Hakikat Göklerinde Bir Yıldızdır Mevlâna – M. Nihat Malkoç
Hakikat Göklerinde Bir Yıldızdır Mevlâna
M. Nihat Malkoç
İslâm Âleminin Ortak Hafızası: Mevlâna Celâleddin Rûmî
Bazı şahsiyetler vardır ki fikri ne olursa olsun, bütün kesimlerin ortak hafızası olurlar. Herkes onların yazdıklarında birleşir. Bunlar toplumun asgari müşterekleri konumundadırlar. Onlar bu hâlleriyle toplumun denge unsurudurlar. Kavgalar ve sıcak tartışmalar bu büyük şahsiyetlerin buz dağlarına çarparak anında bertaraf edilir. Bu yüce ruhlar her dönemdeki zehirlere karşı panzehir vazifesi görürler. Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Somuncu Baba, Hacı Bayram Veli, Hoca Ahmet Yesevî ve Mevlâna Celâleddin Rûmî bunlardan sadece birkaçıdır.
Ruhlarımızdaki manevî kirleri silip gönüllerimizin pasını zımparalayan muhabbet erlerinden birisidir bundan 814 yıl evvel dünyaya gelen Mevlâna… O, yediden yetmişe kadar Türk milletinin kucakladığı ve benimsediği bir aşk kahramanıdır. Gönül bahçelerimizin iri gülüdür bu Hak ve hakikat dostu. Onun kitabında sevgi ve hoşgörü kavramları altın yaldızlı harflerle yazılmıştır. Muhkem yürek kalelerinin burçlarında sevgi bayrağı dalgalanır onun.
Hak ve hakikat dostu Mevlâna, 30 Eylül 1207 yılında, bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna’nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden “Bilginlerin Sultanı” unvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled’dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’dur. Sultânü’l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasî olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh’den ayrılmak zorunda kalmıştır.
Sultânü’I-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh’den ayrılmıştır. 1222 yılında Karaman’a gelen Sultânü’l-Ulemâ ve ailesi burada yedi yıl kalmıştır. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun ile Karaman’da evlenmiştir. Bu evlilikten Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu olmuştur. Yıllar sonra Gevher Hatun’u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yapmıştır. Mevlâna’nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya gelmiştir.
Mevlâna’nın Söz Sandıkları Hükmündeki Kıymetli Eserleri
Sözü dudaktan değil yürekten söyleyen Mevlâna’nın “Mesnevi” başta olmak üzere Divan-ı Kebîr, Mecalis-i Seb’a, Mektubat, Fihi Mafih adlarında beş önemli eseri vardır. “Mesnevi” Mevlâna’nın Çelebi Hüsameddin’in isteği üzerine Farsça yazdığı mesnevisidir. 25 bin beyitlik eserde Mevlâna, tasavvufî düşüncelerini hikâyelerden yola çıkarak anlatmıştır. “Divan-ı Kebîr” Mevlâna’nın çeşitli konularda söylediği şiirleri içine alan bir çeşit divandır. Eserin dili Farsçadır, içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yer almaktadır. “Mektubat“, başta Selçuklu hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerine nasihat etmek, kendisine sorulan dinî ve ilmî sorulara açıklayıcı cevaplar vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. “Fihi Mafih” Mevlâna’nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. “Mecalis-i Seb’a” “Yedi Meclis” demektir. Bu güzide eser, Mevlâna’nın yedi sohbetinin not edilmesinden meydana gelmiştir.
Her sözü adeta bir cevher olan Mevlâna’nın 25 bin beyitten meydana gelen Mesnevi’si bir vahdet (birlik) dükkânıdır. Fitne ve fesadı yok eden manevî dermanların toplandığı eczanedir. Bunu “Mesnevi’miz, birlik dükkânıdır; birden başka ne belirirse puttur.” diyerek vurgulamıştır. Bu dükkânın vitrinlerinde aşk, sevgi, hoşgörü, vefa, ilim ve muhabbet sergilenir. Burada her şey bedava verilir. Yeter ki hakikate talip olanlar istemesini bilsin.
