H. Nur Artıran ile Ropörtaj

A+
A-

Mevlevilik konusunda yapılan akademik çalışmaları yeterli buluyor musunuz? Bu anlamda  AŞK’IN SULTANLARI sempozyumu Mevleviliği tanıma anlamında nasıl bir görevi olacak?

  

Bendeniz akademik olarak, Hz.Mevlânâ, Mesnevî ve benzeri konularda çok ciddi çalışma ve araştırmaların yapıldığına inanıyorum. Gerek ülkemizde gerek yurt dışında konuya duyarlı bir çok üniversite ve  akademisyenler olduğu gibi, gerçektende çok büyük bir gayret ve özveriyle  bu konuda hizmet verenler de çoğunlukta. Bunları ve hizmetlerini görmezlikten gelmek haksızlık olur. Tasavvûfî olarak  üzerine en çok çalışma ve araştırma yapılan Hz.Mevlânâ ve Mevleviliktir. Samimiyetle hizmet eden herkese gönülden şükran borçluyuz. Fakat; Mevlevîlik Hây’dan gelip, Hû’ya giden Hakk   âşıklarının  yoludur. Bu söz halk arasında beyhûde bir ömür sürmek gibi anlaşılsa da işin gerçeği başka. Aşıklar sulatanı  Hz.Mevlânâ  bir beytinde  şöyle der:

AŞK söze sığmaz

AŞK Kelama gelmez

 AŞK istemekle anlaşılmaz

Aşk öyle bir denizdir ki dibi görünmez

Denizin katreleri damlaları sayılmaz

Yedi deniz bir araya gelse

Aşk’a katre bile olmaz

 

Şu bir gerçeki; yedi deniz bir araya gelse  katre bile olamadığı Aşk’ı ve âşıkları  ne kadar söylerseniz söyleyin , ne kadar anlatırsanız anlatın, isterse yüzlerce cilt kitap yazın  gene de, aşk’ı ve âşıkları anlatmaya kelimeler, sözler, kifâyetsiz olur. Bu tür ciddi ve güvenilir araştırmalar, Hz.Mevlânâ’nın dolayısıyla da  Mevlevîliğin dışını şeklini suretini anlatan merkez işâretler gibidir.  Gerçek mânası ise, öze sâdık bir şekilde Cenâb-ı Allah’a  sadakat ve teslimiyet içersinde yol yürümekle  elde edilir. Hz.Mevlânâ: “Aşk  eğer sadece sözle ifade edilen kitap ilmi olsaydı o ilim ile,  hâl ilmi arasında ne fark olurdu ? der. Yedi denizin katre bile olamayacağı aşk’ı ve aşk’a  sultan olanları, ne zaman, ne mekan, ne söze, ne kelama sığdırmak, ne de kemaliyle idrâk edip anlamak çok  kolay olmasa da, yinede onları  gönüllerimizde taşımak, acizâne de olsa çeşitli vesilelerle  anmaya çalışmak, “Kişi sevdiği ile beraberdir” hâdis-i şerifini yaşamaya vesile olacaktır. O nedenle bu sempozyum vesilesiyle, tüm yaşamlarını aşk-ı ilâhiye adayan  son dönem İstanbul Mevlevîlerinin bir kez daha  ehil dillerce anılması, dolayısıyla da gerçek mânada  anlaşılması  yegâne arzularımızdan biridir.

 

Mevlevilik Cumhuriyet tarihiyle birlikte nasıl bir yapı ve dönüşüm geçirdi? Bu yolda yürümek isteyenlere ne tavsiye edersiniz?

Efendim bir çok yerde dile getirmeye çalıştığımız gibi, bir kez daha arz etmek isteriz ki;  Mevlevîlik İslâmiyeti en nâif, en zârif bir şekilde yaşama biçimidir. Mevlevîliği İslâmiyetin dışında farklı bir şey gibi algılamak kişinin kendi eksiğidir. Bu çerçeveden bakılacak olursa: Gerçek imân sahipleri çeşitli  zâhiri  değişimler neticesinde mânevî  erozyona uğramazlar. Cumhuriyetimizin gelişi, Cenâb-ı Hakk’ın âyetlerini, Efendimizin sünnetlerini değiştirmeyeceğine göre, dolayısıyla; Mevlevîlikte de  hiçbir köklü mânâ değişimine yol açmaz. Eskiden Mevlevîhânelerde yapılan maddi mânevi  tüm eğitimler günümüzde de farklı şekillerde devam ediyor. Belki isim ve şekil  değiştirdi hepsi o kadar.. Nâçizâne arz etmek istediğim, şekiller suretler değişebilir, fakat öz her zaman aslını muhafaza eder bundan kimsenin şüphesi olmasın. Bildiğiniz üzere puta tapmanın yegane belirtisi de şekle surete takılıp kalmaktır. Maksat şekilden suretten kurtulup, şekilden suretten münezzeh  olana ulaşmaktır.

