Eyle bizi İlâhî ehl-i savm-ı marifet

A+
A-

Eyle bizi İlâhî ehl-i savm-ı marifet

Sözlerimize bizi ramazana kavuşturan Allah’a şükürler olsun, diyerek başladıktan sonra Lütfi Filiz Efendi’nin Ramazan-ı şerifi ve orucu anlatan bir şiirini paylaşacağım. Şiiri paylaşmadan önce de Lütfi Filiz’i kısaca tanıtayım.

Lütfi Filiz kimdir?

1911’de Tire’de dünyaya gelen Lütfi Filiz, Kur’an okumasını babasından öğrenir ve beş yaşında Kur’an’ı hatmeder. İlk mektebe başladığında okuma yazma bildiği için ikinci sınıftan başlar ve altı yıllık okulu beş yılda tamamlar. Bir yıl da medreseye devam eden Lütfi Filiz, medreselerin kapatılmasıyla baba mesleği saatçiliğe başlar ve geçimini saatçilikle temin eder. İyi bir saatçi olmak isteyen Lütfi Filiz, İzmir’de iyi bir ustanın yanında üç yıl kaldıktan sonra Tire’ye döner ve bir saatçi dükkanı açar.

Henüz küçük bir çocuk iken annesinden ilahiler dinleyerek büyüyen Lütfi Filiz, müziğe karşı olan ilgisinden dolayı birçok enstrüman çalmayı öğrenir. 34 yaşında Osman Dede ile tanıştıktan sonra da ney üflemeye başlar. Binbir gün çilesini Kahire Mevlevihanesi’nde tamamlayan Osman Dede’den melâmî usulünce sülukunu tamamlar. Ömrünün son beş yılını Tire’de geçiren Osman Dede, Lütfi Filiz’i yetiştirir. 1949 senesinde mürşidini kaybeden Lütfi Filiz bu sefer İzmir’de Şapkacı Aziz Efendi’ye gider ve,

Ben kitâb-ı kâinatı hatmetmiş sanırdım sevgilim
Kadd-i mevzûnun görüp tekrar eliften başladım

Diyerek intisap eder. Bu bağlılık Lütfi Filiz’in gönlündekilerin şiir ve ilahi olarak taşmasına vesile olur. Açıklamaya çalışacağımız ilahi de bu dönemlerde söylenmiştir.

1979 yılında 56 yıl sürdürdüğü saatçiliği bırakır ve efendisi Aziz Efendi’ye 8 Mart 1981’de vefat edene kadar hizmet eder. Ardından da onun görevlendirmesi ile kendisini sevenleri irşat etmeye başladı. 14.12.2007’de sevdiklerine kavuşan Lütfi Filiz’in sohbetleri, şiirleri ve biyografisi kitap olarak yayınlandı.

Farz oldu savm-ı ramazan

Son devrin büyük mutasavvıflarından Lütfi Filiz, efendisi Aziz Efendi’ye aşkla bağlandığı yıllarda söylediği ilahilerden biri de şudur:

Hak buyurdu kullara farz oldu savm-ı ramazan
Kurtulup zulmet ilinden nûra gark olsun heman

Nefsini imsak eden sâim eder iftar-ı Hak
Öyle bir iftar-ı Hak ki, vuslat-ı kevneyn o an

Dîdesi şahit olunca Hakk’a şeksiz sâimin
İtikâftan kurtulup bayram eder Hak’la heman

Vâlih ü hayran ü mesttir rüyet-i didâr ile
İçtiği kevser şarabı, meskeni dârü’l-cinan

Eyleyip mahbûb habibiyle muhabbet sermedî
Çün memât yok oldu anda, hep hayat-ı cavidân

Âşık ü maşûk bir oldu çün o yerde şüphesiz
Öyle âli bir makam ki ne mekân var ne zaman

Eyle FÂNÎ’yi İlâhî ehl-i savm-ı marifet
Hürmetine ol habibin, çünki ol dârü’l-eman (16. 2. 1963)

Şiirin yazıldığı sene ramazan 27 Ocak- 25 Şubat arasında olduğuna göre ramazanın 21’inde yazılan şiiri nesre aktaralım.

Allah Taala ramazan orucunu kullarına farz olduğunu buyurdu. Kulları da hemen oruç tutarak zulmet şehrinden kurtulup aydınlık şehrine geçerek kurtulsunlar.

Nefsine hakim olup boş şeylerden elini çeken oruçlu iftarı Hakk’ın sofrasında eder. O öyle bir iftar sofrasıdır ki o an iki alemde sevgilisine kavuşmuş gibi olur.

Oruçlunun gözleri Hakk’a kesin bir şekilde şahit olduğunda itikâftan kurtulup Hak ile bayram eder.

Sevgilinin didarını görünce hayretler içinde hayran kalıp mest olur. O zaman içtiği kevser şarabı, meskeni de cennet yurdu olur.

Sevilen sevdiği ile sonsuz muhabbet eder. Çünkü o anda ölüm yok olur ve sonsuz hayat bahşedilir.

Âşık ve maşûk şüphesiz o iftar sofrasında bir oldu. O öyle bir yüksek makam ki ne bir mekanı ve ne de zamanı var.

Ey Allah’ım, bulunduğu yer emin olan olan sevdiğin kulun Hz. Peygamber aşkına Fânî’yi de marifet orucu ehli eyle.

Marifet orucu

Fânî mahlasıyla şiirler yazan Lütfi Filiz ilahisine ramazan orucunun farz olduğunu hatırlatarak başlar. Orucun farz olduğu Bakara suresinin 83. ayetinde geçer:

“Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç farz kılındı.”

Arifler orucun farz kılınmasında birçok hikmet olduğunu düşünür. Bu hikmetlerin başında kulun kötü ahlakını düzeltmesine vesile olması gelir. Bir diğer hikmet kulun kendine çeki düzen vermesidir. Bunların yanında aç kalarak vücudu dinlendirmek, açların halinden anlamak ve onları hatırlamak gibi maddi ve sosyal faydalarına da dikkat çekenler vardır.

Bir hadis-i şerifte “Ramazan ayı girince şeytanlar zincire vurulur.” buyurulur. Şeytanın zincire vurulması oruç tutmakla aç kalındığı için bedenin arzuları ve şehevî duyguları azalmasıdır, şeklinde de yorumlanır. Çünkü yemek yiyen beden fazla kalori aldığında harcayabilmek için azgınlaşabilir. Oruç bu enerjiyi azaltır ve hayvanî arzularını frenler. Böylece şeytan olan nefis bağlanmış olur. Oruçla maddi ve manevi sağlıklarını korumuş olacaklardır.

Marifet orucundan maksat zincirlenen şeytanımızı Müslüman etmeye çalışmaktır. Ramazan’da şeytanların zincirlenmesi, Allah’ın hoşuna gitmeyen şeyleri yapmaktan vazgeçmektir. Dolayısıyla oruç aynı zamanda kulun kendisini düzeltmesidir. Aklın yol göstermesi ve Allah aşkı ile yapıldığında kötü düşünceleri kovup boş ve zararlı işlerden kendini koruyabilecektir. Bu hali ramazandan da sonra devam ettirmeyi başarırsa şeytanını da Müslüman etmiş, yani artık kendisini yoldan çıkaramayacak duruma getirmiş demektir.

Kişi oruç tutarken aç kalmasına rağmen oruç tutmayı aç kalmak olarak tarif edemeyiz. Diğer dinlerde de olan orucun bu şekli üzerimize farz olan oruçtur. Ancak marifet orucunu tutmak herkese farz değildir, ancak dervişlik iddiasında bulunanlar için farz mesabesindedir. Kulu zulmetten nura, gafletten uyanıklığa, cehaletten irfana eriştiren marifet orucunu anlamak için farz olan orucu da tutmak gerekir. Tek kanatla uçulamayacağı gibi tek oruçla da kemale erilmez.

Vuslat-ı kevneyn ile kastedilen şu hadis-i şeriftir:

“Oruçlu için iki sevinç ânı vardır: Biri, orucu açtığı anki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu anki sevincidir.” (Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163)

Marifet orucunu tutanlar rablerine kavuşmuş gibi sevinirler. Bu sevinci iftarda yaşamaya başlarlar.

Lütfi Filiz ilahisine ariflerin orucunu yani marifet orucunu izah ederek devam eder. Ariflerin orucu nefsin esiri olmaktan kurtulup Allah’ı anmaktan uzaklaştıran her şeyden elini eteğini çekmektir. Nefsinden kurtulan da Hakk’a erişir. Vuslata eren oruçlu girdiği itikâftan çıkar ve bayrama erer. Bayram Hakk’a kavuşmaktır. Hakk’a kavuşan ise kendinden geçer ve cennetteymiş gibi yaşar. O öyle bir andır ki ne ölüm vardır ne de yok olma. Böyle tutulan oruca da marifet orucu adı verilir.

