Hazreti Kahve beyanındadır
Hazreti Kahve beyanındadır
Ol nedir kim bir güzel esmer civân
Râhat-ı ruhu hayât-efzâ-yı cân
Anın içip meyledip erbab-ı dil
Iyş u nûş eyler anınla her zamân
Şimdiki İstanbulluların pek bilmedikleri bir bilmecedir bu dörtlük. Cevabı ise esmer, cana can katan, gönül ehlinin meylettiği ve her zaman içtiği kahvedir. Aslı şairin dediği gibi;
Nefesinden senin ey kahve meşamm-ı câna
Bûy-ı Rahman erişir belki Yemen’den gelen
Yemen’den gelir. Bazı şeyhler Yemen dağlarını kendilerine yurt edinip dervişleriyle beraber bir tür “kalp” ve “bun” dedikleri taneleri döğüp yerlermiş. Bazısı da kavurup suyunu içermiş. Dervişlerin meşrebine ve mesleğine uygun olan bu kuru ve soğuk gıda dervişler vasıtasıyla tüm dünyaya yayılmış ve;
Tütün kahve iki dane birâder
Cihan’ı müşterek zabt eylemişler
Şimdi kahve deyince aklımıza Yemen gelmiyor artık. Onun adı türkülerde kaldı. Dünyanın her tarafından, ismini ilk defa duyduğumuz ülkelerden kahveler geliyor. Kahvehane deyince de büyük kahve dükkanları geliyor.
Değişen sadece menşei olsaydı keşke. Artık kahve içme adetleri değişmeye başladı. Zemzem bardaklarıyla getirilen sular eşliğinde garip şekillerde imal edilmiş bardaklarda içilen bir içecek oldu. Oysa eskiden öyle mi idi?
Hazreti Kahve
Erbabı için mübarek bir içecekti kahve. İçmek için bir zamanı vardı, bir mekanı vardı ve bir adabı vardı. Yolda telefonda konuşarak yürürken, araba kullanırken, çamaşır asarken, komşunun çocuğuna çemkirirken içilmezdi.
Bir kere kahve çekirdek olarak alınır, dibeklerde öğütüldükten sonra taze olarak pişirilirdi. Kahvenin taze olması birinci şarttı. Ucuz ve kötü kahveyi izinsiz ve kenarda köşede çekenler cezalandırılırdı. İkincisi ise kahve çay gibi ocağa konulup on dakika sonra gelinip demlenen bir şey olmadığı için ihtimam ister. Başında bekleyeceksin, oda sıcaklığında su koyacaksın, suda erimesi için karıştıracaksın, köpüğü olması için ayarlamasını iyi yapacaksın ve bunları da kısık ateşle yapacaksınız. Doğrudan ateşe muhatap olmasın diye de kızdırılmış kum veya taş üstünde pişirilirdi. Hatta bu konuda daha da hassas olanlar mum ateşinde pişirirlerdi ki en lezzetlisi budur.
Piştikten sonra ikram edilmesi de ayrı bir ritüel. Kulpsuz fincanlara köpükleri kaybolmayacak şekilde fincan yan tutularak usulca dökülür. Dudak payı bırakılır, fincan taşırılmaz. Fincanlar soğumasın diye fincan zarfları içine konulur. Yanında bir bardak su ile ikram edilir. Öyle bir yudumda çekilen ağız ıslatacak kadar az su alan bardaklarla değil, bildiğimiz su bardağıyla.
O yüzden kahve ocağının başına herkes geçemez. Kahveci kahveyi pişirirken kahve de kahveciyi pişirir. Olgun kişilerdir kahveciler, her türlü hürmeti hak ederler.
İçme adabı
Pişirilmesi merasim gibi olan kahvenin içilmesi de merasim gibi olurdu. Kahve bir bardak su ile sehpaya konulduktan sonra bu sefer tiryakisi ilk olarak gönlünden Allah’a şükrederken diliyle de pişirip ikram eden kahveciye teşekkür eder. Bu zaten onun işi, parasını veriyorum ya niye teşekkür edeceğim, diye düşünmez, aklına bile gelmez. Gönülden ve dilden teşekkür ettikten sonra Allah’ın adı anılarak zarfın kulpu tutulur. Ama öncesinde ağzı ve boğazı temizlemek için getirilen suyun yarısı içilir, tamamı değil. Daha sonra fincan yavaşça kaldırılıp burnun önüne getirilir. Kahvenin kokusun genze girmesine müsaade edilir. Kahvenin tadını dilden önce burun tadar. O koku dimağa gider ve ilk etkisini gösterir. O esnada dil sabırsızlanır ben de tadayım diye. Burun ise ilk tatmanın verdiği üstünlük ile biraz büyür. Havasını atar ve sonra buyurun sıra sizde diyerek kaçmasın diye adeta kokuya sarılarak kendi köşesine çekilir.
