DÎVÂN-I KEBÎR’den Seçmeler
Merhum E. Albay
Sertarik Şefik Can Dede’mizin hazırladığı
DÎVÂN-I KEBÎR’den Seçmeler
Bu güldestesini,
çocuk yaşta bana farsca ve arapca öğreten
Mevlana’dan Sa’diden, Hafızdan beyitler ezberleten merhum ve mağfur babam Yıldızeli müftüsü Mehmet Tevfik Balcı’nın
aziz ruhuna ithaf ediyorum.
ÖNSÖZ
Hazreti Mevlana’nın Aşıklar Dîvanı diye adlandırdığı bu mübarek kitabı doksan bir yaşında olduğum halde baştan sonuna kadar gözden geçirerek Hak aşıkları için hazırlamak gücünü ve aşkını bana veren Cenab-ı Hakka hamd ü senalar. Aziz Peygamber Efendimize salatü selamlar, ve Hz. Mevlana’nın bu aciz kula olan himmetinin eksilmemesini niyaz ederim. “Büyük Dîvan” anlamına gelen Divan-ı Kebîr Hz. Mevlana’nın heyecanla, gönül coşkunluğuyla söyledigi ilahî aşk şiirlerini toplayan kitabın adıdır.
Beyit sayısı altı ciltlik Mesnevî beyitlerinin toplamının iki mislidir. Çünkü altı ciltlik Mesnevî beyitlerinin toplamı yirmibeş bin otuz birdir. Halbuki Dîvan-ı Kebîr’in rubaî beyitlerini de dahil edersek, beyit sayısı elli bine yaklaşmaktadır.
Bu mübarek dîvanı Tahran Üniversitesi profesörlerinden Firüzanfer merhum büyük ebadda yedi cilt halinde bastırmıştır.
Bendeniz pek güvenilir olan bu dîvanı esas tutarak, aldığım her gazelin altına Farsça bilenlerin doğru okumaları için her gazelin veznini yazdığım gibi, gazelin hangi ciltten alındığını ve numarasını da kaydettim *.
* “Biz bu eseri internete attığımızda bu farsca beyitleri koyma imkanımız olmadı şayet görmek isteyen olursa eser Ötüken yayınlarında 4 cilt olarak “hazırlıyan Şefik Can” yayınlanmıştır. Buradan bakabilirler .
Bilindiği gibi dîvan îslamî edebiyat’ta şairlerin yazdıkları kendi şiirlerini alfabe sırasıyla bir araya getirdikleri kitabın adıdır. Dîvanlar şairlerin adlarıyla birlikte söylenirdi, mesela Dîvan-ı Bakî, Dîvan-ı Fuzulî, Dîvan-ı Hafız diye adlandınlır ve her gazelin son beytinde muhakkak şairin adı geçerdi. Bu geleneğe uyularak, neden Mevlana’nın şiirlerini toplayan dî-vana “Dîvan-ı Mevlana”, yahut “Dîvan-ı Celaleddin” denmemiştir de Dîvan-ı Kebîr, Dîvan-ı Şems-i Tebrizî denmiştir. Elli bine yakın beyti ihtiva eden çok büyük ebadda bir kitap olduğu için Divan-ı Kebîr denmekle beraber asıl onun dîvanına Dîvan-ı Şems-i Tebrîzî denmiştir.
Mevlana gazellerinin sonlarında, kendi adı yerine hep Şems-i Tebrîzî adını kullanmıştır. Nadir olarak bazı gazellerinde, Selahaddîn-i Zerkubî adını anmış bazan da “Hamuş” lakabını kullanmıştır.
Bu hal Yunan filozoflarından Eflatun’un durumuna benzer, Sokrates’in hiç eseri olmadığı halde, talebesi Eflatun bütün eserlerinde, hep Sokrates’i konuşturmuştur. Kendini Sokrates’in ismi altında gizlemiştir. Mevlana da gönül verdiği Tebrizli Şems’i öne almış, kendini onun adı altında gizlemiştir.
Bazıları bu hali anlamazlar da, Divan-ı Şems-i Tebrîzî kitabında bulunan şiirleri Şems’in yazdığını zannederler. Hz. Şems’in şiiri yoktur, onun sadece Makalat adlı bir kitabı vardır.
Zaten Mevlana Şems’le buluşmamış olsaydı, o coşkun, heyecanlı şiirleri ihtiva eden Divan-ı Kebîr de meydana gelmezdi. Nitekim Hz. Mevlana “Tebrizli Şems bana İskender gibi, taç, taht, saltanat, verdi de ben mana ordusunun başkumandanı oldum.” demiştir. Dîvan-ı Kebîr, III/15120)
Mevlana ile Şems’in birbirlerine karşı duydukları ilahî sevgiden burada uzun uzun bahs edecek değilim, bu konuda fazla bilgi almak isteyenler Ötüken Neşriyat’ın yayınladığı Mevlana kitabına bakabilirler.
Ben burada şu kadarını söyleyebilirim ki, Şems Mevlana’da kendini gördü. Mevlana da Şems’de kendini gördü, onlar birbirlerine ayna oldular. Birbirlerinin hakikatını gördüler ve birbirlerine aşık oldular. Yanlış anlaşılmasın, ne Şems Hak’tır, ne de Mevlana; her ikisi de birer kuldur, ancak arif bir şairin dediği gibi, “Allah adamları haşa Hak değillerdir ama Hak’tan da ayrı değillerdir.” Onun için Mevlana kendi şiirlerinde hep Şems’i yad etmiştir. Bu yüzdendir ki kitabının adına “Şems Dîvanı” denmiştir.
Mevlana, Şems mahlasını kullanmıştır amma, aslında Şems yoktur, Hak vardır. Çünkü Şems-i Tebrîzî bir bahanedir, asıl Allah sevgisi vardır. Yahya Kemal merhumun bir şiirinde aba var, post var, meydanda er yok, Horasan erlerinden bir haber yok, der. Diyar-ı Rum’a gelmiş evliyadan;
evet İslam diyarlarının en mamur bölgeleri, Semerkand’lardan, Buhara’lardan, Horasan’dan velîler gelmez olmuş; gelmez olmuş amma îslam ülkeleri yine boş değil. Baba Kemal Hocendî ne güzel söylemiş, “Hak aşıkları, erenler gittiler, aşk şehri boş kaldı diye düşünme, dünya Şems-i Tebrîzîlerle doludur amma, Mevlana gibi bir kişi nerede ki hakikatı görsün.”
