EMİN IŞIK: ‘GERÇEK ŞEYH, ALLAH’A DAVET EDER’

A+
A-

Tasavvuf ve özellikle Mesnevi konusunda uzman olan kıymetli ilim adamı, hafız, hatip, mütefekkir ve yazar Dr. Emin Işık Hocamız ile tasavvuf ve tarikatlar üzerine konuştuk. Özellikle bu mülakatımızın tasavvufi bir arayış içerisinde olan kardeşlerimiz için ufuk açıcı olacağına inanıyoruz. Tüm Gülistan okurlarının istifadesine sunuyoruz.

Dinin şeriat, tarikat ve hakikat boyutları olduğu söyleniyor. Bu kavramları biraz açar mısınız?

Şeriat ana caddedir. Tarikat ise o yolda trafik kurallarına uyarak, düzgün bir şekilde gitmek ve azimle, gayretle yol almak demektir. Şeriatın dışında tasavvuf yoktur. Tasavvuf ehli dediğimiz insanlar, şeriata kılı kırk yararcasına riayet ederler. Dikkatle, titizlikle Kur’an’ın ve Sünnetin gösterdiği yolda giderler. Bu yolda istikamet üzere gidenler de en sonunda hakikate ulaşırlar.

Demek ki tarikat ve şeriat, bizi hakikate götüren basamaklardır. Şeriat umum bir yoldur, tasavvuf hususi bir yoldur. Bir kimse, Allah’ın emir ve yasaklarına iyice riayet ederse tasavvufta da ilerler. Bunu bir misalle anlatayım. Bir futbolcu milli takıma seçilmek istiyorsa evvela bulunduğu takımda göz dolduracak bir şey yapması lazım. Ortaya koyduğu oyunla, taraftarlarının gözüne girmesi lazım… Sonra onu milli takıma seçerler. Ama bir mahalle takımında oynayan ikinci, üçüncü sınıf bir oyuncuyu hiç kimse milli takıma almaz.

Mutasavvıflara göre, Hakkın rızasına vasıl olmak için insan neler yapmalıdır?

Allah bizi kendisine kul olarak yaratmıştır. İyi bir kul olmamız için dikkat etmemiz gereken hassasiyetleri de bize tasavvuf öğretiyor. Mutasavvıflara göre, Hakk’ın rızasına vasıl olmak ancak Hakk’ın emrini yapmak; sakındırdığından da sakınmakla mümkün olur. Allah’a giden yolda, Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket ettiğimiz zaman, Allah’a da yaklaşmış oluruz.

Bizim Allah’la olan ilişkimiz, bir mekân ve zaman ilişkisi değildir. Sevgi yoludur, muhabbet yoludur… Allah’ın sevgisi, O’nun sevdiği şeyleri yapmakla kazanılır. Allah’ın rızası, O’nun emrettiği şeyi yapmaktadır. Allah; sevmediği, beğenmediği bir şeyi emretmez. Demek ki Allah’ın sevdiği şeyler, Allah’ın emirleri içinde aranacaktır. Allah’ın emirlerini yapınca Allah’ın sevdiği kul olmuş oluruz. Allah sevince de ebedi kurtuluşa ermiş oluruz.

Miraçta, Peygamber Efendimiz, Allah’a giden yolu bize açmıştır. “Namaz müminin miracıdır” buyurmuştur. Demek ki Allah’ın rızasını kazanmak, Allah’a layık bir kul olabilmek için önce, bir defa namazı kendimize yol kabul edeceğiz.

Mutasavvıfların sürekli “aşk” kavramına vurgu yapmalarının sebebi nedir?

Tasavvufun özü zaten aşktır. Mutasavvıflar aşkı neden ön planda tutuyorlar? Çünkü aşk, ön planda olursa insanın yapacağı ibadetler, hizmetler ve dini görevler insana kolay gelir. İnsanın varoluş amacı, Allah’a ibadet etmektir.

