Hasan Âli Yücel – Bestekâr, Millî Eğitim Bakanı, Şair, Yazar
Hasan Âli Yücel (ö. 1961)
(Bestekâr, Millî Eğitim Bakanı, Şair, Yazar)
TEKKE KAPISI – BAYRAM ALİ KAYA
17 Aralık 1897 tarihinde, bir kandil gecesinde İstanbul’da doğan ve Giresunlu bir âileden gelen Hasan Âli Yücel’in büyükbabası, Rüsûmât/Posta ve Telgraf Nâzırı Hasan Âli Efendi, babası Telgrafhâne müfettişlerinden, aynı zamanda bestekâr ve neyzen bir Mevlevî dervişi olan Ali Rızâ Bey, annesi ise Neyyire Hanım’dır. Hayli büyük bir âilenin tek çocuğu olarak dünyaya gelen Hasan Âli, ilk çocukluk yıllarında Mevlevî kültürünün hâkim olduğu dinî ve tasavvufî bir çevrede yetişmiştir. Eğitim hayatına dört yaşında iken Lâleli semtinde bulunan Yolgeçen Mahalle Mektebi’ne başlamış, altı yaşında iken âilesinin, oturdukları yalıdan Topkapı dışındaki Gümüşsuyu’nda yaptırılan köşke taşınması üzerine Hasan Âli, önce Topkapı’daki Taş Mekteb’e, daha sonra da Aksaray Yusufpaşa’daki Mekteb-i Osmânî’ye gönderilmiştir. Bu okulu “aliyyü’l-âlâ” derecede bitirmesinin ardından Vefâ İdâdîsi’ne giden Hasan Âli’nin, ilk yazısı da on dört-on beş yaşlarında iken, 17 Ekim 1913 tarihinde, Mektepli adlı çocuk dergisinde ve “İntikam Olsun” başlığıyla yayımlanmıştır.1205
Hasan Âli Yücel, idâdînin son sınıfında ve henüz 18 yaşında iken, 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine yedek subay olarak askere alınmış, böylece “hayat üniversitesi” olarak adlandırdığı ve üç buçuk yıl sürecek olan askerlik dönemi başlamıştır. Mondoros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla 1918 yılında askerlikten terhis edilen Yücel, yarım kalan eğitimini tamamlamak düşüncesiyle önce Dârülmuallimîn-i Aliyye/Yüksek Muallim Mektebi’ne; ardından da Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Şubesi’ne geçmiş ve her iki okuldaki eğitimini de başarıyla tamamlamıştır. Bir ara Hukuk Fakültesi’ne de kaydolmasına rağmen kısa bir süre sonra bu okuldan ayrılmıştır.1206
İlk şiirleri Dârülfünûn’daki bu eğitim yıllarında ve Dergâh Mecmûası’nda yayımlanan Hasan Âli, yine o günlerde cephe haberlerinin heyecanla tartışıldığı İkbâl Kıraathânesi’nde Yahya Kemâl Beyatlı ve Ahmed Hamdi Tanpınar ile sohbet etme ve olayları değerlendirme fırsatı bulmuştur. Yunanlıların İzmir’i işgali üzerine düzenlenen ünlü Sultan Ahmet Mitingi’ne katılanlar arasında da yer alan Hasan Âli, o yıllarda bir yandan da sık sık Türk Ocağı’nda dil ve tarih konulu konferanslar ile araştırmalara katılarak kendisini yetiştirmiştir.1207
Hasan Âli 1921 yılında, katıldığı toplantılardan birinde tanıştığı Refîka Hanım ile evlenmiştir. Bu evlilikten, ilki doğumdan sonra ölen Samîme adlı bir kız çocuğu, ikiz olarak dünyaya gelen ve biri aynı zamanda son dönemin ünlü şairlerinden olan Can Yücel ile Canan Yücel Eronat ve bir diğeri ise aynı zamanda en küçük çocukları olan Gülümser Sanver olmak üzere toplam dört çocukları dünyaya gelmiştir. Hasan Âli, evliliğinin ardından 1922 yılında İzmir Erkek Muallim Mektebi’ne Türkçe ve edebiyat öğretmeni olarak tâyin edilmiştir. İzmir’deki yıllarında Mustafa Kemâl Atatürk ile karşılaşan ve sorduğu sorularla dikkatini çeken Hasan Âli, 3 Mart 1924 tarihinde Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu’nun kabulünden sonra aynı yıl Kuleli Askerî Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi ve Galatasaray Lisesi’nde edebiyat, felsefe, içtimâiyyat ve yurttaşlık bilgisi öğretmenliklerinde bulunmuş ve yine aynı yıl, yeni düzenlenmiş olan eğitim kurumlarına müfettiş olarak atanmıştır. 1927 yılından sonra öğretmenlik hayatını noktalayan Hasan Âli Yücel’in öğretmenlik yılları hayli verimli geçmiş ve bir yandan da yazarlık faaliyetinde bulunduğu bu dönemde üç kitap yayımlamıştır. 1930 yılında dönemin ünlü matematikçisi Sâlih Zeki Bey ile birlikte Fransız eğitimini incelemek amacıyla öğrenci müfettişi olarak Paris’te bulunmuş ve burada yaptığı çalışmaları daha sonra Fransa’da Kültür İşleri adlı kitapta yayımlamıştır.1208
