Hüsn ü Aşk’ın Hayrabâd’dan farkı

A+
A-

Hüsn ü Aşk’ın Hayrabâd’dan farkı

Şeyh Gâlib Hüsn ü Aşk‘ın girişinde eserini niçin kaleme aldığını açıklarken Nâbî’yi, Attâr’ın hikayesini gereksiz yere bir hikâye ekleyerek uzatıp âdeta yeni bir hikâye yazarak özünü bozmakla eleştirir. Dolayısıyla Nâbî’nin Attâr’ın hikâyesindeki mesajı anlamadığını düşündüğünü okurlara hissettirir. Ayrıca Hayrabâd‘da yeni bir mazmun olmadığını, evlilik gibi sıradan bir olayı uzun uzun anlattığını, bir sultan ile bir hırsızı arkadaş yaptığını söyleyerek eleştirilerini devam ettirir.

Şeyh Gâlib’in eleştirilerinin nedenini anlamak için sırayla Attâr’ın, Nâbî’nin ve Şeyh Gâlib’in hikayelerini kısaca hatırlatmak isterim. Attâr’la başlayalım.

Fahreddin-i Gorgânî ile Sultanın Kölesi

Ferîdüddin Attâr’ın İlâhînâme‘sinde 80 beyitlik anonim hikâyenin 65 beytinde olaylar anlatılırken son 15 beytinde hikâyede verilen mesajlar yer alır.

Attâr’ın hikâyesinin üç kahramanı vardır: Gorgân’da bilge bir padişah, hocası ve nedimi olan Fahr-ı Gorgânî ve sultanın kölesi. Bir gün padişah bir eğlence tertip eder. Fahr-i Gorgânî eğlence esnasında köleyi görür ve hayran olur. Hayran olması padişahın gözünden kaçmaz ve kölesini ona hediye eder. Ancak Fahreddin, ertesi gün çok sevdiği kölesini kendisine hediye ettiği için padişahın pişman olup kendisinden geri isteyeceğini düşünerek evine götürmez, köleyi padişahın tahtının ardındaki taş odaya bırakır ve karanlıkta kalmasın diye de iki mum yakar. Ertesi sabah padişaha kölenin arka taraftaki taş odada olduğu, kararından pişman olabileceğini düşünüp Fahreddin’i götürmediği söylenince padişah bu ince düşüncesinden dolayı memnun olur ve köleyi Fahreddin’e hediye ettiğini söyler. Taş odanın kapısı açıldığında yanan mumlardan çıkan yangında kölenin kömür olmuş bedeni ile karşılaşırlar. Fahreddin sebep olduğu bu olayın etkisi ile kendisini çöllere vurur.

Hikayenin sonunda Attâr okuyucuya âşık olmayanların aşkın düşürebileceği halleri anlayamayacağını söyler. Hallac’ın durumunu örnek olarak verir ve nasihatlerde bulunur. Muhterem hocam Mehmet Kanar’ın tercümesinden aktarıyorum:

Maşuğun sokağına yiğitçe bas ayağını
Korkma hiç kimseden kınanma nam adına

Hangi gönül Tanrı ile diriyse
Kötülerin kınamasından zerre kadar korkmaz

Gel yiğitçe meşgul ol Tanrı işiyle
Yabancıları boş ver, bak işine

Felek gibi ne kadar döneceksin âlemin etrafında
Yiğitçe bir adım at kendinden öteye

Aşk seni nâmert halde bulursa
Utancından her yerin kalır dert içinde

Nice güçlü kuvvetli bir insan vardı
Aşkın zoruyla hepsi karıncaya döndü

Güçte kuvvette bir karıncadan geriysen
Aşkın karşısına nasıl çıkabilirsin

Yukarıdaki beyitlerden Attâr’ın bu hikayeyi âşık olmanın zor olduğunu ve her kişinin kârı olmadığını söylemek için anlattığı anlaşılıyor. Nâbî’nin bu hikayeyi nasıl tercüme edip neler eklediğini anlamak için Hayrabâd‘ı kısaca özetleyelim.

Hayrabâd

Nâbî’nin 1705’te Halep’te kaleme aldığı Hayrâbâd’ı, yukarıda özetini verdiğimiz hikâyenin yaklaşık 2000 beyitlik tercüme ve telifidir. Nâbî hikâyeyi kölenin taş odaya hapsedilmesine kadar olduğu gibi alır. Attâr’ın hikayesinde köle çıkan yangında ölür. Fahr-i Gorgânî ise kederinden çöllere düşer.

