Farsça Güfteli Bazı Âyin-i Şerifler – Prof. Dr. Mehmet Kanar

A+
A-

Farsça Güfteli Bazı Âyin-i Şerifler

Prof. Dr. Mehmet Kanar

Harf devriminden önce veya hemen sonraki yıllarda basılan bazı nota kitaplarında Farsça güfteli âyin-i şeriflerde dizgi hataları, yanlış okumalar, baskı tekniği v.b. nedenlerle bir hayli hata gözlenmektedir. Bazı nota kitaplarında ise Farsça veya eski Türkçe metin ayrıca verilmemiştir.

Vaktiyle Farsça veya Farsça-Türkçe sözlü âyin-i şerifler üzerinde ve Klasik Türk Mûsikisi alanında lisanüstü çalışma yapanlar Anabilim Dalımıza müracaat etmişler ve Prof. Dr. A. Naci Tokmak ile birlikte elimizden geldiğince kendilerine yardımda bulunmuştuk.

Aşağıda, belgelerde yer alan güftelerin doğru okunuş şekillerini verir ve Farsça güftelerin tercümelerini, Farsça ve Osmanlıca metinleri de sunarken, kimi güftelerin bulabildiğimiz kaynaklarını da göstermeyi ihmal etmedik.

Klasik Türk Mûsikisinin bu dalında çalışanlara yardımcı olmayı görev biliyor ve ekip çalışması yapıldığında olumlu sonuçlar alınacağını düşünüyoruz.

-I-

BESTE-İ KADİM

PENCGÂH ÂYîN-İ ŞERİFİ

(1)

Birinci Selam

(rubai)

Şehbâz-ı cenâb-ı zülcelâlest semâ
Ferrâş-ı kulûb-i ehl-i hâlest semâ

Der mezheb-i münkirân herâmest semâ
Der mezheb-i âşıkân helâlest semâ

(2)

(mülemma)

Ey sanemi, dost sanemi, gürîzpâyem
Ey geleyim, dost geleyim, didi, neyâmed.

Ey mehi, a dost, meh-i âfitâb-ı ûyem
Ey geleyim, dost geleyim, didi, neyâmed.

(3)

(rubai)

Âteş nezened der dil-i mâ illâ û
Kûteh nekuned menzil-i mâ illâ û

Ger cumle cihâniyân tabîbem gerdend
Hal mînekuned muşkil-i mâ illâ û[i]

(4)

(İkinci Selam)

(mülemmâ)

(Mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fe’ûlün)

Sîmîn zakanâ, sengdilâ, lâle’izârâ
Hoş kun be nigâhî dil-i gamperver-i mâ râ

İn kâllıb-ı fersûde ger ez kûy-i tu dûrest
Elkalbu alâ bâbike leylen ve nehârâ

(5)

(Mesnevî)

(Fâ’ilâtün fâilâtün fâilün)

Bişnev ez ney çun hikâyet mîkuned
Ez cudâyîhâ şikâyet mîkuned

Kez neyistân tâ merâ bubrîde’end
Ez nefîrem merd u zen nâlîde’end

Sîne hâhem şerha şerha ez firâk
Tâ begûyem şerh-i derd-i iştiyâk[ii]

(6)

Ey ki hezâr âferîn bu nice sultân olur
Kulu olan kişiler hüsrev ü âkân olur

Her ki bugün veled’e inanuben yüz süre
Yoksul ise bay olur; bay ise sultan olur.

(7)

(mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fe’ûlün)

Ey kavm-i be hac refte ! Kucâyîd, kucâyîd?
Maşûk hemincâst; biyâyîd, biyâyîd[iii]

(8)

(rubai)

Âşık ki tevâzu nenumâyed, çe kuned?
Şebhâ ki be kûy-i tu neyâyed, çi kuned?

Ger bûse zened zulf-i turâ, tîre meşev.
Dîvâne ki zencîr nehâyed, çi kuned?[iv]

(9)

(Müfte’ilün müfte’ilün fâ’ilün)

Ah güzelin aşkına, hâlâtına
Yandı yürek aşk harârâtına

Andiçeyim gayri güzel sevmeyim
Tanrı’ya vü Tanrı’nın âyâtına[v]

(10)

Âh mine’l-aşk ve hâlâtihi
Ahraka kalbî bi-harârâtihi

Mâ nazare’l-ayni ilâ gayriküm
Ukâsimu billâhi ve âyâtihi

(11)

(Mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fe’ûlün)

Der kûy-i harâbât merâ aşk keşan kerd.
Van dilber-i ayyâr merâ dîd, nişan kerd.

Men der pey-i an dilber-i ayyâr bereftem.
Û rûy-i hud an lahza zi men bâz nihan kerd.

Sultân-ı arafnâk ki bûdeş mahrem-i esrâr
Tâ sırr-ı tecellî-yi ezel cumle beyan kerd[vi]

(Dördüncü Selam)

(12)

Sultân-ı menî,sultân-ı menî
Ender dil u cân îmân-ı menî

Der men bedemî, men zinde şevem
Yek cân çi şeved, sad cân-ı menî.

Tercümesi:

(1)

Zülcelâl olan Allah’ın doğan’ıdır sema.
Hal ehlinin kalplerinin hizmetkarıdır sema.

Münkirlerin mezhebinde haramdır sema
Aşıkların mezhebinde helaldir sema

(3)

Bizim gönlümüzü tutuşturan odur ancak.
Gideceğimiz yolu kısaltan odur ancak.

Tüm insanlar tabibim olsa da
Derdime deva olan odur ancak.

(4)

Ey gümüş çeneli, taş yürekli, lala yanaklı
şu çökmüş beden senin yurdundan uzak olsa da

Bir bakışınla gamlı yüreğimi sevindir
Gece gündüz kalbim senin kapında.

(5)

Dinle neyden nasıl hikaye ediyor.
Ayrılıklardan şikayet ediyor.

Sazlıktan beni kestiklerinden beri
Feryadımdan kadın erkek inliyor

Ayrılıktan şahrem şahrem olmuş bir sine isterim
Ki iştiyak derdini şerhedeyim.

(7)

Ey hacca giden kavim! Nerdesiniz? Nerdesiniz?
Maşuk burada. Gelin, haydi gelin.

(8)

Aşık tevazu göstermesin de ne yapsın?
Geceleri senin mahallene gelmesin de ne yapsın?

Zülfünü öperse bozulma, kırılma sakın.
Divane zincir çiğnemesin de ne yapsın?

(11)

Aşk harâbâta sürükledi beni.
O ayyar dilber gördü, nişanladı beni.

Ben o ayyar dilberin peşinden gittim
Yine yüzünü sakladı benden o an.

Sırlar mahremi olan “arafnâk” sultanı
Ezel sırlarının hepsini açıkladı.

[Metin]

(1)

شهباز جناب ذوالجلال است سماع
فرّاش قلوب اهل حال ست سماع
در مذهب منکران حرام است سماع
در مذهب عاشقان حلال است سماع

(3)

آتش نزند در دل ما الاّ او
کوته نکند منزل ما الاّ او
گر جمله جهانيان طبيبم گردند
حل می نکند مشکل ما الاّ او

(4)

سيمين ذقنا، سنگدلا، لاله عذارا
خوش کن به نگاهی دل غم پرور ما را
اين قالب فرسوده گر از کوی تو دور است
القلب علی بابک ليلاً و نهارا

(5)

بشنو از نی چون حکايت می کند
از جداييها شکايت می کند
کز نيستان تا مرا ببريده اند
از نفيرم مرد و زن ناليده اند
سينه خواهم شرحه شرحه از فراق
تا بگويم شرح درد اشتياق

(7)

ای قوم به حج رفته، کجاييد کجاييد؟
معشوق همين جاست، بياييد بياييد

(8)

عاشق که تواضع ننمايد چه کند؟
شبها که به کوی تو نيايد، چه کند؟
گر بوسه زند زلف ترا، تيره مشو
ديوانه که زنجير نخايد، چه کند؟

(10)

آه من العشق و حالاته
احرق قلبی بحراراته
ما نظر العين الی غيرکم
اقاسم بالله و آياته

(11)

در کوی خرابات مرا عشق کشان کرد
وان دلبر عيار مرا ديد، نشان کرد
من در پی آن دلبر عيار برفتم
او روی خود آن لحظه ز من باز نهان کرد
سلطان عرفناک که بودش محرم اسرار
تا سرّ تجلّی ازل جمله بيان کرد

(12)

سلطان منی، سلطان منی
اندر دل و جان ايمان منی
در من بدمی، من زنده شوم
يک جان چه شود، صد جان منی

 

RAST ÂYİN-İ ŞERİFİ

Bestekârı:

Nâyî Osman Dede (Kutb-i Nâyî, şeyh) (1652 ? – 1730)

Birinci Selâm

(1)

(Mef’ûlu mefâîlu mefâîlu feûlun)

İn hâne ki peyveste derû çeng u çeğenest

Ez hâce beporsîd ki in hâne çe hânest

Çun rûz-i kıyamet ki kesî râ ser-i kes nîst

Ez zevk nedânist u fulânest u fulânest

 

(2)

(rubai)

Âteş nezened der dil-i mâ illâ û

Kûteh nekuned menzil-i mâ illâ û

Ger cumle cihâniyân tabîbem gerdend

Hal mînekuned muşkil-i mâ illâ û[vii]

 

(3)

(Mef’ûlu fâilâtu mefâîlu fâilun)

Cânâ cemâl-i ruh besî hûb u bâferest

Lîken cemâl-i husn-i tu hod çîz-i digerest

Mândem dehân bâz zi ta’zîm-i an cemâl

Her lahza ber zebân-i dil Allâhuekberest

Hemçun kamer betâftî zi Tebrîz-i Şems-i Dîn

Nî çun kamer, çe bâşed kan rûy-i akmerest

 

(4)

(rubai)

Tâ rây bedin kıble-i cân âverdîm

Sıdk-ı dil ü ikrâr-i zebân âverdîm

Çun mazhar-i Âdemest in şâh-i cihân

Mâ hemçu melek secde ezan âverdîm

 

(5)

(Mef’ûlu mefâîlu mefâîlu feûlun)

Ey dil, bu yeter iki cihanda sana iz’ân

Birdir bir, iki olmaya, yok bilmiş ol imkân

Hak söyleyecek sende, senin ortada nen var?

Alemde heman ben dediğindir sana noksan

Sa’y eyle, rıza gözle, ko ıtlak ile kaydı

Alemde semai bu yeter sâlike irfan

 

İkinci Selâm

(6)

(Mef’ûlu mefâîlun feilun)

Sultân-i menî, sultân-ı menî

Ender dil ü cân îmân-ı menî

Der men bedemî, men zinde şevem.

Yek cân çe şeved, sad cân-ı menî

 

(7)

(Mustef’ilun Mustef’ilun Mustef’ilun Mustef’ilun)

Ey âşıkân, ey âşıkân, peymâne râ gum kerde’em

Zan mey ki der peymânehâ an dernegonced horde’em

 

Üçüncü Selâm

(8)

(Mustef’ilun Mustef’ilun Mustef’ilun Mustef’ilun)

Âmed nidâ ez âsumân canrâ ki bâz â esselâ

Cân goft ey nâdi-yi hoş, ehlen ve sehlen, merhabâ

Sem’an ve tâ’aten ey nidâ her dem du sad cânet fedâ

Yekbâr-i dîger bang zen tâ berperem ber “hel etâ”

 

(9)

Ey ki hezâr âferîn bu nice sultân olur

Kulu olan kişiler hüsrev ü âkân olur

Her ki bugün veled’e inanuben yüz süre

Yoksul ise bay olur; bay ise sultan olur.

 

(10)

(rubai)

Şemşîr-i ezel be dest-i merdân-i Hudâst

Gûy-i ebedî der ham-i çevgân-i Hudâst

An ten ki çu kûh-i Tûr rûşen âmed

Nûr-i hod ezû taleb ki û kân-i Hudâst[viii]

 

(11)

(rubai)

Peyveste zi Hak mest şov u bâkî bâş

Mustağrak-i aşk u sûz-i muştâk bâş

Çun bâde becûş der hum-i kalb-i hod

Vangâh be hod zarîf u hem sâkî bâş

 

(12)

(Mefâilun feilâtun mefâilun feilun)

Zi aşk-i rûy-i tu rûşen dil-i benîn u benât

Biyâ ki ez tu şeved seyyiâtihim hasenât

Hiyâl-i tu çu derâyed be sîne-yi âşık

Derûn-i hâne-yi ten pur şeved çerâğ-i hayât

 

(13)

Ne acâyib bezemiş hüsnile Bârî

Bu sûret-i yâri, bu nakş ü nigârı

Her ehl-i nazar kim göre tahsîn ola kârı

Bu çeşm ü izârı kalmaya karârı

Ey mutrib-i dilkeş, ele al çeng ü rebâbı

Çâk eyle hicâbı, ref’ eyle nikâbı

Ey sâki-yi mehveş, taşa çal şîşe-yi ârı

Sun câm-ı ikârı, def’ eyle humârı

Ey zâhid-i zerrâk ü müzevvir, ko riyâyı.

Tut râh-ı fenâyı, derkeyle Hüdâ’yı.

Şast-ı şehe düş, mâhî-yi aşk ol, ko kenârı

Bul şâh-ı şikârı, terkeyle feşârı.

 

(14)

Hey hey, nedir ol hâl-i muanber, rûh-i enver

Ol sâki-yi kevser, ol rûh-i musavver.

Seyret, nice cem’eylemiş ol nûr ile nârı

Zi san’at-ı cârî, zi kudret-i Bârî

Uşşâki katar eyledi aşk içre Muhammed

Ol şâh-ı mümecced, ol matlab-ı maksad

Ey üştürdil, sen olagör îş-i katârı

Çek aşk ile bâr-ı bîverd ile hârı

Ey şâhid ü ey vâleh ü şûrîde vü şeydâ

Ey bîser ü bîpâ, dîvâne vü rüsvâ

Derdile belâ ile geçir leyl ü nehârı

Kıl nâle vü zârî, nûş eyle bihârı.

 

 

 

(15)

(Mef’ûlu mefâîlu mefâîlu feûlun)

Yârab harem-i hazretine râh bağışla

Yâ derd ile bir âh-ı sehergâh bağışla.

Aldın dil-i gümrâhımı, koydun beni bîdil

Bârî yerine bir dil-i âgâh bağışla.

 

(16)

(Mef’ûlu mefâîlun feilun)

Sultân-i menî, sultân-ı menî

Ender dil ü cân îmân-ı menî

Der men bedemî, men zinde şevem.

Yek cân çe şeved, sad cân-ı menî

 

 

Tercümesi:

 

(1)

İçinde çeng ve çegâne gibi sazların bulunduğu bu evi hâceye sorun.

Kimsenin kimseyle ilgilenmediği, her koyunun kendi bacağından asıldığı kıyamet gibi kimin kim olduğunu zevkinden bilemedi.

 

(2)

Bizim gönlümüzü tutuşturan O’dur ancak.

Gideceğimiz yolu kısaltan O’dur ancak.

Tüm insanlar tabibim olsa da

Derdime deva olan O’dur ancak.

 

(3)

Ey can, ruhun cemali çok güzel ve parlak.

Ancak senin güzelliğin bir başka.

O güzelliğin karşısında ağzı açık kaldım.

Her an gönül dilimde Allahu ekber var.

Din güneşi Tebrizli Şems’le ay gibi parladın.

Ay da ne oluyor ki, onda yüz ayın parlaklığı var.

 

(4)

Bu can kıblesine yöneldiğimizden beri

Gönül sıdkımızı hal diliyle ikrar ettik.

Bu dünya şahı Adem’in mazharı olduğu için

Biz de melek gibi bu yüzden secde ettik.

 

(6)

Sultanımsın, sultanımsın

Canımda, gönlümde imanımsın.

Nefes verirsen bana, dirilirim.

Bir can ne ki; yüz canımsın.

 

(7)

Ey aşıklar, aşıklar, kadehi kaybettim.

