HACCIN MÂNEVÎ BEREKETİ
HACCIN MÂNEVÎ BEREKETİ
Hac yolculuğu heyecan verici bir hazırlık safhasıyla başlar. Hacc’a gitmeye karar vermek Müslüman’ın hayatında ciddi bir dönemeç noktasıdır. Hacı adayı bu kararla, bir mânevî arınmaya, bir yenilenmeye adım atar. Tövbe istiğfar ederek üzerindeki kul hakları konusunda helâlleşmek için eş dostla görüşür. Varsa borçlarını öder, yakınları ve akrabalarıyla vedalaşır. Bir iç aydınlığı ve tatlı bir telaşla ile yola çıkar.
MÎKAT
Önemli yerlere, mukaddes beldelere, ilâhî huzûra elini kolunu sallayarak gelişi güzel biçimde gidilmez. Büyük askerî karargâhlara, hayli mesâfeli nizâmiye kapılarından girilir. Hac için de bu tür giriş yerleri vardır. Onlara “Mîkat” denir, belirlenen vakit ve yer demektir. Mekke’ye gidip Umre ve Hac yapacakların ihrâma girecekleri noktalara Mîkat denir.
Mekke ve Kâbe Kur’an-ı Kerim’de “haram” diye anılır. Anlamı, korunmuş ve saygıdeğer demektir. Peygamberimiz Mekke’nin, yaratılış sırasında Allah tarafından “haram” olarak nitelendiğini ve kıyâmete kadar öyle kalacağını ifâde etmiştir. “Haram” veya “harem”in anlamı: Dokunulması, herhangi bir şekilde saygısızılık gösterilmesi yasaklanmış olan, kısaca mukaddes, kutsal demektir.
İşte bu kutsallığa saygı amacıyla hac ve umre için veya başka sebeple Mekke’ye gelenlerin, belirli yerlerde ihrâma girip bazı kurallara uymaları zorunlu kılınmıştır. Mîkat denen bu yerler, Mekke’ye farklı istikametlerden gelecekler için bu kutsal beldenin çevresinde beş nokta olarak bizzat Hz. Peygamber Efendimiz tarafından belirlenmiştir. Bu mevkîlerde veya yolların durumuna göre, onların hizâsına düşen yerlerde hacı adayları ihrâma girerler.
Hac ibadetinde mîkat yerine gelmek, hazırlık safhasının bittiğini, mukaddes beldelere adım atmak üzere olduğumuzu îikaz eder. Sanki mîkat bize şunları hatırlatır:
“Ey hacı kardeşim dikkat et, Cenab-ı Hakk’ın evine, kutsal mekânlara yaklaşıyorsun. Son defa kendine çeki düzen ver, bu ulvî atmosfere girmek için hazırlan. Artık biraz sonra farklı bir mânevî ortamda olacaksın. Gönlünü duygularını, şuurunu, niyetini bu havaya uyacak seviyeye getirmeye çalış. Rûhen ve manen Hak Teâlâ’nın misafiri olmaya hazır ol.
Kâbe tevhîdin sembolüdür, hac tevhîdin ayan beyan göründüğü bir ibâdettir. Fîhi Mâfîh‘te bu tevhid fikri şöyle ifâde edilir: “Yollar ne kadar çeşitli ise de gaye birdir. Görmüyor musun ki, Kâbe’ye giden ne kadar çok yol vardır. Bâzısının yolu Rum’dan, bâzısının Şam’dan, bâzısının Acem’den, bâzısının Çin’den, bâzısının da deniz yoluyla Hint ve Yemen’dendir. Yollara bakarsan ayrılık büyük ve sınırsızdır. Fakat gayeye, maksada bakacak olursan görürüsün ki, hepsinin gönlü Kâbe’dedir, orada birleşmiştir.” Bütün yollar, mîkatlar Kâbe’de son bulur.
İHRAM
İhrâma girmek hac ve umre süresince giyilmek üzere hazırlanmış beyaz renkli dikişsiz dokuma kumaşa bürünmek demektir. Erkeklerin giydiği ihram giysisi iki parçadan oluşur. Birincisine “izar” denir. İzar bele sarılır ve vücâdun alt kısmını örter. İkincisi “ridâ”dır. Ridâ omuza alınır ve vücûdun üst kısmını örter. Kadınlar ise ihram olarak yüz hâriç bütün vücudu örten normal bir elbise giyerler. Ayaklarda sandalet tipi terlik bulunur.
İhram hac ve umre ibâdetinin bir parçasıdır. Tıpkı abdest gibi Hacc’ın öteki gereklerinin yapılabilmesi için bir ön şart durumundadır.
