HZ. MEVLÂNÂ VE ÇEVRESİNDEKİ BAZI ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER

A+
A-

HZ. MEVLÂNÂ VE ÇEVRESİNDEKİ BAZI ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER*

“Hz. Mevlânâ ve Çevresindeki Bazı Önemli Şahsiyetler” konulu konuşmamı yapmadan önce hepinizi saygıyla selamlarım.

Panelimiz, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ve ailesinin Konya’ya gelişlerinin 770. yıldönümünü anma münasebetiyle düzenlenmiş olduğundan bendeniz, konuşmamda önce Hz. Mevlânâ’nın kısaca hayat hikâyesini anlatarak onun yakın çevresini tanıtmaya çalışacağım; sonra da kendisiyle münasebeti bulunan diğer bazı önemli şahsiyetler üzerinde duracağım.

Bilindiği üzere Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî 6 Rebîülevvel 604 (30 Eylül 1207)’te Belh şehrinde dünyaya geldi.Annesi Belh Emîri Rükneddin’in kızı Mü’mine Hatun, babası “Sultânü’l-ulemâ” lakabıyla tanınan Bahâeddin Veled idi. Harezm’in en ünlü âlim ve mutasavvıflarından biri olan Bahâeddin Veled muhtemelen o dönemdeki siyasi karışıklıklar ve özellikle Moğol istilası sebebiyle Belh’ten ayrıldı. Bu ayrılışta büyük âlim Fahreddîn-i Râzî ile aralarında ihtilaf bulunması ve Râzî ‘ye büyük bir saygıyla bağlı olan Sultan Muhammed Harezmşâh’ın kendisini incitmesinin de rolü bulunmuş olmalıdır. Bahâeddin Veled ve ailesi, tahminen 609-610/1212-1213 yılları arasında, yakınlarından bir grupla birlikte hac maksadıyla yola çıktı.

Celâleddin Muhammed, bu esnada 5-6 yaşlarında idi. Nişabur’da büyük sûfi Feridüddîn-i Attâr ile görüştüklerinde o da babasının yanında bulunuyordu .Attâr, Esrâr-nâme adlı eserini küçük Celâleddin’e hediye etmiş ve Bahâeddin Veled’e “Bu çocuğu aziz tut; çok geçmeden dünyadaki aşıkların gönüllerine ateş düşürecek” demişti.

Hac yolculuğundan dönerken Şam’a uğradılar, bir süre sonra da Erzincan’a geçtiler. Burada Mengücekoğulları hükümdarlarından Fahreddin Behramşah vardı. Bu hükümdar ve onun oğlu Alâaddin, âlimlere karşı derin hürmet duyan kişilerdi. Bahâeddin Veled ve ailesi daha sonra Malatya’ya gidip orada 4 yıl kaldılar, buradan da Larende (Karaman)’ye göç ettiler.

Larende’de genç Celâleddin’i Hâce Lâlâ-yı Semerkandî’nin kızı Gevher Hatun’la evlendirdiler ki bu evlilikten Bahâeddin Muhammed (Sultan Veled) ve Alâeddin Muhammed dünyaya gelmiştir. 7 yıl Larende’de ikametten sonra Bahâeddin Veled, Selçuklu hükümdarı Alâaddin Keykubad (616-634/1219-1237)’ın daveti üzerine Konya’ya yerleşti ve burada 628/1231 yılı Rebiülâhırında vefat etti.

O zamanlar Anadolu Selçuklularının başkenti olan Konya, Selçukluların gösterdikleri alâka ve hürmet dolayısıyla bir grup alim ve mutasavvıfın göç ettiği ve Moğol saldırılarından kaçan bir kısım insanların sığındığı bir yer idi. Nitekim Mevlâna bu şehirde irşad makamında bulunduğu sıralarda Sadreddîn-i Konevî, Fahreddîn-i Irâkî, Şerefeddîn-i Mavsılî, Saîd-i Fergânî gibi zamanın büyükleri Konya’da bulunuyordu; Necmeddîn-i Dâye de bir süre orada kalmıştı.

