HERKESİN SEVGİLİSİ MEVLANA
HERKESİN SEVGİLİSİ MEVLANA
Dursun Gürlek
Hazreti Mevlânâ hakkında söylenmiş sitâyişkâr sözlerin, yüzlerce, belki de binlerce yerli ve yabancı ilim adamının, bir o kadar şâirin ve edebiyatçının konuyla ilgili ifâdeleri ve yazıları, tahminlerin çok üstünde, büyük bir yekûn tutmaktadır. Mevlânâ’dan ve Mesneviden etkilenmeyen kalem erbâbı neredeyse yok gibidir. Aşk ve şevkle söylenen bu sözler, aynı duygularla kaleme alınan türlü çeşitli yazılar, Hazreti Mevlânâ’nın tam bir gönül sultânı olduğunu ayân beyân gösteriyor. Zâten Hazret bizzat kendisi, mânevî anlamdaki sultanlığını ilân ediyor: “Pâdişâhların, hükümdârların saltanatları, onların tabuta girmesiyle birlikte sona erer, halbuki bizim saltanatımız sonuna kadar devam edecektir” buyuruyor.
Evet, Hazreti Pir doğru söylüyor, bir zamanlar dünyâya hükmeden hükümdârları, astığı astık, kestiği kestik olan kralları bugün artık kimse hatırlamıyor ama mânevî saltanâtın en büyük temsilcilerinden olan Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin şânı şöhreti, sâdece Rum illerine münhasır kalmıyor, deyim yerindeyse bütün dünyâya yayılmış bulunuyor. Uzun söze ne hâcet, başta Mesnevî-i Şerîf olmak üzere bütün eserleri yaklaşık 750 yıldır okunuyor; semâ törenleri, görenleri etkilemeyi sürdürüyor, işte bu muhteşem manzara, mânevî saltanattan başka bir şey değildir. Durum böyle olunca, Hazreti Mevlânâ ve eserleri hakkında söylenen sitâyişkâr sözlerin, yazılan cilt cilt eserlerin, irad edilen şiirlerin göz kamaştırması, hayret deryasına garkettirmesi gâyet tabiîdir. Zâten Mesnevî, her an cûş u hurûşa gelen hayret deryasından başka bir şey değildir.
Lâkin dîde-i huffâş ziyâdan rencide olduğu gibi, yarasa misâli bâzı yaratıklar da böyle bir güneşin ışığından rahatsız olup ileri geri sözler söylemekten, birtakım saçmalar saçmaktan kendilerini alamamışlardır. Ve memnûniyetle belirtmek gerekir ki, böyle tîneti bozuk kimselerin “türrehât” kabilinden söyledikleri sözleri kimse kâle almamıştır. “Mesnevî’nin Tenkidi” kabilinden yazılan sözüm ona eserlerin, eşek semeri kadar bile kıymeti olmamıştır. Ben, bu konuda sözü daha fazla uzatmak istemem. Şu kadarını söyleyeyim ki, Mevlânâ ve Mesnevî muârızı olarak bilinen bu herif-i nâşeriflere, hak ettikleri cevaplar, himmet-i Mevlânâ ile Mesnevîşârihleri tarafından verilmiştir. Bir misâl olmak üzere, “Şârih-i Mesnevî, Tâhirü’l- Mevlevî’nin konuyla ilgili kitaplarını ve yazılarını okuyabilirsiniz.
GÖNÜLLERİN ŞİFÂSI
Cühelâdan oldukları, câhilâne sözlerinden hemen anlaşılan bâzı zavallılarda Hazreti Mevlânâ’yı müstehcen söz söylemiş olmakla tenkid ediyorlar. Sanki kendileri tertemiz adamlarmış, iffet ve ismet timsâli kişilermiş gibi Mesnevî’de birçok müstehcen cümle bulunduğunu marazî bir zevkle ve müstehzi bir üslûpla söyleyip duruyorlar. Hattâ sûret-i haktan görünerek, böyle açık saçık sözleri Mevlânâ gibi bir zâta yakıştıramadıklarını, yakışıksız birtakım cümlelerle dile getiriyorlar. Bu türlü eleştiride bulunan garazkârlara veya câhillere gerekli cevapların erbâbı tarafından verilmiş olduğunu, bir kere daha hatırlatalım. Zâten uzağa gitmeye ne hâcet, bizzat Hazreti Mevlânâ bu konuya kendisi ışık tutuyor. Mesnevinin birinci cildinde şöyle diyor:
“Mesnevî hakîkate ulaşmak ve Allah’ın sırlarına agâh olmak için bir yoldur: Mesnevî, din asıllarının, asıllarının asıllarıdır. Allah’ın en büyük şaşmaz şeriati, hakîkate giden nurlu yoludur. Şüphe yok ki Mesnevî, temiz kişiler için gönüllere şifâdır. Hüzünleri giderir. Kur’ân’ı açıkça anlamaya yardım eder. Huyları güzelleştirir Temiz insanlardan, gerçeği sevenlerden başkalarının Mesnevî’ye dokunmasına müsâade yoktur.”
