DÜNYA MEVLÂNA’YA HER ZAMANKİNDEN DAHA FAZLA MUHTAÇ

A+
A-

DÜNYA MEVLÂNA’YA HER ZAMANKİNDEN DAHA FAZLA MUHTAÇ

Yakup ŞAFAK

İnsanlık tarihinin nadir gördüğü şahsiyetlerden biri olan Mevlâna Celâleddin-i Rûmî (1207-1273), gerek yaşamı sırasında, gerekse ölümünden sonra pek çok kişi ve topluluğu etkilemiş büyük bir İslâm mütefekkiri ve mutasavvıfıdır.

Engin dehâsı, derin fikirleri, bütün insanlığı kucaklayan sevgi ve hoşgörüsüyle kitleleri etkileyen, yol gösteren, aydınlatan Mevlâna, dün olduğu gibi bugün de doğuda ve batıda manevi önderliğini sürdürmekte, kendi ifadesince “eserleriyle insanlığa rehberlik” etmektedir. Doğu’da ve Batı’da ona ve eserlerine duyulan ilgi her geçen gün sür’atle artmakta ve geniş kitleleri içine almaktadır.

Şurası muhakkaktır ki gerek İslâm coğrafyasında, gerekse dünyanın diğer yerlerinde Mevlâna kadar ilgi ve sevgiye mazhar olan çok az kişi vardır. Günümüzde yurt içinde ve yurt dışında, Mevlâna ve eserleri üzerine yapılan çalışmalar büyük bir hız kazanmıştır. Özellikle maddenin dar kalıpları arasına sıkışmış olup rûhen huzur ve sükûn arayan, hayatlarını anlamlı kılacak ve ona derinlik katacak arayışlar içinde bulunan Batılılarda bu yöneliş, önemli boyutlara varmıştır. Bugün “Mevlana” ve “Rumi” kelimelerinin içinde yer aldığı web sitelerinin yüz binlere ulaştığını ve Mevlâna’nın eserlerinin ABD’de yıllardır en çok satılan kitaplar arasında yer aldığını zikredersek konunun geldiği nokta anlaşılabilir.

Mevlâna’daki engin şefkat, insana verilen değer, huzurlu ve mutlu bir hayata duyulan özlem, kısacası “hümanizm” tabiriyle ifadeye çalışılan fikirler, şüphesiz kaynağını İslâmiyet’ten almaktadır. İslâm’ı derin bir ruh, heyecan ve sanat olarak yaşamış olan Mevlânâ, inancından aldığı ilhamla herkese ve her varlığa karşı derin bir anlayış, saygı ve müsamaha ile doluydu. Şahsiyetinde, eserlerinde ve tesirindeki evrenselliğin kaynağını, elbette burada aramak gerekir.

Mevlâna’ya göre mutluluk, benlikten geçip Hakk’a yönelmekte, nefsî arzuların ve cüz’î aklın dar kalıplarından sıyrılıp özgür olmakta ve hakikati aramaktadır:

Bağları kopar ve hür ol ey oğul! Ne zamana kadar altın, gümüş kaydında olacaksın?”

“Önümde kendi ayran tasım oldu mu Allah’a yemin ederim ki hiç kimsenin balını düşünmem. Yoksullukla ölüm kulağıma sürtünse bile hiçbir zaman özgürlüğü köleliğe değişmem”

diyen Mevlâna, tam bir “hürriyetsever”dir. Ona göre, asıl özgürlük yolunu gösterenler de peygamberlerdir. İnananlar peygamberler sayesinde özgürlüğe kavuşmuşlardır.

Büyük düşünür, aslî kaynağından beslenmeyen aklın, karanlıkta fili tarif edenlerin durumuna düşmekten kurtulamayacağını belirtir. Nitekim o;

Hevâ ve hevesini kendine vezir yapma; aklın varsa başka bir akılla dost ol; akl-ı küllü kendine vezir yap!”

diye tavsiyede bulunur.

Bugünkü insan, kanaatimizce duygularının ve zevklerinin elinde tutsak olduğu, aklını ve gücünü yeterli gördüğü için bunca sıkıntılar, problemler içinde kıvranmaktadır. “Tanrı’nın insanı yaratırken kullandığı dili, şifreleri çözüyoruz” diyen insanoğlu, çıkarlarına ve ihtiraslarına esir olmak yerine bunu, hakikati anlamak ve ona teslim olmak gayesiyle yapmış olsaydı elbette bu çelişkili ve sıkıntılı yapılanma ortaya çıkmayacaktı.

Hz. Mevlâna’nın “Kim olursan ol, gel!” sözleriyle sembol haline getirilen evrensel mesajı, bütün insanları Hakk’ın mazharı saymak, “bir bedenin uzuvları gibi” görerek sevmek esasına dayanır. “Bir ayağım İslâm dininde sabit, 72 milleti dolaşırım” diyen büyük düşünür, bu inanış çerçevesinde hangi dinden, ırktan, renkten olursa olsun, kadın-erkek, zengin-fakir ayırımı yapmadan insana değer vermiş, ona daima saygı duymuştur.

Hz. Mevlâna’nın ağzından çıkan her sözü ve davranışı birlik ve kardeşlik mesajlarıyla doludur. Seslenişi bütün insanlara, insanlığadır:

Kendi halinde kalırsan bir damlasın; ama bütüne katılırsan bir derya olursun. Ey insan! Sen yüz binlerin birisin ama, bütününle sen yüz binlersin.”