Bahâeddin Veled vefat ettiğinde Mevlâna 24 yaşındaydı ve müridlerin ricası ya da Sultan Alâaddin’in ısrarı üzerine babasının yerine geçerek vaaz, irşad, tedris ve fetva ile meşgul olmaya başladı. Ancak kısa bir müddet sonra Bahâeddin Veled’in halifelerinden Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî Konya’ya gelip zahirî ilimlerde ileri bir seviyeye ulaşmış bulunan genç Celâleddin’e “istiyorum ki mana ilimlerini de benden alıp tam manasıyla babanın varisi olasın” diyerek onun manevi eğitimini üzerine aldı. Mevlâna da kendisine teslim olup 9 yıl onun hizmetinde kaldı; hali değişti ve Tirmizî’nin isteği üzerine tahsilini ikmal için Halep ve Şam’a gitti. Şam’da Şeyh-i Ekber lakabıyla anılan büyük sûfi Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile görüştü.

Mevlâna Celâleddin Suriye’deki 7 yıllık ikâmetinden sonra Konya’ya geri döndü. Seyyid Burhâneddin’in isteğiyle bir süre riyazete devam etti. Daha sonra Seyyid Burhâneddin kendisini bir kenara çekerek “aklî ve naklî bütün ilimlerde insanlar arasında emsalsiz idin; şimdi ise bâtınî sırlara ve hakikate ulaşmada enbiya ve evliyanın gözdesi oldun” diyerek imtihandan başarıyla çıktığını ve bundan sonra halkı irşad ve talimle meşgul olması gerektiğini belirtti.

Büyük bir alim ve sûfi olan ve “Seyyid-i Sırdan = Sırları bilen Seyyid” diye anılan Burhâneddin-i Tirmizî 638/1241 yılında Kayseri’de vefat etti. Mevlâna bu tarihten itibaren Konya’da dini ilimleri talime ve vaaz u nasihate başladı. Yaklaşık 400 öğrencisi vardı. Şöhreti her tarafa yayılmış ve müridleri çoğalmıştı. O, gerek babasından gerekse Seyyid Burhâneddin’den zâhidâne telakkiler almıştı. Bu yüzden bir taraftan öğretimle uğraşırken diğer taraftan Gazâlî’nin dini hükümlerle birleştirdiği tasavvuf esaslarıyla uğraşıyordu.

Günler bu minval üzere geçerken 642/1244-1245 senesinde Şems-i Tebrîzî adında tuhaf halli, gezgin bir derviş Konya’ya gelip Mevlâna ile görüşünce onun üzerinde şiddetli ve değiştirici bir etki yaptı. Muhtemelen Mevlâna onu, ilk olarak Halep veya Şam’da görmüştü.

Mevlâna’nın Şems ile buluşmasına dair birçok müphem rivayet vardır. Ancak aşikâr olan şudur ki Mevlâna Şems’i görünce birden değişmiştir. Manevi alanda sürekli ilerlemeyi arzulayan ve bunun için mana adamlarının peşinde olan Mevlâna, nihayet aradığını bu büyük arifte bulmuştu. Kendisine rica ve niyazda bulunarak evine davet etti. Artık sadece onunla hemhal oluyor, başkasıyla görüşmüyordu. Dersi, vaazı, medreseyi, minberi terketmişti. Haftalarca, hatta aylarca bu şekilde süren bir beraberlikten sonra Mevlâna yolunu değiştirdi. Artık tasavvuf hırkasını giymiş, aşk, cezbe, vecd ve coşku içinde şiirler söylüyordu. Önceleri babasının ve Seyyid Burhâneddin’in izinden giderek iltifat etmediği semâa başlamıştı. Meclisinde ney ve rebab nağmeleri yankılanıyordu.