İhrâmın anlamı, hacca niyet eden kimsenin, normalde helâl olan bazı davranışları, haccı tamamlayıncaya kadar kendine haram kılması demektir
İhrâmın mânevî ve sembolik değeri, şeklî yönünden daha önemlidir. Varılacak kutsal bölgeyi ve içinde bulunulan kutsal zamânı düşünerek, ihrâma giren kimsenin içi saygıyla dolmaya başlar. Bu vesîleyle normalde mübah olan dünyevî hazlardan uzak duracaktır. Allah’a yakın olma bilincini canlı tutacak, bu bilincin gereğini çevresiyle olan ilişkisine yansıtacaktır.
İhram maddîlikten uzak, tamâmen ulvî ve mânevî bir âleme adım atmanın hazırlığı ve sembolüdür. İhlâs ve samîimiyetle bu ruh hâlini devam ettiren mü’min, tavafla birlikte göklere yükselmenin, yaşayacağı mânevî mîraçla huzûr-ı ilâhiyeye çıkmanın hazzını bulabilir.
Bu mânevî müşâhedenin gerçekleşmesi için ihramlı iken şekil yasaklarına da uyulur. Meselâ hiçbir canlıya zarar verilmez. Geçici haz ve menfaatleri hatırlatıcı söz ve davranıştan sakınılır. Tıpkı bir oruçlu gibi elini, dilini, gönlünü bu ulvîliğe zarar verecek hareketlerden uzak tutar. İhram örtüsüne bürünen Müslüman her türlü gösteriş ve kibirden uzaklaşır. Zînet ve servetle öğünmez. Her insanın eşit olduğunu yaşayarak öğrenir. Ölümü ve ölüm ötesini yakından hisseder. Bâki olan yegâne varlığın Hak Teâla olduğunu tam anlamıyla idrak eder.
Uçakla yapılan yolculuklarda daha çok hava alanında hazırlanan mekânlarda ihrâma girilir. İhrâma girmeden önce tırnaklar kesilir, saçlar kısaltılır, vücut temizliği yapılır ve gusledilir. Yâni hava alanına bu hazırlık yapılmış olarak gelinir. Allah’a duâ edilir. “Lebbeyk Allahümme leke lebbeyk” diye başlayan “telbiye” ile birlikte hacı adayı ihrâma girmiş, böylece hacc ile ilgili yasaklar başlamış olur. Lebbeyk’in anlamı şudur: “Ya Rabbi senin emrini yerine getirmeye hazırım. Maksadım dâimâ sensin. Muhabbetim, ihlâsım, kulluğum sanadır.”
İhramlı için bir takım yasaklar vardır. Bunlar bir yandan hac ibâdetinin bir parçasını teşkil eder; öte yandan, insanın bütün doğallığıyla, Hakk’ın yarattığı şekliyle ilâhî huzura çıkma çabasını gösterir. Sâde, basit, olduğu gibi kendini O’na arz etme tavrını sergiler. Bu arada canlıya, bitkiye saygılı olmayı; sâir zamanlarda çevreye karşı insandan beklenebilecek zararlı davranışları önlemeyi hedefler. Böylece insanın saflaşmaya ve melekleşmeye yönelmesi sağlanır.
İhrâma bürünen hacı adayı, o dikişsiz elbise içinde tam olarak ibâdet bilincine yoğunlaşmaya çalışır. Gönlünü dünyevî işlerden her türlü mal ve mülkiyet iddiasından uzaklaştırır. Tam bir muhtaçlık duygusuyla Cenâb-ı Hakk’a yönelmeye gayret eder. İhram için gündelik elbisesinden soyunurken o âna kadarki uygunsuz iş ve tavırlarından da kıyâfetini çıkarır gibi uzaklaşmaya niyet eder.
İhrâma bürünerek başlayan hac ibâdeti kıyâmetteki haşir ve neşire benzetilir. Yalın ayak, baş açık Kâbe’de Allah’ın huzûruna çıkmak âhiretteki ilâhî huzûra varmayı andırır. Herkes aynı kıyâfetlere bürünmüştür. Zengin yoksul, âmir memur, işçi patron, güçlü güçsüz farkı yoktur. Allah huzûrunda her Müslüman aynı durumda ve aynı seviyededir.