Mevleviliğin edebiyatımıza ve musikimize çok ciddi katkılarının olduğu inkar edilemez, bunu nasıl değerlendirmeliyiz ?  Bu katkı günümüzde de  devam ediyor mu? Ayrıca kültürel hayatımızda tasavvuf geleneği ve Mevlevilik nasıl bir yerde duruyor size göre?

 

Efendim en basit bir şekliyle; Tasavvuf ham  işlenmemiş olanı işlemek, en sert metaı bile  ilmek, ilmek çiçek, çiçek dokumaktır.Malûm edebiyat  kök olarak edebten gelir. Mevlevîlik de baştan başa edebtir. Edebi olmayanın imânıda olmaz diyen bir ulu sultanın yolunda yürümektir..İlmek ilmek, çiçek çiçek, dokunan cümle  güzelliği en ulvî  bir  şekilde yaşamak ve yaşatabilmektir. Mûsikî ise Elestüb-ü Rabbiküm hitâbını hâlâ bu âlemde duyabilmektir. O nedenle, Mevlevîler için mûsikî bir başka duyuş, bir başka hissediştir. Burada baş kulağının sözü bile  yoktur. Tasavvuf mûsikîsini en iyi derecede yansıtan, mûsikî rûhun gıdasıdır sözünü yaşanır bir hâle getiren Mevlevîlerdir. Ancak gönül kulağı açık olanlar, gönle hitâp eden sesleri sezebilir, duyabilir, bunları da çeşitli ahenk ve  ritimlerde ehline sunabilir. Bu söz  ille de Mevlevîlerin gönül kulağı açık mânâsına gelmemeli, fakat herkeste kabul eder ki; Tasavvûfî mûsikînin pîrânı  Mevlevîlerdir. Bunun sırrı hikmeti de Mesnevî’deki çeşitli beyitlerde dile gelmiştir.

Belki günümüzde, Itriler, İsmail Dede, Zekâi Dede, Abdülbâki Nasır Dede, Rauf Yekta Bey, Ahmed Avni Konuk gibi hemen ilk aklımıza gelen bu  isimler gibi mûsikîye can veren bestekârlarımız, müzisyenlerimiz  kalmadı gibi görünse de, Mevlevîlik var oldukça, aynı zihniyet, aynı aşk-u muhabbet  yeri geldikçe, edebiyat, sanat, mûsikî ve daha bir çok konular da maddi mânevi ülkemizin kültür ve  gelişimine öncülük edecek, hem dışımızı, hem içimizi süsleyecektir.

Günümüzde tasavvûf geleneği ve   Mevlevilik nasıl bir yerde duruyor sorunuza gelince:

Hz.Mevlânâ ve Mesnevî olmazsa her halde tasavvûf dünyası bu kadar câzip ve etkileyici olmazdı.  Sizlere de  aşikâr olduğu gibi, günümüzde Mesnevî dolayısıyla da Mevlevîlik   nâ-mütenâhi olan eşsiz bir yerde duruyor. Hz.Mevlânâ, sekiz yüz yıl sonra bile ilâhi nûruyla  tüm dünyayı aydınlatmaya devam ediyor.” Birileri istemese de Allah nûrunu tamamlayacaktır” âyeti gereğince dünya durdukça da bu böyle sürüp gidecektir.. Bunu başka türlü düşünmek beyhûde bir anlayış olur. Bu sözün tasdiki Mesnevî’nin ilk ön sözünde kayıtlıdır.

Sonuç itibariyle Hakk âşıklarını Mevlevîlik temsil ediyorsa,  her şeyin bir başı sonu vardır ama, Hakk  âşıklarına son yoktur. Onlar ezelden ebede  her zaman  bâki olup   bu  fâni dünyayı ebedi  müzeyyen kılacaktır.