Mevlâna’nın Hoşgörü Anlayışı ve Hümanistliği(!)
Mevlâna deyince aklımıza gelen ilk kavram şüphesiz ki hoşgörüdür. Mevlâna’nın engin hoşgörüsü değişik kesimlerce suiistimal edilmiştir. Bu yüzden onun inancını ve imanını sorgulayanlar bile çıkmıştır. Oysa o ‘Ne olursan ol, yine gel!’ derken kişinin geçmişinin onun elini kolunu bağlamayacağını ifade etmektedir. Allah’ın, son nefese kadar açık tuttuğu tevbe kapısını hatırlatmaktadır. Fakat kişi İslâm’a gelince değişmek (dönüşmek) zorundadır. Bir Hıristiyan İslâmiyet’i seçmişse artık Hıristiyanlığı bir kenara bırakmalıdır. Zira bir kalpte tevhitle teslis bir arada olamaz. Mevlâna ‘gel’ derken ‘geçmişteki hatalarını tevbe silgisiyle sil de gel, anadan doğmuşçasına saf bir hâlde gel’ demek istiyor. Ona yeni iman ve imkân kapılarını gösteriyor. Tevbenin (tevbe-i nasuh) bütün günahları silebileceğine inanıyor.
Bugün Mevlâna’yı Batılı anlamda hümanist olarak gösterip onun Hakk’a kulluğunu ve manevî önderliğini görmezlikten gelen kesimler vardır. Oysa o, Batılı anlamda anlaşıldığı şekliyle hümanist bir mütefekkir değildir. Çünkü Batılılar insanı bütün değerlerin fevkinde görerek onu adeta putlaştırıyor. Zaten Mevlâna ömrü boyunca putlarla ve putçuluk zihniyetiyle mücadele etmiştir. İnsan; dünyanın efendisi olsa da, neticede Hakk’ın kuludur. İnsanı yaratanın üstünde görmek veya göstermek insanın yaratılış gayesiyle çelişir.
Maneviyat göğünün parlak yıldızlarından biridir Mevlâna. Konya’nın gülüdür, hakikatin bülbülüdür. Âşıklar sultanıdır o. Mânâ kapısının kutlu anahtarı onun mübarek elindedir. O; bir mutasavvıftır, şairdir, düşünce adamıdır. Aşk denizlerinde onun gemisi yüzer asırlardan beri. O gemiye iltica edenler nefret ve kin oklarından korunurlar.
Mevlâna’yı hakkıyla ve lâyıkıyla anlamak biraz da nasip işidir. İdrakinizin genişliği nispetinde anlayabilirsiniz onu. O her gönülde farklı genişlikte yer alır. Mühim olan gönlün genişliğidir. O, kendi nefsini Allah’ın kudret kabında eritmiştir. O, sevginin gönüllü bayraktarlığını yapmıştır. O bayrak hiçbir zaman gönül gönderlerinden düşmemiştir.
Mevlâna’nın düşüncelerini esas alan Mevlevilikte sevgi ve hoşgörü esastır. Onun söz incileri her asırda kıymetini muhafaza etmiştir. O hep gönül diliyle konuşmuştur. Onun içindir ki etrafında pervane olanların sayısı her geçen gün artmıştır. Ona göre bütün yaratılanlar Allah’ın tecellileridir. İnsan çok büyük bir vazife yüklenmiştir. O, Allah’ın dünyadaki halifesidir. Dağların bile almak istemediği büyük bir sorumluluğu omuzlarına almıştır.
Mevlâna’nın düşünceleri yerel değil evrenseldir. Çünkü o, ilhamını Kur’an’dan almıştır. Bazı kesimler onu farklı gösterme gayreti içerisinde olsa da o, Kur’an’ın yolundan gitmiş, Rasûlullah’ı rehber edinmiş, Allah’ın rızasını her şeyden çok gözetmiştir.