Kadehlere sığmayan o meyden içtim.

 

(8)

Gökten cana bir ses geldi; dön haydi.

Can dedi: Ey güzel nâdi, selam sana.

Baş üstüne, her an yüz can feda sana.

Bir kez daha seslen “hel etâ”ya kanat açayım[ix]

 

(10)

Ezel kılıcı Allah yolundaki yiğitlerin elindedir.

Ebedîlik topu Tanrı’nın çevganının kıvrımındadır.

Tûr dağı gibi parlayan o bedenden

İste nurunu ondan. Zira Tanrı madenidir o.

 

(11)

Daima Tanrı ile mest ve ölümsüz ol.

Aşka dal ve Tanrı sevgisi içinde yan.

Kalbinin küpünde kayna dur şarap gibi.

Böylece hem zarif ol hem saki.

 

(12)

Yüzünün aşkıyla oğlanların kızların gönlü aydın.

Gel, seninle günahlar sevaplara dönüşür.

Senin hayalin göğsüne gelmeye görsün,

Beden hanesinin içi hayat çerağıyla dolar.

 

[Metin]

 

(1)

اين خانه که پيوسته درو چنگ و چغانست
از خواجه بپرسيد که اين خانه چه خانست
چون روز قيامت که کسی را سر کس نيست
از ذوق ندانست و فلانست و فلانست

 

(2)

آتش نزند در دل ما الاّ او
کوته نکند منزل ما الاّ او
گر جمله جهانيان طبيبم گردند
حل می نکند مشکل ما الاّ او

 

(3)

جانا جمال روح بسی خوب و با فرست
ليکن جمال حسن تو خود چيز دگرست
ماندم دهان باز ز تعظيم آن جمال
هر لحظه بر زبان دل الله اکبرست
همچون قمر بتافتی ز تبريز شمس دين
نی چون قمر چه باشد کان روی اقمرست

 

(4)

تا رای بدين قبلة جان آورديم
صدق دل و اقرار زبان آورديم
چون مظهر آدم است اين شاه جهان
ما همچو ملک سحده از آن آورديم

 

(6)

سلطان منی، سلطان منی
اندر دل و جان ايمان منی
در من بدمی، من زنده شوم
يک جان چه شود، صد جان منی

 

(7)

ای عاشقان ای عاشقان پيمانه را گم کرده ام
زان می که در پيمانه ها آن در نگنجد خورده ام

 

(8)

آمد ندا از آسمان جان را که باز آ الصّلا
جان گفت ای نادی خوش اهلاً و سهلاً مرحبا
سمعاً و طاعتاً ای ندا هر دم دو صد جانت فدا
يکبار ديگر بانگ بزن تا برپرم بر هل اتی

 

(10)

شمشير ازل به دست مردان خداست
گوی ابدی در خم چوگان خداست
آن تن که چو کوه طور روشن آمد
نور خدا ازو طلب که او کان خداست

 

(11)

پيوسته ز حق مست شو و باقی باش
مستغرق عشق و سوز مشتاقی باش
چون باده بجوش در خم قلب خود
وانگاه به خود ظريف و هم ساقی باش

 

(12)
ز عشق روی تو روشن دل بنين و بنات
بيا که از تو شود سيّآتهم حسنات
خيال تو چو در آيد به سينة عاشق
درون خانة تن پر شود چراغ حيات

 

(16)

سلطان منی، سلطان منی
اندر دل و جان ايمان منی
در من بدمی، من زنده شوم
يک جان چه شود، صد جان منی

 

 

SEGÂH ÂYİN-İ ŞERİFİ

 

Bestekârı: Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi (ölm. 1711 veya 1712)

 

(Birinci Selâm)

 

(1)

(rubai)

Ey âşık-ı rûy-i tu hezârân âşık

Rû kerde besûy-i tu hezârân âşık

Tenhâ ne menem âşık-ı rûy-i tu ki hest

Der her ser-i mûy-i tu hezârân âşık

 

(2)

(Mustef’ilun Mustef’ilun Mustef’ilun Mustef’ilun)

Ey sûfi-yi ehl-i safâ, ez cân begû Allah hû

Vey âşık-ı aşk u vefâ, ez cân begû Allah hû

Hâhî ki cumle cân şevî tâ lâyık-ı cânân şevî

Tu her çe hâhî, ân şevî, ez cân begû Allah hû

Dunyâ rehâ kun, dîn becû, dest ez heme âlem beşû

Ne ân begû, ne in begû, ez cân begû, Allah hû

 

(3)

(Mef’ûlu mefâîlun mef’ûlu mefâîlun)

Men bende-i sultânem, sultân-ı cihânbânem

Zan dem ki ruheş dîdem, şûrîde vu hayrânem

Men û şodem, û men şod, ez cân u dilem ten şod

Peyveste çerâ bâşed in nâle vu efgânem?

 

 

(4)

(Fâilâtun fâilâtun fâilâtun fâilun)

Ey zi hicrân u firâket âsumân bigrîste

Dil miyân-i hûn nişeste, akl u cân bigrîste

Cebreîl u kudsiyân râ bâl u perhâ sûhte

Enbiyâ vu evliyâ râ dîdegân bigrîste

Ey derîğâ, ey derîğâ, ey derîğâ, ey derîğ

Hemçunan çeşm-i ayân çeşm-i gumân bigrîste[x]

 

(İkinci Selâm)

(5)

(Mustef’ilun Mustef’ilun Mustef’ilun Mustef’ilun)

Ey âşıkân, ey âşıkân, ez âlem-i cân âmedem

Ser der fiken, cân der taleb, cûyâ-yı cânân âmedem

Ey mutribân, ey mutribân, savt ez nevâ âverde’em

Çun andelîb ez şevk-i gul her dem gazelhân âmedem

 

(6)

(Fâilâtun fâilâtun fâilâtun fâilun)

Dûş ber dergâh-i izzet kûs-i sultânî zedem

Hayme ber bâlâ-yi dâru’l-mulk-i rabbânî zedem

 

(Üçüncü Selâm)

(7)

(Fâilâtun fâilâtun fâilâtun fâilun)

Hû zenem ber kudsiyân her şeb zi dil hû hû zenem

Ber cemâl-i Hak heme yâhû vu yâmen hû hû zenem

Dil çu cây-i Hak buved, Hak bâ menest u men be Hak

Hak be Hak vâsıl şode ber hîşten hû hû zenem

 

(8)

(Mefâîlun mefâîlun mefâîlun mefâîlun)

Dilâ nezd-i kesî binşin ki û ez dil haber dâred

Be zîr-i ân dirahtî rev ki û gulhâ-yi ter dâred

Benâl ey bulbul-i destân ezîrâ nâle-i mestân

Miyân-i sahre vû hârâ eser dâred, eser dâred[xi]

 

(9)

(Mufteilun fâilun mufteilun fâilun)

Ey ki hezâr âferîn, bu nice sultân olur

Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur

Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre

Yoksul ise bay olur, bay ise sultan olur.

 

(10)

(rubai)

Ey aşk-ı tu bigrîste serâpâ-yi dilem

Vey vasl-ı ruhet geşte temennâ-yı dilem

Ger dâd-i dil-i sûhte-i men nedehî

Ey vây dilem, vây dilem, vây dilem

 

 

 

(11)

(rubai)

Ey geşte fedâ-yi tu serâpâ-yı dilem

Şod zulf-i çu hindû-yi tu me’vâ-yı dilem

Ger hindû-yi zulf-i tu dilem vânedehî,

Eyvây dilem, vây dilem, vây dilem.

 

(12)

(rubai)

Her âh ki ez derd-i dilem mîşinevî

Ez âh-i dilem gerd-i gilem mîşinevî

Ger gûş be hâl-i dil-i men bâz kunî

Dâim zi dilem hâl-i dilem mîşinevî

 

(13)

(rubai)

Bâ aşk-i tu bigsuste serâpâ-yi dilem

Nâmed zi cihân derd u nîkûfâl-i dilem

Ey cân u dilem, bepurs ahvâl-i dilem

Hâl-i dil-i kes mebâd çun hâl-i dilem

 

(14)

(rubai)

Tâ ez ser-i kûy-i tu temâmest merâ

Der sâgar-i dîde hûn mudâmest merâ

Ez vasl u firâk-i tu kunun âzâdem

Ez tu gam-i aşk-i tu temâmest merâ

 

(Dördüncü Selâm)

 

(15)

(Mustef’ilun Mustef’ilun Mustef’ilun Mustef’ilun)

Ey âşıkân, ey âşıkân, ankes ki bîned rûy-i û

Şûrîde gerded akl-i û, âşufte gerded hûy-i û

 

 

Tercümesi:

 

(1)

Binlerce aşık yüzüne aşık.

Sana yönelmiş binlerce aşık.

Yüzüne aşık olan değilim bir ben;

Her saçına var binlerce aşık.

 

(2)

Ey safâ ehlinin sûfîsi, canla de Allah Hû.

Ey aşk ve vefa aşığı, canla de Allah Hû.

Cânana layık olmak için ister misin hep can olmak?

Ne dilerse o olursun; canla de Allah Hû.

Bırak dünyayı, din ara; vazgeç tüm dünyadan.

Ne onu de, ne bunu; canla de Allah Hû.

 

(3)

Ben sultanın, dünya sultanının kuluyum.

Yüzünü gördüm göreli şaşkınım, coşkunum.

Ben o oldum, o da ben. Canımdan, gönlümden gitti beden.

Nedendir hep bu iniltim, bu feryadım neden?

 

(4)

Senin ayrılığından gökyüzü ağlıyor.

Gönül kan içinde; akıl ve göz ağlıyor.

Cebrail ile öbür meleklerin yanmış kanatları.

Enbiyanın, evliyanın gözleri ağlıyor.

Ne yazık! Ne yazık! Ne yazık! Yazık!

Ayan gözü gibi güman gözü de ağlıyor.

 

(5)

Ey aşıklar, ey aşıklar, can aleminden geldim.

Attım başımı; canım yâr çeker; cânanı aramaya geldim.

Ey mutribler, ey mutribler, Nevâ makamından ses getirdim.

Gülün şevkiyle bülbül gibi gazel okuya okuya geldim.

 

(6)

Dün gece izzet dergahında sultanlık kösünü vurdum.

İlahî Dârülmülkün üstüne bir çadır kurdum.

 

(7)

Her gece meleklere gönülden hû derim hû.

Hâlik’in cemâline yâ hû derim, derim hû.

Gönül Hakk’ın olunca yeri; Hak benimle, ben Hakk’la.

Hak Hakk’a kavuştu; kendime hû derim hû.

 

(8)

Gönül! Gönülden anlayanın yanına otur.

Taze gülleri olan ağacın altına git.

Ey aşık bülbül! İnle, çünkü sarhoşların

Feryatları kayaya da işler, taşa da.

 

(10)

Senin aşkınla ağladı tüm gönlüm

Yüzüne kavuşmak dileği oldun gönlümün

Hakkını vermezsen eğer yanık gönlümün

Vah gönlüme! Vah gönlüme! Vah gönlüme!

 

(11)

Tüm gönlüm sana feda oldu.

Simsiyah saçların gönlümün barınağı oldu.

Vermezsen eğer bana zülüflerin siyahlığını

Vah gönlüme! Vah gönlüme! Vah gönlüme!

 

(12)

Anlarsın bedenimdeki kederleri

Gönül derdimden işittiğinden her âhtan.

Verirsen gönül halime kulak,

Dinlersin gönlümden hep halini gönlümün.

 

(13)

Senin aşkınla dağıldı tüm gönlüm.

Dertten başka bir şey çıkmadı gönlümün falında.

Ey canım, ey gönlüm, sor halini gönlümün.

Olmasın kimsenin gönlü benim gönlüm gibi.

 

(14)

Bellediğimden beri senin yurdunu, hep kan var göz kadehimde.

Âzâdım şimdi senin senin vuslatından da firakından da.

Çünkü yetmiyor aşkımın gamı bana.

 

(15)

Ey aşıklar, ey aşıklar.

İsyankâr olan aklı

ve aşüfte olan huyu,

görür onun yüzünü.

 

 

 

[Metin]

(1)

ای عاشق روی تو هزاران عاشق
رو کرده به سوی تو هزاران عاشق
تنها نه منم عاشق روی تو که هست
در هر سر موی تو هزاران عاشق

 

(2)

ای صوفی اهل صفا از جان بگو الله هو
وی عاشق عشق و وفا از جان بگو الله هو
خواهی که جمله جان شوی تا لايق جانان شوی
تو هرچه خواهی آن شوی از جان بگو الله هو
دنيا رها کن دين بجو دست از همه عالم بشو
نه آن بگو نه اين بگو از جان بگو الله هو

 

(3)

من بندة سلطانم، سلطان جهانبانم
زان دم که رخش ديدم، شوريده و حيرانم
من او شدم، او من شد، از جان و دلم تن شد
پيوسته چرا باشد اين ناله و افغانم؟

 

(4)

ای ز هجران و فراقت َسمان بگريسته
دل ميان خون نشسته، عقل و جان بگريسته
جبرئيل و قدسيان را بال و پرها سوخته
انبيا و اوليا را ديدگان بگريسته
ای دريغا، ای دريغا، ای دريغا، ای دريغ
همچنان چشم  عيان چشم گمان بگريسته

 

(5)

ای عاشقان ای عاشقان از عالم جان آمدم
سر در فکن، جان در طلب، جويای جانان آمدم
ای مطربان، ای مطربان، صوت از نوا آورده ام
چون عندليب از شوق گل هر دم غزلخوان آمدم

 

(6)

دوش بر درگاه عزّت کوس سلطانی زدم
خيمه بر بالای دار الملک ربّانی زدم

 

(7)

هو زنم بر قدسيان هر شب ز دل هو هو زنم
بر جمال حق همه ياهو و يامن هو هو زنم
دل چو جای حق بود حق با منست و من به حق
حق به حق واصل شده بر خويشتن هو هو زنم

 

(8)

دلا نزد کسی بنشين که او از دل خبر دارد
به زير آن درخت رو که او گلهای تر دارد
بنال ای بلبل دستان ازيرا نالة مستان
ميان صخره و خارا اثر دارد اثر دارد

 

(10)

ای عشق تو بگريسته سراپا دلم
وی وصل رخت گشته تمنّای دلم
گر داد دل سوختة من ندهی
ای وای دلم، وای دلم، وای دلم

 

(11)
ای گشته فدای تو سراپای دلم
شد زلف چو هندوی تو مأوای دلم
گر هندوی زلف تو دلم واندهی
ای وای دلم، وای دلم، وای دلم

 

(12)

هر آه که از درد دلم می شنوی
از آه دلم گرد گِلم می شنوی
گر گوش به حال دل من باز کنی
دائم ز دلم حال دلم می شنوی

 

(13)

با عشق تو بگسسته سراپای دلم
نامد ز جهان درد و نيکوفال دلم
ای جان و دلم بپرس احوال دلم
حال دل کس مباد چون حال دلم

 

(14)

تا از سر کوی تو تمامست مرا
در ساغر ديده خون مدامست مرا
از وصل و فراق تو کنون آزادم
از تو غم عشق تو تمامست مرا

 

(15)

ای عاشقان ای عاشقان آنکس که بيند روی او
شوريده گردد عقل او آشقته گردد خوی او

BEYÂTİ ÂYİN-İ ŞERİFİ[xii]

 

Bestekârı:

Köçek Derviş Mustafa Dede [Kûçek Derviş, Mustafa Dede Efendi] (ölm.1684)

 

(Birinci Selâm)

 

(1)

(Rubai)

Şâhâ zi kerem ber men-i dervîş niger

Ber men meniger, ber kerem-i hîş niger

Herçend niyem lâyık-ı bahşâyiş-i tu

Ber hâl-i men-i haste-i dilrîş niger

 

(2)

(rubai)

Yârab zi du kevn bîniyâzem gerdân

Vez efser-i fakr serferâzem gerdân

Ender haremet mahrem-i râzem gerdân

An reh ki ne sûy-i tust, bâzem gerdân

 

(3)

(Mefâilun feilâtun mefâilun feilun)

Biyâ biyâ ki tuyî cân u cânân-i semâ

Biyâ ki serv-i revânî ber bûsitân-i semâ

Biyâ ki çeşme-i hurşîd zîr-i sâye-i tust

Hezâr zuhre tu dârî ber âsumân-i semâ

 

(İkinci Selâm)

 

(4)

(Mefâîlun mefâîlun feûlun)

Çu in sultân-i mâ râ bende bâşî

Heme giryende, tu der hande bâşî

Eger pur gam şeved etrâf-i âlem

Tu şâd u hurrem u ferhunde bâşî

Be aşk-i Şems-i Tebrîzî bedeh câm

Ki der mulk-i Hudâ pâyende bâşî

 

(Üçüncü Selâm)

 

(5)

(Fâilâtun fâilâtun fâilun)

Nâgehân anberfeşân âmed sabâ

Bûy-i muşk-i za’ferân âmed sabâ

Gul şikufte enderin sahn-ı çemen

Sad nevâ-yi bulbulân âmed sabâ

Şems-i Tebrîzî sabâhu’l-aşk goft?

Âşıkan râ cân-ı cân âmed sabâ

 

(6)

(Mufteilun fâilun mufteilun fâilun)

Ey ki hezâr âferîn, bu nice sultân olur

Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur

Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre

Yoksul ise bay olur, bay ise sultan olur

 

(7)

(Mef’ûlu mefâîlu mefâîlu feûlun)

An sorh kabâyî ki çu mehpâr berâmed

İmsâl derin hırka-yi zengâr berâmed

Şemsu’l-Hakk-ı Tebrîzî resîdest, megûyîd

Kez çerh-i safâ an meh-i envâr berâmed[xiii]

 

(8)

(Mufteilun mufteilun fâilun)

Her ki zi uşşâk gurîzân şeved

Bâr-i dîger hâce peşîmân şeved

Her ki sebû-yi tu keşed âkibet

Der harem-i işret-i sultân şeved[xiv]

 

(9)

(Mef’ûlu mefâîlun mef’ûlu mefâîlun)

Kad eşrakati’d-dunyâ min nûr-i humeyyânâ

Elbedru gâde’s-sâkî ve’l-ke’su sureyyânâ

Essabvetu îmânî ve’l-halvetu bustânî

Ve’l-meşceru nedmânî ve’l-verdu muheyyânâ[xv]

 

(10)

(Mufteilun fâilun mufteilun fâilun)

Câme siyeh kerd kufr, nûr-i Muhammed resîd

Tabl-i bekâ kûftend, mulk-i muhalled resîd

Dil çu suturlâb şud âyet-i heft âsumân

Şerh-i dil-i Ahmedî heft mucelled resîd

Tabl-i kıyâmet zedend, sûr-i haşr mîdemed

Vakt şud ey mordegân, haşr-i mucedded resîd

Ez pey-i nâmahremân kofl zedef ber dehân

Hîz, begû mutribâ, işret-i sermed resîd[xvi]

 

(Dördüncü Selâm)

 

(11)

(Mef’ûlu mefâîlun feilun)

Sultân-i menî, sultân-ı menî

Ender dil ü cân îmân-ı menî

Der men bedemî, men zinde şevem.

Yek cân çe şeved, sad cân-ı menî

 

Tercümesi:

 

(1)

Ey şah! Kerem ile ben dervişe bak.

Bana bakma; kendi keremine bak.

Her ne kadar senin bağışına değilsem de layık,

Ben gönlü yaralının haline bak.

 

(2)

Yarabbi, iki dünyaya da muhtaç etme beni.

Fakirlik tacıyla yücelt beni.

Hareminde sırlarının mahremi kıl beni.

Sana gitmeyen yoldan döndür beni.

 

(3)

Gel, gel, sensin semânın canı, cânanı.

Gel, sensin semâ bahçesinin salının serv-i revanı.

Gel güneş pınarı gölgende senin

Sema göğünde bin Zühren var senin.

 

(4)

Bu sultanımıza kul olursan,

Herekes ağlarken gülersin sen.

Bütün alem dolsa da gamla,

Olursun sen sevinçli, mutlu ve talihli.

Ver kadehi Şems-i Tebrîzî aşkına

Ki kalıcı olasın Tanrı mülkünde.

 

(5)

Birden amber kokuları saçarak geldi saba.

Safran miskinin kokusu oldu saba.

Şu çimenlikte güller açtı.

Bülbüllerin yüz nağmesi oldu sabâ.

Şems-i Tebrîzî aşk sabahı dedi.

Aşıkların canının canı oldu saba.

 

(7)

O kırmızı abalı ay gibi doğdu.

Bu yıl bakır rengi hırka ile çıktı geldi.

Susun; Tebrizli Tanrı güneşi Şems geldi.

Safa feleğinde o parlak ay doğdu.

 

 

 

(8)

Hangi efendi aşıklardan kaçarsa, pişman olur.

Kim senin testini taşırsa sonunda,

girer sultanın işret haremine.

 

(9)

Nurundan doğdu dünya bizi koruyanın,

Ay sâkinin kendisi ve bardak Süreyyanın.

Temizlik imanım, bahçem yalnızlık.

Ağaçlık pişmanlığımız, güller hayatımız.

 

(10)

Kafirlik giysiyi kararttı, geldi Muhammed nuru.

Bekâ davulu çalındı, ebedî mülk geldi.

Gönül usturlap gibi oldu yedi gökün âdeti.

Yedi cilt oldu Ahmedî’nin gönül şerhi.

Çalındı kıyamet davulu, haşr sûru üfleniyor.

Ey ölüler! Vakit geldi;

Yeni haşr zamanı geldi.

Nâmahremler yüzünden kilit vurdum ağzıma.

Kalk; söyle mutrib; ebedî işret geldi.

 

[Metin]

(1)

شاها ز کرم بر من درويش نگر
بر من منگر بر کرم خويش بنگر
هرچند نيم لايق بخشايش تو
بر حال من خستة دلريش نگر

 

(2)

يارب ز دو کون بی نيازم گردان
وز افسر فقر سر فرازم گردان
اندر حرمت محرم رازم گردان
آن ره که نه سوی توست بازم گردان

 

(3)

بيا بيا که تويی جان و حانان سماع
بيا که سرو روانی بر بوستان سماع
بيا که چشمة خورشيد زير ساية تست
هزار زهره تو داری بر آسمان سماع

 

(4)

چو اين سلطان ما را بنده باشی
همه گرينده تو در خنده باشی
اگر پر غم شود اطراف عالم
تو شاد و خرّم و فرخنده باشی
به عشق شمس تبريزی بده جام
که در ملک خدا پاينده باشی

 

(5)

ناگهان عنبر فشان آمد صبا
بوی مشک زعفران آمد صبا
گل شکفته اندرين صحن چمن
صد نواي بلبلان آمد صبا
شمس تبريزی صباح العشق گفت
عاشقان را جان جان آمد صبا

 

(7)

آن سرخ قبايی که چو مهپار بر آمد
امسال درين خرقة زنگار بر آمد
شمس الحقّ تبريزی رسيدست مگوييد
کز چرخ صفا آن مه انوار بر آمد

 

(8)

هر که ز عشّاق گريزان شود
بار ديگر خواجه پشيمان شود
هر که سبوی تو کشد عاقبت
در حرم عشرت سلطان شود

 

(10)

جامه سياه کرد کفر نور محمّد رسيد
طبل بقا کوفتند ملک مخلّد رسيد
دل چو سطرلاب شد آيت هفت آسمان
شرح دل احمدی هفت مجلّد رسيد
طبل قيامت زدند سور حشر می دمد
وقت شد ای مردگان حشر مجدّد رسيد
از پی نامحرمان قفل زده
خيز بگو مطربا عشرت سرمد رسيد

 

(11)

سلطان منی سلطان منی
اندر دل و جان ايمان منی
در من بدمی من زنده شوم
يک جان چه شود صد جان منی

 

SÛZ-İ DİLÂRÂ ÂYİN-İ ŞERİFİ

Bestekârı: Üçüncü Selim (1761-1808)

 

(Birinci Selâm)

 

(1)

(Fâilâtun fâilâtun fâilun)

Dilberî yu bîdilî esrâr-i mâst

Kâr kâr-i mâst, çun û yâr-i mâst

Novbet-i kohnefurûşân derguzeşt

Nevfurûşânîm u in bâzâr-i mâst[xvii]

 

(2)

(Mefâîlun mefâîlun feûlun)

Semâ ârâm-i cân-i zindegânest

Kesî dâned ki ûrâ cân-i cânest

Husûsan halkaî kender semâend

Hemîgerdend u Ka’be der miyânest[xviii]

 

(3)

(rubai)

İn aşk kemâlest u kemâlest u kemâl

Vin akl hayâlest u hayâlest u hayâl

Dîdâr-i cemâlest u cemâlest u cemâl

Nûrest u visâlest u visâlest u visâl

 

(4)

(rubai)

Çun bende neî, nidâ-yi şâhî mîzen

Tîr-i nazar ançunan ki hâhî mîzen

Çun ez hod u gayr-i hod musellem geştî

Bîhod benişîn, kûs-i ilâhî mîzen

 

(İkinci Selâm)

(5)

(Mef’ûlu mefâîlun feilun)

Sultân-i menî, sultân-ı menî

Ender dil ü cân îmân-ı menî

Der men bedemî, men zinde şevem.

Yek cân çe şeved, sad cân-ı menî

 

(Üçüncü Selâm)

 

(6)

(Fâilâtun fâilâtun fâilun)

Mutribâ, esrâr-i mâ râ bâz gû

Kıssehâ-yi cânfezâ râ bâz gû

Mahzen-i innâ fetahnâ berguşâ

Sırr-i cân-i Mustafâ râ bâz gû[xix]

 

(7)

(Mufteilun fâilun mufteilun fâilun)

Ey ki hezâr âferîn, bu nice sultân olur

Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur

Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre

Yoksul ise bay olur, bay ise sultan olur

 

(8)

(Mufteilun fâilun mufteilun fâilun)

Hîz ki imrûz cihân ân-i mâst

Cân u cihân sâkiyu mihmân-i mâst

Zuhre ve meh defzen-i şâdî-yi mâst

Bulbul-i cân mest-i gulistân-i mâst[xx]

 

(10)

(Fâilâtun fâilâtun fâilun)

Âh, güzelin aşkına, hâlâtına

Yandı yürek aşk harâratına

And içeyim gayri güzel sevmeyem

Tanrı’ya vü Tanrı’nın âyâtına

 

(11)

(rubai)

Ey kâşif-i esrâr-i Hudâ Mevlânâ

Sultân-ı fenâ, şâh-ı bekâ Mevlânâ

Aşk itmededür hazretine böyle hitâb

Mevlâ-yı gürûh-i evliyâ Mevlânâ

 

(12)

(Mef’ûlu mefâîlun feilun)

Sultân-i menî, sultân-ı menî

Ender dil ü cân îmân-ı menî

Der men bedemî, men zinde şevem.

Yek cân çe şeved, sad cân-ı menî

 

Tercümesi:

 

(1)

Gönül almak ve gönülsüz kalmak işimiz bizim.

İş bizim işimiz, çünkü yârimiz o bizim.

Geçti eski satanların modası.

Yeni şeyler satıyoruz;

pazarımız bu bizim.

 

(2)

Semâ yaşayanların canının huzuru.

Canının canı olan bilir bunu.

Hele hele girenler semâ halkasına

Denerler de, Kâbe içlerinde kalır.

 

(3)

Bu aşk olgunluktur, olgunluktur, olgunluk.

Bu akıl hayaldir, hayaldir, hayal.

Tanrı cemâlini görmektir, cemaldir, cemal.

Nurdur, vuslattır, vuslattır, vuslat.

 

(4)

Mademki kul değilsin, şahlık nidasını sal.

Nazar okunu istediğin gibi sal.

Kurtulunca hem kendinden hem başkasından

Kendinde olmadan otur, ilahî kösü çal.

 

(6)

Ey mutrib, sırlarımızı söyle.

Cana can katan kıssalar söyle.

“İnnâ fetahnâ” mahzenini aç da[xxi]

Mustafa’nın can sırrını söyle

 

(8)

Bundan başka işim yok, işim işleğim o.

Laf derim laf, laf, çünkü alıcım o.

Canım, gönlüm sakin; çünkü canım gönlüm o.

Kervanım emin; çünkü kervanbaşım o.

 

(9)

Kalk, çünkü bugün cihan bizim.

Can ile cihan bizim sâkimiz, konuğumuz.

Zühre ile ay sevincimizin defçisi.

Can bülbülü gül bahçemizin sarhoşu.

 

(11)

Ey Tanrı sırlarını keşfeden Mevlana,

Yokluk âleminin sultanı, bekâ âleminin şahı Mevlana.

Aşk böyle hitabediyor hazretine

Velîler topluluğunun efendisi Mevlana.

 

 

[Metin]

(1)

دلبری و بيدلی اسرار ماست
کار کار ماست چون او يار ماست
نوبت کهنه فروشان در گذشت
نوفروشانيم و اين بازار ماست

 

(2)

سماع آرام جان زندگانست
کسی داند که او را جان جانست
خصوصا حلقه ای کاندر سماعند
همی گردند و کعبه در ميانست

 

(3)

اين عشق کمالست و کمالست و کمال
وين عقل خيالست و خيالست و خيال
ديدار جمالست و جمالست و جمال
نورست و وصالست و وصالست و وصال

 

(4)

چون بنده نه ای ندای شاهی می زن
تير نظر آنچنان که خواهی می زن
چون از خود و غير خود مسلّم گشتی
بيخود بنشين کوس الهی می زن

 

(5)

سلطان منی سلطان منی
اندر دل و جان ايمان منی
در من بدمی من زنده شوم
يک جان چه شود صد جان منی

 

(6)

مطربا اسرار ما را باز گو
قصّه های جانفزا را باز گو
محزن انّا فتحنا بر گشا
سرّ جان مصفی باز گو

 

 

(8)

خيز که امروز جهان آن ماست
جان و جهان ساقی و مهمان ماست
زهره و مه دفزن شادی ماست
بلبل جان مست گلستان ماست

 

(11)

سلطان منی سلطان منی
اندر دل و جان ايمان منی
در من بدمی من زنده شوم
يک جان چه شود صد جان منی

 

NEVÂ ÂYİN-İ ŞERİFİ

 

(İkinci Selâm)

 

(1)

(Mustefilun mustefilun mustefilun mustefilun)

Ey şâh-i şehr-i akl ü cân! Ber taht-i dil hâkân tuyî

Ender zemîn u âsumân sultân-ı sultânân tuyî

Der cân-i mâ cânân tuyî, der kân-i mâ nîz kân tuyî

Cennet tuyî, şerbet tuyî

Bâ âşık ez dunyâ megû vez milket-i ukbâ megû

Cuz hasret-i Mevlâ megû, mîgu ki în u ân tuyî

 

(Üçüncü Selâm)

 

(2)

(Fâilûtan fâilâtun fâilun)

Âşıkân der kûy-i cânân esselâ

Sûy-i an hurşîd-i tâbân esselâ

Şems-i Tebrîzî zi bâlâ-yi felek

Her zemânî mîkeşed hân esselâ

 

(3)

(Mufteilun fâilun mufteilun fâilun)

Ey ki hezâr âferîn, bu nice sultân olur

Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur

Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre

Yoksul ise bay olur, bay ise sultan olur

 

(4)

(Mef’ûlu mefâîlu mefâîlu feûlun)

Der bâğ-i cemâlî, sanemâ, çun gul-i ra’nâ

Der çeşm çu nûrî yu çu cân der heme a’zâ

Men bulbul-i gulzârem u der dâm-i tu zârem

Ez çîst aceb bâ tu merâ in heme sevdâ

 

(5)

(rubai)

Ez rûy-i tu kıble-i cihân u dil-i men

Van der du cihân emn u emân-i dil-i men

Hem cân u tenî vu hem tu cân-i dil-i men

Ey gevher-i deryâ-yi nihân-i dil-i men

 

(6)

(Feûlun feûlun feûlun feûlun)

Tu mâhî acîbî ki mislî nedârî

Beher cilve cânâ der âteş sipârî

Bezulfeyn-i ebrû, be çeşmân-i âhû

Pey-i dilrubâî çu şîrî şikârî

 

(7)

(Feûlun feûlun feûlun feûlun)

Meh u hûr gulâmet, zebûn geşt u râmet

Du âlem bedâmet, çe zîbâ nigârî

Nazîret nedîdem, ne ez kes şenîdem

Dil u din burdî, çe eyyâr yârî

Veled râ çe bâşed şehâ ger zi  rahmet

Zi silk-i gulâmân-i hîşet şumârî

 

Tercümesi:

 

(1)

Ey akıl ve can şehrinin şahı!

