HÜSEYİN FAHREDDÎN DEDE – Timuçin Çevikoğlu

A+
A-

AŞKIN SULTANLARI SON DÖNEM İSTANBUL MEVLEVÎLERİ ULUSAL SEMPOZYUMU
14-15 Mayıs 2010 / İSTANBUL

 

BAHÂRİYE MEVLEVÎHÂNESİ ŞEYHİ HÜSEYİN FAHREDDÎN DEDE-EFENDİ (15 Ekim 1853 – 14 Eylül 1911)*

Dr. Timuçin Çevikoğlu

Kültür Bakanlığı Sanatçısı

Giriş

Mevlevîlik tarihinin yakın dönemdeki en önemli şahsiyetlerinden biri olan Bahâriye Mevlevîhânesi Şeyhi Hüseyin Fahreddîn Dede-Efendi, aynı zamanda Klâsik Mûsikîmizin son dönemdeki en büyük üstâdlarındandır.

Hüseyin Fahreddîn Dede, 15 Ekim 1853 – 14 Eylül 1911 tarihleri arasındaki yaklaşık 58 yıllık ömrünü mûsikî ile geçirmiş, icrâcılığı, müzikologluğu, hocalığı ve bestekârlığıyla mûsikî tarihinde seçkin bir yere sahip olmuştur.

Bu çalışmada Hüseyin Fahreddîn Dede’nin hayatı anlatılmakta ve mûsikî yönü üzerinde durulmaktadır.

Hayatı

Bahâriye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddîn Dede, 15 Ekim 1853 tarihinde Beşiktaş Mevlevîhânesi’nde doğmuştur.408

Babası Beşiktaş Mevlevîhânesi şeyhi Yenişehirli Hasan Nazîf Dede, anne- si Zübeyde Havvâ Hanım’dır. Hüseyin Fahreddîn Dede’nin doğumu babasına mukâbele esnâsında bildirilmiş, o esnâda Hüseynî Âyîn-i Şerîf okunduğundan Nazîf Dede oğluna “Hüseyin” adını vermiştir.409

Hüseyin Fahreddîn Dede’nin sikkesi henüz 4 yaşlarında iken, İstanbul’a gelen Mehmed Said Hemdem Çelebi tarafından tekbîrlenmiştir.410

Beşiktaş Mevlevîhânesi şeyhi neyzen Mehmed Said Dede’nin 1853 yılında vefâtı üzerine bu mevlevîhâneye şeyh olan Hasan Nazîf Dede h.1278 (1861- 1862) yılında vefât etmiştir. Hüseyin Fahreddîn Dede, o dönemde çelebilik makâmında bulunan Sadreddîn Çelebi tarafından henüz 7-8 yaşlarında iken babasının yerine şeyh olarak tâyin edilmiştir. Nazîf Dede’nin vefât etmeden önce, Hüseyin Fahreddîn Dede’ye 18 yaşına geldiğinde verilmek üzere teberrüken bir hilâfetnâme düzenlediği kaynaklarda yazılıdır. Ancak Hüseyin Fahreddîn Dede’nin icâzeti, daha sonra Karahisâr Mevlevîhânesi şeyhi Ahmed Kemâleddîn Çelebi ve Kahire Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Azmî Dede tarafından yenilenmiştir. Şeyhliğe tâyin edildiğinde çocuk yaşta olan Hüseyin Fahreddîn Dede’ye, erginlik çağına gelene kadar Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin aşçıbaşısı Hacı Râşid Dede vekâlet etmiştir.411

23 Mayıs 1872 tarihinde Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Osman Selâhâddîn Dede’nin kızı Fâtıma Aliyye Hanım’la evlenen Hüseyin Fahreddîn Dede’nin bu evlilikten Fâtıma Mü’mine, Hasan Nazîf, Fâtıma Fasîha ve Fâtıma Destinâ adlarında dört çocuğu olmuştur.412 Cumhuriyet Döneminde yapılan Mevlânâ İhtifâllerinde semâzenbaşılık ve postnişînlik yaparak Mevlevîlik kültürünü temsîl eden Selman Tüzün (11205-1995), Hüseyin Fahreddîn Dede’nin, 11206 yılında henüz 24 yaşında iken vefât eden413 kızı Fâtıma Fasîha Hanım’ın oğludur.414

Sultân Abdülazîz 1868 yılında Çırağan Sarayı’nı yeniden yaptırmak için Beşiktaş Mevlevîhânesini istimlâk ettirmiş, Hüseyin Fahreddîn Dede, âilesi ve dergâh mensûbları, Maçka’da yeni bir mevlevîhâne yapılıncaya kadar iki yıla yakın bir süre Fındıklı’da Karacehennem İbrâhim Paşa’nın konağında ikâmet etmişlerdir.415

Maçka’daki Mevlevîhâneye taşınınca Râşid Dede’nin vekâleti sona ermiş ve Hüseyin Fahreddîn Dede asâleten postnişînliğe atanmıştır. Kaynaklarda Hüseyin Fahreddîn Dede’nin 29 Ocak 1870 tarihinde şeyh olarak ilk mukâbelesini yönettiği yazılıdır.416

1870 yılında taşınılan Maçka’daki Mevlevihânede beşyıl kadar sonra, bu kez bir askerî kışla yaptırılmak üzere istimlâk edilince, Hüseyin Fahreddîn Dede, âilesi ve dergâh mensûbları yine iki yıla yakın bir süre, Nazîf Dede’nin müntesîblerinden Hatab Emînî Hüseyin ve Mustafa Efendi’lerin Eyüpsultân Bahâriyesi’ndeki yalılarına yerleşmişlerdir. Nihâyet 1877 yılında Bahâriye Mevlevîhânesi’nin yapımı tamamlanmış ve dergâh taşınmıştır.417

Hüseyin Fahreddîn Dede, babası Beşiktaş Mevlevîhânesi Şeyhi Hasan Nazîf Dede ile bu Mevlevîhânenin babasından önceki şeyhi Mehmed Said Dede’nin nâ’şlarını Beşiktaş Mevlevîhânesi’nden Maçka’ya ve oradan da Bahâriye Mevlevîhânesi’nin türbesine nakletmiştir.418

Âniden beliren ve bir gün süren rahatsızlığı sonucu 14 Eylül 1911 tarihinde vefât eden Hüseyin Fahreddîn Dede, Eyüpsultân Câmii’nde kılınan cenâze namazının ardından, Bahâriye Mevlevîhânesi’ne, babası Nazîf Dede’nin sağ yanına defnedilmiştir.419

Hüseyin Fahreddîn Dede için Üsküdarlı Tâl’at Bey’in düşürdüğü mücevher tarihi:

Gitdî Hüseyn_Efendî dergâh-ı zu’l-Celâl’ê (1329).