İhram gibi basit bir giyecekle de tamamlanan bu âcizlik ve Allah’a muhtaçlık duygusu, aslında bir insan için en büyük değerdir. İnsana mânen seviye kaybettiren en kötü huy kibir, gurur, benlik ve kendini beğenme duygusudur. İşte ihram görüntüsüyle, insanın Yüce Yaratıcı karşısındaki zayıflığını, güçsüzlüğünü buna mukabil Allah’ın azamet ve yüceliğini açıkça ortaya koyar. Ayrıca ihramlıyken uyulacak yasaklarla insanın mânen ve rûhen yücelmesini, Allah’a yaklaşmasını, kendini O’nun huzurunda ve O’nunla birlikte hissetmesini sağlar.
Bir hacı adayı bu duygu ve düşünceleri, kendi içinde ne ölçüde hissetmeye çalışırsa hac ibâdetinden o nisbette manevî feyz ve zevk alacaktır.
HAC BÖYLE OLMALI
Hac ibâdetindeki hareketlerin iç anlamı ve kişiye kazandırması gereken mânevî haller konusunda tasavvuf târihinde ilginç bir konuşma yer alır. Kısaltarak verdiğimiz bu olaya göre Şiblî (veya Cüneyd-i Bağdâdî) isimli Hak dostu ve ârif kişi, hacca gidip gelen bir adama sorar:
-Haccetmek için ne yaptın?
-Guslettim, ihrâma girdim, iki rekât namaz kıldım ve telbiye ettim.
-Bunlarla haccı akdettin mi?
-Evet
-Peki, yaratıldığından beri bu ahdine aykırı bütün akitleri bozdun mu?
-Hayır
-Sen akdetmemişsin.
-Sonra ihram için elbiseni çıkardın mı?
-Evet.
-Yaptığın her işten de soyundun mu?
-Hayır.
-Sen elbiseni çıkarmamışsın.
-Sonra temizlendin mi?
-Evet.
-Bu temizlenme sendeki her illeti, mânevi kirleri giderdi mi?
-Hayır.
-Sen temizlenmemişsin.
-Hareme (Kâbe’nin çevresine) girdin mi?
-Evet.
-Hareme girmenle her harâmı terketmeğe söz verdin mi?
-Hayır.
-Sen Hareme girmemişsin.
-Kurban kestin mi?
-Evet.
-Aşırı isteklerini ve irâdeni Hakk’ın rızâsında yok ettin mi?
-Hayır.
-Sen kurban kesmemişsin.
-Şeytana taş attın mı?
-Evet.
-Sendeki cehâleti attın mı, böylece sende bilgi göründü mü?
-Hayır.
-Sen taş atmamışsın.
-Kâbe’yi ziyâret ettin mi?
-Evet.
-Bu ziyâret sebebiyle ilâhî-mânevî ikramların arttığını gördün mü? Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Hacılar ve umre yapanlar Allah’ın ziyâretçileridir. Ziyâret edilenin, kendisini ziyâret edene ikram etmesi bir haktır.” Sen bu ikrâmı farkedebildin mi?
-Hayır.
-Sen ziyâret etmemişsin
(…).
Böylece haccın bütün hareketlerinin taşıması gereken iç anlamlara, soru cevap şeklinde işaret edildikten sonra, haccın bu bilinç ve anlayış içinde yapılması gerektiği belirtilir.
HAC DUYGULARI
Hac ibâdeti, bütün zahmet ve meşakkatine rağmen, târifsiz hislerle dolu anlara sahne olur. Bir örnek olmak üzere, duygulu bir kalemden alıntılara yer veriyoruz:
“Kâbe’nin çeveresindeki tavâfı, tasavvufî ifâdesiyle, daha çok, mübârek bir duygu, bir düşünce etrâfında ve kendi içimizde derinleşme hedefli bir seyahatin ifâdesi sayılan “seyr fillâh”a benzetebiliriz. Buradan hareketle sa’y mahallindeki gidip gelmeleri, halktan Hakk’a, Hak’tan halka urûc ve nüzûlün unvânı olan “seyr ilallah”, “seyr minallah” mânâlarıyle yorumlamak uygun düşebilir. Evet, Safâ-Merve arasındaki gelip gitmelerde işte böyle bir düşünce ve bu düşünceden kaynaklanan bir derin his ve arzu tûfânı yaşanır.
