“Dünya ez Hüdâ Gâfil”

A+
A-

“Dünya ez Hüdâ Gâfil”

Şefik Can

Es’ad Efendi’yi tanıdınız mı?

Evet Es’ad Erbilî hazretlerini tanıdım. Daha sonra kızıyla ve onun çocuklarıyla tanıştım. Bir keresinde köşke gittim. Orada Es’ad Efendinin yaşadığı odayı da gördüm. Orası, efendim, sonradan yıkıldı ve yerine apartmanlar yapıldı. šehittir o… Çok mükemmel bir insan olarak hayatını sürdürmüş. Mektubat’ında yazmış, yüz otuz dördüncü mektupta Sami Efendi’yi halife tayin etmiştir.

–Muhterem üstadım, siz o dönemde ne yapıyordunuz?

O şehit edildikten sonra, çağlar, zamanlar geçti. O endişe ve korku içerisindeki zamanlar arasında, ben de gençliğimde Tahiru’l-Mevlevi’den Mevlana maneviyatını aldım. Ama, yine de hangi yolda olursa olsun bir Allah dostu duydum mu onu hemen ziyarete giderdim.

–Üstadım bu meyanda, Sami Efendi Hazretlerini görmek, ziyaret etmek imkanı oldu mu?

Suphi Bey diye biri Sami Efendi’yi tanıyormuş, ben de onun methü senasını duymuştum. Ziyaret edip elini öpmek istedim. Suphi Bey Kastamonu’da İhsan Oğuz diye bir Nakşi büyüğünün evladı olduğu halde beni aldı Sami Efendi’ye götürdü.

–Sami Efendi Hazretleri o sırada nerede idi?

Sami Efendi Kayserili bir tüccarın muhasebeciliğini yapıyordu. Kendisine küçük bir oda ayrılmıştı ve orada muhasebecilik yapıyordu. Ücretli çalışıyordu.

–Kimdi efendim o tüccar?

Alemdaroğlu isminde bir zat. Suphi Bey ondan randevu aldı beni ona götürdü.

–İlk karşılaşmanızda neler hissettiniz efendim?

Onunla buluşmamda şaşırıp kaldım, ilk defa karşılaşıyordum. Benim içimi okudu. O zaman sıkıntılarım vardı. Sami Efendi Mesnevi’den beyitler okumaya başladı: “Dünyâ ez Hüdâ gâfil… Dünya nedir? Dünya Allah (c.)’tan gafil olmaktır. Yoksa zengin olmak, kadın, para, mal, mülk bunlar değildir. Allah’tan gafil oldu mu, işte dünya bu! Zengin olup da Allah (c.)’tan gafil olmak! Fakir bir çöpçüdür ama Allah (c.)’ı bilir.” Ağlamaya başladım efendim. Sami Efendi’ye karşı içimde bir sevgi oluştu. Ertesi hafta tekrar geldim. Görüşmek olmaz dedi Alemdar Bey. Tek parti zamanı, herkes bu gibi şeylerden çekiniyor. Gizli olarak oluyor bu tür işler.

–Peki siz ne yaptınız efendim?

O bana, Sami Efendi’nin Cuma’yı hangi camide kılacağını öğren, uzaktan görebilirsin, yahut elini öpersin dedi. O şekilde Sami Efendi’yi gözledim. Filan camiye gidecek diyorlardı. Ben de gidip onu görüyordum. Bazen tebessüm ediyordu, bazen görüşemiyorduk.

–Efendim, Sami Efendiyle olan bu irtibatınız daha sonra nasıl devam etti?

Bir gün Sami Efendi bana Güney Afrika ve Pakistan’dan mektuplar geldiğini söyledi. Ona bağlı kişilerden İngilizce yazılmış mektuplar. O mektupları bana verirdi. Ben de onları Türkçe’ye tercüme eder götürürdüm. Bir gün bana “Sen hangi tarikata bağlısın?” dedi. Ben de cebimden “Evrad-ı Mevlevi”yi çıkardım, ona verdim. Aldı karıştırdı. “Sen yine bu tarikatta kal” “Fakat sana bir ders vereyim bu derse de devam et” dedi. Bana belli bir miktar “Estağfirullah”, yine o kadar “Lâ ilâhe illallah” verdi. Sonra şu sureleri oku dedi. Beş on dakikalık bir vazife verdi. Ben o vazifeyi yapmaya başladım.

