HALEP MEVLEVİHANESİ

A+
A-

HALEP MEVLEVİHANESİ

Sezai Küçük

Konya’da Hz. Mevlana’nın vefatından sonra onun adına, tasavvufi anlayışı çerçevesinde oğlu Sultan Veled tarafından tesis edilen Mevlevilik, kısa sürede Anadolu’da yayılmış, Osmanlı Devletiyle birlikte de Osmanlı’nın gittiği her yere, tesis ettiği Mevlevihanelerle Mevlevilik kültürünü götürmüş ve toplumu en yakından etkileyen tarikatlerden biri olmuştur. Halep Mevlevihanesi kuruluşundan itibaren 1925 yılında tekkelerin kapatılmasıyla tarikatın son merkezi olarak kaldığı zamana kadar, bu bölgede en önemli Mevlevi temsilciliklerinden biri olmuştur.

Pir Adil Çelebi zamanında (1421-1460) kırk Mevlevi dervişiyle Horasan’a oradan Bağdat’a, oradan da Halep’e geçen Divane Mehmed Çelebi (ö. 951/1544’ten sonra), Halep’te Tacu’l-arifin Ebü’l-Vefa (ö. 501/1107) soyundan ve Vefaiyye tarikatinden, Ebu Bekrel-Vefai’nin (ö.991/1583) dergahına inmiş ve onu Mevleviliği Halep’te temsile memur etmiş ve sema’dan başka bütün tarikat törenlerini yapmayı izin vermiştir.

Kaynakların naklettiğine göre; Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’le savaşıp yenilgiye uğrayan Safevi hükümdarı Şah ismail’in ileri gelen iki adamı, Mirza Fulad ve Mirza Ulvan isimli iki Farisi, savaş esnasında Şah İsmail’in yanından kaçıp Halep’e yerleşirler. Şia mezhebine mensup olan bu iki kişi, şia inancından vazgeçtiklerini göstermek için bir ehl-i sünnet tarikatı olan Mevleviliğe intisap ederler ve Mevlevi tarikatı şeyhlerinden Sultan Divane Mehmet Çelebi’ye derviş olurlar. Kendi mallarıyla ortaklaşa, mevcut tekkeyi yaptırırlar. Tekke inşa edilmeden önce tekkenin yeri ve etrafı boş ve küçük bir tepedir. Burayı tamamen sahibinden satın alıp tekkeye vakfederler. Tekkeyi inşa ettirdikten sonra Konya’da bulunan Molla Hünkar Çelebi Efendi tarafından Fakrı Ahmed Dede (ö. 950/1543)‘nin buraya şeyh olarak tayin edilmesine muvaffak olurlar.

Fakrı Ahmed Dede’den sonra Halep Mevlevihanesi’nde postnişin olan zevata ait listeler bulunmaktadır. Fakri Ahmed Dede’den sonra Türkiye’de tekkelerin kapatıldığı 1925 yılında kadar Halep Mevlevihanesi’nde şu isimlet şeyh olarak vazife yapmışlardır: Hasan Dede (ö. 1065/1654), Hüseyin Dede (ö. 1120/1708) Şatır Mehmed Dede (Ö. 1705’ten önce), Şekib Ömer Dede (ö. 1135/1722), Safi Musa Dede (ö. 1157/1744), Muhammed Dede (ö. 1144/1731) Hasan Dede (ö. 1172/1758), Mustafa Dede (ö.1187/1773), Muhammed Ali Dede (ö. 1219/1804), Abdülgani Dede (ö. 1294/1877), Vacid Dede (ö.1309 /1891-1892), Âmil Çelebi (ö.1920) ve Muhammed Sa’deddin Dede.