İnsan mes’âda (sa’y mahallinde) hep bir koşup aramanın, bir medet dileme ve imdad etmenin kültürünü, şiirini, mûsikîsini ve vuslatını yaşar. Orada önemli bir şeyin peşine düşmüş gibi, tâkipler aralıksız devam eder. Aranan şey zuhur edeceği âna kadar gelip gitmeler sürer durur. O yolda rastlanılan her iz ve emâre insanın heyecanını bir kat daha artırır.. ve sînelere Gedâî’nin diliyle: “Bak şu Gedâî’nin diline / Bend olmuş zülfün teline / Parmağı aşkın balına / Bandıkça bandım bir su ver” der. Kâbe’nin çevresinde olduğu gibi hem koşar hem de içine matkaplar salarak, Beytullah’ın çevresindeki enfüsî derinleşmeye mukabil, burada bir hatt-ı müstakîm üzerinde gelip gider. Peygamberâne hislerle, başkaları için yaşama, başkaları için gülme ve ağlama, hattâ başkaları uğrunda ölme cehdiyle gerilir.. Telâşlı fakat hesaplı, endişeli ama ümitli; semânın altın ışıkları altında, hac mevsiminin mâvimtırak saatleri içinde; yeni bir vuslatın heyecânı ve henüz aradığnı tam bulamamış olmanın tahassürüyle gelir-gider, koşar, âheste yürür, tepeye tırmanır, oradan aşağı iner ve yolda olmanın bütün kararsızlıklarıyla çırpınır durur. Bâzen koşan insanların daha çok bir nehrin akışına benzeyen çağıltılarına karışarak, karışıp koro şîvesiyle hislerini dile getirerek.. bâzen de hiçbir şey ve hiçbir kimse görmüyor düşüncesiyle, tek başına sa’y ediyormuşçasına, gözünde Hz. Hacer’in silueti, elinde gönül kâsesi ve dilinde Fuzûlî’nin:
İste peykânın gönül hecrinde, şevkim sâkin et
Susuzum bir kez bu sahrâda benim’çün âre su!
…………
Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânım
Var ümîdim ebr-i ihsânın sepe ol nâre su..
sözleri, göklerden gelip alevlerini söndürecek bir rahmet bekler.. ve rûhunu yakan kendi ateşiyle berâber, intizârın bitmeyen hasretiyle kavrulur durur. Bâzen mes’âda, ötelerden kopup gelen bir meltemin serinliği duyulsa da, genelde orada hep şevk buudlu bir hüzün, ümit ve recâ televvünlü bir aşk ıstırâbı yaşanır.
Mes’âda çok defa hakîkatler hayâle karışır ve çevredeki insanlar bâzen sükûtun derinliğiyle, bâzen de çığlık çığlık hıçkırışlarıyle, kâh mîzâna sürüklenir gibi, kâh kevsere koşuyor gibi zevk ve tasa ikilisiyle yer yer yutkunur, zaman zaman da râhat bir nefes alır.. ve geliş-gidişlerine, iniş-çıkışlarına devam ederler. Orada saat ve dakîkalar o kadar nazlıdırlar ki, mutlaka iltifat ve alâka isterler. Yoksa, hiç var olmamışlar gibi iz bırakmadan eriyip giderler.” (M. Fethullah Gülen)
Kâbe Allah’a ibâdet etmek üzere inşâ edilen bir mâbettir. Onun bir adı da Beytullah (Allah’ın evi)dir. Gerçi Allah mekândan münezzehtir, eve muhtaç değildir. Ama insanoğlu dâimâ sembollere ihtiyaç duymuştur. Kâbe de kutsal bir semboldür. Kâbe’ye saygı, onun sâhibi olan Allah’a saygı demektir. Gönül ehli “Ev sâhibi evden daha kıymetlidir.” derler.
Allah’ın iki evi vardır; biri Kâbe, diğeri kalb. İlki kadar ikincisine de saygı ve ihtimam göstermek gerekir. Gönül yıkmak Kâbe’ye saygısızlıkla eşdeğerde tutulmuştur. Yûnus Emre öyle der:
Ak sakallı pir koca bilmez ki hâli nice
Emek vermesin hacca bir gönül yıkar ise
Bu duygu ve düşüncelerle hac görevini yerine getiren kimse âdetâ yeni ve daha güzel bir hayâta doğar gibidir. O şeytan taşlarken kendisinde var olan nefsâniyeti, büyüklenmeyi ve süflî duyguları taşlayıp ezdiğine inanır. Böylece tertemiz hâle geldikten sonra Kâbe’yi tavaf etmesini, arşın etrafında dönen meleklere benzetir, yani âdetâ melekleşir.
Kötü huylar ve çirkinliklerle hac yolunu tutan kimse, bu olumsuzlukları bırakıp, günah kirinden arınmış halde evine dönemezse gerçek anlamda haccetmiş sayılmaz. Onun sâdece adı “hacı”dır. Asıl amaç, anlatılmaya çalışılan şekilde hac ibadetini yerine getirmek olmalıdır.
(Bk. M. Demirci, İbâdetlerin İç Anlamı, Mavi yayıncılık)