EVLÂD-I FÂTİHANDAN ALÂADDİN HALVETÎ

A+
A-

“Celâl Bayar Üniversitesi Manisa Yöresi Türk Tarih ve Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi”, 10-11 Mayıs 2012 tarihlerinde, III. Uluslararası Balkanlarda Türk Varlığı Sempozyumu’nu düzenledi. Yurt içinden ve çoğu Balkan ülkelerinden olmak üzere yurt dışından 75 bildiri sunuldu. Böylece Evlâd-ı Fâtihan’la aramızdaki tarihî, kültürel ve tasavvufî bağlar bir kere daha dile getirilmiş oldu. Bendeniz de bir tebliğle katıldım. Bir özetini aşağıdadır”

EVLÂD-I FÂTİHANDAN

ALÂADDİN HALVETÎ (YAYINTAŞ)

Sâmiha Ayverdi Hanımefendi’nin “Âbide Şahsiyetler” adlı kitabında şöyle bir hâtıraya yer verilir:

“Sene 1947. Alâeddin Yayıntaş isminde Köprülü’lü inanmış bir Türk, Yugoslav ordusunda bir alayda askerliğini yapmaktadır. Memleket henüz komünizm rejimiyle idâre edilmektedir, bu yüzden hürriyet ve huzurdan mahrumdur. Bu katı rejimde, her rütbedeki birlik komutanının yanında, aynı rütbede bir de politik komiser vazîfe görür. Biri erlerin tâlimiyle uğraşır, öteki de artan zamanlarda askere Komünizm eğitimi verir. Günlerden bir gün, bu politik komiser genç Alâeddin’i çağırır, der ki: Bundan sonra Müslüman Hıristiyan ayırımı olmaksızın bütün askerlerin yemekleri aynı kazanda pişecek ve Müslümanlar da Hıristiyanlar gibi domuz eti yiyeceklerdir… Zâten çeşitli mahrûmiyetler içinde yaşanmaktadır. Bu genç çok üzülür; o güne kadar titizlikle riâyet ettiği dînî bir prensibin zedelenme tehlikesi doğmuştur. Askerî birlikte, tek Türk olarak kendisi, yirmi altı tane de Boşnak Müslüman vardır. Ertesi gün Salko diye çağrılan Sâlih ismindeki Boşnak’la genç Alâeddin hâric, diğer 25 Müslüman, verilen domuz etini yerler.

Salko, birliğin marangozhânesinde görevlidir. Bu hâdisenin üstünden haftalar aylar geçer, yarı aç yarı tok, buldukları ile idâre olmaya çalışan iki gençten Alaeddin’in, bir gün Salko’nun çalıştığı atölyeye gitmesi gerekir. Pencerenin altına geldiği zaman marangoz Salko bir ilâhi okumaktadır: “Seni ben severim candan içerû”. Sesi yanık ve tesirlidir. Bunu duyan genç büyülenmiş gibi olduğu yerde kalır, bir taşın üstüne oturarak sonuna kadar dinler. İşin garibi Salko Türkçe de bilmez. Ama gönül bilgisi yanında dil bilgisi bir şey midir? Bu, kulaktan kapılmış Yunus Emre ilâhîsini gerçekten Salko’ nun dili değil gönlü söylemektedir. O bitirince bu defa Alâeddin başka bir ilâhiye başlayarak içeri girer. Aynı inanışa sâhip kişiler olarak kucaklaşıp ağlamaya başlarlar. Salko derki: “Ben ham sofu değilim, dervişim. Dînime özümden bağlıyım. Müslümanlığım onlarınki gibi küçük sıkıştırmalarla sakatlanmaz!” Genç arkadaşının da cevâbı aynı olur.

O da, üç yüz küsur sene evvel Konya’dan Köprülü’ye göçüp yerleşmiş bir derviş sülâlesinden olduğunu söyler. Yâni ikisi de inandıklarına tam inanmışlardır, elbette prensiplerini ucuza pahalıya satmazlar. Kimseden korkuları yoktur. Çünkü kimseden bir talepleri, menfaat ve ümit beklemeleri söz konusu değildir.”

*

Kimdi acaba Alâaddin Yayıntaş? Daha sonra ben İzmir’de görev yapmaya başladım. Değerli dost merhum Prof. Ali Haydar Bayat vâsıtasıyla Alâaddin Baba’yı tanıdım. Bir veya iki defa Girne caddesindeki dergâh-evine gittim. Kendisi bir vesile ile İlâhiyat Fakültesi’ne geldi, orada da görüştük. Emr-i Hak vâki olunca cenâzesine katıldım, defin merâsiminde bulundum. Daha sonra mânevî evlâtlarından Ferruh Çimdiker’le tanıştım, dostluğumuz yıllardır devam ediyor. Onun vâsıtasıyla mahdumu ve halîfesi Hasan Yayıntaş’la birkaç defa görüşmüş oldum.