Nâbî, Attâr’ın ismini belirtmediği köle ve padişaha bir ad verir ve hikâyenin sonunu değiştirip yeni hikâyeler ve Çâlâk adında da bir hırsız karakter ekler. Hırsızlık yapmak için kazdığı tünelden saraya giren Çâlâk yangını görür ve köleyi kurtarır. Köleyi aramak için taş odaya giren sultan, Çâlâk’ın kazdığı tüneli bulur ve takip ederek Çâlâk’ın evine ulaşır ve orada kölesini görür. Sultanın kendisini öldürtmesinden korkan köle sultanı görür görmez kaçmaya başlar. Sultan kölenin peşinden, Çâlâk da her ikisinin peşinden gider. Köle saklanmak için bir kuyuya girer. Sultan ve Çâlâk da peşinden kuyuya girerler. Kuyu içinde güzel bir bahçe vardır ve bahçede ifrit kılıklı Tamtam adında bir haydut bir kızı kaçırmıştır. Tamtam’ın adamları sultan ile köleyi yakalar. Onları takip eden Çâlâk bir hile Tamtam ve adamlarını öldürür. Sultanı, köleyi ve haydutların kaçırdığı kızı kurtarır. Hep birlikte saraya dönerler.

Nâbî’nin eklemesi bu olaylarla sınırlı değildir. Kirman şahı, düşman bellediği Gorgân şahını öldürtmek ister. Çâlâk’ın yardımıyla Şah ölümden kurtulur. Şah, kölesi ile kızı evlendirir. Çâlâk ise düğün gecesinde Kirman şahını kaçırıp Gorgân şahına getirir. Sultan, Kirman şahını affedip ülkesine gönderir. Gorgân şahı, köle, Çâlâk ve Fahr-i Gorcânî bundan sonraki ömürlerini mutluluk içinde geçirirler.

Hüsn ü Aşk

Şeyh Gâlib’in Hayrabâd‘ı beğenmeyip yazdığı Hüsn ü Aşk‘ı da kısaca özetleyelim:

Araplar’ın içinde Benî Mahabbet adlı bir kabilede bir gece, biri kız diğeri erkek iki çocuk dünyaya gelir. Kıza Hüsn, erkeğe Aşk adı verilir ve kabilenin ileri gelenleri tarafından birbirleriyle nişanlanır. Aşk ile Hüsn tahsil çağına gelince Mekteb-i Edeb adı verilen okula gidip Molla-yı Cünûn adlı hocadan ders görmeye başlarlar. Mektepteyken aralarında aşk başlayan Hüsn ile Aşk, zaman zaman buluşup beraberce “nüzhetgeh-i ma’nâ” denilen bahçede dolaşır, burada yer alan “havz-ı feyz” kenarında sohbet ederler. Bahçenin sahibi, her şeyi bilen ve istediği zaman her kılığa girebilen Sühan adlı bir ihtiyardır. Sühan bunların dertlerini anlar. Fakat kabileden Hayret adlı bir kişi, Hüsn ile Aşk’ın bir arada bulunmalarına ve birbirleriyle görüşmelerine engel olur. Birbirinden ayrılan Aşk ve Hüsn, Sühan vasıtasıyla mektuplaşırlar. Aşk’ın Gayret adlı bir lalası, Hüsn’ün de İsmet adlı bir dadısı vardır. İsmet Hüsn’e sabır tavsiye eder. Öte yandan Aşk’a da lalası Gayret yardım sözü verir. Bunun üzerine Aşk kabile reislerine başvurarak onlardan Hüsn’ü ister. Kabile reisleri bu isteği alayla karşılarlar ve “Kalp diyarı”na gidip oradaki kimyayı bulup getirirse ancak o zaman Hüsn’ü kendisine verebileceklerini söylerler. Aşk Gayret’le birlikte yola çıkar.

Macera başlıyor

Fakat daha ilk adımda içinde korkunç bir dev bulunan derin bir kuyuya düşerler. Dev bunları hapseder. Bu arada Sühan yetişerek onları kurtarır. Aşk ile Gayret dondurucu soğuklar içinde “harâbe-i gam”da yürürken ihtiyar bir cadıya rastlarlar. Cadı Aşk’a gönül verir ve onu sultan yapacağını söyler, fakat bir karşılık görmeyince onu çarmıha gerer. Sühan imdada yetişir, sihri bozarak Aşk’ı kurtarır ve cadıyı öldürür.

Hüsn, Aşk’a Sühan vasıtasıyla “tîğ-i âh” isimli kılıçla Eşkar adlı bir at, Gayret’e de iki kanat gönderir. Aşk bu ata binerek yoluna devam eder. Birçok macera atlatarak kıyısında mumdan yapılmış gemiler bulunan “deryâ-yı âteş”e ulaşırlar. Cinler onlara bu gemilere binmelerini teklif ederlerse de binmezler. At semender gibi süzülerek, Gayret de uçarak denizi geçer, Çin ülkesinin sahiline ulaşırlar.