“Mevlâna gibi halkın sevgilisi olmuş zâhid bir alimin, Şems gibi kendilerince laubali ve marifet tavrından uzak olan ve kim olduğu bilinmeyen birisi tarafından avlanması; aylarca görünmeyerek onunla başbaşa kalması; sahip olduğu her şeyi yoluna dökmesi; dersi, vaazı, fetvayı terketmesi ve nihayet sıradan kimselerin dahi tahammül edemeyeceği bir aşk ve cezbeyle ortaya çıkması, Mevlâna’nın çevresindekilerin Şems’e düşmanca bir tavır almalarına, hatta kendisine “büyücü” diyerek hakaret etmelerine yol açmıştı. Onların bu söz ve tavırlarına kırılan Şems de bir gün ansızın ortadan kaybolmuştu.”

Şems gidince Mevlâna’nın eski haline geleceğini umanlar aldanmışlardı. Perişan, üzüntülü bir halde, ısrarla Şems’in bulunmasını istiyordu. 15 ay sonra nihayet bir gün Şam’da olduğunu haber alınca oğlu Sultan Veled’i, kendisinden özür dilemek ve Konya’ya davet etmek üzere bazı yakınlarıyla birlikte Şam’a gönderdi.

Şems’in muhabbet duygularının galeyana gelerek Konya’ya dönüşü, Mevlâna’yı fevkalâde sevindirdi. Müridleri kendisinden özür dilediler. O da onları affetti. Artık sema meclisleri tertip edilmeye başlandı. Şems ve Mevlâna’ yi her gün biri, bir yere çağırıyor, herkes gücü yettiğince davet veriyordu. Fakat bu durum uzun sürmedi. Mevlâna Şems ile birkaç defa başbaşa sohbet edince Şems aleyhine yine dedikodular başladı. Birincisinden çok daha şiddetli olan bu ikinci fitneye Mevlâna’nın ikinci oğlu Alâaddin Çelebi de karışmıştı. 645/1247- 48 yılında Mevlâna’ nın müridlerinden ve yakınlarından bir grup Şemsi öldürmek üzere harekete geçmişler ve onu gizlice öldürerek cesedini kaybetmişlerdi, ya da diğer bir ihtimale göre Şems Konya’dan kaçmıştı.

Onun ansızın kaybolup gitmesi Mevlânâ’yı şaşkına çevirdi. Gece gündüz şiirler söylüyor, sema ediyor, bir yerlere sığamıyor, bir an bile dinlenmiyordu. İşte yaklaşık 40 bin beyitlik Dîvân-ı Kebîr’deki gazellerin çoğunu onun bu hâlet-i ruhiye içindeyken söyledikleri teşkil eder. Mevlâna’nın bu halleri bir kısım âlim ve fakihleri kızdırmıştı. Yaptıklarının, söylediklerinin dine aykırı şeyler olduğunu söylüyorlardı. Bütün bunlardan incinmiş olan Mevlânâ, Şam’a gidip Şems’i yeniden aramaya başladıysa da onun izini bulmak mümkün olmayınca tekrar Konya’ya dönmek zorunda kaldı. 647/1250 yılındaki bu dönüşten sonra yavaş yavaş kendine geldi.

Sonunda o “güneş” kendi varlığında doğmuş, onu kendinde bulmuştu.

Bu tarihten sonra, Mevlânâ halkı irşadla, sûfî ve ariflere yol göstermekle meşgul oldu.. Eski müridlerinden Salâhaddin-i Zerkûb’u kendisine arkadaş edindi. Mevlânâ’ya bağlılığı sonsuz olan Salâhaddin, on senelik samimi bir dostluktan sonra 65 7/125 8 senesinde hastalanarak vefat etti. Mevlânâ bundan çok etkilenerek yine bir takım şiirler yazdı.