*

Türklerin Balkanlara adım atmasıyla birlikte, aynen Anadolu’nun fethinde olduğu gibi, çeşitli tasavvuf zümreleri de vazîfe gördü. Bunların işi daha çok gönüllerin fethi idi.

Balkanlarda ve Makedonya’da da en yaygın tarîkatlerden biri Halvetîlik’tir. Koşarka’lı Şeyh Mustafa Baba’dan icazetli Şeyh Mehmet (v. 1754), 17. asrın sonlarında 1695’te Köprülü (Veles)’de bir Halvetî tekkesi açtı. Şeyh Mehmet, ilmi ve davranışlarıyla etkili oldu, mensupları çoğaldı, Köprülü’nün köylerinde de zâviyeler kurdu.

Alâaddin Yayıntaş, Derbend dergâhı da denen bu tekkede 7 ocak 1921’de doğdu. Yedi yaşında ilkokula başladı, ortaokul ve liseyi bitirdi. Babası Şeyh Ahmed, mânevî eğitimine önem verdi. Gittiği yerlere genç Alâaddin’i de götürürdü. Dergâhın ileri gelenleri, onun tekke terbiyesi ve irfânıyla yoğrulmasına dikkat ettiler.

O yıllarda Balkanlar, özellikle Makedonya siyâsî bakımdan çok karışık ve zor günler yaşamaktadır. Bulgarların, Yunanlıların, ve Makedonların nüfuz ve paylaşım kavgasının tam ortasındadır.

Genç Alâaddin 1943’te asker olur. Memleket Tito yönetiminde ve katı bir Komünizm rejimi uygulanmaktadır. Sâmiha Ayverdi’den naklettiğimiz askerlik hâtırası işte bu döneme ait olmalıdır.

Babası Şeyh Ahmed, dedesi Şeyh İsmail’den zengin ve etkili bir dergâh devralmıştı. Burası 11208’de pâdişah Sultan Reşat tarafından bir beratnâme ile Cuma ve bayram namazları kılınmasına izin verilen bir mekân haline geldi. Böylece saygınlığı arttı. Üsküp ve Köprülü bölgelerinde îtibarlı ve hürmet duyulan bir Halvetî dergâhı durumundaydı. Hristiyan aileler bile zor zamanlarda kıymetli eşyalarını ve çocuklarını bu dergâha gönül rahatlığıyla emanet olarak bırakırlardı. Balkan bozgunu sırasında Osmanlı askeri geri çekilirken küçük bir müfreze bu dergâhta birkaç gün misafir olarak kalmıştır.

Babası 1950’de vefat edince Alâaddin 29 yaşında posta geçti. Köprülü Halvetî dergâhının 8. şeyhi olarak irşad görevine başladı.

Evlâd-ı Fâtihan asırlar önce Anadolu’dan Balkanlara gitmişti. Târih tersine döndü; 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı (93 harbi) sonrası, Makedonya hâriç elimizden çıkmıştı. İmkân bulan Türkler ve Müslümanlar Osmanlı Türkiyesine göçtüler. Bu uzun göç yıllarında tarifsiz acılar ve felâketler yaşandı.

Tito yönetimi sırasında zamanla sıkıntılar artmış olmalı ki, genç şeyh Alâaddin Türkiye’ye gitmeyi düşünmeye başladı. 1953 yılında turist pasaportu ile Türkiye’ye geldi, çeşitli şehirleri gezdi.

Kendisi boylu poslu, müheykel, müşekkel, etkileyici ve karizmatik bir görünüme sahipti. Liderlik vasfı güçlü, becerikli ve müteşebbis biriydi. TBMM’ne gitti, zamanın Başbakanı Adnan Menderes ile görüştü.

Niyeti âilesi ve müridânı ile birlikte Türkiye’ye göç etmekti. Üç ay boyunca, hangi bölgelere yerleşirlerse uyum sağlayabilecekleri konusunda gözlemlerde bulundu. Memleketine döner dönmez bir program yaptı. 1954’ten îtibaren aralıklarla peyderpey göç ettiler ve şeyhin tavsıye ettiği bölgelere yerleştiler, iş güç sahibi olup çalışmaya başladılar. Bu yolla göçenlerin sayısı çoluk çocuklarıyla birlikte 18 bini kişi tahmin ediliyor. Bunlar arasında müridlik bağı olmayan hemşehrileri de vardır.