Keser misali, her şeyi kendilerine yontan Batılılar yıllardan beri hümanizm etrafında farklı bir Mevlâna tipi oluşturma gayreti içerisindedirler. Oysa o, aşağıdaki beytinde dünya görüşüne dair çok açık konuşmakta, fikrî çizgisini şüphelere mahal vermeyecek şekilde açıkça belirtmektedir. Durum bu iken farklı arayışlar peşinde koşmak anlamsız bir uğraştır: “Men bende-i Kur’ânem eğer can dârem,/Men hâk-i reh-i Muhammed Muhtârem/Ben Kur’ân’ın kölesiyim, canım dara girse de (idam sehpası) ben Muhammed yolunun toprağıyım, tozuyum.” Bunlar Mevlâna’nın dünya görüşünün dayanağını açıkça göstermektedir. O ölmeden ölmeyi (yani nefsini öldürmeyi) başarmış bir Hakk dostudur.
Mevlâna’nın Aforizma Diyebileceğimiz Birbirinden Güzel ve Derin Sözleri
Mevlâna Celâleddin Rûmî, 13. yüzyıldan asrımıza seslenen bir bilge şairdir. O, bir söz sihirbazıdır. Onun altı ciltlik Mesnevi’si adeta eşsiz bir söz deryasıdır. Bu deryadan herkese bir katre düşer muhakkak. Fakat kovanızın büyüklüğü ne kadarsa o kadar su alabilirsiniz bu uçsuz bucaksız deryadan. Hayatını “Hamdım, piştim, yandım.” diye özetleyen bu Allah dostu, evrensel değerlerimiz arasındaki yerini çoktan almıştır. Dünya, sevgi ve hoşgörünün abidesini gönüllere diken Mevlâna’yı bağrına basmıştır. Mevlâna’nın sözleri mânâ derinliği bakımından eşsiz sözlerdir. Bunlardan birkaçını sizlerle paylaşmak isterim:
“Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”,
“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”,
“Dün akıllıydım, dünyayı değiştirmek istedim/Bugün ise bilgeyim, kendimi değiştirdim.”,
“Hayat bir nefestir, aldığın kadar… Hayat bir kafestir, kaldığın kadar… Hayat bir hevestir, daldığın kadar…”,
“Kimle gezdiğinize, kimle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin. Çünkü bülbül güle, karga çöplüğe götürür.”,
“Köpeklerin kardeşliği, aralarına kemik atana kadardır.”,
“Kalp denizdir, dil de kıyı. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.”,
“Aşk; sandığın kadar değil, yandığın kadardır.”,
“Sütten çıkınca bütün kaşıklar aktır. Önemli olan, içinden çıktığın sütü ak bırakmaktır.”,
“Geveze birine sır söylemek, kırık testiye su koymaya benzer.”
Allah Aşkını Yüreğinin Merkezine Yerleştiren Mevlâna
Mevlâna sevgi ve hoşgörü anahtarının bütün kapıları açabileceğine yürekten inanmıştır. Bunun canlı örneklerini bizzat yaşayarak müşahede etmiştir. Bununla ilgili olarak söylediği şu güzel sözler sevgi tılsımının gücünü ortaya koymaktadır:
“Sevgiden acılıklar tatlılaşır. Sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hâle gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.”
Aşk adamıdır Mevlâna… Fakat Mevlâna’nın aşkını beşerî aşklarla karıştırmayalım sakın… O, bütün aşkların ilâhî aşktan neşet ettiğine inanan ve eşyaya o gözle bakan engin ruhlu bir gönül eridir. Allah aşkını yüreğinin merkezine yerleştiren Mevlâna, varlığa da Allah’ın mahlûku olması açısından hikmetle bakmıştır. Her şeyi muhabbet penceresinden seyretmiştir o. Onu doğru anlamak için hayata ve cümle varlığa bu açıdan bakmak gerekir.
