Kâinâta bak tefekkür eyle bil hallâkını
On sekiz bin türlü ‘âlem halkının rezzâkını
Berr ü bahr ile hevâda taş ağaç içindeki
Cümle zî-rûhun nice verir düşün erzâkını
– Kuddûsî Baba (1769-1849)
Ârifler, dinin esas gayesinin insanın kendi içine bakıp âlemde her ne var ise orada görebilmesi ve böylece nefsini bilip Hakk’ı bulması olduğunu söylerler. Bu elbette ciddi bir çalışmanın, disiplinin neticesidir ve bizim coğrafyamızda asırlara dayanan bir geçmişi vardır. Tasavvuf, pek çok mektebiyle birlikte hiçbir yerde dükkânı olmayan aşkı insana tattırmak ve istidadı ölçüsünde yaşatmak için vardır. Kitaplardan, satırlardan, şiirlerden hâl edilmesi pek güç olan aşk için “Benzemez zâhir işine ki te’allüm oluna / hocası yok mektebi yok meclis ü meydânı yok” demiş bir hakikat eri. Muhakkak öyledir fakat bugünün insanı için kitaplar geçmişteki gibi şimdi de yol açan, yol gösteren ve hatta yol arkadaşlığı yapan bir öneme sahiptir.
Spiritüel arayışların giderek çeşitlendiği, sosyal medya vesilesiyle bu arayışların akıl sır ermeyen taraflarına şahit tutulduğumuz, çoğumuzun da endişe ettiği bir hikmet avcılığı içinde günümüz insanı. Bu noktada kınamak ya da burun kıvırmak uygun değil. İnsanların neyi aradıklarına bakmak, bunun bir analizini yapmak ve yine günümüz insanına geçmişin metinlerini olduğu gibi değil, günümüzün diline yaklaştırarak yardımcı olmak gerektiğine inananlardanım. Çok şükür ki bu konuda talih bizden yana ve memleketimizde bu işi davasız-iddiasız anlatmaya çalışan büyüklerimiz berhayat. Daha evvel Sufi ve Şiir, Evvele Yolculuk, Anadolu’nun Ruhu, Tasavvufa Giriş, Tasavvuf Düşüncesi, Hayatın Satır Araları, Sufi ve Sanat gibi pek çok kitabıyla günümüz insanına en doğru hitabı kuranların başında Mahmud Erol Kılıç ismi geliyor. Hocanın bilhassa 1980 sonrası doğan nesilde ciddi bir etkisi olduğunu düşünenlerdenim. Zira beş yüz yıl ve daha ötesinin metinlerini neşredildikleri hâliyle şimdinin insanına aktarma işi giderek zorlaşıyor. Bunun farkında olmayan hocalarımız tabiri caizse patinaj çektiklerinin pek farkında değiller. Çünkü etki muhakkak bir tepki doğuruyor. Mahmud hocanın kitaplarını şevkle okuyan dostlarımız kendilerine yeni araştırma konuları seçiyor, tez çalışmaları için yeni ilhamların peşine düşüyor ve bu alanda vereceği hizmetlerde hocanın dilini, bakış açısını bir mihenk taşı olarak kabul ediyor. İbnü’l-Arabî cereyanına kapılma meselesi ise bambaşka. Bu anlamda hoca tünele feneri tutuyor, hazret çağırırsa ne âlâ…
Ülkemizde tasavvuf kitaplarının neşri konusunda 2000’lerin başından beri ciddi bir atılım söz konusu. Bazı yayınevleri bu anlamda ciddi emekler veriyor. Başlarda taliplisi olmayacağı düşünülen meseleler bugün için bir reçete önemine sahip. Sufi Kitap‘ı bu anlamda zikretmeliyiz zira Mahmud Erol hocanın kitapları da Sufi’den çıkmayı sürdürüyor. Mart 2024 itibariyle neşredilen Geleneğin Peşinde, Ramazan-ı Şerif’in yaşanıldığı zamana tevafuk etmesiyle okurlar ve meraklılar için güzel bir armağan oldu. “Bir Din Felsefesi Olarak Tasavvuf” alt başlığını taşıyan kitabı Birol Biçer yayına hazırladı. Hocanın son dönemde yaptığı konuşmalarla verdiği röportajların cem edildiği kitapta zor soruların olabildiğince sade biçimde aktarılması, okur için büyük nimet. Bu sadeliğin zahirini ve batınını irfanın doldurduğu ise ehline malum. Sorulara dikkat: Din gerçekte nedir? Tasavvuf dinden ayrı mıdır? İnsan olmaktan murat nedir? Anlam ve anlam arayışı nedir? Türkiye’nin ruhu nedir? Ölmeden önce ölmek ne demek? Allah’ın dostu olur mu? Dost, refik ne demektir? İslâm’ın içini nasıl boşaltıyorlar? Deizm tartışmaları ve din eleştirileri gerçekte kimi hedefliyor?