Tâhirü’l- Mevlevî’nin hayrü’l- halefi, son Mesnevîhân Şefik Can, Mevlânâ- Hayâtı Şahsiyeti- Fikirleri isimli kitabında bu konuya şu cümlelerle açıklık getiriyor: “Gerçeği sevenlerden başkalarının Mesnevî’ye dokunmasına müsâade yoktur.” sözü yanlış anlaşılmamalıdır. Bilindiği gibi, mü’min kardeşlerimiz, çeşitli meşreplerdedir. Mesnevî’deki bâzı bahislerden hoşlanmayanlar, konuların dışında kalarak içine giremeyenler, hikâyelerin ötesine geçemeyenler, bu sebeple hakîkati göremeyenler bu mübârek kitabın zevkine varamazlar. Hattâ, anlayış kâbiliyetlerinin, seviyelerinin müsâadesizliği yüzünden Mevlânâ’nın realist oluşunu, hakîkatseverliğini, anlatmak istediği konulara, misâl olarak aldığı bâzı hikâyelerini, bâzı sözlerini büyük velîye yakıştıramazlar. İşte Mevlânâ’mız bu gibi kişilerin Mesnevî’yi ellerine almalarını istememektedir.
Cenâb-ı Hakk, Kur’ân’ı Kerîm’de Peygamberimiz Efendimize, insanların hakîkatleri görüp anlamaları, körü körüne inanmamaları, düşünerek Yaradan’ın kudreti ve yaratılış sırrını sezmeleri için bâzı misaller, örnekler vahy etmiştir. Bakara Sûresi’nin şu meâlde olan 26. âyetini dikkatle okuyalım:
“Muhakkak ki Allah, birsivrisineği, belki ondan daha büyüğünü, hakîkati açıklamak için misâl getirmekten çekinmez. îmân edenler, bu misâlin Rab’lerinden gelen bir hakîkat olduğunu bilirler. Ammâ kâfirler: “Allah, bu misâl ile ne demek istedi? Derler. Cenâb-ı Hakk, bu misâlle bir çoğunu şaşırtıp, yoldan çıkarır. Dalâlette bırakır ve yine onunla bir çoğunu doğru yola, hidâyete sevk eder. Ve onunla ancak fâsıklar yoldan çıkarlar.”
Hazreti Mevlânâ da, bu âyete işâ- retle şöyle buyurmaktadır: “Kur’ân gibi, bizim Mesnevîmiz de bâzılarını hidâyete, doğru yola; bâzılarını da dalâlete, sapıklığa sevk eder.”
Bu, son derece ilgi çekici açıklamadan sonra Mesnevî muârızlarının ve münekkitlerinin gerçek mâhiyetleri olanca gerçekliğiyle, ortaya çıktığı için başka söz söylemeye gerek kalmıyor ise de hazır aklıma gelmişken bir husûsu daha belirtmek istiyorum. Sanki mârifetmiş gibi, ikide birde Mesnevî’de müstehcen cümleler bulunuyor deyip duranlara, nev’i şahsına münhasır bir üslûpla cevap verenlerin olduğunu da biliyoruz. Meselâ Konyalı Ârif Etik Hoca bunlardan biridir. Vefâtından sonra adına hazırlanan armağan kitapta1 nakledildiğine göre, Mesnevî’de müstehcen gibi gözüken hikâyelere takılıp bu mübârek kitabın aleyhinde bulunma cür’etini gösteren bir adama şu müthiş cevâbı veriyor:
MESNEVÎ DENİLEN SARAY
“Mesnevî bir saraydır. Bir sarayda nâdîde salonlar, odalar, içleri çeşit çeşit yiyeceklerle dolu kilerler, mutfaklar ve antika eşyâlar bulunur. Tabiatıyla saraylarda tuvâletler de vardır. Sen sinek gibi vızıldaya vızıl- daya uçmuş ve doğru tuvâletin deliğini bulmuşsun. Sonra Mevlânâ herkesin idrâkine göre söyler. Senin idrâkin ancak bu kadar olduğu için, Mesnevî’deki o kadar güzelliği görmeyip birkaç hikâyeye takılmışsın.”
Ne güzel ve ne yerinde cevâp değil mi efendim? Demek ki Mesnevî-i Şerîf’deki bâzı hikâyelere takılanlar, aynı zamanda takıntılı insanlarmış. Zâten takıntılı adam, sıkıntılı adamdır. Mesnevî’de müstehcen hikâyelere de yer veriliyor diyerek müstekreh sözler söylemekten çekinmeyen bu zavallılara, kızmak değil, acımak gerekiyor. Medet yâ Hazreti Pir! Sen, seni çok seven, Tâhir Hoca’nın da dediği gibi, herkesin sevgilisisin!
Mesnevisin işidüp Hazreti Mevlânâ’nın
Güşvâr oldu kulağımda kelâmı ânın
Def ü ney nâle kılup Mevlevîler etti semâ
Eyledik yine saf âsim bugün devrânın
Emr-i Mevlâ ile bir himmet ede Mevlânâ
Gele ayağıma kim kelleleri a’dânın
Cedd-i alâlarıma himmet edegelmiştir
Ben de umsam ne aceb himmetin ol sultânın
Bahtiyâ, bendesi ol dergeh-i Mevlânâ’nın
Taht-ı ma’nide odurpâdişehi dünyânın
Sultan Birinci Ahmed
Dipnotlar:
1) Konyalı “Ârif” ve “Etik” Bir Hoca: Ârif Etik: İhsan Kayseri, C.l, Selçuklu Belediyesi Kültür Yayınları:27.