Aşktan mahrum gönülleri virane olarak görmüştür Mevlâna. Aşkı her şeyin ön şartı olarak kabul etmiştir. Aşka gönül alfabesinin ‘elif’i gözüyle bakmıştır. Her beytine aşkın ruhaniyetini sindirmiştir. Bir beytinde “Aşkı olmayan kişi, ne de zevksizdir ya; bir sevgilisi olmayan kişi, ne de ölüdür ya. Aşktan diri olmak gerek, ölüde iş yok. Diri kimdir, bilir misin? Aşktan doğan kişi… Aşkın eteğine yapış, onun eteği keremdir, ihsandır; ondan başka kimsecikler kurtaramaz seni yabancılıktan. Aşk, güzellik padişahının damına çıkılacak bir merdivendir; sen gel de miraç hakikatini âşığın yüzünden oku.” diyor, Hz. Mevlâna…
İki Cihan Saadetinin En Kestirme Yolu Yahut Mevlâna’nın Vasiyetleri
Türk-İslâm âleminin en büyük mutasavvıflarından biri olan Mevlâna’nın sevenlerine ve çocuklarına olmak üzere birkaç vasiyeti vardır. O, bu vasiyetnamelerinde insanlığı uyarır. Eflakî’nin Ariflerin Menkıbeleri eserinde yer alan vasiyetlerinden birinde sevenlerine şunları öğütler: “Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı az ve anlaşılır olanıdır.”
Mevlâna Celâleddin Rûmî, oğlu Sultan Veled’in “İbtidâ-Nâme” adlı eserinde, oğluna şu mühim tavsiyelerde bulunmuştur: “Bahaeddin, eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma. Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma. Merhem ve mum gibi ol, iğne gibi olma. Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen fena söyleyici ve düşünceli olma; çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun, iste o sevinç cennetin ta kendisidir. Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun, işte bu gam da cehennemin ta kendisidir.”
Mevlâna Celâleddin Rûmî, Şiirlerini Niçin Farsça Yazdı?
Mevlâna’nın en çok tenkit edilen yönlerinden biri, eserlerini Türkçe değil de Farsça yazmasıydı. Bu eleştiriyi yapanlar bilmelidir ki onun yaşadığı dönemde Selçuklu ülkesinde ilim dili Arapça, edebiyat dili ise Farsça idi. Bu nedenledir ki o dönemde edebî eserler genellikle Farsça, ilmî eserler ise Arapça lisanında yazılmıştır. Arapça ve Farsça o dönemde İslâm dünyasının ortak dili gibidir. Yazılan eserlerden tüm Müslümanların faydalanması için bu dillerde yazılması gerekliliği vardı. Bunun yanında 13. yüzyılda Türkçe, Anadolu’da ileri bir şiir dili olarak henüz gelişmemişti. Bütün bunlar Mevlâna’yı Farsça yazmaya itmiştir. Fakat Mevlâna’nın eserlerini Farsça yazması onun Türk olmadığını göstermez.
Mevlâna, Ölüm Vaktine ‘Şeb-i Arus/Düğün Gecesi’ Demiştir.
Mevlâna’nın doğumundan bugüne tam 814 yıl geçmiş. Yani sekiz asrı aşkın bir zaman… İyi ki doğmuşsun ve yazdıklarınla bize hayat vermişsin ey gönlümüzün bahçıvanı! Senin olmadığın bir dünya ne kadar eksik olurdu. Mesnevi’nin olmadığı bir kütüphane ne kadar da boş kalırdı. Onunla cilalanmayan yürekler bir harabeden farksız olurdu.
Gönül adamları ölümden korkmazlar. Çünkü onlara göre gerçek anlamda ölüm yoktur. Bizim “ölüm” dediğimiz, gurbetten aslî vatana göçüştür. Yani bir çeşit hicrettir. Mevlâna da bu anlayıştan yola çıkarak ölümü bir vuslat olarak görmüştür. Onu kulun, Allah’ına ulaştığı sevimli bir an (vuslat) olarak nitelendirmiştir. Onun içindir ki ölümü olgunlukla ve büyük bir ruh genişliği içerisinde karşılamıştır. Dostun dosta vuslatı bayram değil de nedir?
