Hz. Mevlânâ sevgisi ve Süheyl Ünver
Hz. Mevlânâ sevgisi ve Süheyl Ünver
Gülbün Mesara
Anadolumuz’da XIII. yüzyılın sonlarında başlayan, müteâkip devirlerde ve günümüzde de bütün canlılığıyla yaşamakta olan Mevlevîliğin kurucusu, büyük Türk mütefekkiri ve mutasavvıfı Mevlânâ Celaleddini Rûmî, engin düşünce dünyâsı ve gönül zenginliği ile bütün insanlığa ışık tutan bir feyz kaynağı olmuştur.
Hz. Mevlânâ’nın üstün insânî meziyetlerini kendi şahsiyetiyle bütünleştirebilen ender kişilerden biri olan A. Süheyl Ünver, gönülden bağlı olduğu mevlevî felsefesinin hayâtı boyunca tâkipçisi olan bir anlayış ve görüş içinde yaşamış, “İçimizin fâtihi ve canlılığımızın sembolü. Ahlâkı ile cemiyette bugün pek muhtaç olduğumuz bir örnek olmuş. Örnek olan velîdir,” diye vasıflandırdığı bu yüce şahsiyetin öğretilerine âit kendi değerlendirmelerini, sohbetleri ve yazılarıyla çevresine aktarmayı mukaddes bir görev addetmiştir.
Mevlânâ’nın yaşadığı Selçuklu Konya’sının ve mevlevî hikmetinden almış olduğunu ifâde ettiği “Mevlânâ terbiyesi”nin câzibesi, Ünver’i hayâtı boyunca defâlarca Konya’ya çekmiştir. Eline geçen her türlü fırsatı, Selçukluların bu önemli başkentinin her köşesini tekrar tekrar dolaşmak ve târihî araştırmalarda bulunmak için değerlendirmiştir. Ünver’in, İstanbul Üniversitesi’nde kurucusu bulunduğu Tıp Târihi Enstitüsü’ne vakfettiği ve Türk kültür, tıp, sanat ve ilimler târihine dâir topladığı belgeleri ihtivâ eden devâsa notlar arşivi kadar, bilgi birikimlerini ilim ve sanat âlemine cömertçe sunduğu yayınları arasında, Mevlânâ’nın şahsiyeti ve mevlevîlik medeniyetinin farklı sanat dallarına uzantısı ile kültür târihimiz içindeki müstesnâ mevkîini vurgulayan yazıları da geniş bir yer tutmaktadır: Bu yıl ikinci baskısına ulaşan Sevâkıbı Menâkıbı Mevlânâ’dan Hâtıralar (1973) eseri başta olmak üzere, “Hazreti Mevlânâ’nın Resimleri Hakkında” (1943), “Sağlığımız İçinde Mevlânâ” (1949), “Birleşik Amerika’da Mevlevîlik Hâtıraları” (1959),” Mevlevîlik Medeniyeti” (1964), “Mevlânâmızın Sözleri ve Hallerinden Alınacak Dersler” (1966),”Mevlânâ Yolunda” (1967) “Mesnevîlerle Mevlânâmız: Leiden’den Birkaç Hâtıra“ (1969),”Mevlânâ Neler Söyledi?” (1973), “Mevlânâ İçin Neler Anlattılar?” (1974), “Mevlânâmızın Sözleri ve Menkıbelerinin Mânâsına Bürünerek Şahsiyetimizi Bütünlemek” (1973), “Eski Mevlevîlik Rûhiyâtında Sanatın Başarıya Etkisi” (1981) başlıklı makāleleri, bu konudaki belli başlı neşriyâtını teşkil etmektedir.