Hasan Âli, bir süreliğine yurt dışında bulunduktan sonra yurda dönmüş ve Mustafa Kemâl ile birlikte, uzun süreli bir yurt gezisine çıkmış, yapılan denetlemeler sayesinde eğitim-öğretim kurumlarını yakından inceleme ve tanıma imkânı bulmuştur. Problemlerin tespitinin yanı sıra bulunacak çözümleri de Atatürk ile birlikte kararlaştıran Hasan Âli, bir yıl sonra kurulan Türk Dili Tedkîk Cemiyeti’ne geçerek dil çalışmalarına başlamış ve bu çerçevede, Arapça ile Farsça kelimelere Türkçe karşılık bulmak üzere oluşturulan bir heyette yer almıştır. Yücel’in bu yılları aynı zamanda çeviri faaliyetlerini başlattığı bir dönem olmuştur.1209
Hasan Âli Yücel, 1932’de Gazi Eğitim Enstitüsü müdürlüğüne, bir yıl sonra Orta Eğitim Genel Müdürlüğü’ne tâyin edilmiş, 1935 yılındaki seçimlerde İzmir vekili seçilmiş, 1938 yılının son günlerinde ise Millî Eğitim Bakanlığı’na atanmıştır. Yücel, gerek bu dönemde, gerekse devamında yoğun olarak sanat, eğitim ve kültür faaliyetlerinde bulunmuş, birçok projesini başarıyla tamamlamış, kaleme aldığı eserleri yayımlanmış ve bir yandan da çeviri faaliyetlerini sürdürmüştür. Eğitimin hemen her alanında ve kademesinde yoğun çalışmalarda bulunan, bu çerçevede Köy Enstitüleri’nin kurulup geliştirilmesi, Devlet Opera ve Tiyatrosu’nun kurulması, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin kurulması, Ankara Üniversitesi’nin bazı bölümlerinin açılması, dilin sadeleştirilmesi, ders kitaplarının standartlaştırılması, dünya klâsiklerinin Türkçeye kazandırılması, çeşitli ansiklopedi ve dergilerin yayımlanması, üniversiteler kanununun düzenlenmesi vb. daha birçok çalışmaya imza atan Hasan Âli Yücel, yedi yıl ve yedi ay süren bakanlık görevini, uğradığı bir haksızlık üzerine 5 Ağustos 1946 yılında istifa etmek sûretiyle noktalamış; ancak İzmir milletvekili olarak 1950’ye kadar mecliste bulunmaya devam etmiştir. Sonrasında ise siyasetten çekilerek hayatını daha ziyâde yayın faaliyetlerinde bulunmak, gazetecilik ve köşe yazarlığı yapmak sûretiyle devam ettirmeye çalışan Yücel, artık köşesine çekildiği şeklinde yapılan yorumları ise “Ben köşemdeyim; ama rûhum bu cemiyetin ve bu milletin içindedir” sözleriyle cevaplandırmıştır. Edebiyat yazılarıyla ilk olarak Dergâh, Yeni Mecmûa ve Hayat dergilerinde görülen Yücel, ayrıca Tasvîr-i Efkâr, İfham, Dünya, Akşam, Ulus ve Cumhuriyet gazetelerinde yazmıştır. Yayın faaliyetleri çerçevesinde 1960’lı yıllarda, Türkiye İş Bankası kültür yayınlarından çeşitli kitap dizileri çıkaran, Unesco Türkiye Millî Komisyonu’na seçilerek burada da çalışmalarda bulunan, dönemin siyâsî gelişmelerini ele aldığı köşe yazılarına devam eden, yazarlığının ve eğitimciliğinin yanı sıra şairlik yönü de bulunan Hasan Âli Yücel, 1961 yılında Kurucu Meclis üyeliğine seçilmiştir. Hızlı ve yoğun yaşanmış bir hayatın ardından 26 Şubat 1961 tarihinde İstanbul’da vefat eden ve Ankara’da defn olunan Hasan Âli Yücel, ardında onlarca eser bırakmıştır.1210
Çocukluk günlerinden itibaren kendisini, âilesinin de bağlı olduğu Yenika-pı Mevlevîhânesi’nde bulan Hasan Âli Yücel’in, özellikle ruh ve düşünce dünyasının şekillenmesinde, anılan dergâhın şeyhi Mehmed Celâleddin Dede’nin yanı sıra, aynı zamanda onun müritlerinden olan babası Ali Rızâ Bey’in ve “Ayşem” diye hitap ettiği anneannesi Ayşe Hanım’ın da büyük etkisi olmuştur. Hasan Âli Yücel’in bildirdiğine göre Ayşe Hanım bir Kâdirî dervişi olup Cerrahpaşa’daki Başmakçı Tekkesi’nin şeyhi Baba Efendi’ye onun ölümünden sonra ise oğlu Mehmed Ali Efendi’ye bağlanmıştır. Aynı zamanda günün şartlarına göre kültürlü bir Osmanlı kadını olduğu anlaşılan ve Yücel’in, “Anneannem benim için misk kokan ve tatlı söyleyen uçucu bir hayâldi”, diyerek tavsif ettiği Ayşe Hanım, çok sevdiği torunuyla yakından ilgilenir, ona gazete ve Kur’ân okutur, aynı zamanda tarihî olayları da onunla sohbet havası içinde konuşur ve tartışırmış.1211
Hasan Âli Yücel, bir âile mirası olarak gördüğü Yenikapı Mevlevîhânesi hakkında, “…Ben çocukluğumu üç çevrede geçirdim. Ev, mahalle mektebi, Yenikapı Mevlevî Tekkesi. Bu üç çevreden hâtırâlarım var…Fakat tekkeden (olanların) hepsi bütün hayatıma işlemiş izler taşır.” 1212 değerlendirmesinde bulunmuştur.