DÎVAN-I KEBÎR TERCÜMELERÎ
Dîvan-ı Kebîr’in tamamı Abdulbaki Gölpınarlı merhum tarafından yedi cilt halinde Türkçeye tercüme edilmiş ve Kültür Bakanlığı’nca yayınlanmıştır. Ayrıca Dîvan-ı Kebîr’den dilimize seçmeler de yapılmıştır.
Midhat Baharî merhumun 1927 senesinde eski harflerle çıkmış bir Destegül’ü olduğu gibi, yine Midhat Baharî hazretleri, İran edîblerinden Hidayet Han’ın Dîvan-ı Şems’ül-Hakayık adlı kitabını üç cilt halinde dilimize tercüme etmiştir.
Bu tercüme Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır,. Ne yazık ki bu üç ciltlik tercümede, Mevlana’ya ait olmayan bir çok şiirler vardır. Bu şiirler bir takım Şiî ve îsmailiye mezhebinde olan şairlerin şiirleridir. Ne yazık ki bu şiirlerin bir ayıklama yapılmadan dilimize çevrilmesi yurdumuzda, Mevlana’nın yanlış tanınmasına sebep olmaktadır. Ayrıca Abdülbaki Gölpınarlı’nın Dîvan-ı Kebîr’den seçtiği, nesir halinde tercüme ettiği ve Güldeste adını verdiği şiir kitabı, 1955 yılında Remzi kitabevi tarafından yayınlandı.
Ayrıca Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de, Dîvan-ı Kebîr’den kırk, elli kadar şiiri dilimize manzum olarak çevirmiş, bunların bir kısmı, Marifetndme’de, bir kısmı dadivanında bulunmaktadır. Bu şiirler, Şefik Can tarafından derlenmiş, bugünün Türkçesine çevrilerek Divaan-ı Kebîr’deki şiirlerle beraber, bir kitap haline getirilmiştir, fakat bu kitap henüz yayınlanmamıştır.
Abdülkadir Gölpınarlı merhumun seçtiği, manzum olarak dilimize çevirdiği şiirler de 1980 senesinde Gözlem yayınevince yayınlandı, bu kitabın adı Bugünün Diliyle Mevlana’dır.
Dîvan-ı Kebîr’den yabancı dillere de tercümeler yapılmıştır. Prof. Dr. Annemaria Schimmel tarafından Almanca’ya manzum olarak elli altı gazel tercüme ve neşr edilmiştir.
Reynold A. Nicholson’un Dîvan-ı Şems-i Tebrizi’den seçme şiirlerini de unutmamalıyız.
Dîvan-ı Kebîr’den, Rusça ve Japonca’ya kadar bir çok dünya dillerine seçme ve tercüme yapılmıştır.
Mevlana Dîvan-ı Kebir’deki şiirlerini islamî edebiyattaki nazım şekillerinden olan gazel şeklinde söylemiştir. Bilindiği gibi gazel, konu olarak lirik aşk şiirlerini ele alır. Gazellerde şekil itibarıyla birinci beyitteki mısralar kendi aralarında kafiyeli olup, gazelin diğer beyitlerinin ikinci mısraları, birinci beyitle aynı kafiyededir ve her gazelin bütün beyitleri aynı vezinle yazılır ve her beyit konu itibarıyla küçük bir şiir parçasıdır. Nasıl rubaîler dört mısrada aynı konuyu işlerlerse, her gazelin her beyiti ayrı ayrı konuları taşıyabilir.
Bu beyitler sadece vezin ve kafiye bakımından bir araya gelmişlerdir. Eğer bütün beyitler aynı konuyu işlerlerse o gazele “yek avaz” adı verilir ve çok makbul sayılır. Mevlana bu gelenege uyarak gazellerinin bazılarında her beyitte ayn bir konuyu işlemiştir, ama Mevlana çoğu zaman mesela on beş beyitlik bir gazelinde bile aynı konuyu terennüm etmiş-tir. Bu yüzden biz Mevlana’nın gazellerini okurken, her beyiti ayrıca bir konuyu işleyen küçük bir şiir parçası sayabiliriz.
Gazeller tercüme edilirken, beyitlerden en fazla dikkat çekeni o gazele başlık olarak alınmiştır. Metinlerde bu başlık yoktur. Bu sebeple biz herhangi bir gazeli okurken aynı gazelde çeşitli konulara değinilmesine şaşmamalıyız.
Her beyiti ayrıca dikkatle okumak, manalarının derinliğine varmak ve düşünmekle onun zevkine varılır.
Hak şairlerinin çoğu zaman yazdıkları şiirlerde mey (şarap) ve sevgiliden bahs etmekte olduklarını herkes bilir. Bunlara akıl erdiremeyen bazı kişilerin yanlış fikirlere sapmamaları için, bu mecazî deyimlerin açıklanması gerekmektedir.
Hz. Mevlana da büyük bir Hak aşığı olduğu için şiirlerinde kendisinden ewel gelen Hak aşıkları gibi bu konulara çoğu zaman değinmiştir. Nitekim büyük Hak aşıklanndan, Esad Erbilî hazretleri de dîvanının önsözünde bu konuya temas etmişlerdir. (Dîvan-ı Esad, Erkam yayınları, s. 7)
Ariflere göre mey (şarap) gam ve kederden eser bırakmayan Allah sevgisidir. Buna Mansur şarabı, aşk şarabı, Hak şarabı da denir. Bu manevî şarap insanı kendinden alır başka alemlere götürür. Meyhane tabirine gelince, Hak aşıklarına mahsus ibadet yerleridir. Nitekim Şeyhülislam Yahya Efendi şu beytinde bu konuya değinmiştir: “Mescidde riya pîşeler etsün ko riyayı / Meyhaneye gel ne riya var ne müraî” Yani gösteriş için camide namaz kılanları bırak, onlar gösteriş için namaz kılsınlar; sen hakikat meyhanesine gel, orada ne riya var ne de riyakar. Pîr-i mugan ise, mürşid’i göstermektedir. İranlı Hafız bir beytinde şöyle der: Eğer pîr-i mugan (mürşid) sana seccadeni şarap küpüne daldır derse, tereddüt etmeden seccadeni şarap küpüne daldır;
Çünkü onun bir bildiği vardır. 0 bir hakikat yolcusudur, sakî ise Hak yoluna düşenlere yol gösteren halifeleri temsil etmektedir. Bu şiirleri insanlar kendi kabiliyetine ve sezişine göre anlar, bazıları da anlayamaz, yanlış yorumlar.
Eski devirlerde yahüt günümüzde bu konuları gereği gibi anlayamayan kişiler bulunmaktadır.