En sona Alâaddin Baba kalmıştır. Baskılar da artmış, pasaport almak hayli zorlaşmıştı. Allah’ın bir lutfu olarak bir oldu bittiyle ve kolaylıkla pasaport alır almaz hemen ertesi gün uçakla Türkiye’ye hareket etti, yıl 1957.

Şeyh efendi Manisa’nın Turgutlu ilçesine yerleşti ve dergâhını burada açtı. Ziraati biliyor ve seviyordu, maîşetini bu yolla temin etti. Modern ziraat usullerini uyguladı. Üzüm yetiştirmede verimi arttırdı. Güzel meyve bahçeleri meydana getirdi. Turgutlu çiftçileri kendisini örnek alarak, onun uygulamalarından istifâde ettiler. Meyve üretiminde kalite ve miktar artışı sağlandı.

Alâaddin Yayıntaş’ın kimseye yük olmadan maddî hayatını devam ettirdiği görülür. O, başka bir çok sahici benzerleri gibi, “alan el değil veren el” olmaya özen gösterdi. Gördüğüm kadarıyla, müntesipleri de iş güç ve meslek sâhibi kimselerdir.

Alâaddin Baba 1972’de İzmir Karşıyaka’ya yerleşti. Evinin birinci katındaki geniş salon bir nevi dergâh olarak kullanılırdı. Üç oğlu bir kızı oldu. Bunlardan Hüseyin Avni 23 yaşında bir delikanlı iken trafik kazasında vefat etti. Baba bu acıya şikâyetsiz katlandı. Büyük insanların imtihanları da zor olur.

Alâaddin Baba 75 yıllık hareketli, verimli, feyizli bir ömürden sonra, 1 şubat 1996’da Hakk’ın rahmetine kavuştu ve İzmir Çiğli Mezarlığına defnedildi. Kabir taşının ön yüzünde şunlar yazılıdır:

“Evlâd-ı Fâtihandan ve Rumeli Alperenlerinden Derbent Halvetî dergâhı postnişîni Âdemü’l-fukarâ, bende-i Âl-i Abâ el-fakîr el aliyyü’l-Halvetî Ali Alâddin Yayıntaş (1921-1996), Türklük ve İslâmiyet için yaşadı. El-Fâtiha.”

Yerine ilk oğlu 1959 doğumlu Hasan Şükrü Yayıntaş geçti, o sırada 37 yaşında idi.

KİŞİLİĞİ VE BAZI HİZMETLERİ

Alâadin Yayıntaş tasavvuf geleneği içinde yetişti. Rumeli Türkünün ihtişamlı devirlerinden kalma bir asâleti, heybeti ve cömertliği vardı. Bütün bunlar onun şeyhliği ve tasavvufî karizmasıyla birleşince, müstesnâ bir kâmil insan tipi ortaya çıkar. Bilebildiğim kadarıyla başlıca hizmet ve faaliyetleri:

1)Tahsil çağındaki gençlerin, üniversite talebelerinin elinden tutardı. Tam bir insan sarrafıydı. Gerek muhibbânının gerekse başkalarının olsun, yetenekli gördüğü gençleri tahsile teşvik etti; sırasında maddî destek verdi, onların sonuna kadar yükselmelerine ön ayak oldu.

1992 sonrasında Türk cumhuriyetlerinden ülkemize çok sayıda öğrenci gelmişti. Alâaddin Baba imkânı nisbetinde onlarla ilgilendi, onlara maddî-mânevî destek sağladı

Çevresinde maddî sıkıntısı olanlara kol kanat gerdi, bunların bilinmesini istemezdi.

Azerbaycan seyahatinde pek çok şahısla görüştü. Kendisi ziraati bildiğinden, bu alandaki kimselerle de fikir teâtisinde bulundu. Dönüşte Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinden zeytincilikle ilgili bir yığın kitap ve broşür temin ederek Azerbaycan’a gönderdi.

O, halka hizmeti Hakk’a hizmet bilenlerdendi. Azerbaycan’ın zor günlerinde oraya bir kamyon dolusu gıda maddesi sevketti. Azerbaycan’ın muhtelif şehirlerinden Türkiye’ye gelmek isteyenlere davetiyeler gönderdi, onların masraflarını gidermede katkıda bulundu.

2) Halvetî kültürüne dair bazı kitapları yayımlattı. Alâaddin Baba’nın belki derin bir tahsili yoktu, ama o, muhteşem bir irfâna ve müthiş bir firâsete sahipti. Kimden ne kadar istifade sağlanacağını bilir ve sonuç almaya çalışırdı.

