Hz. MEVLÂNA VE HÜMANİZMA – Sedat TEMUR

A+
A-

Hz. MEVLÂNA VE HÜMANİZMA

Prof. Dr. Sedat TEMUR

Şunu açık yüreklilikle ve taammüden söylüyorum ki, Hz. Mevlâna’ya hümanist demek, onun fikirlerini hümanizmle açıklamak; eğer bilgisizlik, papağanlık, safdillik veya çağdaş (!) görünme sevdâsı değilse; doğrudan Hz. Mevlâna’ya, dolaylı olarak da İslâm’a dil uzatmak, haddini aşmak, küstahlık etmek demektir. Şöyle ki;

Hümanizma, eskilerin tabiriyle umanizma(1) kelimesinin sözlük anlamı(2) “İnsancıllık, insan sevgisi ülküsünü paylaşmak” olarak verilmiş. İşte Hz. Mevlâna’ya bile bu kelimeyi yakıştırmanın kaynağı/kolaylığı da bu sözlüklerden geliyor olmalı. Hümanizmanın gerçek anlamı(1) ise “Dünyanın merkezine insanı, hatta insan aklını, usu koymak” demektir. Dolaysıyla “İnsandan ve onun aklından başka her şeyi yok saymak, insanı “nesne” olmaktan çıkartıp “özne” yapmak, her şeyi yapma iradesinde ve hürriyetinde varlık olarak algılamak” demektir.

Eski Yunan’da Sokrates “Kendini bil”, Protogoras da “İnsan her şeyin ölçüsüdür” demiş(2). Tanrı’nın bile ölçüsü insan olmuş. Bütün Eski Yunan Tanrılar’ı insanlaşmış. Hepsi yaşayan, yiyen, içen, seçen, hatta insanın bile yapamayacağı, ancak hayal edebileceği kötülükleri, çirkeflikleri, ahlâk dışı davranışları yapabilen varlıklar olmuş. Sapık ihtiraslar için dünyayı yakıp, şimşekler çaktıranlardan, kızı, kız kardeşi ve eşinin arasında tercih yapmaya zorlananlara kadar, ne ararsan var bu Tanrılarda. Bir de Yarı Tanrı’lar var: kahramanlar. Bunlar da insan, ama Tanrılar’la konuşabilen, onlardan emir alan, gerektiğinde onları yönlendiren insanlar bunlar. Yani Tanrılar uydurma, esas olan insan. Merkezdeki insan. Diğerleri ise sadece insanın merkezdeki yerini sağlama almak, sürdürülebilir kılmak için hazırlanmış kurgular.

Avrupa aydınlanırken amaç dinin ve onun temsilcisi kilisenin baskısından kurtulmak olmuş. Bunun için “dinden çıkmak” gibi radikal bir değişmenin yerine, “dinin özüne dönmek, Hıristiyanlığı ilk çıktığı şekliyle algılamak ve inanmak, dinin içine sonradan giren bütün kurallardan, müeyyidelerden, efsanelerden kurtulmak” fikri gelişmiş. Bu hem inananları rencide etmemiş, hem de vicdanî muhasebelerinde yekûnu hafifletmiş görünüyor. Nihayet aydınlanırken dinin özüne döne döne Eski Yunan’ı keşfetmişler. Böylece dünyanın merkezine insanı koymuşlar. Hıristiyan dininin doğuştan kirli kabul ettiği insanın yerini Sokrates’in erdemli insanı almış. Bunun adı da Hümanizm olmuş. Acaba Hz. Mevlâna’da böyle bir temayül, yeni tabirle eğilim gören var mı? Eski Yunan’a dönme fikri?

Hümanizma ilerledikçe insanın tarifi de değişmiş. İnsan us/akıl olmuş. Merkezdeki insan değil, merkezdeki us. Bunlara göre tabiatı, yani insanın gerçek evini ve tabiat kanunlarını sadece us algılamaktadır. Artık bilim us demektir, us da insan. İnsan ancak bu us sayesinde kendini nesnellikten, kul olmaktan, kurtarıp özne yapabilir. Özne her şeydir. Dünyanın, varlığın, yokluğun, gelişmenin, sömürmenin, teknolojinin, her şeyin hamisi ve ibda edeni özne, yani insan, yani onun aklı. Bunun adı da hümanizm, insancıllık. Hz. Mevlâna’ya yakıştırılan sıfat.