Mevlevilik son yıllarda ibadet ve dini pratiklerden soyutlanmış, modern bir İslam yorumu gibi algılanıyor. Neden böyle bir algı var sizce?

 

Efendim, Mevlevîliği İslâmiyetin dışında veya modernize edilmiş bir din anlayışı olarak kabul etmek, az evvelde arz edildiği gibi  bu sadece kişinin kendi eksiği, şahsi görüş ve düşüncesidir. Elbette bunu kabul etmek mümkün değil. Akl-ı selim olan herkes bunun böyle olmadığını bilir. Mevlevîlik Hakk âşıklarının yoludur diye tekrar edip duruyoruz.  Bu yolun tarifini de  bir kaç cümle ile en güzel bir şekilde yine Hz.Mevlânâ dile getirmiştir: “ Aşk kelimesindeki harflerin mânası nedir biliyor musun  ?  Ayın harfi ibâdet ve kulluk eden. Şın harfi şükür eden. Kaf harfi ise kanâat eden demektir”  Görüldüğü üzere; AŞK’ın daha ilk harfi  ibâdet ve  kulluğu temsil ediyor. Böylesi bir durumda hem Hakk âşık’ı olduğunu iddia edeceksin, hem de mânevî sorumlulukları  heybenin arka gözüne atacaksın olur mu  böyle bir şey ? Aşıklığın şiârı ibâdet ile muhabbeti birleştirmektir. Gerisi kişinin kendi kendini kandırmasından başka bir şey değildir. Tek başına ibâdet veya muhabbetle yol yürümeye çalışmak tek kanatla uçmaya benzer. Gerçek Hakk âşıkları tüm bu eksikliklerden  âzâdedir. Hz.Mevlânâ bir Mesnevî beytinde: “İşin aslı cezbedir aşktır. Fakat aziz dostum, ibâdeti, çalışmayı gayreti bırakıp cezbeyi de oturduğun yerde  bekleme. Cezbe kendi kendine gelmez. Gelmesi için bir gayret bir emek  gerekir” Der.

Hz.Mevlânâ eline kağırt kalem almadan vezinli kafiyeli  yaklaşık  yetmiş bin ilâhi  beyit söylemiştir. Bu yetmiş bin beyit bir cümlede özetlenecek olsa: Ben Kur’an-ın kulu kölesi Hz.Muhammedin bastığı yerin toprağıyım” beyti ortaya çıkar.

Bu çerçeveden bakılacak olursa: Ben Mevlevîyim diyen herkes gerçekten Kur’an-ın  kulu kölesi Hz.Muhammedin bastığı yerin toprağımıdır ?  Elbette bu soruya hiç düşünmeden  hayır diyeceğim. Tıpkı her müslümanım diyen kişinin  efendimizin ahlakıyla ahlaklanmadığı, onun yolunda izinde olmadığı gibi.

Fakat biz Müslümanlar her ne kadarda efendimizin yüksek ahlâk güzelliğini kendi hayatımıza yansıtmakta âciz, yetersiz, gâfil, câhilde olsak, bu durum Efendimize ve onun tebliğ ettiği ilâhi yola  bir nakıslık  getirmez. Güneş balçıkla sıvanmaz.

Günümüzde Mevlevîlik dünyevî bir trend, kâr kazanç haline geldi. Ben Mevlevîyim demek moda oldu. Fakat  ben Mevlevîyim demekle de Mevlevî olunmaz. Maddi, mânevî, soyu sopu aşikâr, başka mezhep, meşrep ve tarike bağlı olanlar bile Mevlevîlik iddiasında bulunuyor. Eyvallah elbette  Mevlevîlik kimsenin tekelinde değil, bu bir Hakk yoludur isteyen herkes o yolda yürür ve yürümelidir. Fakat, Armut elmayım diye ortaya çıkarsa  bilmeyenler için bir karışıklık söz konusu. Her ikisi de çok  hoş tatlı bir meyve ama, tadı, kokusu,  çekirdeği, çiçeği, ağacı yaprağı hepsini bir bir   hesaplayacak olsak   aralarında söze sayıya gelmez  farklılıklar  var. Semâdan inen  yağmur tanecikleri  aynı temizlik ve güzellikte yer yüzüne iner. Fakat düştüğü yere göre zehir veya inci olur.