Salâhaddin’in vefatından sonra Çelebi Hüsâmeddin onun halifesi ve sırdaşı oldu. Mevlânâ’ya büyük bir saygı ve sevgiyle bağlı olan Çelebi Hüsâmeddin, sülük âdabını ve tasavvufî hakikatleri dervişlere telkin edebilecek bir eser vücuda getirmesini ve o zamana kadar yazılan gazellerin epeyce büyük bir yekûn tuttuğu için biraz da mesnevi cihetine rağbet etmesini şeyhinden rica etti: O da Mesnevî’in ilk onsekiz beyitinin yazılı bulunduğu bir kağıdı sarığının arasından çıkararak kendisinin de bunu düşündüğünü söyledi. En az 7-8 senelik bir zamanda altı ciltten oluşan yaklaşık 26 bin beyitlik o muazzam âbide vücuda geldi.

İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük mutasavvıf ve mütefekkirlerden biri olan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, aniden hastalanarak 5 Cemaziyelahir 672 (17 Aralık 1273) Pazar günü gurub vakti ebedi sevgilisine kavuştu. Mevleviler bu geceyi “şeb-i arûs” yani düğün gecesi olarak adlandırırlar.

Hz. Mevlânâ’nın yukarıda zikredildiği gibi Gevher Harun’dan doğma iki oğlu vardı. Gevher Hatun’un vefatından sonra “Kira Hatun” isimli dul bir hanımla evlenen Mevlânâ’nın bu ikinci eşinden de “Emir Alim” ve “Melike” isimli bir oğlu ve bir kızı dünyaya gelmiştir.

Engin fikirleri kadar Anadolu’nun birliğinin sağlanması ve yurt edinilmesinde de büyük rolü bulunan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin vefatından sonra Hüsâmeddin Çelebi, Sultan Veled’e halifelik teklif etmiş, o ise bunu kabul etmemiş ve kendisinin bu makamda kalmasını istemiştir. 683 veya 684 (1284 veya 1285) yılında Hüsâmeddin Çelebi vefat edince, onun makamına halkın ısrarıyla Sultan Veled geçmiş, 712 (1312)’de vefat edinceye kadar yaklaşık 30 sene bu makamda bulunmuş ve Mevlevîliği sistemli bir tarikat haline getirmiştir. Ondan sonra bu vazifeyi, oğlu Ulu Arif Çelebi devralmıştır.

Mevlevîliğin farklı ve orijinal yönlerinden birisi de semâ yani musikî eşliğinde yapılan ayindir. Asırlarca Mevlevî tekkelerinden büyük şairler ve sanatkârlar yetişmiş, bu tarikat toplumun ileri gelenlerince büyük bir saygıya mazhar olmuştur.

Hz. Mevlânâ’nın çevresine gelince: Onun Anadolu Selçuklularının payitahtı olan ve zamanın çok değerli şahsiyetlerini barındıran Konya’da toplumun her kesiminden insanlarla münasebeti vardı. Etrafındaki asıl çoğunluğu esnaf, zenaatkâr ve halktan kişiler teşkil ediyordu. Bununla birlikte devlet adamları, alimler, mutasavvıflar, sanat erbabı ve toplumun diğer seçkin kesimlerinden pek çoğu ile iyi ilişkiler içerisindeydi.

Selçuklu hükümdarları ona derin bir saygı duyuyorlardı. Hz. Mevlânâ, hayatında I.Alâaddin Keykubad (619-634/1219-1237), I-I.Gıyâseddin Keyhusrev (634-644/1237-1246), ll.İzzeddin Keykâvus (644-655/1246-1257 tek başına veya müştereken), Il.Alâaddin Keykubad (646-655/1248-1257 müştereken), IV. Kılıç Arslan (646-663/1248-1265) müştereken veya tek başına) ve III.Gıyâseddin Keyhusrev (663-681/1265-1282)’in saltanatlarını görmüştür. Bunlardan bilhassa I.Alâaddin Keykubad , ll.İzzeddin Keykâvus ve IV.Kılıç Arslan’ı, onunla münasebetleri açısından zikretmeliyiz.