Bir insan aşk ile ibadetini yaparsa o zaman, o ibadet kendisine bir zevk verir. Kulluğunu daha tatlı, daha güzel bir şekilde yaşamış olur. Ama eğer ibadetini bir zahmet gibi görürse onun altında ezilir. O ibadet, kendisine pek bir şey sağlamaz. Lezzetsiz bir yemeği, başkasının hatırı için yemek gibi olur. Namaz sana hala ağır bir yük gibi geliyorsa senin daha imanın, aşk mertebesine gelmemiştir. Eğer sende Allah aşkı olsaydı namaza heyecanla gitmen lazımdı. Heyecanla ve zevkle o namazı kılman lazımdı.

Demek ki insanda aşk olursa görünmeyen Allah’ı görür gibi ibadet eder. O kimse namaza üşene üşene kalkmaz. Bütün bunları, mutasavvıflar söylerler ama bu onların kendi buluşu değildir. Nisa Suresi 142. ayette; (Münafıkların halleri anlatılırken) “Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar” buyurulur. Yani, tasavvuf ehli ne söylerlerse Kur’an’dan ve Sünnet’ten alırlar.

Mürşid-i kâmil kimdir ve özellikleri nelerdir?

Tasavvuf, yaratılış gayemize bizi ulaştırmak için tahsis edilmiş bir yoldur. Mürşid-i kâmiller ise insanları bir takım kötü huylardan, kötü alışkanlıklardan yahut kötü ahlaktan kurtarmak isteyen ve onları Allah’a layık bir kul haline getirmeye çalışan öğretmenlerdir.

Cimrilik, laf taşımak, başkalarını birbirine düşürmek, fitne ve fesat çıkarmak, yalan söylemek, bütün bunlar, kötü huylardır. Cenab-ı Hak hepimizi bunlardan uzaklaştırsın. Din, zaten bunun için çabalıyor. Tarikat da dinin içindedir. İşte, mürşid-i kâmiller bu hastalıkları tedavi ediyorlar.

Mevlana diyor ki: “Biz küfre düşmanız, kâfire düşman değiliz.” Nasıl ki doktor hastaya düşman değil hastalığa düşmansa, hastalığı yok etmeye çalışıyorsa, mürşid-i kâmiller de mikrop kapmış bir hastayı hastalığından kurtarmaya çalışıyorlar. Mürşidin vazifesi budur. Peygamber Efendimizi biz kitaplardan okuyoruz ya da sohbetlerden dinliyoruz. Peygamber varisi olan Mürşid-i kâmiller ise Peygamberimizin güzel huylarını, canlı olarak bize gösteriyorlar, yaşatıyorlar, öğretiyorlar.

Demek ki Mürşid-i kâmil, ahlakça Peygambere benzeyen kişi demektir. Şeklen Peygambere benzemek kolaydır ama ona ahlakça benzemek o kadar kolay değildir. İnsan bir kötü huydan kurtulmak için bile senelerini veriyor. Mesela, bir cimrilikten insan ne kadar zor kurtuluyor. Benim tanıdığım ne kadar Mürşid-i kamil ve Allah ehli zat varsa hepsi son derece fedakar ve cömert insanlardır. Onları görmek, onlarla tanışmak bizim için büyük bir sermaye, büyük bir nimet…

Mürşid-i kamil irşad hususunda nasıl bir müfredat takip eder?

Her mürşid-i kâmilin kaynakları aynıdır ama irşat yöntemleri farklıdır. Hepsi kaynağını Kur’an ve Sünnet’ten alıyorlar ama irşat konusunda kendi formüllerini kuruyorlar. Şunun gibi; Biri aynı sütten peynir yapıyor, biri yoğurt yapıyor, biri çökelek yapıyor, öteki de muhallebi yapıyor. Ama hepsinin ana maddesi süttür.

Tarikatlar kişinin bir takım mizaçlarına göre, huylarına göre, farklı tedavi yöntemleri uygularlar. Mesela, çok cimriyse “Her Cuma günü, bir sadaka vereceksin” der. Yahut “Hacca gideceksin” diyor. Yahut “Şu kadar bir hayır var, ona çalışacaksın” diyor. Adam zengin ama paraya kıyamıyor, cimri. Onu o cimrilikten kurtarmak için evvela kendisine harcatıyor. “Hadi” diyor, “Sen kendine güzel bir elbise yaptır” ya da “Çoluğuna çocuğuna şunu al.” Ondan sonra başkalarına yardım ettirmeye çalışıyor ki o cimrilik halinden kurtulsun. Bu bir tedavi usulüdür.

