Mevlana’nın sosyal muhiti içinde her dinden gayrimüslim vardı. Şehirlerde camiler, kiliseler ve manastırlar kucak kucağa idiler. Bütün bu unsurların harmonisine önem veren Mevlana’nın Rumlara, yani Hıristiyanlara ve onların rahiplerine gösterdiği alçak gönüllülük, onun yüceliğini göstermekten başka bir anlam ifade etmez. Hatırdan çıkarılmaması gerekir ki, Mevlana’nın diğer dinlere karşı müsamahası, İslam’a bağlılığını asla etkilememiştir. Dahası, onun bu tutumu, rahatlıkla “farklı dinden olanları İslam’a ısındırma” ve “dine nazikçe davet” taktiği olarak da görülebilir.
Mevlana’nın eserlerinde “muhatabın Müslüman olması” ile sona eren birçok örnek olmasına rağmen, biz burada sadece bir tanesini zikredeceğiz:
Siryânus adlı yalancı ve yankesici, azatlı köle bir Rum vardır ama eline de azatlı olduğuna dair bir belge verilmemiştir. Henüz Müslüman olmadığı dönemde, rüyasında, henüz tanımadığı Mevlana’nın ayaklarını ovduğunu görür. Ertesi sabah kendi köyüne doğru giderken, yolda Mevlana’ya tesadüf eder. Mevlana ona, “Ha Siryânus! Dün geceki zahmetten sonra nasılsın?” der. Bunun üzerine Siryânus bir nâra atar ve bayılır. Kendisine geldiğinde yanında kimseyi göremez. Aklı başından gitmiş bir deli gibi yola düşer. Gördüğü kimsenin, rüyasında gördüğü adam olduğunu anlar. Bu olaydan birkaç gün sonra, bir olaya karışır ve birini öldürür. Bundan dolayı idamı ferman edilir. İdam mahallinden geçen Mevlana cübbesini onun üzerine atarak, yetkililerden bağışlanmasını diler ve nihayetinde Siryânus cellatların elinden kurtulur. O da derhâl Müslüman olur, Alaaddin adını alır ve şehirdeki müderris ve kadılarla yarışacak kadar büyük bir âlim olur.
Bu ve benzeri örnekler, onun, yabancı din mensuplarına İslamiyet’i sevdirmeye çalıştığını ve genelde onların ihtidasına yardımcı olduğunu açıkça göstermektedir.
“Yetmiş iki ümmeti bir bilmek” şiarında olan mutasavvıfların diğer dinlere karşı tutumu veya diğer din erbabıyla iyi geçinmesi, onların “bütün dinleri birbirlerine eş değerde görme” gibi bir temayüllerini sergilemekten çok, herkesle geçinebilmeyi düstur hâline getirmiş olmalarındandır.
Çağdaş Batı’daki durum
Batı kamuoyunda ve özellikle entelektüel çevrelerde “sufizm” genelde “İslam’dan farklı bir yol” veya “İslam içinde müsamahalı bir yol” olarak düşünülüp büyük teveccühe layık görülür. Bu sebeple, Marcia Hermansen gibi Batılı yazarlar “onların sufizmi”,“bizim sufizmimiz” gibi ayrımlar yaparken, Alan Godlas gibileri “İslami”, “gayr-i İslami”, “Yarı-İslami” sufizm tasnifleri yaparlar. Olav Hammer ise “İslam sufizmi” ve “Neo-sufizm/Yeni sufilik” diye bir ayrımı tercih eder. Buna Mevlana’yı yanlış yorumladığı için, gayrimüslim olmakla beraber Mevlevi olduğunu iddia eden kişileri veya kuruluşları da eklerseniz, en çok gayrimüslim sözüm ona “sufi”nin, Mevlevilik içinde barındığını söyleyebilirsiniz.
Aşağıda, Batı kökenli ünlü Mevlevilere birkaç örnek sunacağız:
1. John G. Bennett (1897-1974): Bu ünlü Batılı mistik, kendisinden daha ünlü olan George Ivanovich Gurdjieff (1872-1949) ve P. D. Ouspensky’nin (1878-1947) mürididir (ki her ikisi de herhangi bir dine bağlı olmaktan uzaktırlar). Bir Orta Doğu gezisi sırasında birçok sufi ile tanışmıştır. Bunlar arasında, Ferhad Dede (bir Mevlevi), Emin Chikou (bir Nakşbendi), Şeyh Abdullah Dağıstani (Beyrut’ta bir Nakşî şeyhi), İdris Şah, Hasan Lütfi Şuşud ve Süleyman Hayati Loras Dede (bir Türk Mevlevi şeyhi) vardır. Bu kişilerin hepsi şu veya bu derecede ona tesir etmişlerdir.
2. Tim/Reshad Feild (d. 1934): Tim Feild bir pop şarkıcısı idi ve Springfields pop müzik grubuyla belli bir başarıya da ulaşmıştı. Eşinin hastalığı onu manevi arayışa sürüklemişti. 1962’de, Batı’da çok popüler bir sufizm ekolü olan The Sufi Order’ın şeyhi Pir Vilayet Han’la tanışmış ve ondan icazetler almıştır. Yedi yıl sonra, sufizm etiketini kullanmayı sevmeyen Bülent Rauf’la (1911-1987) karşılaşmış, bu karşılaşma ve Feild’ın Orta Doğu’ya yaptığı müteakip yolculuklar, onun The Last Barrier (Son Engel) ve The Invisible Way (Görünmez Yol) adlı otobiyografilerinde toplanmıştır. Bülent Rauf vasıtasıyla merhum Mevlevi şeyhi Süleyman Loras Dede ile de tanışan Tim/Reshad Feild, 1976’da Los Angeles’de Süleyman Loras Dede tarafından “Mevlevi şeyhi” olarak atanmıştır. Ama bazı teorisyenlere göre, Feild’in sufizm anlayışı da İslami değildir ve karşılaştığımız diğer bütün sufizm anlayışlarından bağımsızdır.
