GÖNÜLLERİ YEŞERTMEK
GÖNÜLLERİ YEŞERTMEK
Fahri ÖZÇAKIL[1]
Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne bağlı olarak 1991 yılından itibaren görev yapmakta olan Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu, her yıl yapılmakta olan Hz. Mevlâna’yı Anma Vuslat Yıldönümü etkinlikleri ve her hafta sonu icra edilen ve yüzlerce yıldır ilgisi artarak devam eden Semâ Mukabelelerini icra ederek yerli ve yabancı Mevlâna dostları ile birlikte olmaktadır.
Bu itibarla Topluluğumuz kuruluş amacına uygun olarak Yurt içinde ve Yurt dışında Milli ve Manevî kültürümüzün önemli değerlerinden olan Hz. Mevlâna’dan günümüze aktarılan Semâ Mukabelesi ile tüm insanların gözüne, kulağına ve dolayısıyla gönüllerine hitap etmeye çalışmaktadır.
Tüm dünya insanlığı tarafından saygı ile kabul görmüş olan ve 700 küsur senedir Muhammedî ahlâk metoduyla tüm insanlığa hoşgörü, barış, birlik, beraberlik, kardeşlik reçetelerini sunan Mevlâna Celâleddin-i Rûmî hazretlerinin dünyanın kutsal şehirlerden kabul edilen Konya’yı şereflendirmesi, Konya’da yaşayanları da şereflendiği gibi Konya’ya gelenlerin de huzur bulmalarına vesile olmaktadır.
Konya’ya gelen yerli yabancı misafirlerin daha Konya sınırlarına girdiklerinde buradaki manevî iklimden etkilendiklerini görmek, onların Konya’da gönüllerine yansıyan huzur ve mutluluk dolu heyecanlarına ortak olmak elbette ki memnuniyet verici olmaktadır.
Medeniyetlere ev sahipliği yapmış pek çok önemli şehirler vardır. Bunların en önemlilerinden birisi de Konya’dır. Konya adının çok çeşitli rivayetler olsa da bir diğerinin “Kutsal Tasvir” anlamındaki “İkon” sözcüğüne bağlı olduğu iddiası oldukça manidardır ve Konya’ya kutsallık atfetmiştir. Yaklaşık 9 bin yıllık yerleşim merkezi olan Konya, Selçuklulara başkentlik yapmış ve o dönemde dünyanın ilim ve san’at merkezi özelliğini kazanmıştır. Türk-İslam Dünyası’nın her tarafından gelen bilim ve san’at adamları Konya’da toplanarak köklü bir medeniyetin kurulmasını sağlamışlardır.
Bahaeddin Veled, Muhyiddin Arabî, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Sadreddin Konevî, Şems-î Tebrizî, Kadı Burhaneddin, Kadı Siraceddin, gibi âlim ve mutasavvıflar kıymetli eserlerini Konya’da hazırlayarak, dünyaya ışık tutmuş ve yüzlerce yıldır ışığını devam ettirerek Konya’ya Altın Çağını yaşatmışlardır.
Bu şahsiyetlerin ve Anadolu’nun gerçek sahiplerinin yaşantılarındaki engin hoşgörüleri, bilim, san’at ve teknik alanlardaki üstünlükleri, köklü kültürel ve sosyal yapıları ile Tasavvufun kapıları açılmış, bu çalışmalar Anadolu insanını ilmik ilmik işleyerek Onların ilim, irfan, ahlak ve edep çerçevesinde İslâmı yaşamalarına öncülük etmişlerdir.
Millî ve Manevî kültürümüzün temsilcisi sayılan Mevlânâ Celâleddin Rûmî hazretleri kaynağını Kur’an ve Muhammedî ahlâktan almış olduğu yaşantısı, dünya görüşü ve hayat felsefesi ile asırlardan bu yana ışık tutmaya devam etmektedir.
Hoşgörü, Barış, Tevazu, Aşk, Yardımseverlik, Kardeşlik ve Birlik-beraberlik denilince ilk olarak Hz. Mevlâna ve Konya akla geliyorsa, o halde bu düşünceyi tüm dünyada daha yaygın hâle getirebilmek için Konya olarak örnek gösterilecek saygı ve sevgi çerçevesinde bir yaşantıya sahip olmak ve diğer insanlara da aktarma mecburiyeti öncelikli vazifemiz olacaktır.
Yüzlerce yıldır Osmanlı ile birlikte hareket eden Mevlevîler de bu düşünce tarzı ve yaşantıları ile Osmanlının gittiği her yerde Mevlevîhaneler kurularak oradaki insanların yaşantılarına müspet şekilde yön vermiş ve böylece toplumların ve milletlerin çabucak İslamlaşmasına da öncülük etmişlerdir.
Dolayısıyla Osmanlıyı uzun süre ayakta tutan bu manevî güç, Hükümdarların ve Osmanlı teb’asının İslam Tasavvufuna olan bağlılıklarından dolayı olmuştur.
Günümüzde huzursuzluğun kaynağı İslâmiyetin özünden ve onun güzelliklerinin yaşandığı Tasavvuftan uzaklaşılmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Bugün bu geniş tasavvufi yaşantı içerisinde Topluluğumuzun faaliyetleri arasında olan Semâ Mukabelesi, Mevlevîliğin küçük bir parçası olarak icra edilmektedir. Yapılan bu küçük Semâ ritüelinin bile insanlara etkisi büyük olurken Mevlevîlik yolunun biraz daha ön plana çıkarılması halinde etkisi oldukça da büyük olacaktır. Bugün maalesef sadece Semâ’dan ibaret bir Mevlevîlik sunularak bütün görülmeye çalışılmakta ve buz dağının görünmeyen kısmı ile ilgilenilmemektedir.
Topluluğumuzun özellikle yurt dışında yaptığı Semâ Mukabelelerini izlemeye gelen insanların araştırarak bilinçli bir şekilde programı takip etmeleri, program sonrası şoklanmışçasına etki altında kalmaları, bu duygu ve düşünce içerisinde Hz. Mevlâna’yı, dolayısıyla kaynak aldığı İslâmiyetin güzelliklerini araştırmaya sevk etmekte ve gayri müslimlerin üzerinde İslâmiyet hakkında müspet izler bırakarak gönüllerinde bir kıvılcımın oluşmasına da vesile olunmaktadır. Aynı zamanda dil, din, ırk ayrımı yapmaksızın yaratılanı yaratandan ötürü hoş gören ve tüm insanlığı kucaklayan bu tasavvufi kültür ve ritüeller özellikle islâmofobi yanlısı kimselerin yanlış düşündüklerini de göz önüne sermektedir.
Milletlerin geleneklerine bağlı kültürel yaşantılarından koparılmaya çalışıp teknolojiye esir olan modern dünya düzeni, insanların maneviyattan uzaklaşmalarına, dolayısıyla rûhî bunalıma sevk etmekte ve istenilmeyen görüntüler ve haberlere şahit olunmaktadır.
Eşi bulunmaz önemli bir değere ve kültüre sahip Konya’mızdan tüm dünyaya ışık tutacak olan tasavvuf meşalesini fert fert bireylere ve toplumlara yansıtmak için yeni bir oluşumla daha çok gayret gösterilmesi gerekmektedir. Zira artarak devam eden savaş, terör, kavga, stres, cinayet ve bunalım dünyasına Hz. Mevlâna’nın vasiyet ve tavsiyeleri ile karşı durularak huzur ve barış dolu bir dünyada yaşamaya katkı sağlanabilecektir.
“İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır” Hadisi Şerifine uygun bir hayat felsefesi ile bize ait olan manevî değerleri gün yüzüne çıkartıp tüm dünya insanlığının huzuruna katkı sağlamak ana hedefimiz olmalıdır.
İnsanlara sunacağımız Mevlâna hazretlerinin huzurlu yaşam reçetesi günümüzde de halâ geçerliliğini sürdürmektedir.
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi olmayı,
Şefkat ve merhamette güneş gibi olmayı,
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi olmayı,
Hiddet ve asabiyette ölü gibi olmayı,
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi olmayı,
Hoşgörülükte deniz gibi olmayı ve
Ya olunduğu gibi görünmeyi, ya da göründüğü gibi olmayı insanlara tavsiye ederek yaşantılarımıza uygulayacağımız bu tavsiyeler, sadece İslam dünyasında değil tüm dünyaya etki edecek ve dolayısıyla barışı da getirmiş olacaktır.
Bu tavsiyelerde örnek alınması gereken unsurlara dikkat edilirse, Akarsu, Deniz, Güneş, Toprak gibi Cenabı Hakkın bizlere bahşettiği nimetlere benzetildiği görülmektedir. Gönül iklimlerinin yeşermesi bu nimetlerce mümkün olmaktadır. Diğerlerinde olduğu kadar Yaratılışın ana maddesi olarak kabul edilen toprak, çoğu kez canlılık ve hayat için gereken en temel unsurlardan biri olan su ile birlikte ele alınır. Toprak, kuru ve cansız olması bakımından kara iken su ile birleşerek can bulur ve yaratılışta olduğu gibi güçlü değişimi su ile yaşar.
İlk insan Hz. Adem (a.s.)’ın topraktan yaratılması, insan neslinin yeşermesine de önemli bir örnektir. Hz. Mevlâna bir rubaisinde “Taş yeşermez gelmiş olsa da nev-bahar, toprak ol da bak üstünde ne çiçekler açar” buyurmaktadır.
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi olması istenilen insan, bu düşünceyle etrafına iyilik ve hoşgörü ile davranmış olacaktır. Çünkü toprak o kadar kutsal bir varlıktır ki Cüneyd-i Bağdadî’nin Tasavvuf erbabına benzettiği gibi ona her türlü pislik te atılsa o bize yeşillikler, güzellikler ve daima iyi şeyler vermektedir.
Her ne kadar yaşadığımız çevrede yeşil alanların çokluğu gözümüzü ve gönlümüzü açıp ferahlatıyor olsa da Hz. Mevlâna’nın “Yeşillerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıllardan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir.” sözü, geçici olan dünya hevesinden çok ebedî alemdeki kalıcı güzelliği bize hatırlatmaktadır.
Hazreti Mevlâna’nın, Oğlu Sultan Veled’e nasihatında ise gönül bahçesinin daima çiçeklerle, güllerle dolu olması için bu konuda cennet ve cehennem örneği ile de bize önemli mesajlar vermektedir.
Diyor ki Hz. Pîr; “Bahaeddin! Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma. Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma. Merhem ve mum gibi ol, iğne gibi olma. Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen, fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olma. Çünkü bir kimseyi dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun. İşte o sevinç cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun. İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir. Dostlarını andığın vakit gönül bahçende çiçekler açar, gül ve fesleğenlerle dolar. Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar, canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir. Bütün Peygamberler ve Veliler, böyle yaptılar, içlerindeki karakteri dışarı vurdular. Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.” buyurmaktadır.
Sonuç olarak, tüm dünya insanlığının ekseriyetince kabul görmüş olan islâm estetiği ile Hz. Mevlâna’nın bu vasiyet ve tavsiyeleri daha çok insanlara ulaştırılmalı, ehil kimseler tarafından icra edilen aslına uygun Semâ Mukabeleleri ve disiplinli bir şekilde Hz. Mevlâna’nın kâmil insan yetiştirme metotlarının öğretildiği Mevlevîhaneler yeniden faaliyete geçirilerek öncelikle insanların gönülleri yeşertilmelidir.
Dolayısıyla Konya olarak şehrimizde bulunan manevî değerleri en iyi ve doğru bir şekilde aktarmalı, karşılığında dünya insanlığının gönüllerine atılan tohumun yeşermesi ve zamanla kökleşmesi suretiyle toplumun ve insanlığın kurtuluşuna vesile olmak için gayret sarf edilmelidir.
“Güneş gibi herkese can vermeye gelmişiz biz.
Canlılara eş-dost olalım, toprağa düşenleri gül-gülistan haline getirelim,
Bunun için gelmişiz biz.
Altın gibi, gümüş gibi kimsenin öz malı değiliz biz.
Deniz gibiyiz, maden gibiyiz, herkesin malıyız, herkesin mülkü…” Hz. Mevlâna
[1] Kültür ve Turizm Bakanlığı – Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluk Müdürü – Postnişin