Hasan Âli Yücel, Geçtiğim Günlerden adıyla yayımlanan hâtıralarında, büyük oranda çocukluk döneminin Mevlevîlik günlerine ilişkin önemli bilgiler vermektedir. Yücel’in anılan kitapta kaydettiğine göre, çocuğunun olmadığına üzülen babası, bir iş dönüşünde önünden geçtiği bir konaktan gelen ninni sesleri üzerine duygulanmış ve eve geldiğinde annesine, “Bizim evden böyle sesler duymak mümkün olmayacak mı?” tarzında serzenişte bulunmuştur. Buna hayli içerleyen annesi ağlamaya başlamış ve o gece rüyâsında konağın sofasında oynayan birçok erkek çocuk görmüştür. Derken başında destârlı sikke, uzun boylu, ak sakallı, zayıf bir zât kendisine, “o oynayan oğlanlardan biri senindir”, diye seslenmiştir. Annesi sabah uyandığında rüyâsını derhal anneannesi Hayriye Hanım’a söylemiş, o da Yenikapı Mevlevîhânesi’ne giderek şeyhi Celâleddin Dede’ye “Neyyire böyle bir rüyâ görmüş” diyerek rüyâyı anlatmıştır. Bunun üzerine şeyh efendi, rüyâda görülen kişinin dergâhın ilk şeyhi Kemâl Ahmed Dede olduğunu, türbeye konulmak üzere Neyyire Hanım’ın bir yemenisiyle gömleğini göndermesini istemiştir. Daha sonra annesi hâmile kalmış ve doğum yaklaştığında bu kıyafetler kendisine giydirilmek sûretiyle doğum son derece kolay bir şekilde gerçekleşmiştir. Hasan Âli Yücel bu rüyâyı, kendisinin Yenikapı Mevlevîhânesi ve şeyhi Mehmed Celâleddin Dede ile bilişmesine ilk işaret olarak değerlendirmiştir.1213
Yine hâtırâlarından öğrendiğimize göre Hasan Âli Yücel’in Yenikapı Mevlevîhânesi ile ilk fiilî teması da çocukluk günlerine rastlamaktadır. Annesinin kendisine anlattığına göre, iki yaşında iken ciciannesi vefat eden ve bu olay üzerine dili tutulan Hasan Âli, kendi ifadesiyle “bir yıllık söylememe perhizine yakalanmış” ve bu süre zarfında tek bir kelime konuşa-mamıştır. Hasan Âli Yücel, annesi tarafından elinden tutularak Yenikapı Mevlevîhânesi’ne götürülmüş ve dergâhın o dönemki kudümzenbaşısı Ah-med Dede’den kendisini okuması ricâsında bulunulmuştur. Ahmed Dede, rahatsızlığını ileri sürerek sonra gelinmesini istemişse de annesinin ısrarına dayanamayarak suda erittiği bir tozu Hasan Âli’ye içirdikten sonra okuyup üflemiş ve o geceden itibaren konuşma problemi ortadan kalkmıştır.1214
Hasan Âli Yücel’in Mevlevîliğe dolayısıyla da Yenikapı Mevlevîhânesi Postnişîni Mehmed Celâleddin Dede’ye intisabı yine çocukluk dönemine rastlamaktadır. Yücel, babası ve diğer dergâh müntesibi âile büyükleriyle birlikte bir gün Yenikapı Mevlevîhânesi’ne gitmiş, orada Mevlevî cânlarını tanımış, Mevlevî sikkesi giymiş; hatta başındaki sikke ile bir de fotoğraf çektirmiştir. Sikkesinin bizzat şeyh efendi tarafından tekbirlenmiş olması kuvvetle muhtemel olan Hasan Âli Yücel, çocukluk döneminde “Hûbaba” dediği Mehmed Celâleddin Dede’den sonraki yıllarda da “Şeyhim” diyerek dâimâ hürmetle bahsetmiştir. Semâını da kendisinden çıkarmış olma ihtimali bulunan Hasan Âli Yücel’i dergâhta en çok etkilemiş kişilerden biri, şüphesiz, aynı zamanda ciddiyeti ve vakarı ile tanınmış bir şeyh olan Mehmed Celâleddin Dede olmuştur.1215
Yücel, sikke giymesi ve Yenikapı Mevlevîhânesi’nin atmosfesine ilişkin olarak hâtıralarında şunları kaydetmiştir:
“…Topkapı dışında Merkez Efendi yakınındaki mevlevîhâneye gece yatısına giderdik. Büyükler, oranın dervişi idiler. Tekkeye gittiklerinde beni de beraber götürürlerdi. Esâsen de pek küçük çağda sikke giymiş, derviş olmuştum. En derviş olunmayacak demlerimde bile bu ruh hâlimi muhafaza etmişimdir.