Sensin gönül tahtındaki hakan.

Yerde, gökte sultanların sultanı sensin.

Canımızda canan sensin,

madenimizdeki maden sensin.

Cennet sensin, şerbet sensin.

Söz etme aşığa dünyadan, ahiret mülkünden.

Anma Allah’tan başkasını.

De ki: Bu da, o da sensin.

 

(2)

Aşıklar, haydi cananın yurduna.

Haydi o parlak güneşe.

Şems-i Tebrîzî felekten her zaman

Kuruyor sofrasını, haydi.

 

(4)

Ey güzel! O güzel gül gibi cemal bahçesinden

Gözde nur, hur uzuvda cansın.

Ben gül bahçesinin bülbülüyüm, senin tuzağında inliyorum.

Neden acep sana bu kadar sevdalıyım?

 

(5)

Yüzün cihanın ve gönlümün kıblesi.

İki cihanda da gönlümün emniyeti.

Hem cansın, hem beden, hem gönlümün canı.

Ey gönlümün gizli denizindeki cevher!

 

(6)

Eşi benzeri bulunmaz bir aysın sen.

Ey can! Her cilvende ateşe atarsın beni sen.

Kaşlarınla, âhu gözlerinle gönül çalmakta

Avcı arslan gibisin sen.

 

(7)

Ay ve güneş kölen olmuş, boyun eğmiş sana.

İki âlem tuzağında; ne güzel sevgilisin sen.

Ne gördüm benzerini, ne duydum birinden.

Gönlümü, dinimi aldın benden, ne ayyar yârsin sen.

Ey şah; merhamet edip Veled’i de

kölelerinden saysan n’olur sanki sen.

 

 

[Metin]

(1)

ای شاه شهر عقل و جان بر تخت دل خاقان تويی
اندر زمين و آسمان سلطان سلطانان تويی
در جان ما جانان تويی در کان ما نيز کان تويی
جنّت تويی شربت تويی
با عاشق از دنيا مگو وز ملکت عقبی مگو
جز حسرت مولا مگو، می گو که اين و آن تويی

(2)

عاشقشان در کوی جانان الصّلا
سوی آن خورشيد تابان الصّلا
شمس تبريزی ز بالای فلک
هر زمانی می کشد هان الصّلا

 

(4)

در باغ جمالی صنما چون گل رعنا
در چشم چو نوری و چو جان در همه اعضا
من بلبل گلزارم و در دام تو زارم
از چيست عجب با تو مرا اين همه سودا

 

 

(5)

از روی تو قبلة جهان و دل من
واندر دو جهان امن و امان دل من
هم جان و تنی و هم تو جان دل من
ای گوهر دريای نهان دل من

 

(6)

تو ماهی عجيبی که مثلی نداری
به هر جلوه جانا در آتش سپاری
به زلفين ابرو به چشمان آهو
پی دلربايی چو شيری شکاری

 

 

 

 

(7)

مه و خور غلامت زبون گشت و رامت
دو عالم به دامت چه زيبا نگاری
نظيرت نديدم نه از کس شنيدم
دل و دين بردی چه عيّار ياری
ولد را چه باشد شها گر ز رحمت
ز سلک غلامان خويشت شماری

 

NEVESER ÂYİN-İ ŞERİFİ

 

Bestekârı: Rif’at Bey (Sermüezzin) (1820-1888)

 

(Birinci Selâm)

 

(1)

(Mefûlu mefâîlu mefâîlu feûlun)

Mâ der du cihân gayr-ı Hudâ yâr nedârîm

Cuz yâd-ı Hudâ hîç dîger kâr nedârîm

Muştâk-i dil u cân (est) Şemsu’l-Hakk-ı Tebrîz

Der âyine cuz sâye-i dîdâr nedârîm

 

(2)

(Fâilâtun fâilâtun fâilun)

Mazhar-ı Hak bâşed û râ in cihân

Dembedem bîned cemâl-i Hak ayân

İnçunan ki goft Mevlânâ-yı mâ

An ki pîr-i kâmil u dânâ-yi mâ

 

(3)

(Mufteilun fâilun mufteilun fâilun)

Bâz ez an kûh-i Kâf âmed ankâ-yı aşk

Bâz berâmed zi cân na’ra vu heyhâ-yi aşk

Aşk nidâî bulend kerd be âvâz-i pest

Key dil-i bâlâ beper, binger bâlâ-yi aşk

Binger der Şems-i dîn, Husrev-i Tebrîziyân

Şâdi-yi cânhâ-yi pâk, dîde-yi dilhâ-yi aşk[xxii]

 

(4)

(Fâilâtun fâilâtun fâilun)

Merhabâ ey cân-ı bâkî, pâdişâh-ı kâmyâr

Rûhbahş-ı her kırân u âftâb-ı her diyâr

İn cihân u an cihân her du gulâm-ı emr-i tu

Ger nehâhî ber hemeş zen ver hemîhâhî bedâr

Cism-i hâk ez Şems-i Tebrîzî çu kullî kimyâst

Tâbiş-i an kimyâ râ ber mes-i îşân gumâr[xxiii]

 

(İkinci Selâm)

 

(5)

(Mustefilun mustefilun mustefilun mustefilun)

Bâz âmedem, bâz âmedem, ez pîş-i an yâr âmedem

Der men niger, der men niger, behr-i tu gamhâr âmedem[xxiv]

 

(Üçüncü Selâm)

 

(6)

(Fâilâtun fâilâtun fâilun)

Ey begofte der dilem esrârhâ

Ey ki dâred bâ fakîran kârhâ

Ey hıyâlet gamgusâr-ı sînehâ

Vey cemâlet revnak-ı gulzârhâ

Şems-i Tebrîzî be şehr-i aşk-ı tu

Geştî îymen ez heme ağyârhâ

 

(7)

(Mufteilun fâilun mufteilun fâilun)

Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur

Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur

Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre

Yoksul ise bây olur, bây ise sultân olur

 

(8)

Mef’ûlu mefâîlu mefâîlu feûlun)

İn hâk-i talebkâr-i Hudâyîd Hudâyîd

Hâcet be taleb nîst, şumâyîd şumâyîd

Harfen du kelâmîd u hurûf-i du kitâbîd

Cibrîl-i Burâkîd u resûl-i an Hudâyîd

 

(9)

(Mef’ûlu mefâîlu mefâîlu feûlun)

Der hâne-i hod yâftem ez şâh nişânî

Enguşterî la’l u kemer-i hâsse-i kânî

Dûş âmede bûdest u merâ hâb beburde

An şâh-i dilârâm u an mahrem-i cânî[xxv]

 

(10)

(Mef’ûlu mefâîlu mefâîlu feûlun)

Ey dil bu yeter iki cihânda sana iz’ân

Birdir bir, iki olmaya yok bilmiş ol imkân

Hak söyleyicek sende, senin ortada nen var?

Âlemde hemen “ben” didiğindir sana noksan.

Sa’yeyle, rızâ gözle, ko ıtlâk ile kaydı.

Âlemde semâ’î, bu yeter sâlike irfân.