Bir papağan şekline giren Sühan gelip Aşk’a, Çin padişahının Hûşrübâ adlı kızına gönlünü kaptırırsa onu Zâtüssuver Kalesi’ne hapsedeceğini haber verir. Fakat Aşk Hûşrübâ’yı görünce onu Hüsn zanneder. Kızın daveti üzerine içip eğlenirler. Bu arada kız Aşk’ın elinden “tîğ-i âh”ı alıp kaybolur.

Ertesi sabah Hûşrübâ yine görünür. Aşk’ı Zâtüssuver Kalesi’ne götürüp hapseder. Kaleye girdikleri kapı silinip yok olur. Gayret’le orada mahpus kalırlar. Burası da binbir tehlikeyle dolu bir yerdir. Aşk Gayret’in nasihatiyle atı Aşkar’a binerek kaleden kurtulmak ister, yine cadılarla, gulyabanilerle savaşır. Ancak çıkacak yol bulamaz; artık perişan haldedir. Nihayet Sühan imdadına yetişir ve kaleyi ateşe verip kurtulurlar.

Kale ile birlikte Hûşrübâ da yanar. Aşk perişan bir vaziyette yoluna devam ederken Sühan bir hekim kılığında karşısına çıkar. Bu arada Gayret kaybolur. Sühan Aşk’ı eski sağlığına kavuşturduktan sonra Kalp Kalesi’ne götürür; burası Hüsn adlı sultana tâbi olan melekler ve perilerle doludur. Aşk sevgi ve hürmetle karşılanır. Sühan Aşk’a yanlış bir yol tuttuğunu, cadıyı öldürenin, öğüt verenin, hekim kılığında gelenin hep kendisi olduğunu söyler. “Aşk Hüsn’dür, Hüsn de Aşk, birliğe ikilik sığmaz, bu dertlere yanlış düşüncen yüzünden uğradın” der. Artık başına gelenlerin hepsi geride kalmıştır.

Sühan, Aşk’ı Hayret’e teslim eder ve Hayret Aşk’ı Vuslat haremine götürür. Şeyh Gâlib âşıkların hep bu yola düştüklerini ancak padişaha sadece Aşk’ın kavuşabildiğini söyler. Hayret de Aşk’ı yanına alır ve vuslat perdelerini birer birer açtığını söyledikten sonra:

Buldı bu mahalde kıssa payân
Bundan ötesi değil nümâyân

Sad şükr ola Hayy-ı lâ-yemût’a
Kir erdi söz âlem-i sükûta

Diyerek hikâyeyi tamamlar ve içeride olanları okurun zihninde tamamlanmak üzere yazmaz. Hayret Aşk’ı alıp Hüsn’e götürmüş, karşısına çıkan engelleri aşan Aşk’a gayb perdeleri açılmış, yani Aşk, olgunluğa ulaşmış ve gerçeği anlamıştır. Bu yönüyle Hüsn ü Aşk bir erginlenme ve sülûk hikayesidir.

Şeyh Gâlib eleştirisinde haklı mı?

Sanırım üç metni de okuyunca Şeyh Gâlib’in Nâbî’yi neden eleştirdiği daha iyi anlaşılıyor. Hayrabâd‘ın Attâr’ın hikâyesi ile bir ilgisi yok gibidir. Nâbî hikâyeyi adetâ yeniden yazmıştır. Şeyh Gâlib bu yeniden yazmaya itiraz eder ve Attâr’ın hikâyesi yeniden yazılacaksa böyle yazılır diyerek Hüsn ü Aşk‘ı kaleme alır.

Attâr’ın hikâyesi bir hikmeti açıklamak için anlatılmış olup ariflerin meclislerinde anlatılmak üzere kaleme alınmıştır. Hayrabâd ise hikmet ve mesaj verme kaygısı gütmeden yazılmış birtakım maceradan ibaret olup kadınlar ve çocukların bulunduğu meclislerde anlatılacak masal kabilindendir. Hayrabâd‘da olmayan şey Attâr’ın hikâyesindeki hikmetlerdir. Hikmet ise hikâyenin yazılış sebebidir ve olmaması büyük eksiklik olduğu gibi mesajı gizleyerek hikâyeyi tahrif etmektir.