Tekkeyi pek severdim. İnsanları kibar, bahçesi ve avluları büyük; herkesin hareketi ölçülü ve sâkin, kimse kimseye fazla karışmaz, kimse kimseyle çançan konuşmaz; içinde çocuğun ve erginin rahat nefes alabileceği bir yerdi.”1216
“Yenikapı Mevlevîhânesi de ayrı bir âlemdi. Kandil, Kadir ve bayram geceleri her taraf pırıl pırıl mumlarla ışıklanır, dedelerin hücreleri tatlı sohbetlerle dolar, kendisi tanbur üstadı olan Şeyh Celâl Efendi’nin riyâset ettiği toplantılarda âyinler meşkedilir; herkes birbirine hürmetkâr, çoğu fakr içinde yaşadığı hâlde güler yüzlü, hayatından şikâyetsiz ömür sürerlerdi. Yangınlar, hastalıklar, ölümler bile bu iç saâdeti bozmaz; sebep oldukları elem ve kederler, bu temiz çehreleri ancak hüzün bulutları ile örterdi. Abdülhamid devrinde şüpheli şahıslardan telakki edilen Şeyh Celâl Efendi’yi ve çevresini kontrol etmek üzere civardan eksik olmayan kırmızı fesli hafiyeler, bu iç dünyalarını kurmuş insanları rahatsız edemezler, onların mânevî huzurlarını bozamazlardı.”1217
Hasan Âli Yücel’in, Yenikapı Mevlevîhânesi’ne bağlılığıyla ilgili çoğunluğu kendi hâtıraları olmak üzere daha birçok kayıt bulunmaktadır. Bunlara son bir örnek olarak, dergâhın son şeyhi Abdülbâki Baykara Dede’nin oğlu Rüsûhi Baykara’nın Büyük Doğu Mecmûası’na gönderdiği, “Hasan Âli Yücel Hakkında Bir Tavzîh” başlıklı mektubundan kısa bir alıntıya yer veriyoruz:
“…Hasan Âli’nin Yenikapı Mevlevîhânesi’yle münâsebeti büyükbabası Posta-Telgraf Nâzırı Hasan Âli Efendi ile başlar. Hasan Âli Efendi, dedem Şeyh Osman Selâhaddin Dede Efendi’nin dervişi idi. Oğlu Rızâ Bey de büyükbabam Celâleddin Efendi’nin dervişidir. Bu münâsebetle bütün âilesi gibi Hasan Âli de ufak yaştan beri tekye muhitinde yaşamıştır; fakat makalenizde zikrolunduğu gibi, asla büyükbabam Celâleddin Efendi’nin bir lutf-ı mahsûsunu görmüş değildir. Onun mektebe devam ve Dârülfünûn’da ikmâl-i tahsil etmesi de daha ziyâde babam Abdülbâki Dede Efendi zamanına rastlar. İşte bu sıralarda Hasan Âli ve âilesi, yazdığınız gibi kâle alınacak kadar uzun bir müddet tekyede sâkin olmamışlardır. Gerçi tekyenin müritleri olmak hasebiyle bir müddet müsâeret etmiş olabilirler; ammâ bu zamanlarda onlar tekye civarında bir evde müstakilen oturmakta idiler. Tekyede yeyip içmelerine gelince, ecdâdım, babam, ben ve diğer dervişler gibi o da Evkaf-ı Celâliyye’nin, yani Mevlânâ lokmasının perverdesidir.”1218
Hasan Âli Yücel’in Yenikapı ile münâsebeti, Mehmed Celâleddin Dede’nin vefatından sonra yerine geçen Abdülbâki Baykara Dede zamanında da devam etmiş, dostlukları dedenin vefatına kadar sürmüş; hatta siyaset ilmine ve hürriyete dâir ilk derslerini hâtıralarında “Nutkî Ağabey” diye andığı ve aynı zamanda Abdülbâki Baykara Dede’nin kuzeni olan Nutkî Efendi’den almıştır.1219
Hasan Âli Yücel’in ruh ve düşünce dünyasının şekillenmesinde, onun “kalb-i selim” ve “zevk-i selim” sahibi bir şahsiyete dönüşmesinde Yenikapı Mevlevîhânesi’nin çok şeyler kattığı muhakkaktır. Bununla birlikte dergâh dışından olmakla birlikte, kendileriyle görüştüğü, istifade ettiği veya etkilendiği başka isimler de bulunmaktadır. Bunlar arasında Şerafettin Yaltkaya, İsmail Sâib Sencer, bir diğer Mevlevî şeyhi olan Mehmed Es‘ad Dede ve Ah-med Avni Konuk’u bilhassa anmak gerekir.1220
Yenikapı Mevlevîhânesi ile olan ilişkisi, büyük oranda çocukluk ve ilk gençlik yıllarına rastlayan Hasan Âli Yücel’in, dergâhla olan içlidışlılığına rağmen, Mevlevîliği hususu da tartışılan yönlerinden biri olmuştur. Yücel’in, çocukluk döneminde Yenikapı Mevlevîhânesi’nde sikke giymek sûretiyle Mehmed Celâleddin Dede’ye intisap etmesine, ki geleneğe göre Mevlevîliğe girmenin önemli şartlarından biri sikke giydirilmek/tekbirlenmektir, daha sonraki dönemde de Celâdeddin Dede’den “Şeyhim” diyerek hürmetle bahsetmesine rağmen; onun Mevlevîliğinin pratiği olan bir derviş düzeyinde değil; daha ziyâde muhiplik derecesinde kalmış olduğu görülmektedir. Onun bu yönü üzerinde, farklı görüşlere de yer vermek sûretiyle müstakil olarak duran Ahmed Güner Sayar, ayrıca şu önemli değerlendirmede bulunmuştur:
“Mevlevî, Mevlânâ’ya rûhen bağlı, ona mensup kişi demektir. Mevlevîlik yoluna giren kişiye de Mevlevî denir. Aslında bu ikili tanımdan ikincisi, birincisi için kabuktan öze geçişi hazırlıyan, bunun vâsıtalarını sunan bir yol anlamınadır. Buna göre Mevlevî, Mevlevîlik tarîkatına intisap eden, bu yolu Mevlânâ rûhu ile adımlarken Mevlevî âdâb ve erkânına uyan ve çile çıkarmış kimsedir. Bu geniş anlatım içerisinde Hasan Âli Yücel, Mevlevî değildir; ancak işin özüne, rûhuna sahip, Mevlânâ sevgisi müsellem bir Mevlevî muhibbi, bir Mevlânâ âşıklısı, dahası onun ortaya sürdüğü bir terminoloji ile bir Mevlânâcı’dır. Dolayısıyla Hasan Âli Yücel, tamamiyle şekle bürünmüş ve kabukta kalmış bir Mevlevî değil, tam aksine Mevlânâ rûhuna, o muhteşem mânâya sahip olabilmek için, elfâza bürünmeden, bütün ilmî muktesabâtını Mevlânâ’yı anlamak için seferber etmiş, onun eserlerine dalmış, o eserleri hakkıyla kuşatabilmek için son devir Mevlevî güzîdeleri ile sohbetler etmiş; hatta bu yolda Allah’tan lütuf ve kerem beklemiş su katışmadık bir Mevlânâ âşığıdır…”1221
Hasan Âli Yücel’i yakından tanıyan isimlerden biri olan Murad Uraz, onun karakteri hakkında; “Zarif, ince ruhlu, mütevâzı, samîmi, vefâkâr ve bu me-ziyetleriyle herkes üzerinde sempati yapan, bir hâdisenin ve bir sözün neye varabileceğini kolayca kestirecek ve buna karşı ne yapılması lâzım geleceğinde kendisine güçlük çektirmeyecek bir zekâ ve sürat-i intikâl sâhibi, duyan ve duygularını muvaffakıyetle duyuran, güzel espriler yapmasını bir hüner derecesinde bilen bir şahsiyet…”1222 tespitinde bulunmuştur. Uraz, şairliği üzerine ise “Onun şiirlerinde zarif tabiat tasvirleri, temiz gönül ürperişleri, hayatın felsefesi, millet ve yurt sevgisi, çocuğa karşı şefkat ve muhabbet en esaslı materyali teşkil ediyor…” değerlendirmesinde bulunmuş,1223 ayrıca onun şiirlerinde hem aruz, hem de hece veznini kullandığını belirtmiştir.1224 Şairlik yönünü Dönen Ses, Sizin İçin, Dinle Benden ve Allah Bir adlı şiir kitaplarına göre üç dönem hâlinde değerlendiren Osman Bolulu, Hasan Âli Yücel’in bu üç dönemde kullandığı nazım şekilleri ve temalarının ayrı ayrı olduğunu; Dönen Ses’te Millî Edebiyat Akımı’nın etkilerinin görüldüğü bir Hasan Âli Yücel’in; Sizin İçin’de didaktik, öğretmen Hasan Âli Yücel’in; Dinle Benden ve Allah Bir adlı eserlerinde ise büyük hizmetlerinden sonra unutuluşa itilişinden ötürü savunmaya geçen bir Hasan Âli Yücel’in olduğunu belirtmiştir.1225 TDEA’daki maddede ise onun, “İlk şiirlerinde mistik temâyüllerin ağır bastığı, son şiirlerinde ise bu yönünün yanı sıra lirik yönünün de görüldüğü; ayrıca ‘Sınıf edebiyatı yok, millî edebiyat vardır’ görüşüne bağlı olduğu, halk, tekke ve dîvân edebiyatı geleneğimizden yararlanılması gerektiği”ni belirttiği dile getirilmektedir.1226
Şairlik yönünü mûsikişinaslığıyla bağlantılı bir şekilde ele alan M. Nazmi Özalp, “Hasan Âli Yücel, eski ve yeni edebiyatımızı iyi bildiği, aruz ve hece kalıplarını aynı ustalıkla kullandığı için, bu incelikleri bilen ve yerine getiren iyi bir güfte şairidir. Bundan dolayı şiirlerinin bir bölümü değişik bestekârlar tarafından bestelenmiş olup başlıcaları şunladır.” demek sûretiyle aralarında Tanbûrî Refik Fersan, Hasan Fehmi Mutel ve Sadettin Kaynak’ın da bulunduğu bazı bestekârların adlarını ve besteledikleri şiir örneklerini vermiştir.1227 “Bence Hasan Âli Yücel” başlıklı yazısında onun öğretmenlik yönüne vurgu yapan Fakir Baykurt ise Yücel’i, “Öğrencilerinin arkadaşı, meslektaşlarının arkadaşı bir öğretmen. Daha bekârlığında, çiçeği burnunda bir öğretmen iken, İzmir’de tek gözlü evinde öğretmen arkadaşlarına, öğrencilerine, onları küçük kümelere ayırarak çaylar, yemekler veriyordu. Evlendikten sonra da, hemen iki-üç odalı eve geçemediği hâlde, bu sıcak ilişkiyi sürdürdü. Öğrencisiyle arasında kilometreler olmayan bir öğretmendi.”1228 şeklinde değerlendirmiştir. Özalp ayrıca, Yücel’in birçok yönünün dikkatlerden kaçtığını belirttikten ve bunlardan birkaçını, “Türk diline hâkimiyeti ve bu husustaki isabetli görüşleri, araştırmacılığı ve güzel sanatlarla ilişkisi, koleksiyonculuğu, belge toplama merakı, kitap tutkusu…” şeklinde sıraladıktan sonra, onun üzerinde pek fazla durulmayan bir diğer yönüne, mûsikişinaslığına ve bu kez müstakil olarak değinir: “…Yine o toplantılardan birinde idi, ki sık olmasa da bazen mûsiki icrâ edildiği olurdu. Saz sanatkârları bir şeyler çalmak için sazlarının akordu ile meşgul iken (Hasan Âli Yücel) Rûşen Kam’a eğilerek;
-Rûşen bir Hüseynî göstersene, dedi.