Tasavvuf ve Mevlevilik üzerine çok fazla yayın yapılır oldu. Siz bu yayınları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Efendim ne yazıktır ki; bu yayınlar içersinde az evvel sözünü ettiğimiz gibi  tümüyle maddi  kâr ve çıkar amaçlı içeriği çarpıtılmış eserler çoğunlukta.. O nedenle okuyucunun çok dikkatli olması, tümüyle ticari maksatla yazılmış eserlere itibar etmemesi gerekir. Efendimiz mümin uyanık olur diye buyurmuştur. Bu sözün muhatapları olan bizler  ne zaman uyanık olacağız ?

Doksan altı yıllık bereketli ve feyzli ömrünü, Hz.Mevlânâ ve Mesneviye adayan  Şefik Can dedemiz; Tüm yaşamı boyunca  Hz.Mevlânâ’nın en doğru bir şekilde anlaşılması için gayret göstermiş; gönülden bir yakarışla her zaman  şöyle demiştir: “Hz.Mevlânâ’yı   sağdan soldan değil, bizatihi kendisinden öğrenin. O eserlerinde gizlidir”

Ya kendimiz, Hz.Mevlânâ’nın eserlerini temiz bir gönülle okuyup anlamaya çalışacağız, yada mânevî kimliği belli, güvenilir   hüsn-ü zân sahibi hâl ehli birinin eserlerini tercih  etmek mecburiyetindeyiz.

 

Bildiğiniz üzere günümüzde bir çok yerde çeşitli kişiler  Mesnevî  okuyor ve kendi anladıklarını da halka anlatıyor. Böylesi bir durumda Mesnevî, dolayısıyla da  Mevlevilik doğru bir şekilde anlaşılabiliyor mu?

 

Efendim, Mesnevî’yi dolayısıyla da  Hakk  âşıklarını en derûni ve doğru bir şekilde  anlayıp ifade edebilmek  için de hâl ehli olmak lâzım. Hz. Mevlânâ ilk on sekiz beyitte boş yere: “Sîne hâğem şerha şerha ez firâk, Tâ bi gûyem şerh-i derd-i iştiyâk.” dememiştir.

Yâni beni anlayabilmesi için, tıpkı  ben gibi sinesi aşk ateşiyle delik deşik bir âşık isterim. Belki yüzlerce beyitte âşık değilsen âşıkların hallerinden bahsetme sus.. Çünkü senin nefesin son bahar rüzgarı  gibi soğuk ve serttir, ağaçları sararır soldurur. Yâni insanlara zarar verir diye buyurmuştur.. Fakat bu feryadın mahiyetine kaç kişi vakıf olur. Doktorluk diploması olan herkes kalp ameliyatı yapmaya kalksa işin sonunu siz düşünün artık. Zâhirde bile her uzvun ayrı bir doktoru, ayrı bir uzmanı var. Bu nasıl olur da mânâ âleminde olmaz. Çok iyi bir göz doktoruna  beyin ameliyatı yaptırmazlar, kişinin yerini ve haddini bilmesi gerekir. Eğer böyle olmasa Mevlevîlik içersinde MESNEVÎHÂN’lık diye bir kurum olmazdı. Mesnevîhân Mesevî okuyan demektir. Fakat bu zâhiri bir okuyuş değildir. Öyle olsa Kur’an okumak sünnet, fakat dinlemek farz olmazdı. Mesnevî dinle diye başlamazdı. OKU emri sadece ehline mahsustur. Buda ancak ilâhi bir emirle olur. Kişi kendi kendine oku emri veremez. Kur-an Oku emriyle başlamıştır. Mesnevî dinle. Bu iki farklı kavram arasında  birbirini tamamlayan çok güçlü bir bağ var. Arabça  bilmekle Kur-an, Farsça bilmekle de Mesnevî  anlaşılmaz. O nedenle ki Hz.Mevlânâ bir beytinde:  Büyük imamlardan Ebu Hanife  hazretleri aşktan bahsetmedi. Şafiî hazretleride aşk’ı açıklamadı, hiçbir mezhep imamı aşk hakkında bir rivâyette bulunmadı. Çünkü din ilmindeki bu câizdir, şu câzi değildir münakaşasının bir sonu vardır. Fakat Hakk âşıklarının ilmine bir son yoktur der. Başı sonu olmayan sonsuz bir engin deryaya ayak ucunu değdiren kendini dalgıç zannederse elbette  bazı şeyler de  yeterli  doğru bir şekilde  anlaşılmaya bilir. Bunu da kabul etmek gerekir.