Halebli müellif. Kamil el-Bali el-Gazzi (ö.1933)‘nin,Nehrü’z-zeheb eserinde, XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başlarındaki durumunu tasvir ettiği Halep Mevlevihanesi, Kuvayk nehri kıyısında yeşillikler içinde, semahanesi, derviş hücreleri, şeyh dairesi, matbahı ve diğer kısımlarıyla ve zengin vakıflarıyla tam bir mevlevihane görünümündedir. Müellif, Tekkenin etrafını saran çiçek ve meyve ağaçlarının bulunduğu bahçesi ve bu bahçeyi sulamak için Kuvayk nehri üzerine tekke şeyhlerinden biri tarafından su değirmenine benzetilerek yaptırılan bir su dolabı da tekkenin güzelliğini bütünleyen başka bir ayrıntıyı da zikreder.

Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün isteği ve tasvibiyle Abdulhalim Çelebi, oğlu Muhammed Bakır Çelebi’yi, zamanın en büyük asitanesi olan bu mevlevihaneye tayin etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içerisinde tarikatlerin kaldırılışından sonra 1925′ te son postnişin Abdülhalim Çelebi’nin vefatı üzerine Halep Dergahı’nda şeyh bulunan Muhammed Bakır Çelebi, çelebilik makamını Halep’te tesis etmiş ve Suriye’deki Fransız Mandater hükümeti tarafından da bu müessese tasdik edilmişti. Bu suretle Halep Asitanesi, Türkiye dışındaki Mevlevihanelere merkez olmuş, şeyhlerin azl ve tayini bu makama ait bulunmuştur. Nitekim Şam şeyhi Said Dede’nin ölümü üzerine yerine oğlu Şemseddin Dede ve Trablusşam Mevlevihanesi şeyhi Şefik Dede’nin vefatı üzerine de yerine Mehmed Enver Dede tayin edilmiştir. Bu durum, 1925’den 1944 yılma kadar devam etmiştir. Bu yıllar arasında Mevlevihane bütün olumsuzluklara rağmen Bakır Çelebi’nin önderliğinde Türkiye’den gelen dedelerle fonksiyonunu icra etmeye devam etmiştir. Tekkede tarikata intisap edenler çile çıkarmış, mukabele törenleri icra edilmiş, diğer tarikat mensubu bir çok derviş Mevlevi tarikatine intisap etmiştir. Bu dönem içinde dergahta yaşayan Mevlevi dedelerinin hallerini aktaran ve o dönemde çocuk yaşta bulunan Celalettin Çelebi (ö. 13 Nisan 1996)‘nin özetle şu cümleleri dikkat çekicidir:

“Anavatan’ın güneyinde, komşu bir devlette bulunan, vatanımızın bir parçası olarak telakki ettiğim bir Türk kültür yuvası olan bu mevlevihane, kapısından girer girmez her Türk yolcusunun sanki vatanına kavuştuğu hissine kapıldığı bir mekandır. Orada yalnız Türkçe konuşulurdu. Mükemmel bir lisan mektebiydi orası. Oraya gelip de, birkaç gün içinde Türkçe’yi anlayıp konuşan nice yabancılar yanında, senelerce orada yaşayıp, hücrenişin olup, ölünceye kadar inat edercesine Türkçe’den, başka dil konuşmak istemeyen nice Dedeler hatırlarım… Böylece vatan hasretini, gurbet duygusunu yenmeye çalışan nice dedeler…”

Hatıralarımda canlı yaşayan kişilerden biri de, Bahçevan Dede’dir. O, vatan hasretini gidermek için çiçek öbeklerine Anavatan’dan bazı şehir ve mahalle adlarını vermişti. Çiçekleri de öyle anardı, ağaçları da. Bu Meram gülüydü, öbürü Karaman çamı. Bu Üsküdar menekşesi, öbürü Maraş kavağı veya Antepfıstığı. Onun kurduğu hayal dünyasındaki sevgili vatanına kimse el süremezdi. Ancak arada sırada ve dedemizin hoşgörülü olduğu zamanlarda çiçekleri nazikçe, incitmeden koklayabilirdik.

Tekkede Aşçı Dede ‘nin ayrı bir mevki vardı. Matbah-ı şerifte Türk yemekleri pişerdi. Şehrin bazı ileri gelenlerinin Türk yemeklerinin nasıl yapıldığını öğrenmek için şahsen geldiklerini veya aşçılarını dedeye gönderdiklerini hatırlarım. Aşçılıktaki ustalığı hala o şehirde yaşamaktadır. Günümüzde orada bilinen ve pişirilen Türk yemekleri aşçı dedenin öğrettikleri yemeklerdir.