Bunun gibi bazı velîleri bile yanlış anlamışlardır. Büyük Hak şairlerinden Niyazî-i Mısrî hazretleri, şu kıt’ada bu hakikatı ne güzel anlatmışlardır.
Cemali zahir olsa tez celali yakalar anı Görürsün birgül açılsa yanında har olur peyda Bu sırdandır ki bir kamil zuhür etse bu alemde Kimi ikrar eder anı, kimi inkar olur peyda
yani Hakk’ın cemali ortaya çıksa, celali hemen onu yakalar. Görmez misin herhangi bir yerde gül açılsa, hemen onun yanında bir diken meydana gelir.
Bu sebepledir ki bu alemde bir insan-ı kamil zuhür etse, kimi onu kabul eder, kimi de red eder. Nasıl ki Muhiddin-i Arabî hazretlerini sevenler ona Şeyh-i Ekber (en büyük Şeyh) adını vermişlerdir. Sevmeyenler, onu inkar edenler de Şeyh-i Ekfer (Kafirlerin şeyhi) demişlerdir. Hz. Mevlana ise bir şiirinde, “Ben şunu bunu bilmem, ben ilahî aşk kaderiyle mest olmuşum.” der.
Gerçekten de bu kainatı yaratan, akıl almaz güçte olan o büyük varlığa hayran olup kalmak varken, ben şuna inanıyorum, sen şuna inanıyorsun diye birbirimizle niçin çekişiyoruz?
Nitekim, Neyzen Tevfik de Cenab-ı Hakk’a hitaben:
“Değil binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insanlar, senin hep gölgeni sevmiş, özünden bîhaber gitmiş.” demiştir.
îngiliz fizik alimlerinden Sir Jones Jeano, Prof. Salih Murat’ın tercüme ettiği, Etrafımızdaki Kainat adlı eserin ikinci sayfasında şöyle demektedir:
“Bizim dünyamız diğer yıldızlara nazaran en küçük bir yıldızdır. Kainat pek büyüktür. Çünkü ışığı bize elli milyon senede gelen yıldız var. Bunların her biri, boş bir okyanusta giden bir gemi gibi yolculuk yaparlar. Bizler kumlar sayısınca çok olan bu yıldızlar arasında, bir kum tanesinin mikroskopik parçası üzerinde oturarak etrafımızı, uzay ve zamanla çevrilen kainatın maksat ve mahiyetini keşfe çalışıyoruz.”
Bizim bu kainatı yaratan, büyük yaratıcının yaratma gücü karşısında şunu bunu düşüneceğimiz yerde, bu kainatı yaratan büyük yaratıcının yaratma gücü, eşsizliği karşısında hayran olmaktan ve şaşırıp kalmaktan başka çaremiz yoktur. 0 ne büyük yaratıcıdır, 0 ne kudretlidir. 0 ne güzeldir. Şu şöyleymiş, bu böyleymiş diyeceğimiz ve birbirimizle çekişeceğimiz yerde, aşk içinde yalnız onun hayranı olalım.
HZ. MEVLÂNA’NIN ŞİİRLERÎNDEKÎ COŞKUNLUK
Bir Dîvan-ı Kebîr beytinde, Hz. Mevlana şöyle söyler. “Ben sözü aşkla söylüyorum. Çünkü dersi aşktan alıyorum. Ben canımı onun önüne koyuyorum, ona armağan ediyorum, çünkü o pek azını kabul eder, her şeyi kabul etmez.”Hallac-ı Mansur ve Bayezid-i Bistamî gibi bazı velîler ilahî aşk ile coştukları zamanlar, bazen öyle sözler söylerler ki, bu sözler şekil üzerinde kalan ve dinin hakikatına erişemeyen, dini taklidden tahkike götüremeyen bazı kişiler tarafından şeriata aykırı görülmüştür. Ve bu yüzden “Ben Hakk’ım” diyen Hallac-ı Mansur asıldığı gibi, kendinde Hakk’ı bulan Seyyid Nesîmî’nin de derisi yüzülmüştür.
Bu sözlerin derinliklerine inemeyenler, ifade etdikleri manayı anlamayanlar bu gibi sözleri beğenmezler. Nitekim Mevlana bir şiirinde “Biz sevgili ile beraber oturmuşuz da sevgili nerede deyip durmaktayız.” (Dîvan-ı Kebîr, I/ 442) sözünü şeriata aykırı bulurlar da, Kur’an’da “Siz nerede olursanız olunuz biz sizinle beraberiz.” (Süre: 57 / ayet: 4) “Biz size şah damarınızdan daha yakınız.” (Süre: 50 / ayet:16) ayetlerinin sırrına akıl erdirmek istemezler. Bu bir seziş ve anlayış meselesidir.
Nitekim Hz. Mevlana bir şiirinde “Ene’1-Hak dediği ve gerçeğe işaret ettiği için halk anlamadı da Hallac’ı dar ağacına çekti. Hallac sağ olsaydı sırlarımın azametinden ötürü o beni dar ağacına çekerdi.” demiştir (Dîvan-ı Kebîr, III/1459). Mevlana bazen şiirlerindeki coşkunluğun farkına varır da, sözünden tövbe etmek ister, şöyle der: “Her gazelin arkasından gönlüm söze, lafa tövbe ediyor; bir daha böyle sözler söylerniyeceğim diyor amma, Allah’ın dileği gönlümün yolunu kesiyor, gönlün tövbesini bozuyor.” (Dî-van-ı Kebîr, IV/1822)
Hz. Mevlana bir başka beytinde de şöyle buyuruyor:
“Beni yokluktan var eden, beni yaratan her an beni söyletmededir. Sonunda beni söyleten kerem buyurdu, bütün söylediğim sözler 0 oldu.” (Divan-ı Kebîr, IV/ 1809) Bir başka beytinde de “Bazen ona av derim, bazen bahar derim, bazen ona şarap adını takarım, bazen de mahmurluğum derim.” (Dîvan-ı Kebîr, IV/ 1837)
Hz. İkbal de bir şiirinde “Bir müslüman aşık değilse kafirdir.” demiştir. Hz. Mevlana da “Ben aşkı olmayan kişinin insanlığını inkar ederim.” (Dîvan-ı Kebîr, 111/1610) buyur-muştur.
Bu şiirleri diğer şairlerin şiirleri ile mukayese etmeyiniz;bu şiirler aşk ile, kendinden geçmiş bir velînin gönlünden gelen sesleridir.