Rüşdî Bey’in tarih mısraı:

Gitdi irfân-î güher, ey-vah Hüseyn-î Mevlevî (1329).

Manisalı İbrâhim Zuhûrî Dede’nin tarih mısraı:

Dâr-ı Cennet’dê Hüseyn_olsun, Alî’nin hem-demî (1329).

İsmetBey’intarih mısraı ise:

Aşk-ı Mevlânâ ilê gitdî Hüseyn-î Mevlevî (1329)’dir.420

Kişiliği

Hüseyin Fahreddîn Dede kaynaklarda, güzel yüzlü, nûrânî çehreli, nüktedân ve âhenkli ifâdelerle muhatabını kendisine hayrân bırakan zarîf ve ârif, insan güzeli bir mevlevî olarak tanıtılır.421

İnal, Hüseyin Fahreddîn Dede’yi şöyle anlatıyor: “O, dergâhta, Mevlânâ’nın gezen rûhu; Itrî’nin, Kutbünnâyî Osman Dede’nin nağmeleri idi.”422

Özalp, Hüseyin Fahreddîn Dede’yi “alçak gönüllü, asil, etkili ve güzel konuşan, güzel yüzlü, nüktedân, eli açık, hayırsever, şeyhliğin bütün inceliklerini nefsinde toplamış bir kimse” olarak tarif ederek tasavvuf ilminde ve Mesnevî okumadaki ustalığından bahsetmekte, Mevlevîhânede mûsikî, tasavvuf, Fransızca ve Mesnevî dersleri verdiğini anlatmaktadır.423

Veled Çelebi, hâtıralarında Hüseyin Fahreddîn Dede’yi “orta boylu, dolgun çehreli, sarışın, sarı sakallı ve çok bıyıklı” diye tarif etmekte, Dede’nin gerek tarîkat ve ilim çevrelerinde, gerekse devlet erkânı nezdinde önemli bir yeri olduğunu belirtmektedir.424

Öztuna ise Hüseyin Fahreddîn Dede’yi “kumral sakallı, beyaz tenli, orta boylu, pos bıyıklı, yüzünde üç iri benli, gözlüklü, yakışıklı bir adam” olarak tarif ederken, “mütevâzı, nâzik, çekingen, yumuşak huylu, terbiyeli, nüktedân, iyi konuşur, cömert ve hayırsever” olarak nitelemektedir.425

Hüseyin Fahreddîn Dede’nin şeyh olduğu dönemde her türlü siyâsetten uzak duran Bahâriye Mevlevîhânesi, devrin önemli bir kültür ve sanat merkezi hâline gelmiş, ziyâretçilerle dolup taşmıştır.426

Hüseyin Fahreddîn Dede, dergâhın kudûmzenbaşısı Ârif Dede’nin vefâtı üzerine devrin en büyük mûsikî üstâdı olan hocası Mehmed Zekâî Efendi’yi, çile çıkarmadığı hâlde “dede” ünvânı vererek kudûmzenbaşılığa getirmiştir.427 Ayrıca, Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhi Ahmed Celâleddîn Dede’nin aracılığıyla yine devrin en kudretli neyzenlerinden biri olan Galata ve Üsküdar Mevlevîhâneleri neyzenbaşısı Azîz Dede’yi dergâhın neyzenbaşılığına getirmiştir.428

Bahâriye Mevlevîhânesi’nin devrin önemli bir mûsikî merkezi hâline gelmesinde, Zekâî ve Azîz Dede’lerin hiç şüphesiz büyük katkıları olmuştur. Dergâhın bir diğer neyzenbaşısı olan Sâlih Dede de devrinin en kudretli neyzenlerinden biridir. Aynı zamanda Hüseyin Fahreddîn Dede’nin ney hocalarından biri olan Sâlih Dede, Beşiktaş Mevlevîhânesi şeyhi neyzen Said Dede’nin üvey kardeşi ve Neyzen Yusuf Paşa’nın üvey amcasıdır.

İnal’ın da önemle işaret ettiği gibi, Mevlevîhânelerde dinî eserlerin yanı sıra mûsikî sanatımızın şâheserlerinden kârlar, murabba’lar, nakışlar, semâîler ve şarkılar gibi Türk mûsikîsi formlarının bütün çeşitleri meşk edilirdi. Bahâriye Mevlevîhânesi’nde haftada iki gün kurulan mûsikî meclîslerinde dönemin en önemli mûsikîşinâsları fasıllar meşk ederlerdi. Bu fasıllara Hüseyin Fahreddîn Dede’nin yanı sıra hocası Zekâî Dede, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Celâleddîn Dede, Galata Mevlevîhânesi şeyhi AtâullahDede, Taşlıburun Dergâhı şeyhi Sâdeddîn Efendi, Hâfız Şevki Bey, Ortaköylü (Medenî) Azîz Efendi, Tanbûrî Kemâl Bey, Yeniköylü Hasan Efendi, Bolâhenk Nûrî Bey, Suphi Ezgi, Rauf Yektâ Bey, Tophâneli Sabri Bey, Dârüşşafakalı Muallim Kâzım Bey (Uz), Belediye muhasebecilerinden Sâdık Bey, Müstantik (Sorgu Hâkimi) Avnî Bey katılırlardı. Muzikalı (Muallim) İsmâîl Hakkı Bey ve Zekâî Dede’nin torunu Münir (Kökten) de dergâhın müdâvimlerindendi.429

Hüseyin Fahreddîn Dede’nin nüktedân kişiliğinin Bahâriye Mevlevîhânesi’ne bütünüyle yansıdığı anlaşılmaktadır. İnal’ın naklettiklerine göre, o dönemde dergâhta yalnız mûsikî sohbetleri değil, tasavvufî, edebî sohbetler de yapılır, bu sohbetlere çoğu zaman şakalar karışırdı. Dergâh’ın selâmlık dairesinde ku- rulan mûsikî meclîslerinin birinde Hâfız Şevki Efendi, Hacı Ârif Bey’in “Bir gonceye bir hâre nigâh eyledi bülbül” mısra’ı ile başlayan Karcığar şarkısını okuyordu. Hüseyin Fahreddîn Dede’nin sık sık şakalaştığı Gelibolulu Çerkes Ahmed Dede de dinleyenler arasındaydı. Hâfız Şevki Efendi, “Mâtem-zede zannetti görüp dûd-i siyâhın” olan meyân mısra’ını hatırlayamayınca, Hüseyin Fahreddîn Dede, bu mısra’ı “Ahmet Dede zannetti görüp sivri külâhın” olarak hatırlatmıştı. Dergâhta, çilesini doldurup “dede” olarak anılanlar içinde hattat, şâir, oymacı, mûsikîşinâs, boncukla bezenmiş kurşun yüzükler yapan ve nâdîde güller yetiştiren mevlevî dervişlerinin yanı sıra çok tuhaf ve garip kimseler de bulunmaktaydı.430