Tasavvuf, dinin zahiri tarafını şahsi mükellef olarak kabul etmiş bir kimseyi, cemiyet mükellefine taşımaya çalışır. Cemiyet mükellefi tevhiddir, birlik lezzetini yaşamak ve bunun bozulmasına karşı mücadele etmektir. Tasavvufta insanın Hakk katında ve halk nezdinde en büyük vazifesi hizmettir. Basitçe ifade edilecek olursa “Allah’la kul arasında” neşv ü nema bulan, bulması gereken dini vazifelerin üstüne çıkmak, tasavvufla mümkündür. Tasavvufla birlikte dinin cami duvarları arasına, mübarek gün ve gecelere, ayinlere ve ritüellere sıkışma tehlikesi bertaraf olur. Peki tüm bunlardan bu günlere neler kaldı? İki oğlumu götürdüğüm mahalle camisinde zaman zaman bazı tiplerin “Burası oyun yeri mi? Çıkar çocuklarını!” tepkilerini hamd olsun tattıkça, hocanın şu tespiti daha da can yakıyor: “İslam dini nedir, diye tek bir cümleyle çocuklara soracak olsak muhtemelen günümüzde ‘Allah’ın ve Peygamberimizin nasıl sevileceğini öğreten bir okuldur’ şeklinde cevaplayacak tek bir çocuk daha çıkmayacaktır. Bu, dinin insanlara nasıl anlatıldığı ve açıklandığı konusunda önemli bir gösterge olarak kabul edilebilir… Kur’an-ı Kerim’deki ayetlere baktığımız zaman altı binin üzerindeki ayet arasında ahkâm içeren ayetlerin ancak yüzde on civarında olduğunu görürüz. Kur’an’da tefekkür ve düşünce dünyası daha ön plandadır. Buradan yola çıkıldığında tasavvuf için birçok tarif yapmak mümkün hâle gelir: ‘Tasavvuf bir din felsefesidir’ denilebileceği gibi ‘İslam dininin arkeolojisidir’, ‘Dinin hakikat ve marifet boyutudur’, ‘Dinin bir eğitim sürecine tabi kılınmış programının adıdır’ da denilebilir.”
Hayatın anlamını bulma derdi tüm dünyada bir endişe kaynağı hâline geldi. Özellikle kırk yaşını aşmış ve hâlâ ne yapacağını (nasıl hizmet edeceğini, nasıl bir vazifesi olduğunu) bilemeyen kimseler ciddi krizler yaşıyorlar ve soluğu psikiyatri kliniklerinde alıyorlar. Aklı ve kalbi arasında salınan çağın ‘özgür’ bireyi; bir taraftan Viktor E. Frankl ve Irvin D. Yalom ile Jean-Paul Sartre ve Nietzsche, diğer taraftan Goethe ve Tarkovski ile Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî kitaplarıyla önce kendine bir yol bulmaya çalışıyor. Sonra bulduğu yolda anlam arıyor. O anlamı gönlünün muradına uygulamaya çalışıyor. Ama her şeyden önce kendini yeterince incelemediği, kazımadığı için bulduklarıyla asla tatmin olmuyor. Dünyanın bütün çekiciliğiyle ve iticiliğiyle insan psikolojisini tarumar etmesi ise bambaşka sıkıntılara neden oluyor. Değişmeyen tek şey, en huzurlu ve mutlu insanın, anlamını bulan insan olması. Hocanın yorumunu birlikte okuyalım: “Hayatın anlamını bulmak çok önemlidir. İbn Arabî ‘Mana bizzat Allah’tır’ der. Manın kendisi Allah’tır; hayata anlam veren Allah’tır ve O’nsuz mana olamaz. Manadan O çıkarılmaya çalışılırsa hayatın anlamı da kopar gider, insan da doğa da kendini kaybeder, tamamen rayından çıkar. Tabiatın kutsallıktan arındırılması der bazı sosyologlar buna. Bu trenin tekrar rayına oturabilmesi için insanın bu tanrısallığı, ilahi bütünlüğü, vahdeti, birliği her yerde görmesi lazımdır. Maalesef bu sadece pozitif ve din dışı bilimler açısından bakanların sorunu değildir. Bazı dini düşünce sahipleri de Allah’a yakınlaşmayı sanki şirke düşmek gibi algılarla ve bundan dolayı bu meseleye soğuk bakıp araya bir hayli mesafe koyarlar. Ancak Allah ile kul arasına böyle bir mesafe konulursa, o kuldan korkmak gerekir zira o artık her şeyi yapabilir. Eğer Allah’ı bulutların ötesine gönderirseniz yeryüzü insanların insafına kalır, bir başka ifadeyle şeytani güçler burada at koştururlar, nitekim modern çağda olan da budur.”
Eski(mez) zamanın büyükleri, hem devlethanelerine hem de gönüllerine Ya Hazreti İnsan hattı asar, bunu talebelerine ve cemiyetlerine de idrak ettirmeye çalışırlarmış. Maalesef bugün insan azizliği unutuldu ve yerine nefsin hakimiyeti kondu. Savaşların, hastalıkların, artan yaşam çilelerinin pek çok zahiri sebebi olabilir ama manevi taraftaki yoksunlukların açtığı kuyulardan su çıkarmak giderek zorlaşıyor. Mahmud Erol Kılıç; bizde, içimizde, özümüzde, damarımızdaki kanda olan Allah’ı bilmek için âdeme bakma zorunluluğunu hatırlatıyor. Hakk insana insandan tecelli ediyor. Topraktan gelip toprağa gidecek olanın beden; Allah’tan gelip Allah’a gidecek olanın ise ruh olduğu gerçeği unutuluyor. Bütün meselemiz kendimizdeki örtüleri kaldırmak ve nereden geldiğimizi hatırlamak. Bunun için nostaljiden ve romantizmden uzak yeni izahlara, günün meselelerini takip eden gerçekçi yorumlara ihtiyacımız var. Geleneğin Peşinde işte bu anlamda çok umut verici bir çalışma. Umarız ki Mahmud Erol Kılıç hoca yeni çalışmalarıyla bugünün insanına hayatî hatırlatmalar yapmayı sürdürür. Fani sistemden baki sisteme geçiş için gerekli enstrümanları ve kadim ikazları aktarmaya devam eder. Tüm bunlar için de kendilerine afiyet ve sıhhat dolu, bereketli bir ömür niyaz ederim.
Yazımı, kitaptan yine çok kıymetli bir paragrafla bitirmeyi istiyorum: “Günümüzün modern insanının en büyük problemi ‘bağlantısı’ olmamasıdır. Modern düşünce ‘bağlantısız’ sayarak insanı çırılçıplak hâlde, ortada bırakmıştır. Oysa insanın varlığın birliği ve bütünlüğü dâhilinde çok önemli bir bağlantı içinde var olması gerekir. Bu ise ilahi bir bağlantıdır. İnsanı bu bağlantıdan koparan akımlar Gelenek karşıtı akımlardır. Modernite bu bakımdan insanın kendini bulmasına yardımcı olmadığı gibi aksine kaybetmesine yol açmıştır. Günümüzde insan yalancı oyuncaklarla oyalanıp eğlenmektedir; hayatı yalancı eğlencelerle, filmlerle, dizilerle, popüler kültürle işgal altındadır. Günlerimiz insanın hayat gayesi nedir bileemeden, öğrenemeden geçip gitmektedir. Bu durumdan çıkabilmenin yolunu aramaya başlamak için öncelikle içinde bulunduğumuz hayal âlemi denilen bu âlemin bir var oluş ve bozuluş (kevn ü fesad) âlemi olduğunun, bir şeyler var olurken bir şeylerin bozulduğunun kabul edilmesi gerekir. Bu maddi âlem ister istemez illetli (sebeplere bağlı), sınırlı, malul bir âlemdir. Dolayısı ile fani olana ancak o kadar değer vermelidir. Huve’l-Bâkî’dir. Bâkî’den geldik Bâkî’yi özleriz.”
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
https://ruhunakitap.blogspot.com/2024/03/hayatn-kaynagna-ancak-dikey-yolculukla.html