Kısa bir Hüseynî taksimden sonra 18. yüzyılın ünlü ustalarından Tab‘î Mustafa Efendi’nin,
Ben gibi sana âşık u üftâde bulunmaz
Sen gibi güzel dahi bu dünyâda bulunmaz
sözleri ile başlayan bu makamdaki Yürük Semâisini kusursuz bir üslûpla okumaya başlayınca şaşkınlık ve hazdan ne yapacağımı şaşırmıştım. Bariton, tatlı, tecvitli bir sesi ve çok güzel diksiyonu vardı. Yapılan daha sonraki sohbetlerde makamlarımızın özelliklerine, seyir ve hareketlerine, prosodiye, melodi-söz ilişkisine ne derece vâkıf olduğuna tanık oldum. Ancak üzülerek belirteyim ki, Yücel bu üstün yeteneğinin üzerinde durmamış, amatör bir uğraşıdan öteye götürmemiştir. Elimizde bulunan Sûzinâk makamından bestelediği tek eserine bakılacak olursa, eğer bu yeteneğini geliştirseydi bu bakımdan da ünlü ve başarılı bir bestekâr olacağından hiç kuşkumuz kalmaz.”1229
Hasan Âli Yücel’den bahsedildiğinde hakkında yapılan bir diğer değerlendirme de onun Kemâlizm’e büyük bir heyecan ve ülkü ile bağlı bulunduğu ve bu yolda son derece enerjik çalışmaları ile tanınmış olduğudur. Bu değerlendirmeye göre, “Yücel, özellikle bakanlık yaptığı dönemde CHP doktrinlerinin hayata geçirilmesi, özellikle de genç kuşaklara aktarılmasında büyük çaba sarfetmiş; ayrıca onun döneminde kültürel bakımdan temelleri eski Yunan’a dayanan Batı düşüncesi tüm yurtta hâkim kılınmaya çalışılmış, aynı zamanda hümanist bir karakterle çağdaşlık ve evrensellik en büyük değer sayılmıştır. Hatta tercüme faaliyetleri de bu çerçevede başlatılmış; sekiz yüzden fazla Batı klâsiği dilimize kazandırılmışken buna karşılık sadece elli civarında Doğu klâsiği çevrilmiştir.”1230
Hasan Âli Yücel’in aynı zamanda yakın dostu olan Peyâmi Safâ ise onun tartışılan bir diğer yönü, solculuğu üzerinde durmuş ve “Bana öyle geliyor ki Hasan Âli Yücel’in solculuğu, yaylım ateş hâlinde bir telkin bombardımanının ortasında kalmış bir politika adamının, çevresine intibak zoruna bağlanabilecek bir çeşit oportünizmdi. Bu uysallığından kendisi müstesna, bütün solcular faydalandılar. Kendisi tam mânâsıyla alaturka davranışlı, Doğu zevk ve âdetlerine bağlı, dinî inançlara sahip bir ruh adamı idi. Samîmiliğine çok şahit oldum.” değerlendirmesinde bulunmuştur.1231 Tasavvufî dünyası ve Mevlevîliği üzerine müstakil bir kitap hazırlamış olan Ahmed Güner Sayar ise âdetâ Hasan Âli Yücel için söylenen tüm olumlu ibare ve ifadeleri bir araya toplamak sûretiyle, “İdareciliği ile Türk millî eğitiminde en uzun soluklu ve en etkin bakan olma vasfını koruyan Hasan Âli Yücel, dış âlemde maddeyi kırıp döken, ona şekil ve biçim veren, maârifle ilgili meselelerde başarılı çözümler üretmiş bir devlet adamıdır. Buna karşılık bir gönül adamı olarak kendi iç âlem medeniyetini tezyîn etmiş, iç âleminde çok ince bir kalbi, hassas bir rûhu olan, çok sağlam bir kişilik ve yüksek bir onur sâhibi, muazzam bir karakter sahibi, deryâ-dil, derviş-meşrep, latîfeci ve dost, dengeli, dürüst, yurtsever, coşkulu, sürükleyici, açık, yalın bir kişiliği olan, müstakil bir şahsiyet ve olgun bir bütün insan, sağlam bir din eğitimi almış ve inançları bütün hayatı boyunca sağlam kalmış bir Müslüman, dinî inançlara sahip bir ruh adamı idi. Hasan Âli Yücel, bu yolda Hz. Mevlânâ sevgisini içselleştir-miş gizli bir Mevlevî muhibbidir.” kaydına yer vermiştir.1232
Eserlerinden Bazıları1233
- Felsefe Elifbâsı-Rûhiyât. Hasan Âli Yücel’in Armand Cuvier’den çevirdiği felsefeye dâir bir eserdir (İstanbul 1923).
- Sanat Muhâsebeleri (İstanbul 1928).
- Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış (İstanbul 1932).
- Goethe: Bir Dehânın Romanı. Hasan Âli Yücel’in, ünlü Alman şairi Goethe’nin yüzüncü ölüm yılı dolayısıyla yazdığı bir monografidir (İstanbul 1932).
- Mevlânâ’nın Rubâileri (İstanbul 1932).
- Askerlik, İdare ve Siyaset İçin Istılah Olabilecek Türkçe Sözler. Hasan Âli Yücel bu eseri Râgıb Hulûsî Özden ile birlikte hazırlamıştır (Ankara 1933).
- Dönen Ses. Hasan Âli Yücel’in hem aruz, hem de heceyle yazdığı şiirlerini içeren bir şiir kitabıdır (İstanbul 1933).
- Fransa’da Kültür İşleri (İstanbul 1936).
- Sizin İçin. Çocuklara Şiirlerim (İstanbul 1937).
- Türkiye’de Orta Öğretim (İstanbul 1938).