Bir de tarikatların farklı irşat usulleri oluyor; bunlardan da bahseder misiniz?

Her tarikatın bir adabı ve eğitim metodu vardır. Mesela, Melamilerde iyi tarafını setredeceksin, bu çok önemlidir. Mevlevilik bir kültür hareketidir. Mevlevilikte biraz farsça bilmek, okumuş yazmış olmak lazım. Mesnevi’yi bileceksin. Oradaki bir takım işaretleri anlamadan Mevlevi olamazsın. Onun için kültür bakımından biraz üst seviyeli bir tarikattır.

Nakşiler biraz daha ibadete ağırlık verirler. “Sakın” diyor “Kuşluk namazını kaçırma, evvabin namazını kaçırma.” Nakşilikte şu var: Farz zaten farzdır, onlar sünnetleri de farz gibi önemserler. Çünkü Allah’a tekarrub (yakınlaşmak) farz ile olur, sonra nafile ile olur, yani fazladan yapılan ibadetlerle olur. Yani Nakşiler, ibadetle eğitim yapıyorlar.

Fakat her usulün bir tehlikesi vardır, mürşidler ona karşı uyarırlar. Bir ibadeti fazla fazla yapan insan, kendisini başkasından farklı görmeye başlayabilir. Mesela, kuşluk namazını sürekli kılan bir insan; “Şuna bak daha kuşluk namazını bile kılmıyor” diye düşünebilir. Bu da insanı kendisinde bir varlık görmeye götürebilir. Veya Mesnevi bilen bir kişi bilmeyeni küçümseyebilir. “Bu adam cahil, daha Mesnevi’yi okuyamıyor” diyebilir. Yani ilim de insanı kibre götürebilir, ibadet de insanı kibre götürebilir. Buna çok dikkat etmek lazım.

Mürşid-i kamil ile şeyh aynı kişi midir?

Hayır, aynı kişi değildir. Her Mürşid-i kâmil “şeyh”tir ama her “şeyh” mürşid-i kâmil değildir. Mürşid-i kâmil demek, irşad konusunda ehil olan, uzman olan kişi demektir. Bütün şeyhlerin mürşidi kâmil olduğunu söyleyemeyiz. Ben çok şeyh efendiler gördüm: “Biz” diyor; “Pek fazla bir şey bilmeyiz, rahmetli şeyhimizin yolunu devam ettiriyoruz. Sadece ondan aldığımızı, öğrendiğimizi aktarıyoruz.” Yani o, bir geleneği devam ettirmeye çalışıyor. Eğer samimi ise, o yolun yolcusu ise o da bir şeyler yapıyor. Ama bir mürşid-i kâmil gibi olamıyor. Birisi doktor gibi hastayı tedavi ediyor, ötekisi ise hasta bakıcı gibi hastayı alıyor, koluna giriyor ona yardımcı olmaya çalışıyor.

Gerçek ve sahte şeyhleri birbirinden nasıl ayırabiliriz?

Bir şeyh, eğer şeriattan kıl kadar sapıyorsa gerçek bir mürşid olamaz. Gerçek mürşidler, bütün işlerini insanlar beğensin diye değil, Allah beğensin diye yaparlar. Onlar insanlardan bir şey beklemezler. Bir takım sahte mürşidler, ilgilendikleri insanları Allah’a değil, kendilerine bağlamaya çalışırlar. Hakiki mürşidler, ilgilendikleri yol göstermeye çalıştıkları insanları, Allah’a bağlamaya çalışırlar.

Hocası Burhaneddin Muhakkik Tirmizi, Hz. Mevlana’ya diyor ki: “Sen mürşit olacaksan, malını canını ve tenini, Allah yoluna adayacaksın.” İrşad, Allah adına yapılan bir iştir. Nasıl ki bir dava vekili, bir avukat, o davaya müvekkili yerine giriyorsa mürşid de irşadını Allah adına, vekil olarak yapıyor. Vekil olarak yapmak için de canını, malını ve tenini, Allah yoluna adamış olmak lazım. Bu iş ilimle olur, bilgiyle olur.