Dil biraz daha beklemek zorundadır çünkü sırada ağzın bekçileri olan dudaklar vardır. Dudaklar ilk olarak fincanı öper, fincanın ılımış serinliğini hisseder. Öpüşmenin hiç bitmemesini ister ama içerideki dil sabırsızdır ve dudakların arasından ilk yudum alınır. Hemen yutulmaz o yudum. Önce ağızda yayılır, dilin her zerresi kahvenin tadını hisseder. Ağzın içi koku ile dolar. O arada artanlar da boğaza doğru akar. Ağız bu anın hiç bitmemesini ister. O yüzden ikinci yudum hemen alınmaz. Tat kaybolmaya başlayınca ikinci yudum ve üçüncü yudum peşinden gelir. Dördüncü yudum olmaz, adaba aykırıdır. Üçleme esastır. Hakikati kaybolur aksi takdirde.
Son yudumdan sonra kahvenin telvesinin ağızda bıraktığı tortuları temizlemek için kalan yarım bardak su içilir. Ama hemen suya saldırılmaz, bir müddet beklenir. Çünkü kahveci kahvesinin tadının kötü olduğu için su içildiğini düşünür. Su yerine soda da tercih edilir ama meyveli soda olmamasına dikkat edilmelidir. Çünkü kahvenin kokusu ve tadı şirk kabul etmez, hemen kaybolur.
Kahvenin tadının güzelliği biraz da içecek kişiyi bekletmesindedir. Çabuk erişilen şeyin tadı da çabuk gider. Vuslata doyulur ama hasrete doyulmaz. Şair;
Pâyin sadâsı gelse de sen hiç gelmesen
Kıyamete dek beklesem vuslat istemem
Derken bu duyguyu anlatır. Kahve içtikten sonra artık hasret yeniden başlar. Bir sonraki kahve içme zamanı hasretle beklenir.
Kahve içmenin hakikati
Kahve içmek Allah’ı zikretmenin yollarından biridir. Dervişler arasında rağbet bulmasının nedeni de onun bir dervişin yolculuğunu sembolize etmesidir. Kahve içmeye heves etmek yola hazırlık yapmak demektir. Kahvenin sırrı renginden dolayı Hacerü’l-Esved’e benzemesiyle başlar. Kahve içmek dirilmek demektir. Dilin bağının çözülmesidir, muhabbetin önündeki engellerin kalkmasıdır. Usulünce içilirse hamlar, cahiller bile yola gelir.
Kahve mürittir, kahveci mürşit. Ham halde gelir. Onu riyazat, mücahede ve nafilelerle öğütür. Sonra ortalama sıcaklıkta su ile karıştırır, yani sıradan günlük işlerini yapmasına müsaade eder, ama bu işleri farklı bir şekilde yapmaya başlamıştır artık. Üzerine konulduğu ateş dervişin aşkını artırır, kulluğuna neşve verir, hararetini, arzu ve iştiyakını artırır. Aşk ateşi zamanla günahlarını, kusurlarını yakar, ortadan kaldırır. Köpüklenmesi için zamanla ve kısık ateşte pişmesi gerekir, yani kemâlât birden olmaz. Kötü huylar gittikçe köpük kabarmaya başlar. Aşk ateşi bu sefer muhabbet nuruna döner. Kahvenin görüntüsünü güzelleştiren köpük ise güzel ahlaktır. Artık kahve dervişlik kıyafeti olan fincana dökülür, yani tennuresini, haydariyesini, takkesini giyer. Fincan aynıdır ama zarf farklı farklıdır. Yoksulu, bayı, sultanı, gedası hep farklı fincanlardır. Tekkeden çıktığında mesleği ve meşrebi neyse o şekilde giyinir. Artık halk içinde ama Hakk’ın rengine ve kokusuna bürünmüş bir halde muhabbet nurunu yaymama başlar.
Şimdi lütfen cevap veriniz, Amaricano veya cappuccino içmek ile kahve içmek bir midir?