Halinden şikayet eden eşek
Hz. Mevlana’nın Hakk’a vuslatının 750. yıldönümü dolayısıyla bu ayda pek çok etkinlik düzenleniyor. Ben de bir Mesnevi hikayesiyle katkıda bulunayım.
Fakir bir saka, o sakanın da bir eşeği vardı. Zayıf, zavallı bir eşekti, sırtında yüzlerce yara mevcuttu, eşek yeterince beslenemiyordu.
Padişahın imrahoru (atlarının bakıcısı) bu sakayı tanıyordu. Onunla eskilere dayanan bir ahbaplığı vardı. Bir gün sakaya rastladı, “Bu zavallı eşeğin hali ne böyle, neredeyse zayıflıktan ölecek.” dedi.
Saka üzüntüyle anlattı, “Sevgili dostum, biliyorsun ki ben fakir bir insanım, o yüzden bu zavallı hayvana bakamıyorum.” dedi. Padişahın ahırcı başı “Sen bu hayvanı bana ver, birkaç gün padişahın ahırına bağlayayım, ona bizim atların yeminden vereyim, biraz düzelsin.” dedi.
Saka bu isteği seve seve kabul etti. Eşeği alıp padişahın ahırına getirdiler. Ahır tertemizdi, semiz, güzel ve genç Arap atları vardı. Bunu gören zayıf eşek “Yarabbi,” dedi, “Bu nasıl iş, bu atlar senin yaratığın da ben senin yaratığın değil miyim, geceleri arkamın acısından, karnımın açlığından her an ölümümü istiyorum. Bu atların halleri böyle mükemmel. Peki, neden azap ve bela yalnız bana mahsus, böyle olur mu?”
SAVAŞA GİDEN ATLAR
Derken ansızın savaş çıktı. Ahırdaki atları çekip eğerlediler, savaş alanına gönderdiler. Onlar, düşmandan oklar yediler, her yanlarına temrenler saplandı. Günlerce süren muharebeden sonra atlar döndüğünde her birinin vücudunda onlarca yara vardı, birçok ok ucu hala vücutlarında duruyordu.
Atların ayakları bağlandı, cerrahlar geldiler, başladılar atların orasını burasını yararak ok parçalarını, mızrak uçlarını çıkarmaya. Bunu gören eşek dedi ki: “Ya Rabbi, ben o yiyecekleri de istemem, o çirkin yaraları da.” Böylece daha önce düşündüklerinden, söylediklerinden bin pişman oldu. Haline şükretti. (Mesnevi, c. V, beyit: 2361-2381)
NİMET-KÜLFET
Açıklama: “Saka”, evlere dışarıdan su taşıyan kimse demektir. “İmrahor”, padişah ahırlarının yöneticisine denir.
Servet, şöhret, mevki ve makam gibi nimetlerin insana yüklediği birtakım risk ve sorumluluklar bulunur. “Büyük başın derdi büyük olur” diye bir atasözümüz vardır. İnsan yükseldikçe düşme riski artar. Ne kadar yüksekten düşerse hasar da o nispette büyük olur. Onun için yükseklerde olanlara fazla imrenmemek gerekir.
Maddi gözle bakarsak hayattan memnun olmamak için pek çok sebep bulunur. Hırslarımız, bitip tükenmek bilmez isteklerimiz var. Hep daha fazlasını isteriz, ulaşamayınca da üzülür ve mutsuz oluruz. Bu tür mutsuzluğun pek kolay bir çaresi var. Peygamberimiz buyurur:
“Yaradılışça ve malca kendisinden yukarı durumda olan birini gören kimse, bir de aşağı durumda olana baksın. Böyle davranmak Allah’ın üzerindeki nimetini değersiz görmesinden daha iyidir.“ (Tirmizi, libas, 38)
Mutluluk, bolluk ve refah içinde olmakta değil, huzur içinde yaşamaktadır. Huzurun kaynağı da kanaattir. Hayat daimi bir inşa ve yenilenme halindedir. Herkes müspet anlamda kendisini geliştirmekle, ehliyet ve liyakat kazanarak maddi ve manevi anlamda yükselmekle yükümlüdür. Ayrıca her nimet bir külfet karşılığıdır. Zahmet çekilmeden nimete kavuşulamaz. Bir işin zahmeti ne kadar çoksa rahmeti de o kadar çok olur.