Gölpınarlı’ya göre Hasan Nazîf Dede bir bektâşîden daha aşırı alevîdir. Hüse- yin Fahreddîn Dede, her ne kadar babasını küçük yaşta kaybetmiş ve ondan bu konuda yeterince feyz alamamışsa da yetiştiği dergâhın havası ona babasının meşrebini kazandırmış, babasından devraldığı mirası daha da zenginleştirerek, Bahâriye Mevlevîhânesi’ni, âdeta “Bektâşî-Melâmî meşrep Mevlevîlerin merkezi” hâline getirmiştir. Nazîf Dede ile başlayan Ehlibeyt yanlısı tasavvufî anlayış, daha sonra Hüseyin Fahreddîn Dede’nin oğlu Küçük Hasan Nazîf Dede ile de devam etmiştir.431

Eğitimi ve Mûsikî Öğrenimi

Hüseyin Fahreddîn Dede’nin eğitimine özel ilgi gösterilmiştir. İlkokuldan sonra Beşiktaş Rüşdiyesi’ni bitirmiş ve Mevlevîhâne’de özel eğitim görmüştür.

Ablasının eşi büyük şâir Yenişehirli Avnî Bey’den tasavvuf, Vezir Sâmi Paşa’dan Mesnevî; daha sonra kayınpederi olan Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Osman Selâhaddîn Dede’den ve Manisalı Hüseyin Hilmî Efendi’den Arapça, Hindli İskender Efendi ve Belhli Abdülfettâh Efendi’den Farsça, yine Hindli İskender Efendi’den Fransızca; Büyük Dede Efendi’nin öğrencileri Yağlıkçızâde, Mutâfzâde ve Zekâî Dede’den mûsikî, neyzenbaşı Sâlih Dede, Neyzen Yu- suf Paşa, Şeyh Abdülhalîm Efendi’den ney, nazariyat, Hamparsum notası, dînî ve diğer repertuar ile Muzika-yı Hümâyûn mensûblarından flütist Hacı Râtib Efendi’den Batı Mûsikîsi ve Batı notası öğrenmiştir.432

Rauf Yektâ Bey, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin Mutâfzâde Hacı Ahmed Efendi’den meşkettiği nâdir mûsikî eserleri arasında Kutbünnâyî Osman Dede’nin Mi’râciye’sine dikkat çekmektedir. Bu şâheserin Hüseyin Fahreddîn Dede’nin Mutâfzâde’den meşk ettiği hâlinin diğer icrâ edilenlerden çok farklı olduğunu belirterek, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin bu muhteşem eseri Nevâ Bahri hariç olmak üzere, Zekâî Dede’nin torunu Münir Bey (Kökten) ve Taşlıburun Dergâhı şeyhi Sâdeddîn Efendi’ye meşkettiğini söylemektedir.433

İcrâcılığı

Rauf Yektâ Bey, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin neyzenliği ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Neyzenlikteki olağanüstü kudretleri, rûhları okşayan hüzünlü ve kıvrak nağmelerle cân ve gönül kulağını ilâhî bir etkiyle doldururdu. Yumuşak ve güzel sesleri ise, kutsal nefesleri gibi etkileyiciydi; kendine özgü, gönüle yerleşen tavırları ile nağmeye başladıklarında aşkla coşup kendinden geçmiş hâl ehli kişiler bu mânevî zevke ortak olur, rûhlarının yüce âlemlere yükseldiğini hissederlerdi”.434

İnal ise Hüseyin Fahreddîn Dede’nin neyinden çıkardığı sesin asâletini artık hiç bir neyzenden duymanın mümkün olmadığını ve o ilâhî sesin artık yok olduğunu söylemektedir.435

Öztuna, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den sonra, son asırda yetişen neyzenlerin en iyisi olarak kabûl edildiğini söylemek- te, fosurtusuz, aynı zamanda fevkalâde müzikalite ile yüklü virtüözlüğünün eşsizliğini vurgulamakta, tanbûr da çaldığından, sesi ve okuyuşunun güzelliğinden ayrıca klâsik repertuara hâkimiyetinden bahsetmektedir.436

Özalp, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin güçlü bir saz ve söz icrâcısı, neyzenlikte ve hânendelikte çağının gerçek bir ustası olduğunu, o dönemlerde onun kadar güzel ney üfleyen bir başka sanatkârın daha olmadığını ifâde etmekte, neyzenliğinin yanında tanbûr da çaldığını belirtmektedir. Hüseyin Fahreddîn Dede’nin hâfızasında sakladığı eserlerin çokluğu ve sağlamlığı ile ünlü olduğunu ekleyen Özalp, Mi’râciye’yi tam olarak bilen bilgin bir musîkîşinâs olduğuna dikkat çekmektedir.437

Suphi Ezgi ise Hüseyin Fahreddîn Dede’nin çok güzel ney üflediğini, taksimlerinde kusursuz, falsosuz, olağanüstü güzellikte cümleler kurduğunu söylemektedir.438

Kaynaklardan Hüseyin Fahreddîn Dede’nin Batı Müziği ile de meşgûl olduğunu öğreniyoruz. Yeğeni Hüseyin Avni Aktuç anlatıyor: “Hâlâ gözümün önündedir, on yaşında kadar vardım; bir yaz günü idi. Bahâriye Mevlevîhanesi’nin güneşle dolu sofalarında, iki billur ses dolaşıyor, lâkin bu ses kimseyi alâkadar etmiyordu. Çünkü ne bir âyin, ne bir kâr, ne de bir beste idi. Şeyh Hüseyin Efendi ile dergâhın müdavimlerinden ve Muzika-i Hümâyûndan mütekait Hacı Râtip Bey, bu iki mübârek simâ, bir nota defterinin başında, ikisi de ayakta, dayım nısfiye, Hacı Râtip Bey de flüt ile hiç duymadığım nağmelerle dolu bir hava çalıyorlardı. Bu ufak konser bitmişti. Hüseyin Efendi bana dönerek; ‘Oğlum! bu çaldığımız hava nedir, biliyor musun?’ dedi. Sustum, ‘Tabiî bilmezsin, hem nereden bileceksin, bu çaldığımız hava alafranga mûsikîden bir parçadır. Meşhur, Şopen denilen değerli bir zâtın yaptığı bir bestedir. Şimdi sen onları anlayamazsın, sonradan belki öğrenirsin, bunlar güzel şeylerdir’ dedi.”439

Aktuç, Neyzen Emîn Dede’yi ilk defa dayısı Hüseyin Fahreddîn Dede’nin kütüphâneli odasında gördüğünü belirterek, “Emin Dede, şeyhi Hüseyin Dede Efendi nây üflerken vecde gelir, sandalyeden kalkar, yere oturur, dizlerini öper, o büyük üstâdı hayrânlıkla dinlerdi” diyor.440

Öğrencileri ve Mûsikî Sanatına Hizmetleri

Hüseyin Fahreddîn Dede’nin en önemli hasletlerinden birinin öğretme sevgisi ve gayreti olduğu nakledilenlerden anlaşılmaktadır.

