Edeb Yâ Hû

A+
A-

Edeb Yâ Hû

Ö. Tuğrul İnançer

Allahu Teâlâ’dan bizi edebe muvaffak kılması niyazı ile söze başlayalım aziz dostlar. Çünkü Hz. Mevlânâ Mesnevî-i Şerifin daha başlarında, 79. beyitte Cenab-ı Hakk’tan edeb niyazında bulunuyor.

Ez hudâ cûyîm tevfik-i edeb

Bî edeb mahrum u geşt lutf-i rab

“Huda’dan edeb hususunda yardım dileyelim. Çünkü edebi olmayan, Rabbin lûtfundan mahrum kalır.”

Efendim Evliya Çelebi’yi bilirsiniz. Kendi devrinin şartları içinde pek çok memleket gezip, enteresan notlar alıp, bir seyahatname tertib etmiş ve bazı abartılı ifadeleri ile de bir takım özellikler taşıyan ama çok önemli bir kaynak eser haline gelen Seyahatnâme’sini bize bırakmış O mübalâğalı, abartılı ifadelerinden bir tanesi de Bursa hakkındadır. Bursa’ nın yeşilliğini, sularını anlatırken bir cümle kullanır Evliya Çelebi: Bursa sudan ibarettir vesselam. Aynı ifade ile, tasavvuf edebden ibarettir, vesselam dersek, hiç abartılı bir ifadede bulunmuş olmayız.

Evet, tasavvuf edebten ibarettir. Edebin sözlük anlamı, kibarlık, incelik, nezaket ve uygun davranışlarda bulunma özelliği demektir. Deyim olarak anlamı ise, sahibini utanılacak şeylerden alıkoyan his ve irade demektir. Edebin kaynağı özellikle aile ve onun yanı sıra okul, çevre, gelenekler v.s. Bu kaynaklardan elde edilen edeb ile dünya hayatında iyi, güzel, hoş edebli olunabilir. Fakat gerek dünya hayatında, gerek sonsuz hayatta edebin yegâne kaynağı Rasulullah Efendimiz’in hayat-ı saadetleridir.

“Bismillahirrahmanirrahim le qad kâne lekum fî rasûlillâhi üsvetün hasenetün li men kâne yercullâhe ve’l-yevmel-âhira ve zekerallâhe kesîra” “Andolsun ki Rasulullah’ta sizin için Allah’a ve âhiret gününü dileyenler ve Allah’ı çok çok zikredenler için güzel bir örnek vardır. Numûne-i imtisal vardır. Uyulması gereken örnek vardır.”

Allah-ı Zü’l-celâl, Ahzâb Sûresi’nin 21. âyetinde böyle buyuruyor. “Üsvetün hasene”, güzel örnek. Ve bir başka âyette, Haşr Sûresi’nin 7. âyeti içinde “esta’î zübillâh; ve ma âtâkümü’r- rasûlü fe hüzûhu ve mâ nehaküm ‘anhü, fentehû” “Peygamber size ne verirse alın. Ve neyi yasaklarsa ondan çekinin, sakının.”

Allah-ı Zülcelâl, Habîb-i Edîb’ini her türlü edeble süslemiş ve sözleri ile de davranışları ile de en üstün ahlâk ve edeb örneği olarak kullarına onu tavsiye etmiştir. “Ve inneke le ‘alâ huluqin azîm” şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin âyeti ile “beni rabbim terbiye etti ve terbiyemi de güzel kıldı..”Hadîs-i Şerifi de bu gerçeği beyan buyurmaktadır.

Bu nedenle, tasavvufun temeli de tabanı da tavanı da ve her ikisi arasındakiler de edebten ibarettir. Eski dergâhlarda mutlaka asılı bulunması gereken bir levha olurdu. Edeb yâ Hû! Çok seyrek de olsa bazı uygun davranışlarda bulunmayan kişilere büyükler tarafından küçücük bir ikaz yapılırdı. “Edeb yâ hû” Bu edeb bahsi münasebetiyle Hz. Mevlânâ’nın edebest -edebtir- redifli bir gazeline kulak verelim isterseniz.