Peki tüm bu olumsuz gibi görünen ve  Mevlevîliğin yeterince doğru bir şekilde anlaşılmasına engel olan davranışlar karşısında ne yapmalı ?

 

Efendim Hz.Mevlânâ her konuda olduğu gibi bu konuda da bizlere yol gösterip, rehberlik etmiştir. “ Karanlık karanlığını artırdığı zaman nûrda nûrunu artırmalı” der. Yapılacak tek şey gerçek nûr sahiplerinin nûrlarını artırması, yâni daha fazla bu konuda emek ve gayret sarf etmesidir. Yoksa bu durum  sen ben, doğru yanlış, olur olmaz, tartışmalarıyla hallolacak bir şey değildir. Hakk âşıkları hâmûştur. Onların olduğu yerde lakırdıya yer yoktur. Söz değil hâl vardır. Edeb ve tevazûdan bahsedenler bu sözleri kendilerine sermâye değil de hâl edebilirse sorun çok daha kısa zamanda çözülecektir.

 

Son dönem İstanbul Mevlevileri konulu sempozyumun hangi vesileyle gündeme geldi ve bu toplantının en önemli özelliği nedir, hangi konular ve isimler konu edilecek bu toplantıda?

Efendim, Aşk’ın Sultanları Son dönem İstanbul Mevlevîleri konulu bir çalışama yapmak bendenizin çok önemli arzularından biriydi.Hz. Mevlânâ’dan günümüze kadar uzanan ve Mevlevî geleneğinde çok önemli bir makam teşkil eden Mesnevîhânlığın, yüzyılımızdaki icâzetli en son temsilcisi ve Ser-târik’i olan Şefik Can Dedemizin vuslatının beşinci yılı vesilesiyle  bu niyetimiz Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla da  gerçekleşmiş oldu.

Sempozyumun en önemli özelliğine gelince: Hakk ve Hakikatı, ilâhi aşk-u muhabbeti yansıtan her söz, her kelime, her eylem  çok önemli ve özeldir. Fakat; “Aşkın Sultanları Son Dönem İstanbul Mevlevîleri”Sempozyumuyla, özellikle İstanbul Mevlevîhânelerinde yetişmiş veya Mevlevî kültürüyle hem-hâl olmuş,  politik, ilmî, dinî, tasavvufî görüşleriyle, yaşam biçimleri ve bâkî nitelikteki eserleriyle gelecek nesillere farklı ufuklar açan Türk-İslâm Tasavvûfu’nun örnek şahsiyetlerinden bazı Mevlevî büyüklerimizin genç nesillere tanıtılması  vefâ ve şükran duygularıyla yâd edilmesi en büyük amaçlarımızdan biridir. Geçmişimize ve mânevî değerlerimize karşı duyarlı ve bilinçli olmadan, geleceğimize güvenli ve sağlıklı adımlar atmanın mümkün olmadığını buyuran Hz. Mevlânâ’nın, ilâhî aşk yoluna maddî mânevî çok büyük hizmetler vermiş âbide şahsiyetlerden bazılarını, farklı yönleriyle günümüz gençlerine tanıtmak ve bu sâyede mâzimizle geleceğimiz arasında sağlam, güvenilir, kalıcı bir köprü kurmaya çalışmak, hem ülkemiz hem de geleceğimiz adına çok  önemli hizmetlerden biri olacağına inanıyoruz.