Özalp, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin vefâtına kadar bildiğini öğretmeye devam ettiğini söylemektedir.441

Gerçekten de mûsikî sanatına yaptığı hizmetin büyüklüğü, öğrencilerine bakılınca hemen anlaşılabilir. Öğrencileri arasında Hüseyin Sâdeddîn Arel, Suphi Ezgi, Rauf Yektâ Bey, Zekâîzâde Hâfız Ahmed Irsoy, Muallim Kâzım Uz, Muallim İsmâîl Hakkı Bey, Musullu Hâfız Osman Efendi, Zekâî Dede’nin torunu Münir Kökden, Nûrullah Kılıç, Neyzenbaşı Cemâl Dede442, Neyzen Emîn Dede (Yazıcı) 443, Tophâneli Mehmed Sabri Bey, Abdülkâdir Töre, Refik Tâl’at Alpman, Neyzen İhsan Aziz Bey, yeğeni Hüseyin Avni Aktuç, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Celâleddîn Dede444, Zekâîzâde Ahmed Nûreddîn Bey, Telgraf Nezâreti memurlarından Râşid Efendi ve Dr. Ârif Bey445, Şeyh Rızâ Efendi446 ve Ahmed Avni Konuk sayılabilir.447

Hüseyin Fahreddîn Dede’nin her biri birer büyük değer olan öğrencileri, mûsikî sanatımıza son dönemde en büyük hizmetleri yapan şahsiyetlerdir.

Hüseyin Fahreddîn Dede, çok iyi eğitim görmüş entelektüel bir kişi olarak Arapça, Farsça ve Fransızca bilmesi sâyesinde hem Türk müziği ile ilgili eski kaynakları hem de Batı müziği ile ilgili kaynakları inceleyebilmiş, mûsikî sanatı ile ilgili ilmî çalışmalar yapabilmiştir. Mûsikîmizin geçmişi ile ilgili bu- gün elimizde bulunan hemen her şeyi, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin öğrencilerine borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz. Bilhassa Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Celâleddîn Dede ve Galata Mevlevîhânesi şeyhi Atâullah Dede ile birlikte yaptığı çalışmalar, öğrencilerinin de bu konu üzerine eğilmelerine yolaçmış, bugün mûsikî geçmişimizle bağımızı sağlayan kaynak eserlerin yazılmasını sağlamıştır. Rauf Yektâ Bey, Hüseyin Sâdeddîn Arel, Suphi Ezgi, Abdülkâdir Töre ve diğerlerinin nazariyat çalışmaları ile Zekâîzâde Ahmed Irsoy, Muallîm İsmâîl Hakkı Bey, Ahmed Avnî Konuk, Neyzen Emîn Dede (Yazıcı) ve diğerlerinin mûsikî eserlerini günümüze ulaştıran çalışmaları bu bağlamda değerlendirilebilir.448

Eserleri

Hüseyin Fahreddîn Dede, mûsikînin yanında şiirle de meşgul olmuş, “Fahrî” mahlası ile yazdığı şiirlerini bir dîvanda toplamıştır. Farsça ve klâsik yoldaki şi-irlerinin toplandığı bu dîvanda çoğunlukla Hz. Peygamber, Ehlibeyt ve Hz. Mevlânâ ile ilgili konular işlenmiştir.449

Ayrıca mevlevî şeceresine ait “Silsile-Nâme” adlı bir mecmû’ası ve kendi el yazısı ile yazdığı Mevlevîlikle ilgili bir başka mecmû’ası vardır. Öztuna, Mevlevîlik hakkındaki mecmû’asının eşinin yeğeni olan Rüsûhî Baykara’da olduğunu bildirmektedir. Rüsûhî Baykara’dan Abdülbâkî Gölpınarlı’ya ve oradan Mevlânâ Müzesi Kütüphânesine geçen, Mevlânâ Müzesi Yazmaları nu. 7467’de kayıtlı bu mecmû’a yayına hazırlanmıştır.450 Hüseyin Fahreddîn Dede, bir anlamda günlüğü olan bu mecmû’ada yaşadığı önemli olayları tarihleri ile beraber not etmiş, ayrıntı gerektiren olayları kısaca yazmıştır. Bu mecmû’a ile birlikte aynı numarada kayıtlı olan bir diğer küçük risâlede ise Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin şeyhlerini anlatmaktadır.

Bunlardanbaşka   “Risâle-i   Sipeh-sâlâr   be-Menâkıb-i   Hudâvendigâr”ı  Farsça’dan nazmen tercüme etmiş ancak bu eseri vefâtında, kolera şüphesi nedeniyle diğer eşyâsıyla beraber yakılmıştır.451

Mûsikî Eserleri ve Bestekârlığı

Yüksek bir bestekâr olan Hüseyin Fahreddîn Dede, Köçek Derviş Mustafa Dede, Ali Nutkî Dede, Nâsır Abdülbâkî Dede, Künhî Abdürrâhîm Dede, Mehmed Celâleddîn Dede ve daha pek çoğunu sayabileceğimiz büyük mevlevî bestekârlar gibi aslında bestecilikle çok da meşgûl olmamıştır. Burada saydığımız isimlerin tümünün mevlevî şeyhi olması dikkat çekicidir. Kutbünnâyî Osman Dede ise bu konuda bir istisnâdır.

Hüseyin Fahreddîn Dede’nin, eldeki kaynaklarda kayıtlı 12 eserinden, 7’sinin notalarına ulaşılabilmiştir. Bu 7 eserin 4’ü saz eseri, 3’ü ise sözlü eserdir.

