Edeb Ya Hû – Halil ATALAY
Edeb Ya Hû
Halil ATALAY
“Edep: her konuda haddini bilip, sınırı aşmamak, insanlara iyi muamelede bulunmak sünnet üzere hareket etmek, hataya düşmekten sakınılacak şeyi bilmektir.”
İnsanın hayatının gayesini anlayarak, bilerek, tanıyarak, severek yaşayabilmesi için uyması gereken kurallar vardır. Hem insan sadece kendibaşına değil ki ? Bir toplum içinde yaşıyor, dünyanın hiçbir yerinde insanlar yalnız yaşamaya muvaffak olamazlar, insan sosyal bir varlıktır. İşte, sosyal düzen kuralları bu tabii ihtiyacı en iyi şekilde karşılamayı ve birlikte yaşamayı çekilmez olmaktan çıkarıp anlamlı kılmaya yönelik eylemlerdir. İslâm âdâbının gayesi, Müslümanları, Allah Tealanın beğendiği bir edeple süsleyerek, başka insanlarla olan münasebetlerinde ölçülü hareket etmelerini sağlamak; hem şahsın hem de toplumun huzur içinde yaşamasını temin etmektir. Adap ve ahlak dini hayatımızda ve eğitimimizde vazgeçilmez bir öneme sahiptir ve âdâbı-muaşereti (öğrenmek farz-ı ayndır: “kulun dinini icrası(ikamesi ve yaşaması) Allah için amelinin ihlası ve Allah’ın kullarıyla muaşereti hususunda muhtaç olduğu ilmi öğrenesi İslâm’ın farzlarındandır.”
İnsanlar arasında saygı, sevgi ve güven hissinin yerleşmesi, insani ilişkilere ait kuralların çok iyi bilinmesi ve bizzat yaşanmasıyla sağlanır. İnsanın övgüye değer, takdire şayan söz ve davranış tarzlarını uygulamasına edep denir. Edep İslâm’ın güzel saydığı söz ve davranışlardır. Ki dinin gerekli gördüğü ve aklın güzel saydığı bütün söz ve davranışları kapsar. Edep, sözlükte “iyi terbiye, naziklik, usluluk, zariflik, hicap ve haya” manasına gelir. Edebin çoğulu “adapdır” . Terim olarak ise Resulü Ekrem(s.a.v)’in sünnet-i seniyyelerine uygun bir şekilde hareket etmek demektir. Çünkü Resulullah Efendimizin terbiyesini yüce Allah yapmış, O’nu her hususta bütün beşeriyete mümtaz ve müstesna bir iman ve rehber olarak göndermiştir. Resulullah (s.a.v) Efendimiz: “Rabbim beni terbiye etti de ne güze! yaptı terbiyemi”(buyurmuşlardır). Edep: her konuda haddini bilip, sınırı aşmamak, insanlara iyi muamelede bulunmak sünnet üzere hareket etmek, hataya düşmekten sakınılacak şeyi bilmektir. Her yerin, her meclisin ve her makamın kendine göre bir davranış şekli vardır. İşte edep gerek söz planından gerekse davranış planında her yerin hakkını gözetlemek, oraya ait özellikleri takınmak ve gerekeni yapmaktır.
Mesela: eve girip çıkmanın, yiyip içmenin, yatıp kalkmanın, giyinip kuşanmanın, misafir ağırlayıp uğurlamanın, konuşmada kullanılacak üslubun, insanlarla olan muaşeretin, aile fertlerine karşı olan muamelenin, büyüklere ve küçüklere karşı tutum ve davranışların, yüce Allah’a karşı ibadet etmenin kendine göre edepleri vardır. Muaşeret ise “birlikte yaşayan kişilerin iyi geçinmesi demektir”. Buna göre âdâbı muaşeret deyince “topluluk halinde bir arada yaşayan insanların iyi ilişkiler içinde başarılı olmalarını sağlayan bilgiler” akla gelmektedir. Halk arasında görgü kuralları denmektedir. Toplum fertlerinin yaşayış ve karşılıklı münasebetlerine genel ve ortak bir tarzda hakim olan ve aksine davranışların yerine göre ayıp, terbiyesizlik, edepsizlik, sayılarak kınandığı ahlakî ve içtimaî kuralların bütününe hukukta umumi adap denir. Edep; ‘edep yahu!’ ihtarına muhatap olmamaktadır. Eğer insanoğlu edepten mahrum ise insan değildir. İnsanın hayvandan farkı edeptir. Gözünü aç ve Allah’ın bütün kelamına dikkat et. Ayet ayet bütün Kur’ân’ın manası edeptir.(Hz. Mevlâna) alimler edep hakkında çok şey söylemişlerdir. Edep insanın kendisini tanımasıdır. Edebe riayet etmeyen bir kimse Allaha kavuşamaz, yani veli olamaz. İlim ve tahsilin insana kazandıracağı ilk şey edep ve incelik değilse başka bir şey olamaz. Gerçek akıl ve tahsil sahiplarine hiç yakışmayan şey kontrolsüz davranışlardır ve edep dışı hareketlerdir. İnandığımız nizamın ve kutsal kitabımızın özü edeptir. Saygı ve edepte cimri olanın parada cömert bir kıymet ifade etmez. İslâm, iman ve namazla başlayıp erkan ve edeple devam eden ve derinleşen ilahi bir nizamdır. Ey İnsan ! Anla ki insanın elindeki can ne ise edep te odur. İnsanın kalbindeki, göğsündeki nurlar edepten ibarettir. Ayağın iblisin kafasına koymak ona hakim olmak istiyorsan, gözünü aç, anla ki şeytanı öldüren edeptir. (Mevlâna)