Bilindiği üzere Hz. Mevlânâ ve ailesinin Konya’ya göç ettikleri dönemde, özellikle adaleti ve iyilik severliğiyle ünlü I.Alâaddin Keykubad’in sayesinde hükümdarlık parlak bir dönem yaşıyordu. O zamanlar Anadolu bir huzur ve sükûn beldesiydi. Moğol istilâsından kaçıp gelenlerle birlikte Anadolu’da büyük alimler, mutasavvıflar, devlet adamları, sanatkârlar yetişmiş, halk uzun ömürlü olmasa da adalet ve güven içerisinde müreffeh bir hayat sürmüştür. Bu büyük şahsiyetlerden bazılarının isimlerini anmak, konumuzu aydınlatmak için yeterlidir.

Devlet adamlarından: Şemseddîn-i Isfahanı, Celâleddîn-i Karatâyî, Muîneddin Pervane, Bedreddin Gühertaş, Taceddîn-i Mu’tez, Melikü’s-sevâhil Bahâeddin, Emîneddin Mikâîl, Sahib Ata Fahreddin Ali, Cacaoğlu Nûreddin, Hatiroğulları, Mecdeddin Atabek, Alâmeddin Kayser, Ekmeleddin Tabib, Celâleddîn-i Müstevfî, Kadı İzzeddin, Emir Mühezzebeddin Ali, Bahâeddin Bahrî;

Alim ve mutasavvıflardan: Sadreddîn-i Konevî, Kadı Sirâceddîn-i Urmevî, Safiyyüddîn~i Hindî, Fahreddîn-i Irâkî, Şemseddîn-i Maletî, Şemseddîn-i Mardinî, Zeyneddîn-i Râzî, Hoca Fakîh, Kemâleddîn-i Kâbı, Saîd-i Fergânî, Şerefeddîn-i Mavsılî, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evren, Hacı Mübârek-i Hayderî, Şeyh Baba-yı Merendî.

Bu şahsiyetlerin büyük çoğunluğunun Mevlânâ ile yakın ilişkileri bulunduğunu dönemin kaynaklarından öğreniyoruz.

Bu arada bir süre de olsa Konya’da bulunmuş olan Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Kutbeddîn-i Şîrâzî ve Necmeddîn-i Dâye’yi de anmak gerekir. Ayrıca büyük mutasavvıf şair Sa’dî-i Şîrâzî ve Evhadiyye Tarikatının kurucusu Evhadüddîn-i Kirmani’nin de Konya’ya geldikleri rivayet edilir. Keza “Mevlânâ Hüdâvendigâr bize nazar kılalı -Anun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır” diyen Yunus Emre’nin, Mevlânâ ile görüşmüş olması da ihtimal dairesindedir.

Son olarak bu konuşmada husûsen üzerinde durmak istediklerimiz, Hz. Mevlânâ’nın çevresinde bulunan, yahut onunla görüşmüş olan dönemin edebi şahsiyetleridir.

Bilindiği üzere mutasavvıflar, başından beri şiirle içice olmuş, duygu ve düşüncelerini daha çok şiirle dile getirmiş kimselerdir. Dolayısıyla yukarıda isimleri geçen mutasavvıf şahsiyetlerin çoğu aynı zamanda şairdirler. Örneğin başta Hz. Mevlânâ olmak üzere, Şems-i Tebrîzî, İbn-i Arabî, Sultan Veled, Ulu Arif Çelebi, Evhadüddîn-i Kirmânî, Fahreddîn-i Irâkî, Sa’dî-i Şîrâzî gibi.