Notalarına ulaşılabilen saz eserleri, Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Mehmed Celâleddîn Dede’nin Dügâh Âyîn-i Şerîfi için bestelediği aynı makâmdaki Âyîn Peşrevi (Dügâh Devrikebîr Devr) ve Düyek usûlüyle bestelediği iki hâneli Hicâzeyn Peşrev ile Müsteâr ve Hüseynî makâmlarından bestelediği sazsemâîleridir. Sözlü eserleri ise, Nedîm’in şiiri üzerine bestelediği Hisârbûselik Curcuna Şarkı, Fuzûlî’nin şiiri üzerine bestelediği Hümâyûn Sengînsemâî Şar- kı ve mûsikî sanatımızın şâheserlerinden Acemaşîrân Mevlevî Âyini’dir.

Bu eserler incelendiğinde Hüseyin Fahreddîn Dede’nin bestekârlık sahasındaki kudreti açıkça görülebilir.

1. Dügâh Devrikebîr Âyin Peşrevi (Dügâh Devr)

2. Hicâzeyn Düyek (Cânkurtaran) Peşrev

3. Müsteâr Saz semâîsi

4. Hüseynî Saz semâîsi

5. Hisârbûselik Curcuna Şarkı – Söz: Nedîm

Yetmez mi sanâ bister_ü bâlîn(i) kucâğım

6. Hümâyûn Sengînsemâî Şarkı – Söz: Fuzûlî

Âh_eylediğim gonca-i handânın_içindir

7. Acemaşîrân Mevlevî Âyini – Söz: Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hz.

Hüseyin Fahreddîn Dede’nin hiç şüphe yok ki önemli eseri Türk mûsikîsi repertuarının en önemli eserlerinden biri olan Acemaşîrân Âyîn-i Şerîfi’dir. Bu âyîn-i şerîfin ilk icrâı 29 Nisan 1885 Çarşamba günü Bahâriye Mevlevîhânesi’nde yapılmıştır.452

Bu şâheser hakkında İnal şunları söylemektedir: “Acemaşîrân Âyîn-i Şerîfi Mevlânâ âşıklarını heyecanla titreten, gözyaşları döktüren muazzam bir eserdir. (…) Bu âyinde nağmelerin mânâ ile olan insicâmına hayrân olmamak kâbil değildir. Üçüncü selâmda Yürüksemâî usûlü ile bestelediği, ‘Ez evveli imrûz çû aşüfte vü mestim’ mısraı ile başlıyan kıt’a en katı rûhları bile yumuşatır. ‘ Yek lâhza belâ nûşı gami aşkı kâdîmem’ mısraındaki Hicâz pasajı bir mûsikî hârikası, bir hicrânın feryâdıdır. Bu eserdeki lâhin selâseti «beste-i kadîm» denilen bestekârı meçhûl âyinlerin ruhnüvâz bir zeyli denecek kadar kuvvetlidir.”

“Son asırlarda Türk mûsikîsinin konservatuvarları, hiç şüphesiz ki mevlevîhânelerdir. Başta Yenikapı Mevlevîhânesi olmak üzere Galata ve Bahâriye mevlevîhâneleri Türk mûsikîsinin amelî ve nazarî sahasındaki tatbikâtının icrâ edildiği feyizli topluluklardı. Şimdiye kadar üzerinde hakîkî ve ilmî bir değerlendirme yapılamayan ve Türk mûsikîsinin tarih bakımından en kuvvetli en sanatlı kısımlarından biri olan Mevlevî Âyinleri, bu ölmez parçalar, mevlevîhânelerin hücrelerinde, selâmlık dairlerinde meşk edilir ve oradan tatbîkî sahaya, semâhâneye intikâl ederdi. Mevlânâ’nın şiirleriyle sâir mutasavvîfenin Farsça ve Arapça yazılmış şiirlerinden, muhtelif makâm ve muayyen ika’larda bestelenen Mevlevî Âyinleri ve onun şekil ve husûsiyetlerinin örnekleri bulunan ve Beste-i kadîm denilen, bestekârları meçhûl âyinlerden sonra, bestekârları mâlûm ilk mevlevî eserleri Derviş Mustafa’nın Bayâtî Âyini ile Itrî’nin Segâh Âyini ve Kutbünnâyî Osman Dede’nin âyinleridir. Buhûrizâde Itrî’den sonra Üçüncü Selim devri bestekârları da Mevlevî Âyinleri bestelemek husûsunda âdeta müsâbakaya giriştiler, türlü makâmlardan âyinler yapıldı.

Mevlevî tarîkatına mensûb Pâdişâha hoş görünmek gâyesiyle yapılan bu âyinlerin çoğu tutunamadı. Az zamanda söndü. Çünkü ateş hafifti. Mevlânâ’nın mânevî nefesi ile alevlenmiş değildi. İmdâda meşhûr Dede Efendi ile Zekâî Efendi yetişti. Mevlânâ’dan aldıkları ilhâm ile besteledikleri âyinler dâima kudret ve değerini muhafaza etti. Velhâsıl bu âyinlerin tarihi de Bahâriye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddîn Efendi’nin Acemaşîrân makâmından bestelediği ölmez eseriyle sona erdi.” 

Rauf Yektâ Bey ise Hüseyin Fahreddîn Dede’nin bestekârlığı ve özellikle Acemaşîrân Âyîn-i Şerîfi hakkında şunları söylemektedir: “Acemaşîrân makâmında besteledikleri âyîn-i şerîf bestekârlık ince sanatında ne kadar ileri gittiklerini ispata yeterlidir. Hele bu âyîn-i şerîfin Devrikebîr usûlündeki bölümünü -birinci usûlün son bulmasıyla nağmelerin kesilmeyip ikinci usûl ile beraber sona ermesi gibi- cidden kimsenin geçmediği bir yoldan, özgün bir şekilde bestelemeleri, buluş düşüncesine ve yenilikçi anlayışa sahip mûsikî dâhîlerinden olduklarını gösterir. Bir gün irfân ile dolu huzûrlarında âyîn-i şerîfin bu bölümündeki güzellik ve ustalıktan söz edilince, ‘Öyle bir şey olmuş ise de bilerek değil, tesâdüfen olmuştur…’ diyerek geçiştirmişlerdi; ben de cevâben, alçakgönüllülük gösterdiklerini, usûlün gelenekten gelen tavrını kesinlikle bozmamakla beraber, tamamıyla farklı ve renkli bir tarz ortaya koyan bu başarılarının özellikle kutlanmaya değer olduğunu söylemiştim.453 (Hüseyin Fahreddîn Dede’nin) daha birçok hatırı sayılır mûsikî eserleri vardır. Bu eserlerden kayınbirâderleri Yenikapı Mevlevîhânesi’nin eski postnişîni merhûm Şeyh (Mehmed) Celâleddîn Efendi’nin Dügâh Âyîn-i Şerîfi için besteledikleri kıymetli peşrev, eşine ender rastlanır hayret verici güzellikte bir eserdir. Pek sevdikleri Karcığar makâmından mükemmel bir kâr bestelemişlerse de notaya almadıkları için kaybına üzülmekten başka bugün bir şey yapılamaz. Bununla beraber asıl üzüntü verici kayıp, (Hüseyin Fahreddîn Dede) gibi devrin gerçek âriflerinden olan bu yüce şahsın böyle birdenbire beklenmedik bir şekilde ebedî kaybıdır ki, insan-ı kâmil yetiştirmekte pek ihmalci olan günümüz için yerinin doldurulması zor olan büyük kayıplardandır.” 454