Edebin zıttı edepsizliktir. Bu kelimeyi kendisine söylediğimiz biri hemen tepki gösterir neden? Çünkü edepsizlik başlı başına bir musibettir de ondan, çok kötü çağrışımlar yapar da ondan… Edep sadece bir ahlak kuralı değil Müslümanlığın gereğidir. Hz. Peygamber(s.a.v) söyle buyurmuşlardır: “Hiçbir baba evladına güzel edepten daha değerli bir armağan ve daha önemli bir miras bırakmaz”, “Çocuklarınıza değer verin ve güzelce terbiye edin. Edebini güzel yapın”, “Çocuğun ana babası üzerindeki hakkı ona güzel bir isim vermesi, iyi bakması ve güzel bir edeple yetiştirilmesidir.” Edepsiz kimseler yalnız kendini rezil ve perişan etmez, belki etrafında fesada verir. Çünkü edepsiz kimseler Allah’ın lutfundan mahrum kalmışlardır. Ayet-i kerimelerde pek çok edep dersleri verilir. Sünnet-i seniyye edeptir. Hiçbir meselesi yoktur ki altında bir nur, bir edep bulunmasın Cenab-ı Hakk edebin bütün çeşitlerini habibinde toplamıştır. Onu sünneti seniyyesini terk eden edebi terk eder. Âdâb-ı muaşeret, insanca yaşamayı bilme sanatıdır. Âdâbı muaşeret sadece bir nezaket kuralı değil bir mecburiyettir, insan olmanın gereğidir. Başkalarının hakkına saygılı olmanın icabıdır.
Amellerin Kabulünde Edebin Yeri
Bazı edepli haller belki farz değildir. Fakat farz olarak eda edilen amellerin kabul edilmesinde büyük etkisi ve tesiri vardır. Farzların edep dışı ifası halinde, o farzlar yerine getirilmiş olarak kabul edilse bile; o ibadet ve muameleler pek makbule geçmezler ve sahibine çok sevap kazandırmazlar. Enes bin Malik (r.a) “Amelde edep, onun kabulüne işarettir eder” buyuruyor. Bu demektir ki, ibadetlerde edebe riayet ne kadar fazla olursa kabulüne dair ümitte o derece fazla olur. İslâm’da ibadetler ancak âdâbına riayet edildiği zaman makbuldür. Celal el-Basri şöyle demiştir:”Tevhid imanı gerektirir. İmanı olmayanın tevhidi de yoktur. İman şeriatı (tatbik etmeyi) gerektirir, şeriatı olmayanın imanı ve tevhidi de olmaz. Şeriat edebi gerektirir. Edebi olmayanın şeriatı, imanı ve tevhidi de olmaz”. Şu halde imanın kemâli ibadetlerin kabulü ancak adap ve erkanına riayetle mümkündür. Âdâbına riayet edilmeden yapılan ibadetler Allah indinde makbul değildir. Adap ve erkanı, âdâb-ı muaşereti bir ayrıntı gibi görmemeli, gereken önemi vermelidir. İslâm dininin en ayrıntı gibi görünen en küçük meselesi bile uygulanmalıdır. Kelamullah baştanbaşa edeptir. Resulullah (s.a.v)’ın sîreti ve sünneti tümüyle edeptir, İslâm dini edep dinidir. Âdâb-ı muaşeret bir başka deyişle görgü kuralları, insanların birbirleriyle iyi münasebetler kurabilmesi ve bunları sürdürebilmeleri için gereklidir. İnsanın en baştan kendini daha sonra çevresine duyduğu saygının dışa vurumu âdâb-ı muaşerete riayetle kendini gösterir. Abdullah b. Mübarek şöyle demiştir: “Edebi küçümseyip önem vermeyen sünnetlerden mahrumiyetle cezalandırılır. Sünnetleri küçümseyen farzlardan fire vermeye başlar. Farzları küçümseyen, marifeti ilahîden mahrum olur “, “Kul, taati sayesinde cennete, taatındaki edep sayesinde de rıza-i bariyeye kavuşur”.
Şair ne güzel söylemiş:
Ey özünü insan bilen,
Var edep öğren edep
Ey edep erken bilen,
Var edep öğren edep.
Gel, Hakk”a olma asi,
Ta gide gönlün pası,
Dört kitabın manası,
Var edep öğren edep.
Edep gerektir kula,
Ta işi temiz ola,
Edepsiz girme yola
Var edep öğren edep