- Hasan Âli Yücel’in Açtığı Dâvâlar ve Netîceleri (Ankara 1950).
- Mevlânâ (Ankara 1952).
- İyi Vatandaş İyi İnsan (Ankara 1956).
- Kıbrıs Mektupları (Ankara 1957).
- Hürriyet Gene Hürriyet (Ankara 1960).
- Dinle Benden. Hasan Âli Yücel’in şiir kitaplarından biridir (İstanbul 1960).
- Allah Bir. Yücel’in bir diğer şiir kitabıdır (Ankara 1961).
- Kültür Üzerine Düşünceler. (İstanbul 1974).
- Geçtiğim Günlerden. Hasan Âli Yücel’in hâtıralarından oluşan bir eserdir (İstanbul 19120).
- Milli Eğitim İle İlgili Söylev ve Demeçler. Hasan Âli Yücel’in bu eseri, bakanlık görevi süresince millî eğitimle ilgili verdiği söylev ve demeçlerinden oluşmaktadır (Ankara 1993).1234
Şiirlerinden Örnekler
Tevhîdinden
Tanrım sana söylerim ki birsin Kimdir birsin diyen bilirsin Îmâna adın yeter tanıktır Kalbiyle inanmıyan sanıktır Kalmıştır akıl bu yolda ürkek İsbâtını isteyendir şek Olmuş güneşin güneş delîli İsbâtını istemez bedîhî
Bilseydi akıl bütünde Hakk’ı Kavrardı bir anda Garb’ı Şark’ı İdrâke aciz bu noktadandır Uğraşması akl için ziyândır Herkes seni başka başka anlar Bir gün inanır inanmıyanlar Bin renk doğar güneş doğunca Kalmaz biri ufku kan boğunca Gün îmândır küfr karanlık Her devresi Hak için bir anlık Dolmazsa ışık fezâya böyle Her şey durur aslı neyse öyle Bâzen tek renk olur cihânlar Bundan, gözü görmiyen ne anlar Gezmek kabuk üstü, boş değil mi Îmân… uyandırandır ilmi Pek çokları şekte durdu kaldı İdrâke muhâli ayna sandı İrkildi fakat senin önünde Yol bulmak için akıl yönünde Çırpındı da yok deyip direndi İdrâkini put yapıp beğendi Hiçten düzülüp yapılma bir put Hiçlikler için tapılma bir put
Toprak doludur yüreklerinde Yoksun çoğunun dileklerinde Ondan ana ilticâdayım ben Kurtarman için ricâdayım ben Tanrım, beni senden ayrı kılma Sensizlik içinde gayrı kılma Kaçmak diliyor özüm, özünden Sil kendimi kendimin gözünden Düştüm yere ben kapında bir kul Bîkes, bîçâre, hasta, yoksul Yalnız seni Hak bilip güvendim Sensin dü cihânda tek efendim Taptım sana başka Tanrı bilmem Fânîler önünde ben eğilmem…1235
Yenikapı Şeyhi Celâleddin Efendi’ye Nazîre
Her dem cenâh-ı Pîr’i penâh eylemek gerek
Varın anın yolunda tebâh eylemek gerek
Eyler tecerrüd ârif-i âgâh kisveden
Zıll-ı vücûdu zîr-i külâh eylemek gerek
Hâmûş olup tecelli-i Hak intizârına
Vuslat deminde zevk ile âh eylemek gerek
Subh-ı kaderde matla-ı envâr olam diyen
Şâm-ı kazâda baht-ı siyâh eylemek gerek
Bâzîçe-i fenâ vü bekâ olmamak içün
Dünyâ-yı dûnu şab-ı dügâh eylemek gerek
Şeyhî’yi şeyhi bildi deyüp Âli-i hakîr
İsm-i Celâl’i meş‘al-i râh eylemek gerek1236
Dîvân
Aşkın sahrasını gezsem serseri
Ben de Mecnûn gibi dîvâne olsam
Rûhum gibi harap görsem her yeri
Yıkılsam yıkılsam vîrâne olsam
Dinlesem hayâtın gizli sesini
Uçursam gönlümün son nefesini
Unutsam kalbimin her hevesini
Mâziye karışıp efsâne olsam
Olsam bu güllüğün hasta bülbülü
İnlesem sararsa rûhumun gülü
Ufkum bulutlarla kalsa örtülü
Bir ışık görmeden pervâne olsam
Kaybetsem kendimi ücrâ ellerde
Korkarım gezmesin adım dillerde
Dolaşmak istemem başka ellerde
Elinde bir kırık peymâne olsam1237
Seni Kimler Düşündü?
Sevgili vatandaşım bir ibret olsun diye
Belki gününden önce vasiyet olsun diye
Bu gönülden destânı senin için yazdım ben
Her harfini elimle yüreğime kazdım ben
Canın çekerse onu bir nasihat gibi al
Gör işin içyüzünü benim gibi, şaşıp kal
Bilmemek ayıp değil bilmezden gelmek fenâ
Oku, hepsini yazdım; günah yok benden yana
Göreceksin apaçık işin aslı ne imiş
Hakkımda söylenenler nasıl bir nesne imiş
Onu sen geçmişteki bir hikâye tut dinle
Bu masalda birleşir derdim belki derdinle
İnsan insana benzer uyarsa kaderleri
Candan kardeş olurlar birlikse kederleri
…………………………………………
…………………………………………1238
1205 Murad Uraz, Hasan Âli Yücel: Hayatı, Seçme Şiir ve Yazıları, İstanbul 1938, s. 3; Hasan Âli Yücel, a.g.e., s. 19, 43, 68, 76, 101, 106, 196; “Yücel, Hasan Âli”, TDEA, İstanbul 1998, VIII, 624; Songül Boybeyi, 100. Doğum Yıldönümünde Hasan-Âli Yücel, Ankara 1998, s. 151-152; Alev Coşkun, Hasan Âli Yücel, Aydınlanma Devrimcisi, İstanbul 2007, s. 15.