Burada dikkat çekmek istediklerimiz ise, şairlik yönü önde olan edebi şahsiyetlerdir. Başta Menâkıbül-ârifîn olmak üzere, dönemin kaynaklarında Hz. Mevlânâ zamanında Konya’da yaşamış veya belli müddet burada kalmış olan bazı edip ve şairlere tesadüf etmekteyiz. Bunlardan bizim belirleyebildiklerimiz şunlardır:

Aynı zamanda önemli bir devlet adamı olan Sahib Şemseddîn-i Isfahânî; Hz. Mevlânâ’nın yakın dostlarından biri olup Anadolu Selçukluları Tarihi üzerine büyük (ve maalesef kayıp) bir Selçuknâme yazan şair Kâniî-i Tûsî, yaşadığı dönemde sarayın en önemli kâtiplerinden biri olan Bedreddin Yahya, Menâkıbüİ-ârifîn’de isimleri birçok defa geçen Fahreddîn-i Dîvdest, Hüsâmeddîn-i Sivasî (İbn-i Ayinedâr) ve Salâhaddîn-i Maletî. İsimleri zikredilen bu edip ve şairlerin hepsi de Hz. Mevlânâ ile görüşmüş, onunla birlikte Konya’da yaşamış kimselerdir.

Yine bu dönemde Konya’da bulunmuş olmakla birlikte Hz. Mevlânâ ile ilişkilerini tespit edemediğimiz şahsiyetler de vardır. Meselâ, “Baba” lakaplı tuğracı Şemseddin Mahmud, el-Evâmirü’l-Alâiyye adlı önemli eserin yazarı İbn-i Bîbî, Ravzatü’l-küttâb adlı mektup mecmuasını derleyen Ebûbekir b. Zekî, I.Alâaddin Keykubad ve Il.İzzeddin Keykâvus devri şairlerinden Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincânî gibi.

Anadolu Selçukluları sahasında elimizde bulunan sınırlı kaynakların dikkatlice incelenmesi ve bu konuda ortaya konulacak yeni bilgi ve belgeler ışığında, dönemin edebi şahsiyetlerinin daha fazla aydınlanacağına şüphe yoktur.

 

* Bu yazı 5 .5.1998 Yılında “Hz. Mevlâna”nın Çevresi ve Etkileri” Panelinde sunulmuştur.

 


BİBLİYOGRAFYA

Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, 4.bs, İstanbul, 1985.

Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik, İstanbul, 1953.

Ahmed Ateş, “Hicrî VI-VIII. Asırlarda Anadolu’da Farsça Eserler”, Türkiyat Mecmuası,VII-VIII (2.cüz), 94-135, 1945.

Ahmed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, tere.Tahsin Yazıcı, I—II, 2.bs, İstan-bul,1964-1966 (MEB yay.)

Bedîuzzamân Furûzanfer, Mevlânâ Celâleddin, tere. F. Nafiz Uzluk, İstanbul, 1963 (MEB yay.)

F.Nafiz Uzluk, “Celâleddin-i Rumî”, Türk Ansiklopedisi, X, 106-117.

Fuad Köprülü, “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları”, Belleten, VII (1943), 3 79-522.

Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 4.bs, Ankara, 1981 (DİB yay.)

Helmuth Ritter, “Celâleddin Rûmî”, İslam Ansiklopedisi, III, 53-59.

Helmuth Ritter, “Mevlânâ Celâleddin Rûmî ve Etrafındakiler”, Türkiyat Mecmuası, VII-VIII, 268-281.

İbn Bibi, el-Evâmirü’1-alâiye fî umûri’l-alîye, tere. Mürsel Öztürk,l-ll, Ankara, 1996 (Kültür Bak. Yay.)

Muhammed Cevâd Meşkûr, Ahbâr-ı Selâcıke-i Rûm, Tahran, 1350 hş.

Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, 2.bs, Ankara, 1988 (TTKyay.)

Seyyid Ziyâeddin Seccâdî, Mukaddimeî ber mebânî-i irfan ve tasavvuf, Tahran, 13 72 hş.

Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara, 1985 (Kültür ve Turizm Bak. Yay.)

Zebîhullah Safa, Târîh-i edebiyyât der İran, c.III , Tahran, 1369 hş.