Bu sesler bazen insanı şaşırtır, bazen hiç bir şiirde duyulmayan manevî zevkler verir.
Sayın okuyucularım, okuduğunuz herhangi bir şiirin zevkine varmadınızsa onu geçin, başka bir şiiri okuyun. Bazen bir şiirde bir iki beyit pek hoşunuza gider. 0 gazelin numarasını yazın, başka zaman tekrar okuyunuz. Hatta hoşunuza giden beyitleri dostlarınıza da okuyun. 0 şiirin beraber zevkine varın, müşterek duygu sizi o şiirin derinliklerine indirecek, o zaman satırlar arasında Hz. Mevlana’nın mübarek kalbinin heyecanla, ilahî aşkla çarptığını duyacaksınız.
Sayın okuyucularım, Dîvan-ı Kebîr’den şiirler seçerken, sadece kendi beğendiklerimle kalmadım, Nicolson’un seçtiklerine, sayın Schimmel’in seçip Almancaya tercüme ettiklerine, Abdülbaki Gölpınarlı merhumun ve Mithat Baharî hazretlerinin Güldeste’lerine de baktım. En çok beğenilen şiirleri işaretledim.
Dört cilde böldüğümüz bu güldestede, her cildin sonunda o cilde aldığımız şiirlerin Firüzanfer yayınındaki ilk mısraları ile cilt ve sayfa numaralarını ayrıca bir cetvel halinde belirttik ki, araştırıcılar için kolaylık olsun! Bu şiirleri hissetmek, duymak saadetine ererseniz, bu şiirleri seçerek tercüme eden Şefik Can’ı, bu aciz kulu, hayırla yadetmenizi, hatalarını hoş görmenizi ve ruhuna Fatiha okumak lütfunda bulunmanızı niyaz ederim.
Ey tanıdığım ve tanımadığım sevgili okuyucularım! Ey hikmet ve hakikati seven dostlar! Ey Hakk aşıkları! Sizi büyük veli Hz. Mevlana’nın Divan-ı Kebîr’inden yaptığımız seçmelerle başbaşa bırakıyor, ben artık aradan çekiliyorum. Cümlenizi hürmetle, sevgiyle selamlar, size sağlıklar, esenlikler manevî ve rühanî zevkler, neşeler temennî ederim.
5. 11. 1999
Em. Öğretmen Albay Şefik Can
Hasta yatağımda söylediğim bu önsözü yazan, bazı araştırmalarımda bana yardımcı olan, Mevlana aşıkı Nur Artıran Hanımefendi’ye teşekkürlerimi arz ederim.
Not: Bizde bu eserleri internete kazandırmada bize izin veren Eseri hazırlıyan sayın Şefik Can beyefendiye,ona yardım eden kardeşlerimize ve bize yardım eden kardeşlerimizede teşekkür ederim.Bu görevde bizi kullanan Cenab-ı Hakk’ka na mütanahi şükürler ederiz.
Divanı Kebirin mukaddemesi:
Bize doğru yolu bulduran, bizi bu nimetlere kavuşturan Allah’a hamd olsun. Eğer Cenab-ı Hakk, bize doğru yolu göstermeseydi, biz, bu yolu bulamazdık. Allah’ın rahmeti, peygamberi ve peygamberlerin en büyüğü, efendisi Muhammed(s.a.v.)’e ve onun kerem sahibi olan ve keremlere mazhar bulunan soyuna, sopuna olsun. Bundan sonra şunu iyi biliniz ki, bu Dîvan-ı Kebîr’de bulunan sözler rühanî sırlardır. Hakk’a gönül verenler için Nüh’un gemisidir. Kutsal nefeslerdir. Ruha hoş gelen esintilerdir. Rabbanî ilhamlardır. Seher vaktindeki feyzlerin gönül gözünü açan keşfleridir. Noksanlardan münezzeh olan Allah’tan gelen varidattır. Eşi bulunmaz işaretlerdir. Şaşılacak ibarelerdir. Bahr-ı ehadiyetin nürlandır. Gayb denizinin iri incileridir. Bu Dîvan Aşıklar Dîva-nı’dır. Manevî zevklerin kaynaklarıdır. Gönüllerin ışığıdır. Aşıklara, ariflere makbul olan gerçek sözlerdir. Huzur ehlinin anahtandır. Gayb alemindeki hür kişilerin makamlandır. Kalb sahiplerinin kalplerinin kalbidir. Gönül bahçelerinin çiçeğidir. Bu Dîvan’daki sözler, has kulların meclislerine feyizler ve manevî zevkler getiren akar sulardır. Velîleri anan ve andıran haberlerdir. Olgunlaşmış kişilere sa’adet kimyasıdır. Yakîne erişmiş kardeşlerin hutbesidir. Allah’ı seven, kötülüklerden sakınan erlerin boyunlarına gerdanlıktır. Bu sözler, münafıklara Hakk’ın Zülfikar’ıdır. Büyük ve hayırlı kişilerin rühlarına iksirdir. Hakk yolunda sefere çıkanlara bir yolculuk armağanıdır. Ceberut kuşlannın dilidir. Meleküt alemindeki meleklerin tesbîhleridir.
(Divan-ı Kebîr, c. I, sahife 2)
1. GAZELLER
1. Hakk’tan sayılamayacak kadar lütuflar, ihsanlar;
senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar, kusurlar.
Müstefilün, Müstefilün, Müstef’ilün, Müstefilün
(c. I, 3)
•.Ey gönül, işlediğin suçlara, kusurlara karşılık, Hakk’tan özür dilemek için neler düşünüyorsun? O’ndan sayılamayacak kadar lutuflar, iyilikler, ihsanlar, vefalar gelmede, senden de bunca hatalar, kusurlar, cefalar görünmede…
• O’nun tarafından, bunca keremler, senden ise, manasız aykın işler; O’ndan pek çok nimetler, senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar suçlar, günahlar…
• Senden bunca haset, bunca kötü düşünce, bunca dedikodu. O’ndan ise bunca ihsan, bunca lütuf, bunca iyilikler.
• Yaptığın kötülüklerden, işlediğin günahlardan pişman olup da, candan Allah dediğin zaman, seni belalardan kurtarmak için senin imdadına yetişen, sana o duyguyu veren, kendini hissettiren O’dur.
• İşlediğin günah yüzünden korkuyorsun, kurtulmaya çareler arıyorsun. Bir daha işlememeye karar veriyorsun, işte o anda bu duygularla için karıştığı, kendinden utandığın, kendini ayıpladığın, vicdanın sızladığı zamandüşünmüyor
musun? Bu duyguları sana veren, bu pişmanlığa seni düşüren, senin içindedir. Sana çok yakındır. O’nu sen ne diye kendinde, kendi içinde göremiyor, hissedemiyorsun?