Sempozyuma konu olan isimler ise:

Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhlerinden Osman Selâhaddin Dede (1820-1887)

Yenikapı Mevlevîhânesi  Şeyhlerinden Mehmed Celâleddin Dede ( ö.11208 )

Bahâriye Mevlevîhânesi Şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede (1853-1911)

Yenikapı Mevlevîhânesi son Şeyhi Abdülbâki Dede (Baykara) (1883-1935)

Mesnevi Şârihi Amed Avni Konuk ( 1868-1938 )

Üsküdar Mevlevîhânesi son Şeyhi Ahmed Remzi Akyürek (1872-1944)

Hz.Mevlâna torunu, Postnişîn ve ilk Meclis II. Başkanı Abdülhalim Çelebi (1874-1945)

Beşiktaş Mevlevîhânesi Şeyhi ve Galata Mevlevîhânesi son şeyhi Ahmed  Celâleddin Baykara (1853-1946 )

Rüfai Tarikatı Mürşitlerinden olup aynı  zamanda  Mesnevi’nin birinci  cildini şerh etmiş. Kenan Rifai  ( 1867-1950 )

Yenikapı Mevlevihânesi Mesnevihânlarından Tahirü-l Mevlevi ( Tahir Olgun )  ( 1877-1951)

Hz. Mevlâna torunu, Mevlâna Dergâhı son Postnişîni ve eski milletvekili Veled Çelebi İzbudak (1867-1953)

Hz. Mevlâna’ya olan derûni  büyük aşkıyla gündeme gelen  son   yüzyılımızın çok  önemli Mevlevi şahsiyetlerinden  Yaman Dede  ( 1887-1962 )

Kasımpaşa ve Bahâriye Mevlevîhânesi Mesnevîhânlarından Şeyh  Midhat Bahârî Beytur (1879-1971)

Mevlâna ve Mevlevîlik Araştırmacısı Abdülbâki Gölpınarlı (11200-1982)

Mesnevinin Nahifi tercümesiyle ismi bütünleşen  Hz. Mevlâna torunu Prof Dr.Amil Çelebioğlu ( 1934-19120 )

Postnişin Selman Tüzün

Hz. Mevlâna’nın 21. kuşak torunu  Dr, Celâleddin Bâkır Çelebi  (1926-1996)

Sertarik, Mesnevîhân, Öğretmen Albay Şefik Can (1910-2005)

Tüm bu ulu şahsiyetlerin  dışında, yine son yüz yılımızda İstanbul’da Mevlevî  kültürüyle yetişmiş edibler, şâirler, mûsikîşinaslarda ehil diller vasıtasıyla sese söze dökülecek, gönüllerimizi aydınlatacak inşallah.

Siz de sempozyumda Mesnevihan Şefik Can hakkında bir tebliğ sunacaksınız. Son dönem İstanbul Mevlevileri içinde Şefik Can nasıl bir kimliğe ve kişiliğe sahip, nasıl hizmetlerde bulunmuştur?

Efendim az evvelde arz ettiğimiz üzere, Şefik Can dedemiz, Hz. Mevlânâ’dan günümüze kadar uzanan ve Mevlevî geleneğinde çok önemli bir makam teşkil eden Mesnevîhânlığın, yüzyılımızdaki icâzetli en son temsilcisi ve Ser-târik’idir.

Onu tanıma lütfûna eren herkeste kabul eder ki; Tevâzu’un, hoş görünün, alçak gönüllülüğün, mütevâzılığın günümüzdeki en önemli  temsilcilerinden biri, insana ve düşünceye saygının sembolü, gerçek bir Hakk âşıkıydı.Doksan altı yıllık yaşamında aldığı her nefesi, Hakka, hakikat’a, Hz.Mevlânâ’ya ve bu yolda hizmete adayarak geçirmişti. O nedenle de  “HİÇ” kelimesinin ete kemiğe bürünmüş mânâsıydı.En büyük özelliği, Hz.Mevlânâ’yı dilinde söz olarak değil, canında hâl olarak yaşamasıydı. Bu âlemde çok hoş bir sâda bırakarak  bâki âleme göçmeden önce  Hakk âşıklarına çok önemli mânevî mirâslar bıraktı.Bunlardan en önemlilerinden biri Açıklamalı Mesnevî tercümesidir. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, günümüzde en çok satılan dolayısıyla da okunan Mesnevî-i şerif  Şefik Can dedemizin hazırladığı eserdir. Buradaki en önemli sır:  Böylesine önemli bir eserin sadece ilmî bir çeviri olmayışı, her satırına, her cümlesine  doksan yıllık engin bir aşk-u muhabbetin katılmasıdır. Mesnevî-i şerifte  yok olmanın karşılığıdır.

Röportajı yapan: Gülcan Tezcan

Gerçek Hayat Dergisi  2010 Mayıs sayısı