–Manevî bir açılma oldu mu efendim?

Ben o vazifeyi yapmaya başladıktan sonra içimde ibadete karşı, namaza karşı bir sevgi uyandı. Aç bile kalsam yeter ki namazımı kılayım. Emekli olmuştum. Hacca gitmek istiyordum. O dönemdeki Mevlevi üstadım, bir kusur olarak söylemiyorum, biraz meşrep itibarıyla Bektaşileşmiş biriydi. Ona “arkadaşlarım hacca gidiyor, pasaportumu aldım ben de gideceğim” dedim. “Gidemezsin dedi” O zaman Sami Efendi Hazretleriyle tanışmamıştım. Neyse tereddüt etmeden, elbet bir bildiği vardır ki bana bu emri veriyor, dedim, gitmedim. Arkadaşlarım hacca gitti, benim içim yanarak hacca gidemedim. O büyük zata, şunu diyecektim ki, efendim siz böyle diyorsunuz ama benim dinim İslam, Müslüman olan herkesin durumu müsait olursa… Ve emekli olmuşum elime para da geçmiş gideceğim diyemedim. Yine yolun töresine uyarak peki demiş bulundum.

–Efendim daha sonra hacc yapmak nasip oldu mu?

Nasip oldu elhamdülillah efendim. Ama Sami Efendi ile tanıştığımda ben daha demeden bana ne dedi biliyor musunuz? “Senin hacca gitmen lâzım” dedi. Baş üstüne dedim. Pasaportumu çıkarttım. Yanıma da bir müezzin arkadaş verdi, hacca gönderdi. Böylece sayeleriyle hacca gittim 1957’de…

–Mübarek olsun efendim.

Hatta hacda bana bir de seccade hediye etti. Bu kadar yakın olduk bir birimize. Aradan zaman geçti, Sami Efendi Hicaz’da kaldı, vefat etti. Medine ‘de Bakia kabristanına defnedildi.

–Ona olan bağlılığınız devam etti mi efendim?

Evet devam etti. šinasi isminde bir arkadaşım vardı, çok iyiydik. Kadirî idi o, ben de Mevlevî. Bana, “Duyuyoruz ki Adıyaman’da bir Allah dostu varmış, adı da Raşid imiş, Anadolu’nun her tarafından oraya ziyarete gidiyorlar. Benim ona bağlı tüccar bir akrabam var. Arabasıyla oraya gidiyorlar, arabada boş yer var istersen seni de götürelim” dedi. Çok sevindim. Ben öteden beri hangi Allah dostunu duysam onu ziyarete giderim. Kalktım ziyarete gittim, Adıyaman tarafına, šanlıurfa’ya yakın Menzil köyüne.

–Ziyaretiniz nasıl geçti efendim?

Efendim önce bize bir oda verdiler. Beş kişiyiz. Oraya Anadolu’nun her tarafından ziyaretçiler geliyor. Benzetmekte kusur olmasın orası âdeta kutsal bir yer olmuş. Orada yaz mevsiminde gelen tüm ziyaretçilere battaniye veriyorlar, yiyecek çorba veriyorlar, misafir ediyorlar. O akşam kaldık. Raşid Efendi kendisi namaz kıldırıyor büyük bir zevk-i manevi içinde. Bizi İstanbul’dan getiren adam Raşid Efendi’ye demiş ki, ben üç kişi getirdim onlar sizden ders alacaklar. Geldiler, teklif ettiler ders al, diye. Ben “Olmaz!” dedim. O zaman üstadım Sami Efendi Medine’de idi, vefat etmemişti. Ben, dedim ona saygısızlık yapamam. Ben Mevlevî’yim ama, onun emriyle Mevlevî’yim. O benim rehberim, onu darıltamam, dedim. O da Nakşî, olmaz dedim. Onlar gittiler, el aldılar. O gece uyku uyuyamadım. Öyle ya üstadım bana darılırsa ben ne olurum. O büyük veli, onu darıltırsam ben ne olurum. Sami Efendi gözümün önüne geliyor, uyuyamadım. Gecenin üçünde yavaşça kalktım, ben camiye gideyim tespih çekeyim dedim. Camiye gittim bir de baktım orada kuyruk olmuşlar. Ben de kuyruğa girdim abdest aldım. Caminin içine girdim. Sabaha kadar orada kaldım. Arkadaşlar geldiler. Ondan sonra ben kendi kendime karar verdim, onlarla gitmeyeceğim diye. Ben burada kalacağım. Onlar gittikten sonra nasıl olsa İstanbul’a giden otobüsler var, ben onlara da bir şey söyleyemiyorum. Muhammed Raşid Efendi hazretleriyle görüşüp “Efendim! Benim Medine’de üstadım var: Hacı Sami Efendi Hazretleri. Onu darıltırım diye sizden ders almadım. Beni affet!” diyeceğim. Bu kararı aldım. Uykusuzum, perişanım, onlardan ayrılacağım. Sonra bulur muyum bulmaz mıyım, ondan da korkuyorum.

