, seni mahveder.

SONUÇ

Hz. Mevlana’nın, eserlerinde sıklıkla vurguladığı kamu yönetiminde ehliyet ve liyakat, dürüstlük, başkalarının haklarına saygı, rüşvetten sakınma gibi konuların, günümüz terminolojisi ile bağı, uyumu ortaya konularak işlenmesi halinde, bugün sosyal bilimlerde yeni ve ithal gibi görünen bir çok konu ve kavramın, aslında bizim gerek kültürümüzde ve gerek kolektif bilinçaltımızda zaten yer aldığı, dolayıyla yitik öz malımız olduğu görülecektir.

Günümüz insanı, özellikle yöneticiler, yaşayışı, düşünceleri ve mesajları ile tüm insanlık için evrensel bir değer olan Hz. Mevlana’yı ve çağlarüstü mesajını anlamalıdır. Onu sevenlere, tanıyanlara önemli bir görev düşmektedir. Onu,  anmanın yanısıra, çok boyutlu, derin ve zengin  düşünce dünyasını çağımız insanına, toplumlarına anlatmalıdırlar. Çünkü, günümüz aydını, siyasetçisi ve  yöneticisi ancak Hz. Mevlana”yı iyi kavradığı zaman insan hakları, kamuda iyi yönetişim ve saydamlık, yolsuzlukla mücadele gibi güncel kavramların içini doldurmak, teorik düzeyden pratiğe tam olarak taşımak mümkün olacaktır.

Günümüzde her alanda bilimsellik ve uzmanlaşma önem kazanmıştır. Sorun alanları, bilimsel yöntem ve araştırmalarla çok iyi ortaya konmakta, hazırlanan raporlarda bilimsel, mantıki değerlendirme ve önerilere ulaşılmaktadır.  Ancak, sorunlar ne kadar objektif tespit edilirse edilsin, değerler, kavramlar, ilkeler ve yasalar ne kadar iyi formüle edilirse edilsin, çözümler ne kadar güzel oulrsa olsun,  onları uygulayacak, yaşama geçirecek bireyler, Hz. Mevlana gibi olgunluk yolunda yürüyen, dış dünyanın işlerine zengin ve derin bir iç dünya ile katılmış bireyler değilse, beklenen sonuç elde edilemeyecektir.

 

KAYNAKÇA

A.Kadir, Bugünün Diliyle Mevlânâ, say yayınları, İstanbul 2002.

Eva De Vitray-Meyerovitch/ Djamchid Mortazavi, Mathnawi, La quête de l’absolu, édition du Rocher, Paris 2004.

Gülgün Yazıcı , Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde Ehliyet ve Liyakat Kavramları, Turkish Studies, 2009, Volume 4 Issue 7, ss. 928-938

Hicabi Kırlangıç, Mevlana Celaleddin Rumi yedi Meclis (Mecalis-i Seb’a), Kurtuba Kitap, İstanbul 2010

M. Muhlis Koner, Mesnevînin  Özü, Tablet, Konya 2005

Nuri Şimşekler, “Mevlâna”ya Göre; Yöneticiler (Siyasetçiler), Halk Ve Adalet”, http://akademik.semazen.net/

Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, Ötüken yayınevi, İstanbul 2003.

Veled İzbulak, (Gözden geçiren Abdulkadir Gölpınarlı) Mesnevi, Konya Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2004.

Yakup Şafak, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, Konya Büyükşehir Belediyesi, Konya 2007.

 

 

ETİKETLER: