GERÇEK BİR İSİM ÇOK – Mehmet DEMİRCİ
Mesnevi Hikâyelerinden Dersler: 18
GERÇEK BİR İSİM ÇOK
Adamın biri dört kişiye bir miktar para verdi: “Bunu alın bir şeyler satın alıp karnınızı doyurun”, dedi.
Adamlar parayı aldılar içlerinden biri Acem(İranlı) idi: “Ben bununla “engur” alacağım” dedi.
Diğeri Arap‘tı.”Hayır, dedi. Ben “ıneb” isterim, bu parayla bunu alacağım.”
Üçüncüsü Türk idi: “Ben onlardan hiçbirini istemem, ben “üzüm” isterim” dedi.
Dördüncü kişi Rum‘du: “Bırakın bu saçmalıkları! diye bağırdı. Ben “istafil” isterim”, dedi.
Derken önce seslerini yükselttiler, sonra bağırıp çağırdılar, sonunda kavga başladı. Kıyasıya vuruşuyorlardı. Halbuki hepsi de aynı şeyi istiyorlardı.
Nihâyet hepsinin dilini ve bu dört kelimenin de aynı anlama geldiğini bilen akıllı bir adam bu kavgayı görerek geldi, onları durdurdu. Her birini tek tek dinledi, dedi ki:
-Sizin her birinizin sözü kavgaya ve ayrılığa yol açar. Eğer beni dinlerseniz kavga yerine anlaşmaya varırsınız!
Sonra ellerinden tutarak bir manavın önüne götürdü, onlara üzümü gösterdi. Her birine ayrı ayrı sordu: “Sen bunu mu istiyorsun?”
Hepsi de ayrı ayrı “evet” dediler. Böylece kavga sona ermiş oldu. (Bk. Mesnevî, C. II, beyit: 3681 vd. )
AÇIKLAMA
Zaman zaman hikâyedekine benzer sıkıntılar yaşanır. Dil, kavram veya seviye farkından dolayı, insanlar arasında anlaşmazlık çıktığı görülür. Hâdiselere daha üst seviyeden bakışla, farklı veya aykırı gibi sanılan şeylerin bir araya getirilmesi mümkündür. Bunun için her şeyden önce bilgi, ihâta ve kapsamlı düşünebilme yeteneğine sâhip olmak gerekir. Zâten bu nitelikteki insanlardır ki, farklı istek ve çıkarları bir noktada birleştirerek, toplulukları bir arada tutabilirler.
Kesrette vahdet / çoklukta birlik sırrına erenler de bu birleştiriciliği başarabilirler. Görünüşe, zâhire takılıp kalanlar ise, çokluğun arkasındaki birliği fark edemezler.
Kimisi ar’ar der ona kimisi elif / Hep gönüller birdir amma rivâyetler muhtelif.
Mesnevî şerhlerinde şu açıklamalar yer alır: Farklı din mensupları da aslında böyledir. Onlar kendi hayallerine tâbi oldukları için aralarında kavga ve tartışma eksik olmaz. İşte böylelerini kastederek Kura’n-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “De ki: Ey ehl-i kitap, sizinle bizim aramızda ortak olan söze geliniz; Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayalım” (Al-i Imran, 3/64)
Hikâyedeki dört kişinin arasındaki kavganın bir sebebi de iletişim noksanlığıdır. Hikâye sırasında Hz. Mevlâna şöyle der: “Yüz dil bilen bir sır sahibi aziz orada olsaydı, onları uzlaştırırdı.”
Bu dört kişi arasındaki kavgayı önleyen kimse insân-ı kâmili temsil eder. Onlara der ki: “Sizin sözünüz kavgaya sebep olur. Fakat benim sözüm sizleri birleştirir. Onun için siz susun ve beni dinleyin, ben sizin diliniz olayım.”
Ensardan bir zat Peygamber efendimizin ardında namaz kılar ve Resul-i Ekrem ne okursa tekrar ederdi. Bunun üzerine şu mealdeki âyet nâzil oldu: “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun, umulur ki rahmete erersiniz” (A’raf, 7/204)
Şârihlere göre insân-ı kâmil Hz. Peygamber’in vârisidir. O bakımdan onun huzurunda sükût edip dinlemek edep kuralıdır. O dört kişiye de dinlemek tavsiye edilmiştir.
*
Ayrıca şu da dikkakte değer; ezelden beri değişmez bir takım doğrular vardır, bunları hatırlatan kemal ehli kişiler de eksik değildir. Ama gene de ihtilâflar sürüp gider. Buna sebep olarak şu gösterilir: Gerçek bir olduğu halde buna türlü türlü isimler konmuştur. Farklı isimlerle kasdedilen maksat da özü îtibariyle birdir. Ne var ki ifâde aracı olan terim ve tâbirler, o gerçek için bir perde teşkil etmektedir. Kavganın asıl sebebi de budur. O yüzden değişmeyen hakîkati anlamaya çalışmak gerekir. Kâmillerin, Allah dostlarının sözleri bize bu konuda yol gösterir.
Meselenin derinliğinden uzak, sübjektif ve sathî bilgiyle verilen hükümler yanıltıcı olur. Bazı tasavvuf büyüklerinin sözlerini lafzî mânâlarıyla ele alıp, onların hakîkatini ve asıl kastedileni anlamamak, görmemek de hep tartışmalara yol açmıştır. Nitekim Yunus Emre:
“Bizim sevdiğimiz Hak’tır, halka göz ü kaş gelir” diye sitem eder.
Hikâyemizde kendi hayallerine tabi olup, asıl gerçekten habersiz olan Türk, Rum ve Arab’ın tartışması, neredeyse kavgaya dönüşecekti. Oysa hepsi üzüm istiyordu. Sonuç olarak lafzî tartışmalarla, kelime ve ihtilâfa takılıp kalmakla ve dedi koduyla hiçbir müşkilin çözülemeyeceği bu hikâyeden anlaşılmaktadır.