Kamil olmayan bir şeyhe bağlanmak ne gibi hasarlara yol açar?

Kamil olmayan bir şeyhe bağlanmak, ehliyeti olmayan bir adamın arabasına binmek gibidir. Nerede kaza yapacağı, seni hangi uçurumdan yuvarlayacağı belli olmaz. Bir defa ehil olmayan şeyh, zaten cahil demektir. Sen sarhoş bir şoförün otobüsüne biner misin?

Geçenlerde televizyonda izledim; otobüs şoförü hızlı gidiyormuş, yolcular mola yerine varınca; “Biz senin arabana binmeyiz” demişler. Şirketi aramışlar, şirket başka bir şoför göndermiş. Sen de kimin arabasına bindiğini bileceksin. Bir bakıyorsun adam rastgele konuşuyor, ayetten hadisten haberi yok, dini geleneklerden haberi yok, kendi başına buyruk, şeyhim diye ortaya çıkmış. Öylelerine de dikkat etmek gerekir.

Din bilgisini bilmeden, Allah’ın kitabını, Peygamberin sünnetini, bu yoldaki büyüklerin bir takım hal ve hareketlerini, tecrübelerini bilmeden; bütün bu bilgilere sahip olmadan, irşada kalkan kimsenin hem kendisi “dall” (sapmış) olur hem de “mudill” olarak başkalarının da dalaletine sebep olur. Burhaneddin Muhakkik Tirmizi; “İnsanları Allah’a değil de kendilerine bağlayanlar şeytanın ortağı olmuş, fitne ve fesat ehlidir. Sakın öylelerine yaklaşmayın” diyor.

Bir şeyh efendi, sizi kendisine değil de Allah’a bağlamaya çalışıyorsa işte, hakiki mürşid odur; onun dediklerini yapın, onun yolundan gidin, ona yakın olun, ondan fikir alın, ondan ders alın, ondan örnek alın, o zaman işleriniz asan olur.

Bazı yanlış akımlar, Allah’a ulaşmak ve onunla bütünleşmek gibi şeylerden bahsediyorlar? İzah edermisiniz.

Peygamber Efendimiz, İsra ve Miraç hadisesi ile Cenab-ı Allah’ın huzuruna kadar çıkmıştır. Bu hadiseyi anlatan İsra Suresi’nde ne buyuruluyor? “Subhanellezi esra biabdihi” buyuruluyor. Demek ki Peygamber Efendimiz peygamberlik özelliği ile değil, kulluk özelliği ile miraca davet edilmiştir. Kul olarak davet edilmesi ve kul olarak Allah’ın huzuruna çıkması, bütün kullar için örnek bir harekettir.

Beş vakit namaz, o gece farz kılınmıştır. Allah’a ulaşma ya da vuslat, (bu manada) söz konusu değil, “ilahlaşma” söz konusu değil. Peygamber Efendimiz miraçta bile; “Kabe kavseyni ev edna” yani, “iki yayın arası kadar…” Allah’a yakın olmuştur. İki yayın arası kadar olduğu halde, çok yakın olduğu halde, yine de peygamber peygamberdir, Allah Allah’tır. Biz böyle inanıyoruz, Allah bizi bu yoldan ayırmasın diyoruz.

Tasavvufa girmek isteyenlere ne tavsiye edersiniz?

Müslümanlar evvela dinlerini sağlam öğrensinler. Tasavvufi sohbetlere katılsınlar ama ehlinin sohbetine katılsınlar. Baksınlar, bu zat; Allah’ın dinini, şeriatın emirlerini gözeterek mi konuşuyor. Yoksa “Şeriat bizim için değil, sofular için…” veya “Tarikat ehlinin şeriata ihtiyacı yok, biz orayı çoktan geçtik” falan mı diyor. Eğer öyle diyorlarsa ondan uzaklaşsınlar. Keramete falan da itibar etmesinler. Bizim dinimiz keramet dini değil; fazilet dinidir, ahlak dinidir, güzel davranış dinidir.

Gülistan dergisi, 144. Sayı Aralık 2012