3. Pierre Eliot (d. 2005): John G. Bennett ve onun ilişki içinde bulunduğu mistiklerden ders almış, 1978’de Mevlevi şeyhi olmuştur. Bazı teorisyenlere göre yolu, Batı mistisizmiyle Mevleviliği birleştirmek olarak görülebilir.
4. The Threshold Society: Kaliforniya merkezli olarak faaliyet gösteren bu kurum, Kabir Edmund Helminski ve Camille Helminski tarafından kurulmuş ve Batı’da en çok tanınan ve faal olan bir kuruluştur. Kabir, Süleyman Loras Dede’nin bir müridi olarak ABD’de Mevlevilik üzerine çalışmaya başlamıştır. 19120’da, İstanbul’da Dr. Celaleddin Çelebi (1926-1996) tarafından şeyh olarak atanmıştır. Şu anda Amerika’da “The Mevlevi Order”ın (Mevlevi tarikatı) şeyhidir (ama kendisini şeyh olarak tanıtmaz). Cemiyeti ve tarikatı, geleneksel sufi adabını, modern hayatın gereklerine uyarlamaya çalışır. Ancak müridlerine Müslüman olma zorunluluğu getirmez. Halka, internet ve kitaplar aracılığı ile ulaşırlar. Cemiyet, Kuzey Amerika’da Mevlevi tarikatını temsil iddiasındadır ve dünyanın çeşitli yörelerinde eğitim programları, seminerler ve belli yerlerde “inziva/halvet uygulamaları” düzenler. Bu programların gayesi, sufizm ve manevi psikoloji etütleri ve uygulamasına bir altyapı oluşturmaktır. Sunduğu program ve faaliyetler her inançtan kişilere açıktır. Yolunu bazı teorisyenler “evrensel” bulurken, kendileri yollarını geleneksel İslam’dan ayrı bir yol olarak görmediklerini beyan etmektedirler. Celaleddin Çelebi’nin izniyle, kadın erkek bir arada sema seremonileri düzenlerler.
5. Helminski’lerin yanında Almanya’da Süleyman Baun, İsviçre’de Hüseyin Peter Cunz, Kaliforniya’da İbrahim Gamard gibi İslam’a ihtida etmiş, Türkiye’deki Çelebi ailesinden icazetli Mevlevi şeyhleri de bulunmaktadır. Bunları, Helminski’ler gibi “gayrimüslim” tanımının dışında tutmak gerekir ama hâlâ öyle yorumlayanlar vardır. İbrahim Gamard, birçok Amerikalının Mevlana’yı sevdiğini ama gayrimüslim olarak kalmayı tercih ettiğini belirtmektedir. Kendisiyle bizzat karşılaştığım ve sohbet ettiğim Hüseyin Peter Cunz ise, etrafındaki müridlerine “İslam”dan bahsetse dağılacaklarını bildiği için “İslam” kelimesinin İngilizcesi olan “submission/teslimiyet” kelimesini kullandığını, bunun İslam olduğunu da yıllar süren bir tedricilikten sonra söylediğini belirtip, “Ama bazen bunun İslam olduğunu söyleyemeden mürid bizden ayrılır” derken gerçekten üzgündü.
6. Beshara School: Bu okulun kurucusu Türk asıllı Bülent Rauf’tur (1911-1987). Okuldaki Chisholme Institute, 1975’ten beri yüzlerce öğrenciye “yoğun manevi eğitim” verir. Rauf, Mevlevi temayülleri ile bilinmesine rağmen, aslında hiçbir sufi etiketini kabul etmeyen birisidir. İbn Arabi’ye hayranlığı ise barizdir ve onun eserlerinin anlaşılması için yıllarını vermiştir. Zaten Ibn ‘Arabi Society’nin de ilk başkanıdır. İbn Arabi’nin Fusûs el-Hikem adlı eserinin İsmail Hakkı Bursevi şerhiyle birlikte İngilizce tercümesi başta olmak üzere birçok eseri vardır.
Görüldüğü üzere Mevlana’nın mesajı, bir taraftan, en azından “müridler seviyesinde” “üniversel” ve “mabedsiz” olma özellikleriyle Batı’da yaygınlaşırken, diğer taraftan Muhyiddin İbnü’l-Arabi (v. 628/1240) ile buluşturulmuş gibidir.
Kaynaklar:
Hülya Küçük, “Batı’da ‘Sufizm’ Mes’elesine Toplu Bir Bakış”, Tasavvuf, 13 (2004), ss. 231-263.
Hülya Küçük, “A Brief History of Western Sufism”, Asian Journal of Social Science, 36 (2008), ss. 292–320.
Hülya Küçük, Hz. Şems’ten Hz. Mevlânâ’ya, Hz. İbnü’l-Arabî’den Kadın Velîlere Uzatılmış Yol, İstanbul: Nefes, 2016, ss. 64-84.