Sonra hayatın, hayat bilgisinin anlamı “insan” olmuş. İnsanın nasıl olması gerektiği tartışılırken nasıl bir hayat yaşaması gerektiği de hükme bağlanmış. İnsan öznedir. Bunu başaramayan insan değildir ve yardıma muhtaçtır. Böylece muhtaçlara yardım örgütü olarak oryantalistler, lejyonerler, tebliğciler türemiş. Bunların kimi Evanjelist, kimi Protestan, kimi satanist, kimi ateist, kimi bilmem ne?. Ama hepsi hümanist. İnsan sevgisiyle dolu (!). Nazi kamplarındaki, Bosna’daki, Irak’taki, Güney Afrika’daki, Gana’daki hümanistler bunlar. Hz. Mevlâna bu hümanizmanın neresinde?

Hümanist olmanın da standartları var(2): “Bireysel özerklik tamamlanmış olmalı. Us eleştirel yöntemle işlemeli. Dünyevi hayatın mesuliyeti birey özerkliğine, dolayısıyla özgürlüğüne bırakılmalı. Düşünce faaliyeti sadece öz bilincin (!) ya da kendi kendini bilmenin peşinde olmalı” gibi. Ya Hz. Mevlâna! Sana hümanist diyenleri tolere etmeyecek, ama hoş görecek kadar büyük olduğun için sızlamayacaktır inşallah kemiklerin.

Bir de gelişmiş hümanistler var. Hayatın bütün alanlarında özneye göre var olma şartı getiren “tekbenci” hümanistler(3). Bu hümanist aydınlanma, düşünürü Kant’a göre “öznellik nesnenin varlığını sağlayan usun bir tasarımıdır. Aydınlanmış ve öz bilincinin farkına varmış özne (insan), kendi hayat kurallarını özgür talepleriyle ve kendi ahlâk buyruğuna göre belirleyecektir(3). Kendisini amaç olarak görecektir. Düşünmek için özgür olmak gerekir. Düşünmek hislerin dünyasından bağımsız olmalıdır”. İşte bu aydınlanmacı us inanç (iman) kavramını alt etmiştir. Allah aşkına, bunun neresi Hz. Mevlâna?

Aslında insanı merkeze koyarak bütün dinlere karşı baş kaldıran hümanizma nihayet Nietzsche’ye çarpar. İnsanın sadece güç isteyen bir varlık olduğunu, insanın hayatta kalmak için hiçbir ahlâkî değer taşımadığını(4) söyler bu Alman düşünür. İyi kötü, doğru yanlış, değerli değersiz ayrımı bütünüyle kaybolmaya başlar hümanistin dünyasında. Dünyanın merkezsinde yer alan özne insanın usu ve bilgisi artık ne kendini ne de çevresini tanımlayabilecek durumdadır. “Biricik” psikopattır insan, Hz. Mevlâna değil.

Bütün bunları düşününce, son iki yüzyıl içinde başımıza gelenlerle Hz. Mevlâna’ya hümanist diyenlerin arasında bir bağ, hatta illiyet kurmamak mümkün değil. Bizi de aydınlatmak (!) için Hz. Mevlâna ve onun insan sevgisi (!) bir tuzak mı yoksa?


(1) Sevük, İ. H., 1943, Avrupa Edebiyatı ve Biz; Çağlayan Yayl., İstanbul, Cilt 1, 435 s.
(2) Türk Dil Kurumu, 1998, Türkçe Sözlük; Türk Dil Kurumu Yanl., Ankara, Cilt 1. 1136 s.
(3) Cengiz, E., 2000, İki bin beş yüz yıllık düş: Hümanizm; Doğu Batı Düşünce Derg., 3, 10, 147-152
(4) Donta, A., 2002, Nietzsche; Paradigma Yayl., İstanbul, 88 s.

stemur@selcuk.edu.tr
www.stemur.selcuk.edu.tr