–Hayli darda kalmışsınız efendim. Peki bu sıkıntıdan kurtuldunuz mu, daha doğrusu kurtulabildiniz mi?

Evet efendim, şöyle oldu. Kahvaltı yapmaya odamıza gidiyoruz. Bir de baktım ki efendi hazretleri Raşid Efendi çıkmış erkenden. Zaten biz camide epey kalmıştık, güneş de yükselmişti. Raşid Efendi baktık ki bahçede ameleye bir şeyler yaptırıyor. Arkadaşlar bana, sen şöyle kenarda dur, yanına biz gidelim, çünkü sen ondan el almadın, ayıp olur dediler. Beni bir kenara ittiler. Raşid Efendi, o zat, şöyle bir baktı bize. Arkadaşları bıraktı, doğruca geldi benim yanıma. Omzuma hafifçe vurarak: “Merak etme! Sen haklısın. Medine’de üstadın.” Bakın bakın! Gönüle aşina, benim içimden geçenleri nasıl anladı! Kurban olduğum Allah’ım! Hemen eline sarıldım. “Yok yok” dedi “İçin rahat etsin, haklısın çok iyi yaptın!” İşte böylece rahatladım, sıkıntım gitti, içim rahat olarak İstanbul’a döndüm.

–Çok teşekkür ederiz efendim, size zahmet verdik.

……………..

Konuşanlar:

Prof. Dr. E. Cebecioğlu, A. Çınar.

Şefik Can kimdir?

O bir Mevlânâ aşığıdır, Mevlevî’dir. 1910’da Erzurum’da doğar. Babası Erzurum’un Terbicik Köyü’nde mektep hocasıdır. Birinci Cihan Harbi yıllarında Erzincan’a, oradan da Sivas’ın Yıldızeli’ne yerleşirler. Yıldızeli’nde babası müftülük yapar. Şefik Can bu ilçede ilkokulu bitirir. Babası Arapça ve Farsçayı öğretir. Yine ilk dîni bilgileri bizzat babasından alır. ‹lkokuldan sonra Tokat Askeri Lisesi’ne gider. Daha sonra ‹stanbul Kuleli Askeri Lisesi’ne geçerek 1929’da oradan mezun olur. Daha sonra Harp Okulu’nu bitiren Şefik Can, subay olarak Anadolu sathında kıt’adan kıt’aya nöbet devralarak hizmetini sürdürür. O yıllarda evlenir. Bu evlilikten iki kız evladı olur. Manevi olarak Tahirü’l-Mevlevî’den feyz alır. Mevlevîlik usûlü üzere sülukunu tamamlar.

Şefik Can ‹stanbul muhitinde pek çok muhterem âlim, mutasavvıf ve ediple tanışmış ve onlarla hemhâl olmuştur. Kendisini, geçen nisan ayında evinde ziyaretle bahtiyar olduk. Sohbet ettik. Kendisinden Sami Efendiyle olan irtibatından bahsetmesini istirham edince bizi kırmadılar. Sohbet neticesinde güzel şeyler ortaya çıktı. Tarihe not düşmek ve ibrete vesile olması heyecanıyla sohbetimizden bir kısmını paylaşmak üzere neşredelim istedik.

 

https://www.altinoluk.com.tr/8220dunya-ez-huda-gafil8221.html