• O, seni bazen yaratılışına, kötü tabiatına bırakır, seni gümüş, altın, kadın sevdasına düşürür. Bazen de canına Hz. Mustafa’yı hayal etmenin nürunu verir de içini aydınlatır.
• Seni bazen bu tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen de o tarafa çeker, seni kötülere ulaştırır. Kurtuluş gemisini korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar.
• Ey zavallı insan, bu düşüşlerden, bu hallerden sakın ye’se kapılma; gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar çok ağla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulağına kurtuluş sesleri gelsin.
2. Keşke uyuyabilseydim de, rüyada yüzünü gösterseydin.
Müstef’ilün, Müstef’ilün, Müstefilün, Müstef’ilün
(c. I, 3)
• Sevgilim, belki vefa ve merhametin coşar da, kapıyı açarsın; “Orada, ne bekliyorsun kalk, içeri gir!” diye seslenirsin ümidiyle ben senin kapında oturmuş bekliyorum.
• Ey pek güzel olan yüzünde her zaman yüzlerce lütuf, yüzlerce merhamet nuru parlayan sevgili! Canım, kapında senden gelen misk kokularına, anber kokularına gark olmuştur.
• Biz mest olmuşuz; başımız dönmede, başkalarının yaptıkları işlerle bizim ilgimiz yok. Dünya alt üst olsa, yakılsa, yıkılsa umurumuzda değil. Yeter ki senin aşkını kaybetmeyelim. Yeter ki senin aşkın ebedî olsun!
• İçimizde senin aşkın el çırpmada, yüzlerce başka alemler yaratmada, göklerden de dışarda, ötelerde yepyeni yüzlerce asırlar meydana gelmede.
• Bugün biz senin misafiriniz. Güler yüzünüzün mesti olduğumuz için seni bırakıp başka yere gidemiyoruz. Sen öyle eşsiz bir güzelsin ki, Allah’a yemin ederim ki yüzünün güzelliğini düşününce, hayal edince, şu gönlüm beni bırakıp gidiyor.
• Kurtulmam için, gönlü uyanık bir can bulursam, onun eteğine yapışacağım, himmet isteyeceğim. Keşke uyuyabilseydim de rüyada yüzünü gösterseydin.
• Bütün canlar, can denizinden geldikleri, can denizini tanıdıkları, bildikleri için oraya doğru sel gibi akıp gidiyorlar da, başka tanıdıklardan, başka sevgililerden yüz çevirmişlerdir.
• Can denizine doğru koşan seller de çeşit çeşit. Bir sel var yüksek dağlardan kaynağını alarak, hayran hayran başını taşlara çarparak, köpürerek, ağlayarak, heyecanla feryat ederek, aslı olan can denizine doğru koşuyor, koşuyor. Bir sel de var ki yolunu kaybetmiş, birincisi; “Allah’a hamd olsun!” demede, ikin-cisi; “La havle” okumada.
• Ey güneş gibi doğup, müflislere, yoksul kişilere sevgi şarabı sunan lütfeden. Bir ihsanda bulun, o şaraptan bize de sun! Biz de yoksuluz, biz de şaşırdık, yolumuzu kaybettik.
• Nasıl olmuşsa gül, ansızın seni görmüş, çaşırıp kalmış da elbisesini yitirmiş.Çeng senin çenginin sesini duymuş, feryada başlamış, utanıp başını önüne eğmiş.
Nıyazi-i Mısrî hazretlerinin şu şiiri bu hakîkati belirtiyor:
“Huda davet eder elhamdülillah
Bu can dosta gider elhamdülillah
Hakîkat şehrine çün rıhlet oldu
Gönül durmaz iver elhamdülillah.”
” La havle vela kuvvete illa billah”; Allah’tan başka kimsede güç, kuvvet yoktur, anlamın;ı gelen bır hadîsten alınan “La havle”. Mü’minler, şaşırdıkları, darda kaldıklan zaman “La havle” derler.
• Zühre yıldızının burcunda en tali’li olan kimdir? Ney’dir. Çünkü ney, dudağını senin dudağına koymuş, senden name öğreniyor.
• Çeng, sensiz kalınca fenalaşıyor, hasta, kötü bir varlık oluyor. Ney de sen olmayınca hüzünlerle doluyor, inlemeye, ağlamaya başlıyor. Çengi kucağına al, onu iyileştir! Ney’i de öp, okşa. Def de sana yalvarıyor. “Ne olur?” diyor, “Beni eline al! Yüzüme vur, vur, vur da senin vuruşlarınla yüzüm değerlensin, ahenk yolunda meclise parlaklık gelsin.”
• Bu parça parça olah canı al, onun her parçasına aşk şarabı içir, onu güzelce sarhoş et de dün gece elden kaçan fırsat şimdi yeniden gelsin!
• Ey yüce padişah; doğrusu bizim için bundan sonra ayık olmak ayıptır, yazıktır! Allah’ın sana yemin ederim ki, artık bundan sonra ben ayık olarak senin büyüklüğünü, gücünü, kuvvetini anlatamam, senden bahsedemem, ancak senin aşk şarabınla mest ohınca dilim çözülür.
3. Gülün geçirdiği safhalar, başından geçen maceralar.
Miistef’ilün, Müstef’ilün, Miistef’ilün, Müstef’iliin
(c.I, 13)
• Ey bir yerde duramayan, dinlenme nedir bilmeyen rüzgarımız! Güle bizden haber götür de de; “Gül bahçesinden kaçıp şekerle dost olan gül, nasıl oldu da yurdundan, anandan, babandan, kardeşlerinden arkadaşlarından ve sana gönül veren, senin için feryat edip duran bülbülden ayrıldın geldin, şekere karıştın, ‘gülbeşeker’ tatlısı oldun?”
• Ey gül’. Neden şekere karıştın? Aslında sen, kendin şekersin, şeker gibi tatlısın, hoşsun. Şeker olduğun için, herkesten çok sen, şekere layıksın ama, neden gül bahçesine karşı vefasızlıkta bulundun? Şeker de, gül de hoş, fakat vefalı olmak her ikisinden de hoş, her ikisinden de tatlı.