Küreselleşme olgusuyla tek bir köy ya da tek bir şehir olmaya doğru gitmekte olan dünya;

Beri gel, daha beri; bu yol vuruculuk nereye dek böyle? Bu hır gür, bu savaş nereye kadar? Sen bensin, ben senim işte!”

diyen Mevlâna’nın birlik ve barış çağrılarına ne kadar muhtaçtır!

Fakat bu birliği temin için insanın daima Yaratıcısına yönelmesi ve yardımı O’ndan beklemesi gerekir:

Zenginliğini defineden, hazineden, maldan mülkten değil, O’ndan dile. Yardımı amcadan, dayıdan değil, O’ndan iste!”

Hz. Mevlâna’nın coşkun ve hudutsuz aşkı, topluma, fertlerini aynı değerler etrafında birleştiren, kaynaştıran ve bir potada eriten bir güç, yani sevgi, hoşgörü, kardeşlik ve dayanışma olarak yansır:

Sevgiyle acılar tatlılaşır; sevgiyle dertler şifa bulur; sevgiyle ölüler dirilir; sevgiyle padişahlar kul olur.”

O, toplumdaki kardeşlik ve dayanışmanın temininde inanç ve maneviyatın rolünü ısrarla vurgularken bu hususta asıl belirleyici olanın sevgi ve duygu birliği olduğunu hatırlatır:

Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşır.”

Kalpten kalbe yol vardır; kardeşlik de düşmanlık da bu gizli yoldan geçer.”

Mü’min Mü’minin aynası olursa, kimse karşısındakinin ayıbını göremez.” “Zâlimlerin zulmü karanlık bir kuyudur. Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.”

sözleriyle kaba kuvvete ve haksızlıklara karşı çıkarken, diğer taraftan;

Kin ve nefret duyguları kalpleri karartır. Barış dalgaları kalplerden kinleri atar; savaş dalgaları ise sevgileri altüst eder.”

sözleriyle de bir bakıma kolay ve ilkel olan kin ve intikamı değil, zor ve erdemli olan sulh ve kardeşliği işaret eder.

Yâriyle hoş geçinen yârsiz kalmaz, müşteri ile iyi anlaşan iflâs etmez. Ay geceden ürkmediği için öyle parlak kaldı; gül de dikenle uyuştuğu için o kokuyu elde etti.”

diyerek toplumsal barış için birbirimize tahammül etmemiz ve zorluklara göğüs germemiz gerektiğini öğütler. İnsan sevgisiyle dolu olan büyük ahlâkçı ve eğitimci;

Hangi tohum yere atıldı da bitmedi. Neden insan için de aynı şey geçerli olmasın?”

sözleriyle de insan için her zaman ümitvar olunması ve kapının daima aralık bırakılması gerektiğini belirtir.

Ona göre insanı olgunlaştıran ve yücelten şey, gerek ferdî yaşamda gerekse hayat mücadelesinde çekilen ıstıraplardır. Onun için;

Git, kendine dert ara, dert çekmeden dermana eremezsin. Bütün bu sıkıntılar neden? Acı canın tatlılaşsın, altın ve gümüş gibi tortulardan arınasın diye! Allah, canının yarısını alırsa yerine yüz can bağışlar; kırmasını bilen, sarmasını da bilir.” der.

Denilebilir ki daimi bir hareket, Hak yolunda sürekli ilerleme ve gelişme, Onun şaşmaz karakteridir. “Dün gitti, evvelsi gün geçti, gün bugündür.” diyen Mevlâna’nın yeniliğe ve her an yeni bir oluşumda bulunmaya verdiği önem, bundandır.

İşte modern hayatın getirdiği nimetlere mukâbil, biyolojik ihtiyaçlarının karşılanmasıyla tatmin olmayan, acımasız rekâbetler içerisinde basit bir tüketim aracı olmayı kabullenemeyen, dahası hayatın derin anlamını arayan ve içinde bulundukları mânevi boşluğu doldurmak isteyenler, akın akın Hz. Mevlâna’nın bütün insanlığı kucaklayan fikirlerine, engin sevgi ve hoşgörüsüne doğru koşmakta; onun manevi huzuruna gelmekte; semazenlerin vecd içindeki dönüşlerine gönülleriyle iştirak ederek ruhlarını yıkamaya çalışmaktadırlar.

Mevlâna’nın tarihin her döneminde feyz alınmış seçkin ve yol gösterici fikirlerine, bütün insanlık olarak bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Maddî refaha, bilim ve teknolojideki baş döndürücü gelişmelere karşılık, dünyanın pek çok yerinde çatışmaların devam ettiği; açlık ve sefâletin hüküm sürdüğü; huzursuzlukların, haksızlık ve adaletsizliklerin büyük boyutlara ulaştığı günümüzde insanlık, gittikçe ağırlaşan ve çözümü güçleşen sorunlarını çözme şansına, ancak Mevlâna gibi insan ruhunun derinliklerini keşfeden ve evrensel gerçeklikleri yakalayabilen fikir ve gönül adamlarının kılavuzluğunda sahip olabileceklerdir.

* Zaman Gazetesi, 9 Aralık 2003, Sayı: 14018