GÜLŞEN-İ TEVHÎD’DEN
GÜLŞEN-İ TEVHÎD’DEN
Hak Teâlâ Hazretleri, Muhammed Mustafa’yı kulları arasından seçip risaletle şereflendirmekle kalmayıp, rahmetinin tezahürü olarak da Kur’an-ı Mübîn ile bu risaleti taclandırmıştır. Muhammed Mustafa’nın kendisine ikram edilen en büyük mucize olarak da Kur’an-ı Kerîm’i biliriz. Bu gerçeklik, kıyamete kadar bakî kalacaktır.
Bizden on dört asır evvelki müslümanlar Kur’an-ı Mübîn’den nasıl nasiblendiyse, hâl-i hazırdaki bizler de nasibdâr oluyoruz, bizden sonrakiler de aynı şekilde bu nimetten istifade etmeye devam edeceklerdir. Her çağın insanına hitab edebilen başka bir kitabın olmadığını ve olmayacağını da biliyoruz.
Binâenaleyh, her asrın kendine göre idraki söz konusudur. Kur’an-ı Kerîm’in mucizevî özelliklerinin en dikkat çekici olanı belki de budur. Hâl böyle olunca, nice kullar bu İlâhî Sese, kendince kulak vermiş, anlamakta isabet edemedi ise de bunun feyzinden istifade etmiştir. Bunun yanı sıra, anladıklarını kaleme alanlar arasında öyleleri vardır ki, çağlar öncesinden bize kadar gelen bu idrakin okyanusundan halâ istifade etmekteyiz. Hz. Mevlânâ ve Mesnevî-i Şerîf’i, bu özelliklere hâiz, nev’i şahsına münhasır örneklerden biridir. Başka bir ifade ile Mesnevî-i Şerîf, bizi Kur’an ile buluşturan en önemli yol göstericilerdendir.
Mesnevî-i Şerîf’e atfedilen onlarca özellik bir yana, onun Kur’an’ın Özüoluşu yadsınamaz en önemli gerçekliktir. Bu özelliği, diğer özelliklerine her zaman galip gelmiştir. Belki zaman zaman popüler yorum ve yaklaşımlara malzeme edilmeye çalışılsa da o, Mağz-ı Kur’an (Kur’an’ın Özü)’dır.
Kendisindeki yoğun ifadelerin günümüze aktarımı ve şerhi de başka bir geleneğin oluşmasına sebep olmuştur. Her dönemde, kendine has özellikler taşıyan Mesnevî Şârihleri ve Mesnevî Şerhleri vücûda gelmiştir.
Muğlalı İbrahim Şahidî Dede de (1470-1552), Tarîk-i Mevleviyye’nin mümtaz isimlerinden olmakla birlikte, Mesnevî şârihliği ile de kubbede hoş sadâ bırakanlardandır.
“Ey irfanı arzulayan okuyucum! Gel biraz da bu fakîri dinle” diyerek Gülşen-i Tevhîdîne kapı aralayan İbrahim Şâhidî Dede; dinle! nidasıyla geleneğin mirasçısı olduğunu hemen bizlere hissettirmektedir.
Gülşen-i Tevhîd ile, Mesnevî-i Şerîf’in altı yüz beytini beşer beyit ile şerh etmiş olan Şâhidî Dede, bize üç bin beyitlik bir yadigâr bırakmıştır. Kendi ifadesi ile Gülşen-i Tevhîd “Mesnevî hazinelerinin anahtarıdır”. “Fısktan fücûrdan uzaklaşmayan kimse, mürşidlerin sözlerinden uzak kalır” ifadesiyle de Mesnevîyi şerh ederken dayandığı düstûru da açıkça ifade etmiştir. Gülşen-i Tevhîd’in dibâcesinin son bölümünde de bize vasiyetini dile getirmiştir:
“Ben bu kitabı, Mesnevî’ye anahtar yaptım, âşıkların arasına fırlattım. Bu anahtarı bulan kişi, kerem ve ihsan göstererek bize duâ etsin”.
Gülşen-i Tevhîd’in irfan pınarından bazı örnekleri burada paylaşmak çok da kolay olmadı. Birbirinden kıymetli, hikmet dolu bu hazinenin içerisinden; hangi inci-mercanı, hangi yakutu-elması; zümrütü-sedefi… sizlerle paylaşacağımıza karar vermekte zorlandık. Buna rağmen bu kıymetli pazarın içerisinden bazı mücevherâtı alıp, aşıkların arasına fırlattık.
Mesnevî:[1]
Ver Huda hahet ki puşed ayb-ı kes
Kem zenet der ayb-ı mayuban nefes
Allah bir kimsenin ayıbını örtmek isterse,
Ayıbı olanların ayıbından o kimse pek az bahseder.
Şerh:
Kendi ayıplarına bakmazsın da başkalarının ayıbını görürsün. Sen kendi ayıplarından ötürü alçalırsın. Başkalarının ayıplarının sana ne zararı var? Sen kendi günahlarından sorulacaksın, başkalarının günahlarından senin için bir sorumluluk yok. Sen sadece kendi günahlarını an da gece gündüz inle, feryâd et. Gönlünü Allah’ın aşk ateşiyle yak.
Mesnevî:
Zi ateş-i şehvet ne suzed merd-i din
Bakıyan ra burde ta ka‘rı zemin
Din adamı şehvetin ateşinden yanmaz.
Başkalarını ise yerin dibine sokar.
Şerh:
Kur’an din adamının rehberidir. O, Allah’ın dostu İbrahim Peygambere benzer, şehvet ateşinden yanmaz. Nefsânî lezzetlerden uzaklaşan, rûhânî lezzetlere kavuşur. Allah için fânî olan gıdayı bırak. Ne zamana kadar rızkını su ve topraktan arayacaksın. Kur’an’da : ‘ve fi’ssemâi rızgıküm; rızkınız göktedir’ ayetini duymadın mı? Eşek gibi niçin toprağa yapıştın? Hak Rezzâktır, rızkımızı verir. Rızk da Allah’ın ihsanından rızkını ister.
Mesnevî:
Çist dünya ez Hüdâ gâfil şüden
Ni kumaş u nukre vu ferzent u zen
Dünya nedir? Allah’tan gafil olmaktır.
Kumaş, altın ve gümüş, evlat ve aile sahibi olmak değildir.
Şerh:
Kainatın varlığına sebep olan Peygamberimiz: ‘Ni‘me-l mal-üs sâlihi lir’rricâl-üssâlihi; İyi mal iyi kimseler için ne güzeldir’ buyurdu. Gönlünde Allah sevgisi olan kişi ister zengin, ister yoksul olsun, saiddir. Allah’a âşık olmayan kişi ise ister yoksul olsun şâkîdir. Sûrette ne yaparsan yap, fakat gönlünü temizle ki, orası Allah’ın baktığı yerdir. Sûretine asla itibar yoktur. Bâtınını temiz tutmak için çalış.
Mesnevî:
An kesira keş Hudâ hâfız buved
Murg u mâhi mer verâ hâris buved
Bir kimseyi Allah korursa ona kuş da balık da gözcü kesilir.
Şerh:
Bir kimseye, yaratan Allah aşık olursa, bütün yaratıklar ona aşık olur. Gel! Sen, o şahın aşığı ol ikbâle er. O canânın makbûlu ol. Sana ihsan edenden başkasına gönül verme ki, gönlün tuzaklarından kurtulsun. Cihana ait sebeplerin metâını, eşyasını çölde kalan çer-çöp mesabesinde bil. Kaybettiğin, ziyan ettiğin şeyleri; yardımı istenilen Hakk’ın lütfundan sana bir yardım olarak telakki et.
Mesnevî:
Ey besa âlim zidaniş bi nasib
Hâfız-ı ilmest ankes bi Habib
Nice âlimler vardır ki hakiki ilimden de irfandan da nasibleri yoktur.
Bu çeşit âlim, ilim hâfızıdır, yoksa ilim sevgilisi değil.
Şerh:
İlim o dur ki seni gafletten uyandırır, bu ciyfe cihandan usandırır. Bu fanî olan lezzetlere esir olmaktan seni kurtarır, hür olursun. Allah’ın aşk sevinciyle için dolar, vahdet şarabıyla mest olursun, vuslat derneğine ermeğe müsait olursun. Ecel günü yok olacak olan rütbe ve lezzeti elde etmek için ne çalışıp duruyorsun? Bu varlık ve benliğini Allah’a feda et ki bekâ âleminde izzet ve mansıb kazanırsın.
Mesnevî:
Ger nehâhî dost ra ferda nefir
Dosti ba akıl-ü ba âkl gir
Yarın dosttan nefret etmeni istemiyorsan,
Bir akıllı dost ol da akla yâr ol.
Şerh:
Nefsini dost edinir, izaz edersen akıbet ondan nefret edersin. Eğer akıllı isen bir akıllı ile dost ol. Eğer âşıksan gönlünü maşûka ver. Ey ârif kişi! Gönlünü maşûka verdin mi sen de mâşuksun. Maşûka verilen gönül maşûktur. Gönlünü gönüle veren kişi, yüce bir kimsedir. Asıl maşûka verilen gönül, gönüldür. Yoksa su ve toprak kaydından da kalan gönül, gönül değildir.
Mesnevî:
Çün kaza ayed şeved teng in cihan
Vez kaza helva şeved renc-i dehan
Kaza gelince bu cihan darlaşır
Kaza yüzünden helva, diş incitir.
Şerh:
Ey iki cihanı yaratan Allah’ım! Kötü kazalardan bizi kurtar. Eğer bizim için kötü kaza yazdınsa onu yok etmeye kadirsin. Biz, senin çevganın önünde top gibiyiz. Bizi rıza meydanına götür. O kazayı eğer sen değiştirmezsen kim değiştirebilir? Rabbim! Bizim, senden başka yardımcımız yoktur. Ey Sultan! Biz, senin hükmün karşısında fırınaya tutulmuş toz gibiyiz, aciziz.
Mesnevî:
Der tek-i derya Güher bâsenghâst
Fahrha ender meyan-ı nenkhâst
Denizin dibinde inciler taşlarla karışıktır,
Övülecek şeyler, ayıplar ve kusurlar arasındadır.
Şerh:
Gül bahçesinde, güller dikenler arasında bittiği gibi, meclislerde de gönül erbabı, cahil kimseler arasında otururlar. Cmilerde, havas ve avam saf saf olmuşlar, hepsi bir imama uymuşlardır. Fakat sevap ve hata cihetiyle ibadetleri arasında çok fark vardır. Hepsi bir namaza durmuşlardır ama içlerindeki ihlas ve niyaz cihetiyle aralarında derece farkı vardır. Bu cihan halkı, mertebeler hususunda birbirinden farklıdırlar, bir merdiven basamakları gibi.
[1] Terceme ve Şerhler için bkz.; İbrahim Şahidî Dede, Gülşen-i Tevhîd,Türkçesi: Mithat Baharı Beytur, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul, Mayıs 2002.
Lokman D. Solmaz
solmazlokman@gmail.com