• Ey gül, madem ki bahçeden ayrıldın gittin, sana bir iki sözüm var: O güzel yanağını şekerin yanağına koy da şekerden tat al, şeker gibi ol, şekere de bahçeden alıp götürdüğün hoş kokunu ver! O da gül gibi olsun. Ayrılığı göze aldın ama, bu ayrılıkta kazancın da var: Sen şekerin içine girdiğin için gül olarak oradan oraya götürülmekten, yolculuğun cefasından, solup pörsümekten, yerlere atılmaktan, çiğnenmekten kurtuldun.
• Şimdi ‘gülbeşeker’ tatlısı oldun ya, seni yiyenlere gönül gıdasısın, göz nurusun. Bu yüzden artık gülden gönlünü çek; o nerede, bu nerede?
• Sen bahçede dikenle beraber oturuyorsun. Akıl gibi cana yakın idin, insana karıştın. Şekerle beraber iken şimdi insanla beraber oldun. Nur oldun. Haydi şimdi de şu günahlarla kirlenmiş yeryüzünden gökyüzüne yüksel menzil menzil, konak konak ta onunla manen buluşma yerine kadar yürü!… *
• Ey gül! Sen şimdi dünyaya yukarıdan bakıyorsun da, dünyadaki acaip halleri gördüğün için dünyaya gülüyorsun. O yüzden elbiselerini yırtıyorsun. Ey kızıl kaftanlı, güçlü, kuvvetli yiğit er, ben senin hayranınım!
• Güller “Kim manen Hakk’a uluşmak için merdiven isterse, belanın, ızdırabın bir merdiven olduğunu bilsin de, başına gelenlerden şikayet etmesin! Belalardan korkmasın, canını belalara atsın!” diye naralar atarak, uçuşup saçılarak gökyüzünden gül bahçelerine yağmada…
• Kendine gel de, şu kaptan, gülsuyu çıkaran ustanın testisinden bir yolunu bulup ter gibi sız, o hapsedilmiş kaptan, bir rüh gibi kaç, kurtul.
• Ne de tali’liymişsiniz, ne de bahtınız yarmış! Benziniz gül gibi kıpkırmızı. Biz de sizin gibiydik, rüh olduk, kurtulduk. Haydi siz de rüh olun, bu kirli yeryüzünden kurtulun.
• Gülbeşekerden maksadımız, Hakk’ın lütfuyla bizim varlığımızdır. Varlığımız sanki demir kırıntısı, Hakk’ın lütfu ise mıknatıs!..
• Akıl da aynadır. Demirden ayna yapan aynacı, onu parlatmak, ayna haline getirmek için ona çok eziyet etmededir de, bu yüzden olacak, ayna bizi istemiyor, bize gelmiyor, hep biz onu elimize alıyor, ona bakıyoruz. O bize şunları söylüyor ama, kulaklanmız gaflet pamüğu ile tıkalı olduğu için duyamıyoruz: “Ey insanlar, ben sizi sizsiz isterim.”
4. Ben çok eskiden sana gönül vermiştim, şimdi gel de sana canımı vereyim.
Müstef’ilün, Müstefilün, Müstefilün, Müstefilün
(c. I, 16)
• Ey Yusuf, gözleri görmeyen Yakup’a gel. Ey gözlerde gizlenmiş olan îsa, sen de şu gök kubbenin üstünden hir görün…
• Ayrılıktan ötürü gündüz karardı, gece gibi oldu. Gönlüm yay gibi idi, inceldi ok gibi oldu. Dertli Yakup ihtiyarladı, ey genç Yüsuf artık gel!
• Ey îmran oğlu Müsa! Senin Hakk’a yalvarman için, ne Tur-ı Sîna’lar var! îsrail oğulları buzağıya tapıyorlar. Artık Tur-ı Sîna’dan dön!… Bizi kurtarmaya gel!
• Benzim safran gibi sarardı. Boynum büküldü, çene düştü. Beden mezarında sıkıştım kaldım. Ey rühu darlıktan kurtaran, rahata kavuşturan! Gel, beni benden, beni bedenden kurtar!
• Hz. Muhammed’i gözleyen gözüm, gamınla sana müştakım diyor. “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” ayetinin sırrı, gel de o dağınık saçlar arasından yüzünü göster!” Enbiy Suresi 21/1O7. ayete işaret var.”
• Sen, öyle büyüksün, öyle büyük bir nür kaynağısın ki, şu güneş senin nuruna karşı sanki akşam kızıllığı, ey bütün dünya padişahlarını geride bırakan,, azîz varlık, ey Hakk ile gören göz, ey her şeyi bilen gönül! Gel!
• Dünyada mevcut bütün canlar, sana karşı canlıktan çıkıyorlar, beden oluyorlar. Halbuki sen, cansın, canlar canısın, cansız beden ne işe yarar? Ben çok eskiden, sana gönül vermiştim. Gel, ey sevgili gel de şimdi sana canımı da vereyim!
• Ey-sevgili, ilacım de sensin, çarem de sensin. Yüz parça olmuş gönlünnün nuru da sensin, çaresiz gönlümde, senden başka ne varsa hepsi yok oldu, beni kimsesiz bırakma! Gel!
5. Ömür kervanının kalkmak üzere olduğunu haber veren çanlarının seslerini duymuyor musun?
Müstefilün, Müstef’ilün, Müstef’ilün, Müstefilün
(c. 1, 17)
• Gökyüzünden cana; “Haydi geri dön!” diye bir ses geldi. Can da; “Ey beni çağıran yüce varlık, merhaba, geliyorum.” diye cevap verdi.
• Ses duydum; “Başüstüne, her an yüzlerce can sana feda olsun. Bir kere daha çağır da; (…… ) makamına kadar uçayım.
(…… )Bu beyitte Insan Süresi, 76/1. ayete işaret var. Bu ayeti tefsir edenler, insanın maddî varlığının çeşitli merhalelerden geçerek nihayet bir damla meni halinde ana rahmine düştüğünü ve ınsanın henüz kendisinin atılacak bir şeyi olmadığına ve kemalin yoklukta olduğuna etmekte.
• Ey bizim eşsiz misafirimiz, bizim canımızın sabrını da, kararını’ da aldın. Seni nerede arayayım? Nerde bulayım? Seslenen “O, candan da, rnekandan da dışarıdadır, O, çok üstün bir yerdedir.” dedi.
• Şu zindanda bulunanların, ayaklarına bağlanmış olan ağır zincirleri çözeyim, gökyüzüne de bir merdiven koyayım, koyayım da can, yücelere çıksın.
• Sen cana, canlar katan bir güzelsin. Sonra yabancı da değilsin, bizim şehrimizdensin. Öyle olduğu halde neden kendini garip sayıyorsun, yabancıymış gibi davranıyorsun? Bu hal, dostluğa yakışır mı?
• Avareliği, bir bir şerbet gibi içmişsin de kendi evinin yolunu bile unutmuşsun. Çok kötü huylu olan, Kabil’li büyücü kadın, sana çok büyüler yapmış, bu yüzden nereden geldiğini, nereli olduğunu hatırlıyamıyorsun.
• Birini takip derek gelen, konup göçen kervanlar, hep o tarafa koşup gidiyorlar. Senin başın nasıl oluyor da dönmüyor? Yüreğin kabarmıyor? Neden hiç bir korku ve heyecanın yok?
• Kervan başının kervanın kalkmak üzere olduğunu haber veren çanlarının ‘seslerini duyuyor musun? O tarafta nice yol arkadaşlarımız, nice dostlarımız var. Hep bizi bekliyorlar.
“Bu beyit Şirazlı hafız ın şu beytini hatırlatıyor:
Sevgiliye giden yolun menzilinde ,konduğu yerlerde nasıl istirahat edeyim,nasıl zevki sefaya dalayım ki,Can;Yürekleri bağladınızmı diye feryat edip durmada.”
• Bir çok insanlar, orada bizi bekliyorlar, hepsi de bizim sarhoşumuz, hepsi de bize dalıp kendilerinden geçmişler. “Ey zavallı! Padişahın bekliyor. Haydi padişahın yanına gel.” diye kulağımıza bağırıyorlar.
6. Düğünümüz dünyaya kutlu olsun!
Müstef’ilün, Müstefilün, Müstef’ilün, Müstefiliin
(c.I, 31)
• Bizim düğünümüz dünyaya kutlu olsun. Allah, bu düğünü, bu evlenmeyi bize uygun olarak tertipledi. Eşler birbirine çok uygun düştü. Bu düğün sebebiyle,
• Mevlamızın lütfuyla kalpler ferahladı. însanlar çift oldu, evlendi. Kederler, gamlar gönüllerden çıkıp gitti.
• Ey şehrimizi süsleyen güzel! Allah’ın adıyla güzel bir gelin olarak gidiyorsun. Sen de bir güzele damat olmadasın.
• Köyümüzden ne de hoş gitmedesin. Bize ne de hoş salına salına gelmedesin; deremize ne de hoş çağlaya çağlaya akmadasın! Ey ırmağımız, ey bizi arayan dost!
• Cihan padişahının, bizim o canlara can katan padişahımızın devletinde oynayın, raks edin, ey arifler, ey süfîler, sema edin!
• Halkın bir kısmı denizler gibi coşmada, dalgalar gibi secdeye kapanmada. Bir kısmı da kıhçlar gibi savaşmada, bütün cüz’lerimizin kanmı içmede. Sus, sus ki bu gece o güzel yüzlü, uğurlu şahımızın mutfağı açılmıştır. Ne de şaşılacak şey ki, helvamız (helva gibi tatlı olan sevgili) helva pişiriyor.
Bu şiiri Hz.Mevlana oğlu Sultan Veled’in düğününde söylemiştir.
7. Bu hoş koku, Yüsuf’un gömleğinin kokusudur,
yahut da Mustafa(s.a.v.)’in hırkasının kokusudur.
Müstef’ilün, Müstefilün, Müstef’ilün, Müıtef’ilün
(c.1, 12)
• Ey bahçeleri güldüren, çimenleri gebe bırakan aşıkların ilkbaharı, bizim sevgilimizden haberin var mı?
• Ey aşıkların feryadına koşan hoş kokulu rüzgar. Ey candan da mekandan da temiz olan aziz varlık, sen neredeydin? Nerede kaldın, seni göreceğimiz geldi?
• Ey Rum diyannın da, Habeş diyarının da fitnesi olan rüzgar, şaşırdım kaldım, bu pek hoş, bu pek güzel koku, ya Yüsufun gömleğinin kokusudur, yahut da Mustafa (s.a.v.)’in hırkasının kokusudur.
• Ey doğruluk ırmağı, sen bizim sevgilimizin arkından akıyorsun, sen getirdığın hoş kokularia gönüllerin Tur-ı Sîna’sı oluyor, canlara can katıyorsun..
• Ey sözü, konuşması, bütün davranışları, halleri hoş olan sevgili! Ey “ay”ların, yıl’ların kendine kul oldukları güzel, senin “ay”ın da hoş, “yıl”ın da hoş.
8. Gül de senin lütfunla çorak yerler yeşersin, mezarlar bahçe haline gelsin!
Müstef’ilün, Müstef’ilün, Müstefilün, Müstefilün
(c.I, 29)
• Ey perdenin arkasından ışığı, nüru görünen sevgili, senin ışığın, sıcaklığın bize yaz mevsimi oldu, bizim de yaz mevsimi gibi gönlümüz sıcak, gel bizi al, gül bahçemize kadar, çek götür!
• Gel, gel de senin lütfunla çorak yerler yeşersin, mezarlar bahçe haline gelsin. Koruklar tatlılaşsın, üzüm olsun, ekmeğimiz pişsin.
• Ey can giineşi, ey gönül güneşi, ey güzelliği ile güneşi bile utandıran güzel,gel, gel de bizim zavallı halimizi gör, şu balçık beden, canı nasıl tutmuş bırakmıyor?
• Yüzünün sevdası ile dikenlikler, nice defalar gül bahçesi haline geldi de güzel yaratma gücüne olan imanımızı artırdı.
• Ey ebedî aşk! Şu gönlümüzde kendini gösterip, canımızı balçık zindanından kurtararak, tek olan, eşi olmayan Allah’a yönelttin.
• Ey nurlar saçan sabahımız! Gamlı ve kederli olduğumuz zamanlarda gönlümüzdeki gam dumanlarını dağıt, bize şevk ver, neşe lutfet. Tali’imizin karanlık gecesinde; bir gündüz, görülmemiş, işitilmemiş, şaşılacak bir gündüz meydana getir.
• Nerede o gözler ki onu izlesin; nerede hakîkatleri duyacak kulak, burhanlar düşünecek akıl?
• “Cüz’ler külle gidiyor. Reyhan reyhana, gül güle kavuşuyor, her şey bizim dikenliğimizin hapishanesinden kurtuluyor.” diye can diyarından davul sesleri gelmeğe başladı.
9. Ey söylenmemiş, gönülde kalmış gam, ey uyuşmuş akıl defolun gidin!
Müfte’ilün, Müfte’ilün, Müfte’ilün, Müfte’ilün
(c.1, 36)
• Hoca gel, hoca gel, hoca bir kere daha gel! Ey hileci ay, gelmem deme, gel!