Tarîkatinin pîr-i sânîsi olan Yahyâ Şirvânî’nin (v. 1463) tertib ettiği Vird-i Settar adlı Halvetî evrâdını bastırdı. Ayrıca bir şerhini de sâdeleştirterek yayımlattı.

Halvetî halifelerinden Pir Muhammed Bahaeddin Erzincani (v. 1464)’nin Makamâtü’l-Arifîn adlı kitabının basımı sağladı.

Oğlu ve halîfesi Hasan Şükrü Yayıntaş da onun bir hayrül halefi olarak yayın faaliyetlerini devam ettirmektedir. Alâadin Baba’nın annesinden dedesi olan Sükûtî Murtazâ ile ilgili iki kitabın basımını sağladı. Birincisi Şeyh Sükûtî Murtazâ Baba, ikincisi bir yüksek lisans çalışması olan Murtazâ Sükûtî Divanı’dır. Ayrıca Halvetilikten Gönüllere Mesajlar ve Halvetilikten Gönüllere Makaleler ve Mânâlı Sözler adlı kitapları neşretti.

3) Seyahatleri:

Alâaddin Baba cevval ve hareketli bir kimseydi. Kültür ve irfan yolculuğu diyebileceğimiz birçok seyahat yaptı. Türkiye’nin hemem hemen her yerini, her şehrini gezip gördü. Özellikle, kıyıda köşede bile olsa, nerede bir türbe, yatır, târihî mekân varsa; araştırdı, buldu, ziyâret etti ve niyazda bulundu.

Türkiye içinde ve dışında ilim, fikir ve irfan sahiplerinin çoğuyla tanışırdı.

Alâadin Baba’nın gezileri sadece turistik amaçlı değildi, asıl gayesi mânevî zevkti, kültür ve irfandı, bu vasıflara sâhip insanları arayıp bulma, onlarla görüşmekti. Halvetî büyüklerinin, Ehl-i Beytin ve tâkipçilerinin, tasavvuf erbâbının türbeleri ve hâtıraları asıl onun ilgisini çeken yerlerdi.

Türkiye dışında gittiği yerler: Irak, Afganistan, Azerbaycan, Kazakistan’da Ahmed Yesevi, Kazan, Tuva, eski Yugaslavya, Arnavutluk, Avusturya, Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve Rusya. Bu seyahatlerin çoğu, şimdiye göre daha zor şartlarda ve zamanlarda oldu.

Alâaddin baba 1989 sonunda Pîr-i sânî Yahyâ Şirvânî’nin türbesini ziyâret için iki adamıyla birlikte Azerbaycan’a gitti.

Henüz Azerbaycan bağımsızlığına kavuşmamıştır ve doğrudan hava yolu seferleri de yoktur. Şirvanşahlar Sarayı diye anılan ve müze haline getirilmiş yere giderler. Orayı çok bakımsız ve karanlık bulurlar, üzülürler. Alâaddin Baba ilgililerle görüşür, türbenin onarımı için anlaşırlar, masrafları Alâaddin Baba gönderir.

O seyahat sırasında Alâaddin Baba Halk Cephesi lideri ve daha sonra cumhurbaşkanı olacak olan Ebülfez Elçibey’le de görüşür. Elçibey kendisini kapıda karşılar ve çok ilgi gösterir. Gece yarısına kadar sohbet ederler.

Azerbaycan’da kalış süreleri 15 gün daha uzatılır. Bu müddet dolmadan alelacele oradan ayrılırlar. Geri döner dönmez ocak ortalarında (19120’da) Bakü Ruslar tarafından bombalanır.

Sonuç: Alâaddin Yayıntaş, Balkanların mümtaz bir evlâdıdır. Tasavvuf ahlâkı ve Türklük şuuruna sâhipti. Makedonya’da başladığı irşad, kültür ve hizmet faaliyetini, 1957’den îtibaren 40 yıla yakın Türkiye’de devam ettirdi. Turgutlu’da modern ziraat usulleriyle çevresine örneklik etti. İstîdatlı gençlerin tahsîline, iyi yetişmelerine maddî-mânevî destek oldu. Halvetî kültürüne ait eserlerin yayımlanmasını sağladı. Türkiye içindeki ve dışındaki mânevîyat merkezlerini ziyâret etti. İlim, kültür ve irfan sâhipleriyle dostluklar kurdu. Azerbaycan’da Yahyâ Şirvânî hazretlerinin türbesinin onarılmasını sağladı.

Tabii ki asıl önemli yönü, onun mânevî misyonudur. Ahlâkî-mânevî olgunluk yolunda birçok cana rehberlik etti. Rûhu şad olsun.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR