[HIZIR HEP HAZIR]

A+
A-


BİL, BUL, OL

[Sâhibu’z-zamân]

Bilmeden bulsan da gördüğünde ne bulduğunu bilemeyeceğinden nâfile!

Neyi kaybettiğini bilen ne aradığını da bilir, bulduğunda onu “kendi öz canı” gibi yakînen tanır.

Neyi bulduğunu bilmeden ona dönüşebilmen de nâfile!

Ne bulduğunu bildiğinde, onun zâten hiç kaybolmadığını görürsün!

Bilemediğin bildiğin, bulamadığın bulduğun, olamadığın olduğun, sahnede göründüğün bütün bir ömür boyunca, zâten onda misafir olduğunu ancak o vakit anlarsın.

Yoksa bu seyri yaşamadan, sana bin kişi gelip aynı gerçeği haykırsa:
Bilinecek, bulunacak, olunacak bir şey yok! Ne isen zâten O’sun! Dese de nâfile!

Aslında bu kadarı yeter idi ammâ neylersin insanoğlu hikâye dinlemeyi seviyor:

Sâhibu’z-zamân olan sultânın evlâdının evlâdı, dervişliği hâlinde her bâr babasından ilhâh ü ibrâm idüp Hazret-i Hızır aleyhisselâmı görmek ve sohbetiyle müşerref olma recâ iderler imiş.

Bir gün babası dervişini pazara elma almaya irsâl iderler. O dahi pazardan elmâyı alıp âsitâne-yi sa’âdet-bahşına rücu’ eyledikde, râhda bir dervîşe dûçâr olup dir ki:

– Aç makrameni göreyim ne’n vardur?

O dahı açup ol sâ’at dervîş içinden bir elma alup geçip gider.

Nihâyet babasına elmayı getürüp nazarlarına korlar. Görelim ne konuşurlar:

– Evlâdım, bu elmanın birisi eksük!
– Bir dervîş aldı!
– Ya niçin dâmenine muhkem yapışmadun?
– Kim idüğün bilmedüm!

Hızır’ı görsem dir idin ammâ bilsem dimez idün; ol ecilden gördün ammâ bilmedün!

Bu hikâyeyi dinleyen gökten düşecek üç elma meraklılarına gizliden didi:
Âh bir görsem ve bilsem

Ve anları çağırdı bir hâtif-i esrâr:
Ânı görmeyen yoktur lâkin bilmeyen çoktur

Bilmek istersen seni
Cân içre ara cânı
Geç cânından bul ânı
Sen seni bil, sen seni

OLduğunu GÖRmek için BİLeceksen bunu BİL!

Hâsılı hoş görmek gerek beni; kendimden başkasını göremiyorum. Aklım, aynanın ardında ne söyletiyorsa, ven ancak o sözü, o manâyı dile getirmedeyim. Gezip dolaştığım, eğlendiğim yer, bir konuk yurduna benzeyen, misâfir olduğum toprak evin, tabiatımın dışındadır. Bakıp gördüğüm yeri seyret de sen de gör; gökyüzü çardağının da ötesinde. Gönlümü bir ayna haline getirdim de ölmezlik suyunu buldum. İnanmıyorsan bak da gör; hem Hızır’ım ben, hem de İskender!
[Cenâb-ı Mevlevî]