Hâce der-yâb ki cân der ter-i insan edebest

Hâce envâr-ı dil u dîde-i merdân edebest

“Ey kişi, bilmiş ol ki nasıl ruhsuz bir bedene can denilemezse, işte onun gibi edeb, ruh gibidir. Allah erlerinin gözü ve gönüllerinin nurunun aydınlığı, edebtir.”

Âdem ez âlern-i ulvist ne süfli der-yâb

Ravnâk-ı gerdîş-i gombed-i devrân edebest

“İnsan süfli, düşüklükler aleminden değil ulvi, yücelikler alemindendir. Bunu iyi anla”. İnsan, meleklerin secde ettiği Âdem’in neslindendir. Yeryüzünde Allah’ın halîfesi insandır. İnsanda, Allah’ın ruhundan üfürdüğü ruh vardır (Ve nefahtü min ruhî). İnsan en güzel ve en üstün yaratılışla yaratılmıştır yani Ahsen-i takvim ile. İşte bu Kur’ânî gerçekleri iyi anla. “Ve şu gökkubbenin dönüşü ve devranın gidişindeki revnak, güzellikler de edebtendir.”

Efendim daha başka âyetlerde de var ama daha çok biliniyor diye onu örnek vereyim; Yasin suresinin 38, 39 ve 40. âyetlerinde ayın, güneşin, gece ve gündüzün Azîz ve Alîm olan Allah’ın takdiri ile belli yörüngeler ve ritimlere bağlandığı beyan buyurulmakta. Hz. Mevlânâ ay, güneş, gece ve gündüzün Azîz ve Alîm Allah’ın sözünü dinlemek güzelliği ile edebe riâyet ettiklerini söylüyor.

Ger to hâhî ki kadem ber-ser-i iblis nehî

Dîde boşka vü bibin kâtil-i şeytân edebest

“Eğer şeytanın başını ezmek istiyorsan edeb sahibi ol. Gözünü aç, gör ve bil ki, şeytanı öldüren şey edebtir.”

Malumdur ki ilk edebsizlik şeytandan zuhur etmiştir. Cenab-ı Hakk’ın kendine yeryüzünde halife olarak yarattığı Hz. Âdem’e ve onun şahsında insana, meleklerin secde etmesi emredildiğinde şeytan bu emri dinlememiş ve edebsizlikle Allah’a isyan etmiştir. Bilindiği gibi edebin ilk ve ön şartı, söz dinlemektir. Şeytan söz dinlememek ile de kalmamış, kendince bir kıyas yaparak “Beni ateşten, Âdem’i topraktan yarattın. Ateş topraktan üstündür, ben de Âdem’den üstünüm.” Böyle bir kıyasla Allah’a akıl öğretmeye kalkmıştır. Bu edebsizliği ile de Allah’ın rahmetinden koyulmuştur. Şeytan edebsizlikte daha da ileri gitmiş “Beni sen azdırdın” – estağfirullâh – diye bir de kendi kabahatini Allah’a yüklemeye çalışmış ve insanoğlunu Hakk’a giden yoldan ayırmak için kıyamete kadar mücadele etmeye yemin etmiştir. Bu mücadelede insanın yapacağı en doğru ve tek şey Allah’ın emrine uyarak, yani söz dinleyerek, e’ûzü billahi mine’ş-şeytani’r-racîm “kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” demekten ibarettir. Allah’a sığınmaktan ibarettir. Allah, şeytanla mücadelede -amiyane tabirle – kabadayılığa, külhanbeyliğe müsade etmiyor. “Sadece bana sığının, bu size yeter.” diyor. Biz o sözü dinleyerek şeytanın şerrinden Allah’a sığınırız.