 

(11)

 

(Dördüncü Selâm)

 

(Mustefilun mustefilun mustefilun mustefilun)

Ey âyıkân, ey âşıkân, Molla-yı Rûmî mîresed

Ey sâdıkân, ey sâdıkân, Molla-yı Rûmî mîresed

 

Tercümesi:

 

(1)

Yok bizim iki cihanda da Tanrı’dan başka yârimiz.

Yok Tanrı’yı anmaktan başka bir işimiz.

Gönlün ve canın arzuladığıdır Tebrizli Tanrı güneşi (Şems-i Tebrîzî)

Yok aynamızda sevgilinin yüzünün gölgesi dışında bir şey.

 

(2)

Onun için Tanrı’nın mazharıdır bu cihan.

Her an Tanrı’nın cemâlini görür ayân.

Pîr-i kâmilimiz, bilenimiz, Mevlanamız

böyle etmiştir beyân.

 

(3)

Yine Kaf dağından geldi aşkın ankâsı.

Yine yükseldi candan aşkın nârası.

Alçak seslendi şöyle alçak sesle:

Ey yücelerde uçan gönül, bak aşkın yücesine.

Bak din güneşine, Tebrizlilerin hüsrevine.

Temiz canların sevincine, aşık gönüllerin gözüne.

 

(4)

Merhaba ey ölümsüz can, ey kutlu padişah.

Her kıran’a ruh veren, her diyarın güneşi.

Bu cihan, öbür cihan, senin emrine köle olmuş.

İstemezsen vurursun, asarsın istersen.

Şems-i Tebrîzî’nin kimyâdır tümüyle toprak bedeni.

Onların bakırından bil sen onun parlayışını.

 

(5)

Yine geldim, yine geldim, o sevgilinin yanından geldim.

Bak bana, bak bana, senin derdini dinlemeye geldim.

 

(6)

Ey gönlüme sırlar söyleyen,

Ey fakirlerle ilgilenen,

Ey hayali, gönüllerin tesellisi,

Ey cemali gül bahçelerinin parıltısı Şems-i Tebrîzî!

Aşkının şehrinde bütün ağyardan emîn oldun.

 

(8)

Tanrı’yı isteyen topraksınız siz.

Talep etmeye ne hacet? Siz varsınız, siz.

Harf bakımından iki sözcüksünüz; harflerisiniz iki kitabın.

Burak’a binen Cebrail, o Tanrı’nın elçisisiniz.

 

(9)

Evimde şahtan bir işaret buldum.

Bir lâl yüzük, mücevherli bir kemer.

O sevgili şah, o can mahremi

Dün gelmişti ve ben uykuya dalmıştım.

 

(11)

Ey aşıklar, ey aşıklar, Molla-yı Rûmî geliyor.

Ey sadıklar, ey sadıklar, Molla-yı Rûmî geliyor.

 

[Metin]

 

(1)

ما در دو جهان غير خدا يار نداريم
جز ياد خدا هيچ ديگر کار نداريم
مشتق دل و جان (است) شمس الحق تبريز
در آينه جر ساية ديدار نداريم

 

(2)

مظهر حقّ باشد او را اين جهان
دمبدم بيند جمال حقّ عيان
اين چنانکه گفت مولانای ما
آنکه پير کامل و دانای ما

 

(3)

باز از آن کوه قاف آمد عنقای عشق
باز بر آمد ز جان نعره و هيهای عشق
عشق ندايی بلند کرد به آواز پست
کای دل بالا بپر بنگر بالای عشق
بنگر در شمس دين خسرو تبريريان
شادی جانهای پاک ديدة دلهای عشق

 

(4)

مرجبا ای جان باقی پادشاه کاميار
روحبخش هر قران و آفتاب هر ديار
اين جهان و آن جهان هر دو علام امر تو
گر نخواهی برهمش زن ور همی خواهی بدار
جسم خاک از شمس تبريزی چو کلّی کيمياست
تابش آن کيميا را بر مس ايشان گمار

 

(5)

باز آمدم باز آمدم از پيش آن يار آمدم
در من نگر در من نگر بهر تو غمخوار آمدم

 

(6)

ای بگفته در دلم اسرارها
ای که دارد با فقيران کارها
ای خيالت غمگسار سينه ها
وی جمالت رونق گلزارها
شمس تبريزی به شهر عشق تو
گشتی ايمن از همه اغيارها

 

(8)

اين خاک طلبکار خداييد خداييد
حاجت بطلب نيست شماييد شماييد
حرفاً دو کلاميد و حروف دو کتابيد
جبريل براقيد و رسول آن خداييد

 

(9)

در خانة خود يافتم از شاه نشانی
انگشتری لعل و کمر خاصّة کانی
دوش آمده بودست و مرا خواب ببرده
آن شاه دلارام و آن محرم جانی

 

(11)

ای عاشقان ای عاشقان ملاّی رومی می رسد
ای صادقان ای صادقان ملاّی رومی می رسد

 

KAYNAKLAR

 

v    Dîvân-i Kâmil-i Şems-i Tebrîzî, Mevlânâ Celâleddîn Muhammed b. şeyh Bahâuddîn Muhammed b. Huseyn-i Belhî meşhûr be Movlevî, mukaddime vu şerh-i hâl-i ustâd Bedî’u’z-zemân-i Furûzânfer, hevâşî vu ta’lîkât-i M. Dervîş, tanzîm-i fihristhâ : Hasen-i Amîd, çâp-i heftum, Tahran 1366, I-II;

v    Kulliyât bk. Dîvân-i kâmil-i Şems-i Tebrîzî.

v    Rubâiyât, Evhaduddîn-i Kirmânî, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Farsça Yazmalar, F. 701; Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, 2910/2; ayrıca bakınız: Doç. Dr. Mehmet Kanar, Evhadu’d-in-i Kirmânî’nin Rubaileri [metin-İnceleme-Tercüme], İstanbul, 1995 [Profesörlük takdim çalışması.]

v    Celâleddîn Movlevî Muhammed b. Muhammed b. el-Huseyn el-Belhî summe’r-Rûmî, Dovre-i kâmil-i Mesnevî-i Ma’nevî, be sa’y u ihtimâm-i Raynold Nicholson, ez rûy-i nusha-yi tab’-i 1925-1933 der Leiden, Tahran 1350

v    Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Anlamı (Meâl ve Sözlük), hazırlayan: Ali Bulaç, Birim Yayınları, İstanbul, 1993

 

[i]Rubâiyât, Evhaduddîn-i Kirmânî, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Farsça Yazmalar F.701, 1.bâb, s.1b; Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, 2910/2, bâb 1/1, s.11b, bâb 2/5, s.27b.

[ii] Mesnevî-yi ma’nevî’nin ilk üç beyti.

[iii] Kulliyât, I/258.

[iv] Kulliyât, III/82.

[v] Bu rubai aynı zamanda aşağıdaki 10 numaralı arapça rubainin manzum çevirisidir.

[vi] Kulliyât, I/256-257.

[vii] Rubâiyât, Evhaduddîn-i Kirmânî, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Farsça Yazmalar F.701, 1. bâb, s.1b; Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, 2910/2. bâb 1/1, s.11b, bâb 2/5, s.27b.

[viii] Kulliyât, III/74.

[ix] hel etâ: Kur’ân, LXXVI/1 : “Gerçek şu ki, insanın üzerinden daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.”

[x] Kulliyât, II/412-413.

[xi] Kulliyât, I/227-228.

[xii] Şimdiye kadar bestecisi bilinen en eski Mevlevî âyîn-i şerîfi.

[xiii] Kulliyât, I/255.

[xiv] Kulliyât, I/407.

[xv] Kulliyât, I/112.

[xvi] Kulliyât, I/354.

[xvii] Kulliyât, I/168.

[xviii] Kulliyât, I/137.

[xix] Kulliyât, II/359.

[xx] Kulliyât, I/202.

[xxi] İnnâ fetahnâ, Kur’ân, XLVIII/1: “Şüphesiz Biz sana açık bir fetih verdik.”

[xxii] Kulliyât, I/354, gazel no: 1318.

[xxiii] Kulliyât, I/431-432, gazel no: 1071.

[xxiv] Kulliyât, II/12, gazel no: 21.

[xxv] Kulliyât, II/526, gazel no: 1268.