Dedeler için kuzeyden gelen (Anadolu’dan) rüzgarın da yağmur bulutunun da ayrı bir özelliği vardı. Onlar için, o rüzgarda vatan kokusu gizliydi, o yağmurda vatan suyu vardı. Bir dedenin başındaki Mevlevi sikkesini çıkarıp, göğsüne basıp, saçından sakalından akan yağmur sularıyla, oh çekerek hasret giderdiğini hatırlatırım. Bu yuva,aynı zamanda kudüm ve ney sesleriyle Mevlevi kültürünü en geniş manasıyla barındırırdı. Her hücresinde bir dedenin idaresinde Kur’an-ı Kerim ve Hadis dersleri verilir, Hz. Mevlana’nın eserleri şerh edilir, bazı sanat kolları, dil ve din dersleri öğretilirdi. Ancak tedrisat istisnasız Türkçe idi…

1943 yılında Bakır Çelebi’nin İstanbul’da vefatı ve 1944’te de Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlığını vermesi üzerine, çelebilik makamını ve bu makamın imtiyazını kaldırmış ve diğer mevlevihanelerin ve Halep Mevlevihanesi’nin vakıflarına ve bütün varidatına el konulmuş ve tamamı Suriye Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne bağlanmıştır.

Bakır Çelebi’nin vefatı üzerine oğlu Celaleddin Çelebi’nin, çelebiliği kabul edilmediği için, Bakır Çelebi’ye Halep’te değilken vekalet eden, vefatından sonrada bir yıl kadar da çelebilik makamında bulunun kardeşi Şemsülvahid Çelebi, bu suretle bu tarihi makamın son temsilcisi olmuştur.

Vahid Çelebi ‘nin verdiği malumata göre; Halep Mevlevihanesi Bakır Çelebinin vefatından az bir müddet sonra Evkaf Müdürlüğü tarafından zapt edilmiş ve muhiplerden bir Arap dergaha şeyh vekili tayin edilmiştir. Tekkede beş tane ihvan dede vardır ve bunların iadeleri, pek fakir ve basit bir şekilde evkaf idaresince temin edilmektedir. Ve her birine ayda beş Suriye Lirası verilmektedir. Fakat yeniden derviş kabul edilmediği için dergahın kapanması, bu dedelerin ölümüne bağlıdır.

Semahanedeki kütüphane kargaşada yağma edilmiş, etrafındaki demir parmaklık kaldırılmış ve semahane cami haline getirilmiştir. Halep’te otuz kadar Mevlevi muhibbi vardır. Bunlar biraz sema yapmasını bilirler, yılda dört beş defa mukabele yaparlar ve Arapça ilahiler okuyarak usulsüz bir şekilde dönerler. Cuma ve Pazartesi geceleri dergaha gelip evkaf dairesinin temin ettiği yemeği yerler ve hizmetlerine karşılık ayda üçer lira alırlar.

1950’li yıllardan itibaren Suriye’deki mevcut bütün tekke şeyhlerine vefatlarıyla birlikte kesilmek şartıyla maaş bağlanmış, şeyh ölünce yerine başka biri tayin edilmemiş, böylelikle tekkeler, birer birer ve zamanla tasfiye edilerek evkafa mal edilmiştir.

O günlerden sonra kaderine terk edilen, eski ve yeni semahaneleri mescide dönüştürülen tekke, bu gün Halep halkı tarafından “Monlahane Cami”i olarak bilinmektedir. Eski ve yeni semahane dışındaki müştemilatından hamuşan ve matbah, zamana yenik düşmüş ve tamamen harabe halini almıştır. Hamuşan içinde bulunan Mevlevi mezarlarının mezar taşları yerlere, üzerine basılarak tekkenin arka tarafında bulunan dükkanlara geçiş yolu yapılmış, sikkeli mezar taşlarının sikkeleri kırılmış, çoğu kaybolmuştur. Özellikle daha önce depo olarak kullanılan ve duvarında “Ya Hazret-i Ateşbaz Veli”i ibaresi hala okunan matbah, şimdi dört duvardan ibaret bir harabe halindedir. Tekkenin ana girişinin sol tarafına inşa edilen paralı tuvalet de, tekkeye ve hamuşana sırlanmış Mevlevi dedelerine bir saygısızlık örneği teşkil etmektedir. Tekkenin kuzey ana girişinin hemen sağında bulunan küçük minare ve bu minarenin tepesinde mevleviliğin simgesi olan sikke şeklinde alem bulunmaktadır.