Şeyh Gâlib’in Nâbî’nin Attâr’ın hikâyesinde tahrif ettiğini düşündüğü bir diğer husus biçimle ilgilidir. Hikâyeye yeni maceralar ekleyerek uzatmak Şeyh Gâlib’e göre yeniden yazmak değildir. Ona göre yeniden yazmak hikâyede verilmek istenen mesajı yeni Şeyh Gâlib’in söyleyişi ile bir başka lügat tekellüm ederek yani yeni bir dil ve üslup ile anlatmaktır. Aşk’ın Hüsn’ü babasından istemelerini söylediğinde kabilenin ileri gelenlerinin Aşk’a gülmesi, bir bedel ödenmeden sevgiliye ulaşılamayacağını söylemesi Attâr’ın hikayenin sonunda verdiği mesaj ile aynıdır. Aşk’ın Hüsn’e kavuşmak için verdiği olağanüstü varlık ve olaylarla geçen mücadelenin anlatılmasının sebebi Attâr’ın aşkın zahmetli bir şey olduğunu farklı bir şekilde ifade etmektir, fantastik bir hikâye anlatmak değildir. Nâbî’nin değiştirdiği şey sadece hikayenin sonu değil, aynı zamanda hikâyenin özü ve yazılış maksadıdır.

Attâr’ın hikâyesinde âşık mertebesinde olan Fahr-ı Gorgân, dünya sevgisini sembolize eden sultanın kölesi öldükten sonra Mecnun misal, onun aşkıyla çöllere düşüp aşkın bedelini ödeyerek hakikate ulaşırken Hüsn ü Aşk‘ta Aşk sevgiliye kavuşarak ulaşır. Attâr’ın hikâyesinde Fahr-i Gorgân kemâle ulaşmak isteyen bir talip, kölesi onun nefsi ve bu dünyaya olan heva ve hevesidir. Sultan ise Fahr-ı Gorgân’ın mürşididir. Gorgân şahı, nefsine düşkün olan Fahr-ı Gorgân’ı bu zaafından kurtarmak için mecazî aşkı olan köleyi yani Fahreddin’in nefsini öldürtür ve onu çöllere düşürerek aşk-ı hakîkîye ulaştırır.

Hüsn ü Aşk‘da da Aşk sâlik veya derviş, Hüsn hüsn-i mutlak olan Allah, Benî Mahabbet tarikat, Mekteb-i Edep dergâh, Molla Cünûn dergâhın şeyhi, Sühan kâmil mürşit, Gayret mücâhede, İsmet ihlâs, Kalp Kalesi gönül, Hûşrübâ dünyanın güzellikleri ve nimetleridir. Kuyu, cadı, gulyabani, harâbe-i gam, deryâ-yı âteş ile diğer kişi ve yerler sâlikin aşmak zorunda olduğu engellerdir.

Attâr hikayesinde sadece aşkın zorluklarından ve âşıkı düşürdüğü hallerden bahsederken Şeyh Gâlib ilaveten vuslattan da bahsederek metni bambaşka bir düzeye çıkarır. “Bundan ötesi değil nümâyân” derken Hz. Peygamber’in mirac gecesinde arada perde olmaksızın ve yanlarında kimse bulunmaksızın Allah ile görüşmesini hatırlatır gibidir. Onu Hüsn’e götüren Hayret ise Cebrail’in görevini üstlenir, Aşk’a ancak bir yere kadar eşlik eder. Böyle düşününce Hüsn ü Aşk bir miraç hikayesi de olmaktadır. Hayrabâd‘da ise bunların hiçbiri yoktur.

Hüsn ü Aşk: Yeniden yazılan ve dönüştürülen bir hikâye

Şeyh Gâlib’in Hayrabâd eleştirisinde ifade ettiği tahrifin ne şekilde olduğunu anladığım kadarı ile izah etmeye çalıştım. Nâbî, hikmetle örülü hikâyelerden oluşan kitaptan alınan ciddi bir hikâyeyi parodileştirerek süfli konuların ballandırarak anlatıldığı sıradan bir masala veya hikâyeye dönüştürürken Şeyh Gâlib, Attâr’ın eserine bir nazire yazmış, benzerini vücuda getirmeye çalışmıştır. Nâbî’nin yaptığını adaba aykırı bulan Şeyh Gâlib sizce haksız mı?

Şeyh Gâlib’in yeni bir yol açıp bir başka lisan ile anlattığı Hüsn ü Aşk mı yoksa Hayrabâd mı daha özgün? Ne dersiniz?

İsmail Güleç

Yararlanılan Metinler

Feridüddin Attâr, İlâhînâme. Çev. Mehmet Kanar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014.

Şeyh Gâlib. Hüsn ü Aşk: Metin-Nesre Çeviri-Notlar ve Açıklamalar, Elyazması metin haz. Muhammet Nur Doğan. 5. bs. İstanbul: Yelkenli Yayınevi, 2008.

Nâbî. Hayrâbâd. Haz. Melike Gökcan Türkdoğan, Hamza Koç. Ankara: Akademisyen Kitabevi, 2014.

 

https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2024/12/14/husn-u-askin-hayrabaddan-farki