Mevlâna, ölüm vaktine ‘şeb-i arus/düğün gecesi’ demiştir. O, kabri temsili bir mekân olarak kabul etmiştir. Onun içindir ki “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.” diyerek ölümsüzlüğün imanlı gönüllere girerek sağlanabileceği hakikatini teslim etmiştir. Gerçekten de dediği gibi kendisi imanlı gönüllerde yaşayarak bugünlere kadar ulaşabilmiştir. Sesinin yankısı sekiz asır sonrasında da duyulabilmiştir. Bu dünya var oldukça bu ses bu gök kubbede yankılanmaya devam edecektir.
Dünyaya sevgi ve hoşgörü penceresinden bakan Mevlâna, aşksız yaşamanın aşsız yaşamaktan daha beter olduğuna inanıyordu. Onun en büyük aşkı Yaratan’ına olan sevgi ve muhabbetiydi. Kendisini doğumunun 814, ölümünün 748. yılında rahmet ve minnetle anıyoruz. İyi ki doğmuşsun; hasta ruhlarımızın ilâcı, hissiyatımızın kanadı, gönül çağlayanı, hak ve hakikat dostu Mevlâna… Senin manevî ikliminde ve ‘Mesnevi’ ağacının dalları altında gölgelenenlere ne mutlu… İyi ki varsın postnişinim, sevgi ve hoşgörü ırmağım… Asırlardan beri viran gönüllerimizi mamur eyledin. Doğum günün kutlu olsun aşk(ın) sultanı!… Sana doğumunun 814, ölümünün 748. yılında yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhun şâd olsun.
Benim Gözümde ve Gönlümde Mevlâna
Sözlerime sana dair yazdığım “Asya’nın Kandili” adlı şiirimdeki şu kırık dökük mısralarımla son vermek istiyorum:
“Denizler kurusa da, bozkırlarda gül açar Hislerin kıyamında dağılır yaslı gönül
Uzanır sere serpe ay ışığı geceye
Asya’nın kandilleri Anadolu’ya göçer
Lisanlar suskun kalır esrarlı bilmeceye
Denizler kurusa da bozkırlarda gül açar
Mevlâna diyarında açar yediverenler
Aşk denen zımparayla parlar da paslı gönül
Hislerin kıyamında dağılır yaslı gönül
Mesnevi sofrasında doyurulur gönüller Gece sabaha teslim ikliminde düşlerin Her Mecnun’un gönlünde bir Leyla vardır elbet Mesnevi pınarından doldurduk tasımızı Her dem açıktır kapın ya Hazreti Mevlâna!
Açılsa gönül gözü menzil âşığa yakın
Bahçeler eyler düğün açınca gonca güller
Gönül ordularından yüreklere var akın
Mesnevi sofrasında doyurulur gönüller
Sevdanın yangınında kül oldu saraylarım
Aydınlığı müjdeler seherde gülüşlerin
Şeb-i arûs misali mevsimlerim, aylarım
Gece sabaha teslim ikliminde düşlerin
Gönlümüzdeki Leylâ bil ki sensin Mevlâna!
Dağların menzilinde bir yayla vardır elbet
İçimizdeki yangın nasıl dinsin Mevlâna? …
Her Mecnun’un gönlünde bir Leylâ vardır elbet
Ezanların nağmesi yol aldı yıldızlara
Söz mülküyle bezedik gönül atlasımızı
Işığını değişmem altından yaldızlara
Mesnevi pınarından doldurduk tasımızı
Seneler acı çeker, asırlar seni özler
Tevazu iksiriyle sultan oldun zamana
Göklerin yangınında yollar yolunu gözler
Her dem açıktır kapın ya Hazreti Mevlâna!”
M. Nihat Malkoç
https://www.somuncubaba.net/makale/hakikat-goklerinde-bir-yildizdir-mevlana