Görülen o ki, Suriye’deki bütün Osmanlı eserlerine -bir an önce Osmanlı izlerinin silinmesi için- reva görülen ilgisizlik Halep Mevlevihanesi’nin de kaderi olmuştur.

Halen Halep başta olmak üzere özellikle Şam’da oluşan ve kendilerini “Mevlevi Fırkası” olarak isimlendiren bazı gruplar, çoğu zaman bazı özel törenlerde, figürleri tamamen bozulmuş sema gösterileri yapmaktadır. Bizim de Halep’te tanıma firsatı bulduğumuz “Halep Mevlevi Fırkası”nın, yaptığı sema gösterilerini tamamen maddi imkanlar karşılığında icra etmektedirler. Zaman zaman sema gösterilerinde bulunmak üzere Suriye dışına da çıktıklarını ifade eden fırka mensublarının, mevlevilikle ve Mevlevi kültürüyle çok fazla alakalarının olmadığını müşahade ettik.

Bu gün, Celalettin Çelebi’nin yıllar önce ziyareti esnasında aldığı notlarda ifade ettiği; “sinesinde Osmanlı kültürünü en geniş manasıyla barındıran bu Türk kültür evi”, her geçen gün bir çok değerimiz gibi yavaş yavaş tarihin sayfalarına gömülmektedir. Yıllar önce ziyaret ettiğimde “Her hücresinde bir Dede’nin idaresinde muhtelif derslerin verildiği, Kur’an-ı Kerim surelerinin ezberletildiği, Hadis’lerin şerh edildiği, Mesnevi’nin okunduğu” bu ilim yuvası harabe haline terkedilmiş , bir kısmını otlar bürümüş, kiraya verilen yandaki bahçe kahve olmuş, adeta izlerimizi yok etmek istercesine semahane kapatılmış, yeni semahane camiye çevrilmiş, nice derviş canların pişip yetiştiği Matbah-ı şerif depo olmuş. Ancak kendilerini vatanlarında hissetmek düşüncesiyle yaptıkları vasiyetlere uyularak oradaki dervişlerin gömüldüğü mezarlığı (Hamuşan’a) defnedilen Türklerin, ayakta duran mezar taşları nöbetteymiş gibi sıralanmış . Önlerinde manastırlı Rıfat Bey’in, bizleri inkar edenlere meydan okurcasına, Türklüğünü haykıran bir bayraktar gibi (demir kafes içinde) heybetli mermer mezarının sinesinde, kabartma olarak Osmanlı-Türk bayraklarının, hala durduğunu görmem benim yegane tesellim ve vesile-i gururum olmuştur. Tespitlerinden pek fazla bir şey değişmemiş, yıllarca süren ilgisizlik sebebiyle bir zamanlar depo olan Matbah’ın tavanı çökmüş, depo olarak bile kullanılmaz hale gelmiş, Hamuşan’da bulunan kabirlerin çoğunun mezar taşları yok olmuş, yerlere atılmış, kırılmış, bahçe içerisine bir de paralı tuvalet inşa edilmiştir.

Her yönüyle, ortaya konacak ilgi ve alaka ile en azından müştemilatıyla eski haline döndürülmeyi bekleyen Halep Mevlevihanesi. bu ilgisizlik böyle devam ederse, çok kısa bir süre sonra, küçük minaresinde ve semahane kubbesinde bulunan Mevleviliğin simgesi sikke şeklindeki alemlerin de düşmesiyle tarihe karışıp gidecektir.