Hüsn ü Aşk ve Şeyh Gâlip’in Şiir Alanayışı – Vedat Ali TOK
Hüsn ü Aşk ve Şeyh Gâlip’in Şiir Alanayışı
Vedat Ali TOK
Klâsik Türk edebiyatının son büyük temsilcisi sayılan Şeyh Gâlib’in “Hüsn ü Aşk” adlı kitabı, onun şiir anlayışının özeti gibidir. Bu eser yalnız Türk edebiyatının değil, dünya edebiyatının da numune-i imtisallerinden sayılmaktadır. Zira eser, klâsik bir aşk mesnevisinden öte hususiyetler taşımaktadır. Hüsn ü Aşk; edebî, tasavvufî, sosyal, hatta siyasî hususlara getirdiği tenkidlerle de dikkat çekmektedir. Gâlib’in şiir anlayışını “Hüsn ü Aşk” adlı eserini temel alarak açıklamak zannımızca en doğrusu olacaktır. Hüsn ü Aşk, “Eski şiirde tenkid yoktur”, hükmünü verenlere, müşahhas bir cevaptır. Sadece Şeyh Gâlib değil, onun gibi şiirin zirvelerine tırmanmış büyük şairlerin çoğu, şiirle ilgili görüşlerini hiç olmazsa eserlerinin satır aralarına serpiştirmiş ve doğrusu kendi zamanlarını da aşan tespitleriyle şairlik mesleğine ve şiire geniş açılımlar getirmiştir.
Şeyh Gâlib’den iki asır önce yaşayan ve sonraki asırların güçlü ve örnek şairi Fuzulî de Farsça divanının mukaddimesinde şiir değerlendirmelerine önemli bir yer ayırmıştır. Keza Latifî’nin tezkiresinde de şiir görüşleri, eseri dikkate değer kılan hususlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.17. asırda Hindistan’a seyahat eden İran şairleri, Sebk-i Hindî (Hind üslûbu) denilen bir akım başlatmışlardı. Bu akımın en önemli hususiyeti; kapalı, alışılmamış benzetmeler ve sembollere dayalı söyleyişlerdir.
Klâsik şiirimizdeki söz oyunlarında gösterilen ustalığa karşılık Sebk-i Hindî’de kelimelere yüklenen mana derinlikleri ön plâna çıkmış; müphem, zor anlaşılır ifadeler revaç bulmuştur. Türk edebiyatında bu üslubu ilk benimseyenler arasında Neşâtî ve Naili gelmektedir; fakat Sebk-i Hindî akımı edebiyatımızdaki asıl temsilcisini Şeyh Gâlib’le bulmuş denilebilir. Gerçekten de Şeyh Gâlib’in şiirlerinde ses âhengi yani mûsikî, mana yeniliği ile birlikte dikkat çekmektedir. Meselâ onun: “Bir şulesi var ki şem-i cânın/Fânusuna sığmaz âsumânın” beyti klâsik edebiyatımızda yeni bir söyleyiş tarzının habercisidir. Bu söyleyiş, tarz-ı kadîmin bitmesinden sonra bize yeni bir üslup tarzıymış gibi Batı’dan sembolizm adıyla edebiyatımıza girmiş ve Cenap Şahabettin, Ahmet Haşim gibi şairlerin şiirlerine de yansımıştır. Şeyh Gâlib’in Klâsik şiir hakkındaki derin bilgisi onu, Sebk-i Hindî üslûbuna yani bir manada, daha münbit bir alana, yeniliğe, arayışa, götürmüştür.