İnsanın hiddetlenme hali, şeytanın meydanı boş bulduğu haldir. Şeytan en çok insana hiddetli halinde musallat olur. Ve sövmek, dövmek gibi insana yakışmayan haller yaptırır. Onun içindir ki Cenab-ı Ali keremallahu veçhe “En kahraman kişi, hiddetini yenen kişidir.”‘Yani şeytana mağlup olmayan kişidir, buyuruyor. Şeytan aynı zamanda insana affetmeyi, merhamet etmeyi unutturur. Eğer herhangi bir meselede biz af ve rahmet göstermezsek, Allah’a karşı olan kusurlarımızda hangi yüzle af ve merhamet dilenebiliriz? Unutmamalıdır ki affeden, affedilir. Rahmet edene rahmet edilir. Biz burada yine şeytandan Allah’a sığınarak Hz. Mevlânâ’nın Edeb gazelinin bir sonraki beyitine geçelim.

Âdemîzâde eğer bi edebest, âdem nîst

Fark der cism-i benî-Âdem ü hayvan edebest

“însanoğlunda eğer edeb yoksa, bilin ki o insan değildir. İnsanoğlunun cismi ile hayvan arasındaki fark edeb dolayısıyladır.”

Madem ki Âdemoğluyuz diyoruz kendimize, öyleyse atamıza yakışır şekilde ve ondan örnek alarak hareket etmemiz gerekir. Ne yapmıştı Hz. Âdem? Yaklaşmaması emredilen ağaca yaklaştığında hatayı, kusuru kendinde bilmiş ve Rabbena zalemnâ enfusena “Ey Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik. Eğer sen bizim kusurlarımızı örtmez ve bize merhamet kılmazsan şüphe yokki biz zarar edenlerden oluruz.” diye af dilemistir. İşte âdemoğluna atasına uymak yakışır. Ve edebini göstermek bu edebi göstererek, şeytan gibi değil, Âdem gibi davranarak kabahati kendinde bilmek insana yakışır. Ve bütün bu edebler insan ile hayvan arasındaki farkı belirler. Yemek, içmek, barınmak, üremek  gibi haller hayvanda da vardır, insanda da vardır. Bunların dışında ve üstündeki davranışlar insanı  insan eden hallerdir. Efendim tabi bu sözümuz, Ademoğullarına.

Kendilerine Âdemoğulluğunu değil, maymun oğulluğunu yakıştıranlara ve öyle zannedenlere sözümüz yok. Son iki beyit dolayısıyla arz etmeye çalıştığımız hususların hepsi Kur’ân âyetlerinden alınmadır. Sûrelerini ve âyet numaralarını söylemedim çünkü Kur’ân-ı Hakîm’de bu hususta pek çok âyet var. İşte onun için Hz. Mevlânâ edeb gazelinin devamında buyuruyor ki,

Çesm boşka vü bibin cümle kelâmullâh râ

Âyet âyet hemegî ma’ânî-i Qur’ân edebest

“Gözünü aç! Dikkat et! Tamamen Allah kelâmı olan Kur’âna iyice bak! Ayet âyet bütün Kur’ân’ın manâsı edebtir ve Kur’âna edeble iman et. Çünkü;

Gerdern ez akl suâlî ki bâşed îmân

Akl der-gûş-i dilem goft ki îmân edebest

“Akıla sordum, nedir iman? Akıl, kalp kulağıma eğilip dedi ki iman, edebtir.” Peki, bu ne demektir?

Şems-i Tebriz hâmuş kon ki toy-i sırr-ı hudâ

Enver-i efdâl-u in şem-i sebistan edebest

Ey Şems-i Tebriz, suskun ol! Sus ki bu bir ilâhî sırdır. Ancak şu kadar söylenebilir, dile gelebilir ki, geceleri ve karanlıkları aydınlatan iman mumunun en parlak ve en üstün aydınlığı edebtir.”

Edeb bahsi bir sohbetin içine ancak bu kadar sığar. Arzetmeye çalıştığım Hz. Mevlânâ’nın bu gazelini K’enan Rifâî merhum çok güzel bir şiir ile Türkçeye çevirmiş idi. Biz yine Hz. Mevlânâ lisanından Cenab-ı Hakk’tan bizleri edebli kılması niyazında bulunarak; sözlerimize nihayet verelim:

Ez hudâ cûyîm tevfikî edeb

Hoş kalın, hoş olun efendim.

Keşkül Dergisi 7. sayısında yayınlanmıştır.