Elde notası bulunmayan eserleri ise,

1.  Karcığar Hafîf Kâr455

Ey zahm-ı zinde ber-rebâb-ı dilem

2.  Bayâtî Düyek Şarkı

Enîsim yok, garîbim, bî-mecâlim

3.  Isfahân Devrirevân Şarkı

Bir bakışla…?

4.  Sûzidil Ağır Düyek Şarkı

Kimse bilmez çektiğim derdî, dil-î cânım bilir

5.  ? Şarkı – Söz: Âkif Paşa

Tıfl-ı nâzenînim unutmam seni

olarak sıralanabilir. Yapılacak araştırmalarla Hüseyin Fahreddîn Dede’nin bugün adı bilinen ancak notası elde bulunmayan eserlerine ve belki başka eserlerine de ulaşmak mümkün olabilir.

KAYNAKLAR

Ayvazoğlu,Beşir(2008).Ney’in Sırrı. İstanbul: Kapı Yayınları.

Barkçin,SavaşŞ.(2009). Ahmed Avni Konuk. İstanbul: Klasik Yayıncılık.

Çevikoğlu, Timuçin (2010). Mevlevîhânelerin Faaliyette Olduğu Dönemde Bestelenmiş Mevlevî Âyinlerinin Usûl-Arûz Vezni İlişkisi Yönünden İncelenmesi, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.

Dağlı, Yücel ve Üçer, Cumhure (1997). Tarih Çevirme Kılavuzu I-II-III-IV-V. Ankara: Türk Tarih Kurumu.

Ergun, Sadeddin Nüzhet (1942-1943). Türk Musikisi Antolojisi I-II. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Gölpınarlı, Abdülbâki (1983). Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik (2. Baskı). İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri.

Heper, Saadettin (1974). Mevlevî Âyinleri. Konya: Konya Turizm Derneği Ya- yınları.

Hüseyin Fahreddîn Dede (2010). Müntehebât-ı Fahrî, (Hazırlayan: Mehmet Akkuş, Abdülmecit İslamoğlu, Abdurrahman Adak). Ankara: Mevlânâ Kül- tür ve Sanat Vakfı.

İnal, İbnülemin Mahmut Kemal (1958). Hoş Sadâ Son Asır Türk Musikişinasla. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

İstanbul Konservatuarı Neşriyatı (1934–1939). Mevlevi Ayinleri VI-XVIII. İstanbul: Feniks Mat., Haşim Mat., Marifet Bas., Halk Bas.

Küçük, Sezai (2003). Mevlevîliğin Son Yüzyılı (Birinci Baskı). İstanbul: Simurg Yayınları.

Osmânzâde Vassâf (2006). Sefîne-i Evliyâ (Hazırlayan: Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, I-V). İstanbul: Kitabevi Yay.

Özalp, M. Nazmi (2000). Türk Mûsikîsi Tarihi I-II. Ankara: M.E.B. Yayınları.

Öztuna, Yılmaz (2006). Türk Mûsikîsi Akademik Klasik Türk San’at Mûsikîsi’nin Ansiklopedik Sözlüğü I-II. Ankara: Orient Yayınları.


* Zekâîzâde Ahmed vd., Hüseyin Fahreddîn Dede’nin doğum tarihini 10 Muharrem 1271 (3 Ekim 1854 Salı), vefât tarihini ise 21 Ramazan 1329 (15 Eylül 1911 Cuma) olarak vermektedir. Bu tarihler Hüseyin Vassâf ’ın Sefîne-î Evliyâ’sından alınmış olmalıdır. bk. Mevlevî Âyinleri, c. XVI, f. XXXII, s. 836, Sefîne-i Evliyâ, c. V, s. 193 ve 195, Tarih Çevirme Kılavu- zu, c. V, s. 164 ve 350; Ayrıca bk. Saadettin Heper 1854-1911 seneleri arasında yaşadığını bildirmektedir. Mevlevî Âyinleri, s. 553; Abdülbâki Gölpınarlı, bestekârın vefât senesini 1911 olarak göstermektedir. Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 457; Yılmaz Öztuna da bestekârın doğum tarihini 3 Ekim 1854, vefât tarihini ise 15 Eylül 1911 olarak vermektedir. Türk Mûsikîsi Akademik Klasik Türk San’at Mûsikîsi’nin Ansiklopedik Sözlüğü, c. II, s. 285 ve 286; Nazmi Özalp, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin 10 Muharrem 1271h. (1854m.) senesinde doğup, 1911 senesinde vefât ettiğini bildirmektedir. Türk Mûsikîsi Tarihi, c. II, s. 43, 44 ve 46; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin h.1270 (1853) senesi Muharreminin onikinci çarşamba günü Beşiktaş Mevlevîhânesi’nde doğduğunu bildirmektedir ancak 15 Ekim 1853 tarihine karşılık gelen bu gün Çarşamba değil Cumartesidir. İnal’ın bu tarihi Hüseyin Fahreddîn Dede’nin Mecmuâ’sından aldığı anlaşılmaktadır. Hoş Sadâ, s. 192, Müntehabât-ı Fahrî, s. 320, Tarih Çevirme Kılavuzu, c. V, s. 161. İnal, vefât tarihi olarak ise 1327 Eylülü’nün birinci perşembesini göstermektedir ki rûmî olan bu tarih 14 Eylül 1911 Perşembe günüdür, buna göre Hüseyin Fahreddîn Dede’nin vefâtı hicrî tarihle 20 Ramazan 1329 olmalıdır. Hoş Sadâ, s. 202, Tarih Çevirme Kıla- vuzu, c. V, s. 350; Sezai Küçük, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin doğumu için Mecmuâ’sında yer alan ve İnal’ın da verdiği tarihi 12 Muharrem 1270/1853 Çarşamba olarak aktarmakta ve dipnotta Sefîne-i Evliyâ’da verilen 10 Muharrem 1271/1852 tarihini eklemektedir ancak bu sene 1852 değil 1854 olmalıdır. Küçük, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin vefât tarihini ise Musavver Nevsâl-i Osmânî, Sefîne-î Evliyâ, Mecmuâ-yı Tekâyâ, İnal ve Muzaffer Erdoğan’ın verdiği bilgilere göre 2 Ramazan 1329-1 Eylül 1327/1911 Perşembe olarak göstermektedir. Burada 20 Ramazanın dizgi esnâsında sehven 2 Ramazan olarak yazıldığı anlaşılmaktadır. Mevlevîliğin Son Yüzyılı, s. 152 ve 162, Tarih Çevirme Kılavuzu, c. V, s. 350.

408           Hüseyin Fahreddîn Dede, Müntehabât-ı Fahrî, s. 320, İnal, Hoş Sadâ, s. 192, Tarih Çevirme Kılavuzu, c. V, s. 161.

409           Özalp, a.g.e., c. II, Sayfa 43; Küçük, a.g.e., s. 152 ve 153.

410          Hüseyin Fahreddîn Dede’nin Mecmuâ’daki notunda bu tarih 11 Şevvâl 1273 Perşembe olarak kayıtlıdır, bu tarih 4 Haziran 1857 Perşembe’ye gelmektedir. Hüseyin Fahreddîn Dede, a.g.e., s. 320.

411           Özalp, a.g.e., c. II, Sayfa 43 ve 44; Öztuna, a.g.e., c. I, s. 285; İnal, a.g.e., s. 192; Kü- çük, a.g.e., s. 153.

412           Hüseyin Fahreddîn Dede’nin Mecmuâ’sında evlenme tarihi 15 Rebîulevvel 1289 Per- şembe olarak yazılıdır. Hüseyin Fahreddîn Dede, a.g.e., s. 284; Öztuna ise Hüseyin Fahreddîn Dede’nin evlenme tarihini 22 Haziran 1872 olarak vermektedir. a.g.e., c. I, s. 285.

413              Hüseyin Fahreddîn Dede, kızının genç yaşta vefât etmesi üzerine uzunca bir mersi- ye yazmıştır. Bu mersiye, Mecmuâ’sında bulunmaktadır. Hüseyin Fahreddîn Dede, a.g.e., s. 293, 294, 295 ve 296.

414              Hüseyin Fahreddîn Dede, a.g.e., s. 281; Öztuna, a.g.e., c. I, s. 285.

415              Hüseyin Fahreddîn Dede’nin Mecmuâ’sında bu tarih 27 Şevval 1286 Çarşam- ba olarak vermektedir ancak bu tarihe karşılık gelen gün, 29 Ocak 1870 Cumartesidir. Hüseyin Fahreddîn Dede, a.g.e., s. 281.

416           Hüseyin Fahreddîn Dede’nin Mecmuâ’sında bu tarih 18 Rebîulevvel 1294 Çarşam- ba olarak verilmektedir ancak bu tarih 2 Nisan 1877 Pazartesi gününe gelmektedir. Hüseyin Fahreddîn Dede, a.g.e., s. 281.

417            Hüseyin Fahreddîn Dede Mecmuâ’sında babası Hasan Nazîf Dede’nin nâ’şının h.1285 senesinde Beşiktaş Mevlevîhânesi’nden Maçka’ya, h.1292 senesinde de Maçka’dan Bahâriye’ye nakledildiğini bildirmektedir. Said Dede’nin nâ’şının Bahâriye’ye nakledildiğini belirtmektedir. Hüseyin Fahreddîn Dede, a.g.e., s. 316 ve 313.

418            Öztuna, a.g.e., c. I, s. 285; Osmânzâde Vassâf, a.g.e., c. V, s. 195; Küçük, a.g.e., s. 162; Özalp, Hüseyin Fahreddîn Dede’yi muayene eden doktorun koleradan şüphelenerek Mevlevîhâne’nin karantinaya alınmasını istediğini, bundan büyük bir telaşa kapılan Dede’nin ertesi gün vefât ettiğini bildirmektedir. a.g.e., c. II, s. 44.

419           Öztuna, a.g.e., c. I, s. 285.

420           İnal, a.g.e., s. 192; Küçük, a.g.e., s. 159.

421           İnal, a.g.e., s. 192.

422           Özalp, a.g.e., c. II, Sayfa 46.

423           Küçük, a.g.e., s. 159 ve 160.

424           Öztuna, a.g.e., c. I, s. 286.

425           Öztuna, a.g.e., c. I, s. 286.

426           Öztuna, a.g.e., c. II, s. 516.

427           İnal, a.g.e., s. 95; Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, c. II, s. 506; Özalp, a.g.e., c. I, s. 645.

428           İnal, a.g.e., s. 197.

429           Gölpınarlı, a.g.e., s. 211.

430          Öztuna, a.g.e., c. I, s. 285, 286, 586, 587, 624 ve 626; Özalp, a.g.e., c. II, Sayfa 44 ve 45; Ayvazoğlu, Ney’in Sırrı, s. 33; İnal, a.g.e., s. 192.

431           Nevsâl-i Osmânî’den nakleden İnal, a.g.e., s. 200 ve 201.

432           “(…) Neyzenlikteki iktidar-ı fevkalâdeleri dinliyenlerin malûmu olup ruhnevâz, hazîn ve gayet kıvrak nağmeleriyle sımah-ı dil ü câne lâhutî bir tesir-i câzibedâr ifâza ederler idi, savt-ı lâtifleri ise enfâs-ı kudsiyeleri gibi müessir olduğundan kendilerine mahsus bir edâ-yı dilnişîn ile nağme-serâ oldukları vakit hissedâr-ı zevk-i mânevî olan erbâb-ı vecd ü hâl rûhlarının avâlim-i ulviyeye doğru yükseldiğini duyarlar idi.” Aktaran İnal, a.g.e., s. 201 ve 202.

433           İnal, a.g.e., s. 192.

434           Öztuna, a.g.e., c. I, s. 286.

435           Özalp, a.g.e., c. II, s. 45.

436           Aktaran Özalp, a.g.e., c. II, s. 45.

437           Aktaran İnal, a.g.e., s. 193 ve 194.

438           İnal, a.g.e., s. 177.

439           Özalp, a.g.e., c. II, s. 45.

440           Öztuna, a.g.e., c. I, s. 285; Özalp, a.g.e., c. II, s. 31, 46, 73, 74, 119, 172, 339,604.

441           İnal, a.g.e., s. 177; Özalp, a.g.e., c. II, s. 178.

442           Özalp, a.g.e., c. II, s. 29, 122, 169, 174, 211 ve 648.

443             Nevsâl-i Osmânî’den nakleden Küçük, a.g.e., s. 158.

444            Bu bilgiyi Küçük vermektedir. Ancak kaynak olarak gösterdiği Ergun’un Türk Mûsikîsi Antolojisi’nin 505. sayfasında bu bilgiye rastlanmamıştır. Küçük, a.g.e., s. 393.

445            Barkçin, Ahmed Avnî Bey’in mûsikî hayatında rol oynayan dört üstâd arasında Hü- seyin Fahreddîn Dede’yi de saymakta ve Hüseyin Fahreddîn Dede’den nazariyat öğrendiğini be- lirtmektedir. Barkçin, Ahmed Avni Konuk, s. 46; Küçük, a.g.e., s. 393.

446           Özalp, a.g.e., c. II, s. 24 ve 45; Öztuna, a.g.e., s. 285 ve 286; Küçük, a.g.e., s. 387 ve 395.

447           Özalp, a.g.e., c. II, s. 45; Öztuna, a.g.e., c. I, s. 286.

448           Müntehebât-ı Fahrî, yay. haz.: Prof. Dr. Mehmet Akkuş, Dr. Abdülmecit İslamoğlu, Dr. Abdurrahman Adak, Mevlânâ Kültür ve Sanat Vakfı, Ankara, 2010.

449           Öztuna, a.g.e., c. I, s. 286.

450          Zekâîzâde Ahmed vd., Acemaşîrân Âyîn-i Şerîf ’in ilk icrâının 14 Receb 1302 Çar- şamba (29 Nisan 1885 Çarşamba) günü Bahâriye Mevlevîhânesi’nde yapıldığı bildirmektedir (Zekâîzâde Ahmed vd., a.g.e., c. XVI, s. 836); Ergun, Acemaşîrân Âyîn-i Şerîf ’i XIX. yüzyıl- da bestelenen âyinler arasında göstermektedir (Ergun, a.g.e., c. II, s. 724); Öztuna, Acemâşîrân Âyîn-i Şerîf ’in ilk mukâbelesinin 29 Nisan 1885 tarihinde yapıldığını bildirmektedir (Öztuna, a.g.e., c. I, s. 285 ve 286); Özalp de Acemaşîrân Âyîn-i Şerîf ’in ilk icrâının 1885 senesinde yapıl- dığını bildirmektedir (Özalp, a.g.e., c. II, s. 43, 44 ve 46).

451           İnal, a.g.e., s. 193.

452           İnal, a.g.e., s. 196 ve 197.

453           Hüseyin Fahreddîn Dede’nin Acemaşîrân Âyîn-i Şerîfi’nden önce bestelenen âyîn-i şerîfler incelendiğinde, Beste-i Kadîm Pencgâh, Köçek Derviş Mustafa Dede’nin Bayâtî, Eyyûbî Hüseyin Dede’nin Nühüft, Hâfız Abdürrahîm Şeydâ Dede’nin Irâk, Künhî Abdürrahîm Dede’nin Hicâz, Musâhib Seyyid Ahmed Ağa’nın Nihâvend, Bursalı Sâdık Efendi’nin Bestenigâr, Hammâmîzâde İsmâîl Dede’nin Sabâ, Nevâ, Hüzzâm ve Ferahfezâ, Nakşî Dede’nin Şedarabân, Zekâî Dede’nin Mâye ve Isfahân, Ahmed Hüsâmeddîn Dede’nin Râhatülervâh Âyîn-i Şerîflerinde aynı vezindeki (Remel, fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün) beyitlerin aynı usûlle ve her mısraın iki ölçüde tamamlandığı dağılımlarla bestelendikleri görülmektedir. Bu eserlerden Beste-i Kadîm Pencgâh, Eyyûbî Hüseyin Dede’nin Nühüft, Künhî Abdürrahîm Dede’nin Hicâz, Hammâmîzâde İsmâîl Dede’nin Hüzzâm ve Zekâî Dede’nin Isfahân Âyîn-i Şerîfleri’nin üçüncü selâmlarının ilk kısımlarındaki Devrikebîr bölümlerinde de nağmeler birinci usûlün bitiminde kesilmeden devam ederek ikinci usûlün sonunda tamamlanmaktadır. Yine daha önce bes- telenenlerden Beste-i Kadîm Dügâh ile Kutbünnâyî Osman Dede’nin Uşşâk ve Çârgâh Âyîn-i Şerîflerinde Recez, müstef ’ilün müstef ’ilün müstef ’ilün müstef ’ilün veznindeki beyitlerin aynı usûl ile ve nağmelerin ikişer, her mısraın dörder usûlde tamamlandığı dağılımlarla bestelendikleri görülmektedir. Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi’nin Segâh, Musâhib Seyyid Ahmed Ağa’nın Hicâz, Nâsır Abdülbâkî Dede’nin Acembûselik, Ali Nutkî Dede’nin Şevkutarab, Zekâî Dede’nin Sûzidil ve Selânikli Necîb Dede’nin Sûzinâk Âyîn-i Şerîflerinde de Remel, fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün veznindeki beyitler aynı usûl ile ve iki ölçüde tamamlanan dağılımlarla beste- lenmiştir. Bu eserlerden Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi’nin Segâh ve Nâsır Abdülbâkî Dede’nin Acembûselik Âyîn-i Şerîfleri’nin üçüncü selâmlarının ilk kısımlarındaki Devrikebîr bölümlerinde de nağmeler birinci usûlün bitiminde kesilmeden devam ederek ikinci usûlün sonunda tamamlanmaktadır. Rauf Yektâ Bey, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin bu bölümdeki olağanüstü uygulamasının heyecanıyla daha önce bestelenen âyîn-i şerîflere göz atma ihtiyacı duymamış olmalıdır. Çevi- koğlu, Timuçin, Mevlevîhânelerin Faaliyette Olduğu Dönemde Bestelenmiş Mevlevî Âyinlerinin Usûl-Arûz Vezni İlişkisi Yönünden İncelenmesi, s. 83-576.

454           İnal, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin pek sevdiği Karcığar makâmından bestelediği bu eserini notaya almadığını, ancak bu eserin Zekâizâde Ahmed Efendi’nin kendi elyazısı ile bir nüshasının kızının nezdindeki kütüphânesinde bulunabileceğini söylemektedir. İnal, a.g.e., s. 202.

455           Bu bilgi Küçük tarafından, “Âkif Paşa’nın ‘Tıfl-ı nâzenim unutmam seni’ mısrasıyla başlayan türküsünü besteleyen (…) Hüseyin Fahreddîn Dede…” cümlesiyle verilmektedir. Küçük, a.g.e., s. 393.