Gâlib, özellikle Hüsn ü Aşk’ında şiire dair değerlendirmelere yer verir. Sözün güzelliği, ifadenin etkileyiciliği, şiirin kudreti ve şairlerin durumları hakkında tenkidî yaklaşımlarda bulunur. Zaten eserin orijinalliği biraz da buradan gelmektedir; zira araştırmacılar, onun Hüsn ü Aşk’ta tasavvufa farklı bir boyut getirmediğini, “Çaldımsa mîri malı çaldım.” sözü ile ifade ettiğini söylerler. Gâlib, Mevlâna’dan ve onun Mesnevisinden açıkça etkilendiğini, hattaMevlâna’nın görüşlerini iktibas ettiğini ve eserinin esrarını da ondan aldığını itiraf eder. Canlı hayat tasvirleri ve şiir incisini bulma iddiası Şeyh Gâlib’in bu eserini kendine özgü kılıyor. Şiir incisini bulabilmek için engin deryalara dalınması gerektiğini ve kendisinin bunu yaptığını söyleyecek kadar kendine güvenen, iddialı bir şairdir Şeyh Gâlib. Kendinden önce gelen şairler hakkında rahatça ve objektif diyebileceğimizölçülerde hükümler verir; zamanın şiirleri ve şairleri hakkında da çekinmeden, rahat değerlendirmeler yapar.
Kendi şiiri ile ilgili olarak Hüsn ü Aşk’ta: “Tarz-ı selefe tekaddüm etdim / Bir başka lûgat tekellüm etdim.” Yahut: “Zannetme ki şöyle böyle bir söz / Gel sen dahi söyle böyle bir söz” gibi, Dîvan şiirinin geleneğinde olan fahriyelere çokça rastlanır. Fakat bu fahriyelerde bile sanat ve estetik miyarını ön plânda tutar: “Adam (şair) ona denir ki, sanat ve edebiyattan anlayanlara yepyeni ufuklar açsın; sözü aklına geldiği gibi değil de onu nice tecrübelerle olgunlaştırdıktan sonra söylesin. Ama ben bunu kime anlatayım? Keşke ben de o kadar basit söylemeyi becerebilseydim (!)” sözleri onun basitlikten uzak olduğunun göstergesidir. Şiirden anlayan gerçek münekkitlerin şaire yeni ufuklar açacağının şuurundadır Şeyh Gâlib: “Bir ehl-i sühân ki ede tahsîn / Bin çarh değer o beyt-i rengîn” (Şiirden anlayan birinin takdir ettiği güzel ve renkli bir beyit, bin dünyaya bedeldir.) ‘Marifet, iltifata tâbidir.’ denilmiştir; Şeyh Gâlib de iltifattan hoşlandığını, fakat şiirden anlayanların takdirine değer verdiğini söylüyor.
Nitekim şair bir sonraki beytinde “Elimdeki kalem her zaman bana şöyle der / Şiirden anlamayanların beğenisi benim için bir felâkettir.” Günümüzde halkın seviyesine inmek gerektiği iddiaları ile hâlâ karşılaşılırken Şeyh Gâlib, halkın seviyesinin yükseltilmesinde şairlerin, âlimlerin rollerine dikkat çeker. Çünkü ‘halkın seviyesine ineceğim’ kaygısını güden sanatkâr aynı zamanda kendini de köreltir… Şöyle diyor Gâlib: “Şairin, işi gücü insanların zihinlerini yormamaya çalışmak ve herkesin anlayabileceği sözler söylemek olunca, elbette hayali kısırlaşır ve dili de manaca fakirleşir. Ama her hâlükârda şairlik kabiliyeti bellidir ve Allah’ın sana bağışladığı şeyler meydandadır. Şairlikte
üstün kabiliyeti olan ve manadan anlayan biri hiç, hırsızı, padişaha eş tutabilir mi?” Şeyh Gâlib’in şairler ve şiir hakkındaki görüşleri günümüzdeki edebî tenkit anlayışı açısından da önemlidir. Onun anlayışındaki şair ve şiir şöyledir; Gâlib’e göre şair, gönül ehli olmalı. Şair, iyi huylu ve yumuşak tabiat sahibi olmak demektir, şiirse kelime madenindeki inciyi bulmaktır.
Şâir deme ehl-i dil demektir Hoş meşreb ü mutedil demektir.