1206 Murad Uraz, a.g.e., s. 3; “Yücel, Hasan Âli”, TDEA, s. 624; Songül Boybeyi, a.g.e., s. 152.
1207 Murad Uraz, a.g.e., s. 3; “Yücel, Hasan Âli”, TDEA, s. 624; Songül Boybeyi, a.g.e., s. 152-153.
1208 Murad Uraz, a.g.e., s. 3; Hasan Âli Yücel, a.g.e., s. 214 (Albüm); “Yücel, Hasan Âli”, TDEA, s. 624; Songül Boybeyi, a.g.e., s. 152-153.
1209 “Yücel, Hasan Âli”, TDEA, s. 624; Songül Boy-beyi, a.g.e., s. 153.
1210 Osman Bolulu, “Şair Hasan-Âli Yücel”, Hasan-Âli Yücel’e Armağan, Birleşmiş Milletler Türk Derneği Yıllığı 1997, Ankara ty., s. 519; “Yücel, Hasan Âli”, TDEA, s. 624-625; Songül Boybeyi, a.g.e., s. 153-154.
1211 Hasan Âli Yücel, a.g.e., s. 31-32; Ahmed Gü-ner Sayar, a.g.e., s. 30; Alev Coşkun, a.g.e., s. 15-16.
1212 Ahmed Güner Sayar, a.g.e., s. 28.
1213 Hasan Âli Yücel, a.g.e., s. 19; Ahmed Güner Sayar, a.g.e., s. 30-32.
1214 Hasan Âli Yücel, a.g.e., s. 50-51; Ahmed Güner Sayar, a.g.e., s. 33.
1215 Hasan Âli Yücel, a.g.e., s. 69-70.
1216 Hasan Âli Yücel, a.g.e., s. 55; Ahmed Güner Sayar, a.g.e., s. 32, 34.
1217 Ahmed Güner Sayar, a.g.e., s. 35.
1218 Ahmed Güner Sayar, a.g.e., s. 198-199; Mektubun Latinize edilmiş tam metni için bk. Ah-med Güner Sayar, a.g.e., s. 198-200.
1219 Hasan Âli Yücel, a.g.e., s. 161; Ahmed Güner Sayar, a.g.e., s. 38.
1220 Hasan Âli Yücel, a.g.e., s. 39-40.
1221 Ahmed Güner Sayar, a.g.e., s. 103, 111-112.
1222 Murad Uraz, a.g.e., s. 4.
1223 Murad Uraz, a.g.e., s. 6.
1224 Murad Uraz, a.g.e., s. 11.
1225 Osman Bolulu, a.g.m., s. 524.
1226 “Yücel, Hasan Âli”, TDEA, s. 625.
1227 M. Nazmi Özalp, “Hasan Âli Yücel ve Mûsiki”, Doğumunun 100. Yıldönümünde Hasan-Âli Yücel Sempozyumu, 16-17 Aralık 1997 İzmir, Bildiriler, İzmir 1998, s. 83-84.
1228 Fakir Baykurt, “Bence Hasan Âli Yücel”, Hasan-Âli Yücel’e Armağan, Birleşmiş Milletler Türk Derneği Yıllığı 1997, Ankara ty., s. 101-102.
1229 M. Nazmi Özalp, a.g.m., s. 81-82.
1230 “Yücel, Hasan Âli”, TDEA, s. 625.
1231 Peyâmi Safâ, “Hasan Âli Yücel”, Son Havâdis, 11 Mart 1961; Ahmed Güner Sayar, a.g.e., s. 201-202.
1232 Ahmed Güner Sayar, a.g.e., s. 27-28.
1233 Songül Boybeyi, Hasan Âli Yücel’in eserlerine dair, Mustafa Çıkar’ın Hasan Âli Yücel ve Türk Kültür Reformu (Ankara 1997) adlı eserinden hareketle verdiği listede, aralarında telif, çeviri ve yayın hazırlığından oluşmakta olup ölümünden önce yayımlanmış elli, ölümünden sonra yayımlanmış altı olmak üzere toplam elli altı eserine yer vermiştir (bk. Songül Boybeyi, a.g.e., s. 155-159). Bazılarına yukarıda dikkat çektiğimiz bu eserlerin, sadece ilk baskılarının tarihlerini vermekle yetindik (HN).
1234 Murad Uraz, a.g.e., s. 3-4, 11; “Yücel, Hasan Âli”, TDEA, s. 625; Songül Boybeyi, a.g.e., s. 1555-159.
1235 Hasan Âli Yücel, “Tevhîd” başlıklı bu uzun manzûmesini, 15 Mart 1948 tarihinde, bazı yerlerde vezin tutmamakla birlikte Mef‘ûlü/ Mefâîlü/Feûlün kalıbıyla ve mesnevî nazım şekliyle kaleme almıştır (HN). Şiirin tamamı için bk. Hasan Âli Yücel, Allah Bir, Ankara 1961, s. 15-59.
1236 Ahmed Güner Sayar, a.g.e., s. 37-38.
1237 Murad Uraz, a.g.e., s. 20.
1238 Yine mesnevî nazım şekliyle kaleme alınmış olan bu uzun şiirin tamamı için bk. Hasan Âli Yücel, Dinle Benden, Ankara 1998, s. 8-20.