Bir yazısında Mevlânâ’nın hikmetli menkîbelerini “söz çiçeklerinden yapılmış buketler” olarak sunarken şöyle demektedir:
“Ne güzel sözler ve ne ders alınacak menkîbeler vardır ki bunları söyleyenlerin kendilerine uygulayacakları yerde sırf nakil ile kalmaları, çoğu akıllı geçinen insanların maalesef kendilerinde noksan olan akletme hassaları tarafına yönelmemelerinden ileri gelmektedir. Güzel bir söz, mühim bir menkîbe söylenmekle kalırsa bu seviyyede bir nevi dedikoduculuktan ileri gidemez. Bâhusus bu sözler ve menkîbeler Mevlânâ’ya âit olursa, işin şekli değişir. Mevlânâ’nın söz ve menkîbelerini beğen, onlardan ders alma, ayıb olur. Zîra çok insan Mevlânâ’yı bir tarikatın sembolü sayıyor. Dikkat olunursa görülür ki Abdülbâki Gölpınarlı’nın da naklettiği gibi Mevlânâ kendisini asla merkez yapmamış, insanlara dağılmıştır. Madem ki öyledir, onun feyzinden yalnız nakletmekle yetinmek yakışık alır mı? Mevlânâ insanlığın sembolüdür. Önce muhitine, sonra dünyâya özü ve sözü ile örnek olmuştur… Mevlânâ’yı bir su kenarı farz edin. Etraf inişli ve çıkışlı, zeminler de yeşil halılarla örtülü, ağaçlar oraya meclub olanların birer sâyebânı. Ortadan bir dere akıp duruyor. Hem de bulanmadan ve geriye dönmeden akıp duruyor. İşte Mevlânâ bu! Demek ki hayatta bulanmadan ve gerilemeden de ilerlemek mümkün. Örneğini şahsında veriyor.”
A. S. Ünver arşivinin söz edilmesi gereken diğer önemli bir bölümü, hayâtı boyunca târihimizdeki belge noksanlığının baş sebebi olarak gördüğü ve kendi ifâdesi olan “şifâhilik hastalığına” karşı bir tepkisi olarak, gençlik yıllarından başlayarak ilgi alanına giren her konuya dâir işittiklerini, araştırma ve tespitlerini kaydettiği defterleri olmuştur. Bu ”kırkambar misali” not ve gezi defterleri, aslında Türk kültür târihine dâir çok önemli bilgilerle donanmış el yazmalarıdır. Sağlığında Süleymâniye Kütüphânesi’ne bağışladığı zengin arşiv malzemesiyle birlikte özel bir odada saklanmakta olan sayıca 1100 civârındaki çeşitli defterleri arasında, 195664 yılları arasındaki Konya/Karaman gezileri için hazırladığı 10 defter bulunur. Ünver’in Konya günlükleri de sayılabilecek notları arasında, ziyâret ettiği dönemin Konya’sının mahallî özellikleri başta olmak üzere, bu târihî şehirdeki Selçuklu hâtıralarına âit tespitleri, Mevlânâ ve mevlevîliğe âit değerlendirmeleri yer almaktadır. Ünver’in fırçasından çıkan orijinal renklirenksiz desenler ve ruhlu suluboya resimler de sayfaları süslemektedir.
Mesela, 679 no. lu defterde Mevlânâ Türbesi’ni resmettiği bir sayfayı şu duygu dolu satırlarla tamamlamıştır:
“Tevekkeli değil, Hazreti Mevlânâ, min küllü’lvücuh evlânâ. Hani Atatürk’ümüzün kabrine vatanımızın her tarafından toprak getirildiği gibi dünya ve mâfihânın en kudsî ruhâniyetleri de burada toplanmış. Şu resme bakın, mutlaka sezersiniz.Bu kapıdan kimler na ümid girdi, pür ümid çıktı. Ruhları tertemiz hâle koyan kudsî hamam! Suya sabuna dokunmaya hâcet yok. Bir teveccüh kâfi. O zaman Mevlânâ sandukasından çıkar, doğru nazargâhı ilâhî olan kalbine girer oturur. Senin kulağına küpe olsun, sakın orada bunalıp bu kapıdan çıkma. Zîra herkese yetecek kadar çok ve boldur. Burası âşıkların Kâbesi’dir.”
Bahis konusu defterlerden seçilen bâzı yazılar ve el yapması resimler, yine A.S. Ünver’in çeşitli makālelerinden derlenen bölümlerle, A.Süheyl Ünver’in Kopyası başlığı altında Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı tarafından kitaplaştırılmak üzeredir.
Mânâlı hizmetlerinden dolayı bu değerli Vakfın yöneticilerine sonsuz şükranlarımı sunarken, faydalı çalışmalarının devâmını diliyorum.
Array
KUBBEALTI AKADEMİ MECMUASI, sayı 143, yıl 36/4, Ekim 2007