Yoksa bir alay erâzil-i nâs Pes mânde hor-ı nevâl-i vesvâs Peymâne-keş-i edâ olur mu Vahy-i dile âşnâ olur mu Şeyh Gâlib, tıpkı Fuzûlî gibi düşünerek, dert çekmeyenin şair olamayacağını söyler. Yani çile çekmeden şair olunamaz. Şair için yanıp yakılmak ve dert gerekir; dert ve belâ onun ayrılmaz parçasıdır: “Şâirliğe sûz u derd lâzım / Endûh u belâ olur mülâzım” Şeyh Gâlib, sevgilide fizikî güzelliğin ötesinde güzellikler arayan bir şairdir. Bu yüzden gerçek şairi, yüz güzelliğine ve ‘leb’e tenezzül etmeyen yüce bir varlık olarak görür ve böyle şairlerin de şiir vadisinde nadîde güller derebileceğine işaret eder: “Rûy u lebe etmeyip tenezzül /Açsın çemeni görülmedik gül” Şeyh Gâlib, Hüsn ü Aşk isimli mesnevisinin “Der Beyân-ı Mâhiyet-i Şâirî” bölümünde şair ve şiir hakkındaki görüşlerini uzun uzun anlatır. Biz buradaki görüşleri elimizden geldiğince özetlemeye çalışalım: Şairin kalemi, bilgi ve marifet bahisleri açıldığı zaman da yazacak kabiliyete sahip olmalıdır. Gerçek şair, düşünce denizine daldığı zaman, eli boş çıkmayan, incilerle dolandır. İnci dediğimiz kaş ve göz kelimelerinin (basit bir şekilde) bir araya getirilmesinden hâsıl olan söz değildir.
Süslü, fakat içi boş kelimeleri bir araya getirerek şiir yazdığını sananlar, bir yumurta yumurtlamak için kıyametler koparan şamatacı tavuklar gibidir. Şeyh Gâlib, klâsik edebiyattaki mazmunların herkes tarafından sık sık kullanılmasının şiire yeni bir boyut ve güzellik getirmediğini ifade ederken, gerçek şairden beklentilerin farklı olduğunu şu sözlerle ifade eder: “Gerçi bu da epeyce bir hünerdir, ama söz yine başka şeydir. Temiz meşrepli, rint bir şair, bu duruma uygun olarak şu sözü söylemiştir:
‘Ağızlarda çokça çiğnenmiş edaya ve önceden defalarca söylenmiş söze tenezzül etme!’ (Biz) nazlı, ince bir üslûba düşkün olduğumuz için, ancak taze eda ile söylenmiş söze razı oluruz. Yoksa ne nazikliği ve ne de mazmunu üstünlük davası ile doldurmak şiire güzellik sağlar.” Bütün bu görüşlerden sonra Şeyh Gâlib, okuyucuya der ki: “Nazm içre olur mu ilm ile lâf/Ya söylemeyim mi eyle insâf” (Şimdi diyeceksiniz ki, şiirin içinde ilim ile ilgili sözler mi söylenir; peki, insaf eyle, hiç konuşmayayım mı yani?) Şeyh Gâlib’in bu söyleyişi Fuzûlî’nin de şiirin ilimden hâlî olamayacağı beyanındaki sözlerini destekler niteliktedir. Ne diyordu Fuzûlî: “İlimsiz şiir temelsiz duvara benzer, temeli olmayan binanın da yıkılması gâyet kolaydır.” Şeyh Gâlib, sanatta güzelliğin her millete göre değiştiğini söyler. Yani başka bir millete göre güzel olan, bize göre çirkin gelebilir. Bu bakımdan sanatmillî özellikler arz eder.
Sanatta millîliği savunan Gâlib, eserlerinde bu hususiyetlere dikkat etmeyen sanatçıların sanat hayatlarının uzun ömürlü olamayacağına dikkat çeker. Şeyh Gâlib, mesnevisinin çeşitli bölümlerinde, yeri geldikçe, şair ve şiir hakkındaki düşüncelerini okur ile paylaşır. Hüsn ü Aşk’taki şiir görüşleri başlı başına bir kitap olabilecek kıymet ve kesafette olup, biz bu muhtasar yazıyla konuya ilgi duyanlara küçük bir ışık tutmak istedik. İnşallah yapılacak tafsilatlı araştırmalarla, dünya çapındaki bu şairimizin hakîkî kıymeti daha iyi anlaşılacaktır.