EVLİLİK VE AİLE
Evlilikte karı-koca birbirine aşırı düşkünlüklerinden ziyade Allah’ın rızasına matuf kulluk vazifelerini yerine getirmede hassasiyet kesbederlerse o zaman hem mutluluk hem de huzuru yakalarlar. Esas olan kaşın gözün değil, esas olan bizi yaratana duyulan muhabbettir ve ubudiyyettir.
Halil Cibran, iki tâne sütunun bir mabet kurduğunu fakat bu sütunların birbirine yapışmaması gerektiğini, çünkü sütunlar yapışınca mabedin çöktüğünü söylüyor.
Kur’ân-ı Kerîm’de ‘zevç’ ve ‘zevce’ olarak geçen ‘karı-koca’ aslında ‘ayakkabının iki teki’ demek olup, ayakkabının iki teki sâdece yolda yürümek için giyildiğinden, hakîkî karı-kocalığın Allah’a gitmek için el ele vermek olduğunu bize öğretiyor Kur’ân-ı Kerîm.
Böyle bir bakış açısından; hiçbir şeye aşırı düşkün olmamak, asıl yolun ‘Allah’a gitmek’ olduğunu idrak etmek lâzım. Hocam Kenan er-Rifâî bir gün Mısır’dan bahsetmişler ve yanındaki öğrencisi: “Sizin Mısır’a gittiğinizi hiç bilmiyorduk” deyince, “Kâbe’ye gidiyordum. Yollardan niye bahsedeyim?” buyurmuşlardır.
Demek ki bizim hayatımızda her kişi bir duraktır ve bu duraklara takılıp kalmak bizi Kâbe hakîkatinden uzak tutar. Böyle bir bakış açısından; sâdece eşimizin değil, birlikte yaşadığımız hiç kimsenin meşrebine takılmadan anayolun ‘Allah’ olduğunu bilmekten daha güzel bir ilişki olamaz. Buna binaen mutluluk yakalanamaz ve huzur da olamaz.
Evlilik kararı almadan önce çiftler genellikle birbirlerinin eksik hatalı yanlarını görmezler. Ancak evlendikten bir süre sonra gerçekler ortaya çıkınca çatışmalar başlayabilir. Çiftler bâzı sıkıntıları yaşamaları gerekiyorsa, Allah’ın takdir ettiği eş ona bu sıkıntıları yaşatacaktır. Sâdece ‘eş’ değil, her kim ile birlikte olursa oradan tekâmül edecek. Çünkü Allah karşımıza verdiği kişilerle bizi tekâmül ettirir. Eğer bu gerçeği bilirsen, evliliğin de Allah’a ulaşmak için bir törpülenme yolu olduğunu idrak edersin.
Tabii burada sevginin çok büyük önemi var, çünkü insan aşırı düşkün olmadan, tapmadan severse, o zaman onunla tekâmül edeceğini bilir ve beklentilerini azaltır. Yâni bu evlilikte veya birlikte yaşadığın kişilerde beklentileri azaltmak gerekir; çoğaldığı sürece, sıkıntı ve belâ kişiden eksik olmaz. Gerçek cennet, Allah’ görmek, Allah’ı idrak etmek ve bütün bu yolda herkesin birer yardımcı olduğunu bilmek demektir.
Son zamanlarda ne yazık ki değerlerimizi yitiriyoruz. Batı’dan aldığımız eğitim sistemi, bizi egoist, benlikçi ve ‘bu, bana yapılır mıydı?’ sorusunu sorduran bir canavar hâline dönüşürdü. Dolayısıyla da kimseye tahammülümüz kalmadı ve ‘ben rahat edeyim’ dediğimiz bir dünyâ kurmaya çalıştık. Allah, bunun olmayacağını bizim etrâfımıza verdiği her şeyle öğretmeye çalışsa da, biz bir türlü bu konuda törpülenmiyoruz ve çok ilginç bir şekilde ‘bu eşi atarsak, daha iyisi gelecek’ gibi saçma sapan bir fikre kapılıyoruz. Hâlbuki takdir-i ilâhî ne ise adam olana kadar o değişmiyor, bütün gelenler gidenleri aratır; bu böyledir.
Ancak insan, tekâmülünden sonra ve kocayı veya çocuğunu hayâtının merkezine koymadığı zaman, hakîkaten evli olmanın zevkini yaşayabilir. Yâni insan aynı inançlara sâhip ise, o zaman evlilik bir zevk hâline gelir. Zâten Allah da “Güzel ve zengin olanı değil, îmanlı olan eşi seçin” buyurmuşlar. Çünkü güzellikler, zenginlikler geçicidir; îman dâimî ve kalıcıdır. Bendeki îman eşimde de varsa, ona olan sevgi, hürmet, saygı gittikçe artar; o zaman ondaki yanlışlıkları ve çirkinlikleri görmemeye başlarız.
Müslüman Türk kızı nasıl yetişmelidir? Bu sorunun cevabı çok basit. Bir kere hayâ, edep gibi dîni ve ahlâkî kavramların çocukken bize öğretilmesi, sıkıntılara tahammül edebilmeyi becerebilmek lâzımdır. Ben bir hâtıramı hatırlıyorum; yedi yaşındaydım, annem bir sohbet yapıyordu ben de orada oynuyordum. Bahçedeydik, düştüm ve bacağım kanamaya başladı. Ben de biraz korkuyla anneme yanaştım ve hüngür hüngür ağlayarak, “Düştüm, canım acıyor” dedim. Annem sohbetin kesilmesinden üzüntü duydu, ama aynı zamanda da benim terbiyemin çok önemli olduğunu düşündüğü için, son derece sert bir çıkış yaparak bana hayâtın acılarına tahammül edebilmeyi öğrenmemi söyledi. Onun için, her düşüşte ağlamamayı, kuvvetli olabilmeyi bana annem öğretti. Doğal olarak; evlatlarımızı kuvvetli ve olayların karşısında yıkılmayacak şekilde îmanla yetiştirmemiz şart. Allah’a îmânı olan kişi, yapanın-yaptıranın Allah olduğunu bildiği için, kişilere ve hâdiselere takmıyor, ‘bundan ne ders alabilirim?’ diye düşünüyor. Ahlaklı olmak, ahlaklı yaşamanın yanında, iyiliği bir zikir haline getirerek şükretmek evlilikte olduğu gibi bizi her türlü insan ilişkilerinde Allah’ın rızasını kazanmayı öğretiyor. Allah cümlemize Ahlâk-ı Muhammedî’yi hâl edinmeyi nasîp etsin vesselam.