Ramazan fena, bayram bekâ makamıdır

İrfan sahipleri için ramazan her sene tekrarlan bir süluk hikayesidir. Ramazanda marifet orucu tutan kul fena makamlarını geçip bekâ makamlarına yani bayrama erişir. Böylece kendisini Allah’a yaklaştıran hakikat orucunu tutmuş olur.

Allah’ın ilk yarattığı şey nurdur. Öncesinde karanlık vardı. Nur ile karanlık aydınlandı. Hz. Peygamber gelmeden önce de cahiliye karanlığı vardı. O bizi iman nuru ile aydınlığa çıkardı. Annamizin karnında da karanlıkta idik. Bu dünyaya gelerek zahirî aydınlığa kavuştuk. Kendini bilmeyen karanlıkta kalmıştır. Kendini bilen ise nura kavuşmuştur. Bu dünyanın aydınlığı zahirî bir aydınlık olup gerçek nura kavuşmak marifet ile olur. Tuttuğumuz oruç eğer bizi karanlıktan aydınlığa çıkartıyorsa o marifet orucudur.

Marifet orucu tutanların içtiği kevser şarabı muhabbettir, mürşit sohbetidir. Hiçbir şey yokken mana şarabı vardı. Allah kalemi yarattı, mana söze geldi, kelâm oldu. Yazılanlar vücut buldu, kelâm varlığa büründü ve insan oldu. İnsan asma ağacıdır. Asmadan üzüm çıktığı gibi insandan da sohbet sadır oldu. Üzüm şaraban tahurâ oldu yani mana oldu. Dolayısıyla şarap aslına dönmüş oldu. Şaraban tahûra kainat yaratılmadan önce Hakk’ın kelamı idi. Madde âleminde ise mürşit sohbeti oldu. Bu sohbete ermek mürşidin huzurunda olmak demek. Huzura erenler bu sohbetle ve muhabbetle kendilerinden geçip mest ü hayran olurlar.

Oruç; ot, saman veya arpa verilmeyen hayvanın aç kalması gibi aç oturmak değildir. Oruç masivadan uzaklaşmak demektir. Masivadan uzaklaşmak ise onu unutmakla ve meşgul olmamakla mümkün olur. Masivadan sıyrılan benliğinden de sıyrılır. Benliğinden sıyrılan ise Allah’ta yaşamaya başlar. Bunun sonu da bayramdır, mutluluktur, sonsuz saadettir, ölümsüzlüktür.

Lütfi Filiz bize ramazanın fena makamı olduğunu hatırlatır. Ilk on gün ef’âl, ikinci on gün sıfat ve son on gün de zât mertebesidir. Bu üç mertebeyi geçen yani farkında olarak oruç tutan bekâ makamlarına geçer, yani bayrama erişir. Yemek-içmek fenâ mülkü olan dünyaya ait olup bekâ yurdunda yasak yoktur. Dolayısıyla bayramda oruç tutulmaz, bekâ yurdundaymış gibi yenilir, içilir.

Gerçek oruç güneşin doğuşundan batışına, yani doğumdan ölüme kadar kötü ahlaktan ve kötülüklerden sakınarak Allah’a kavuşup onunla yaşamaktır. Bu marifet orucudur ve bu orucu ancak havassu’l-havastan olanlar tutabilir.

Marifet orucunu ancak bir mürşidin önünde diz çökenler, ona bağlananlar tutabilir ve bu oruç başkalarına öğretilmez. Yanlış anlaşılma veya anlaşılmama endişesiyle gayrılara açıklanmaz, anlatılmaz.

O halde biz de yazımızı Fânî’nin duasıyla bitirelim:

Eyle FÂNÎ’yi İlâhî ehl-i savm-ı marifet
Hürmetine ol habibin, çünki ol dârü’l-eman

Ey Allah’ım, bulunduğu yer emin olan olan sevdiğin kulun Hz. Peygamber aşkına Fânî’yi de marifet orucu ehli eyle.

Amin.

İsmail Güleç

https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2025/03/01/eyle-bizi-ilahi-ehl-i-savm-i-marifet