• Senden ayrı düşmüş aşığın halini gör. Kötülüklerle dolu olan dünyaya bak, ey hapishaneci padişah, mahmur susamışı görmemezlikten gelme!
• El de ayak da sensin, her var olanın varlığına sebep de yine sensin! Sarhoş bülbül de sensin, haydi gül bahçesine gel!
• Kulak da sensin, göz de sensin, her şeyin seçilmişi de sensin, sen kuyudan çıkarılarak satılmış Yüsufsun, kölelerin satıldığı pazara gel!
• Gözde gizlenmişsin görünmezsin, halbuki sen herkese can verirsin, bir kere de güle, oynaya gönülsüz ve sarıksız olarak gel!
• Günün aydınlığı sensin, gamı yakan yandıran sevinç sensin, gecelerin aydınlığı, ay ışığı sensin, ey tatlılıklar, şekerler yağdıran bulut gel!
• Ey yepyeni dünyanın bayrağı! Her akıl ve fıkir sana rehin olarak verilmiştir, bazen geliyorsun, bazen gelmiyorsun, böyle yapma; bir daha dönmemek üzere tamamıyla gel!
• Ey perişan kabuslarla dolu olan gece git! Bir daha gelme! Ey söylenmemiş, gönülde gömülü kalmış gam, ey uyuşmuş akıl, defolun gidin, sizi istemiyorum! Ey uyanık baht, ey devlet gel, gel!
• Ey Nuh’un nefesi! Ey ruhun hevesi gel! Ey yaralanmış merhemi gel! Ey hastanın sağlığı gel!
10. Gölge bazen nürun yanında olur, bazen de onda yok olur.
Müfte’ilün, Müfte’ilün, Müfte’ilün, Müfte’ilün
(c.1,41)
• Ey yüzünün nüru ile cihanı aydınlatan sevgili, dün gece bizim aramızda yoktun. Bu yüzden biz karanlıkta kaldık. Yüzünün nüru dün gece neredeydi?
• Gönlümüze bak da şaşır kal! Çünkü gönül, senin güzel yüzünü siper ederken heyecandan eriyip yok olduğu halde, seni siper etmeye doyamadı. Bırak gönül senin uğrunda erisin yok olsun. Ama ey ay yüzlü güzel! Senin ömrün uzadıkça uzasın!..
• Dün gece, nürlar saçan ay yüzün nereye doğmuştu? Otağın nereye kurulmuştu? Adamların, ordun nerede konaklamıştı? Sen değil, senin güzelliğin nerede elbisesini çıkarır, nerede soyunursa devlet oradadır. Mutluluk oradadır.
• Dün gece nerede bulundunsa bulundun, o hususta bir şey bilmiyorum ama, bugün şunu biliyorum ki; bugün de benden ayrı kalırsan, sabrım, kararım tükenir de; “La havle” mescidi de gönlüm gibi gamlarla yıkılır gider.
• Dün gece seher vaktine kadar inleyerek, feryatlar ederek döndüm, dolaştım. Sabah oldu da gözümü bile yummadım.
• Ey aziz varlık! Sen bir nürun gölgesisin. Biz de cümle cihan senin gölgeniz. Nürun gölgeden ayrı düştüğünü kim gördü?
• Gölge, bazen nürun yanında olur. Bazen de onda yok olur, gider. Yanıbaşında ise, onunla beraberdir. Onunla bir sıradadır. Onda yok olmuşsa, onunla buluşmuştur, ona kavuşmuştur.
• Onunla buluşup yok olunca, Allah’ın nüru onu alsın, Allah’a çeksin götürsün diye o gölge şaşılacak kadar sıkı bir şekilde istek elini nüra atmıştır.
• Gölge iki nürun ayrılıklarını, sonra birbirleriyle buluşmalarını durmadan anlatsam, sen de bana bu hususta daha çok yardımda bulunsan bu konu yine bitmez, tükenmez.
• Nur, sebebi yaratandır. Ne kadar sebep varsa hepsi de onun gölgesidir.Allah, sebepsizliği her şeye sebep kılmıştır.
• Sebebi yaratan ile sebep birbirinin aynasıdır. Kim ayna gibi tertertıiz değilse, aynayı ve aynadakini göremez.
11. Başını ayak altına alınca, yıldızların üstüne ayak basarsın.
Müstef’ilün, Müstef’ilün, Müstefilün, Müstef’ilün
(c.I, 19)
• Bugün sevgiliyi gördüm, her işe, her güce tat veren, yapmasını kolaylaştıran o güzeli gördüm. O, o kadar güzel, o kadar nürluydu ki adeta Mustafa (s.a.v.)’in rühu gibi göklere yükseliyordu.
“Fussilet Suresi’nin 41/11. ayetine işaret var: “Sonra duman halinde bulunan göğe yükseldi ve ona, yeryüzüne ‘İsteyerek varlığa gelin!’ dedi. ‘lsteyerek geldik.’ dediler.”
• Güneş, Hz. Mustafa’nın yüzünü gördü de utandı. Gök de gönül gibi yarıl-mıştı, parçalanmıştı. Suyun ve kara toprağın üstüne onun parıltısı vurmuştu da, bu yüzden su ile toprak, ateşten de daha fazla parlamıştı.
• “Göklere çıkmak istiyorum, lütfen bana merdiveni gösteriniz!” diye niyazda bulundum. Buyurdu ki: “Senin başın merdivendir. Başını ayak altına al, başına bas da yüksel!
Ayağını başının üstıine koymak demek, aklını ayak altına alıp, gönül yolu ile, aşk yolu ile Hakk’a yönelmektir. Mevlana bir Mesnevî beytinde;
“Mademki gökyüzünün damlanna çıktın, oralarda geziyorsun, artık merdiven aramak mana-sızdır, soğuktur.” diye buyurur Mevlana. Dîvan-ı başka bir beytinde de;
“Göklerin yolu, Içtedir, gönüldedir, sen aşk kanadını aç, aşk kanadı kuvvetli olursa merdiven arama derdi kalmaz.” diye buyurur.
• Ayağını başının üstüne koyunca yıldızların üstüne ayak basarsın, nefsanî ar-zularını, şehveti yendiğin zaman havada yürürsün; haydi adımını at, ayağını havanın üstüne koy da yüksel!..
• Şehvetini ayak altına aldığın, nefsanî isteklerini yendiğin zaman göklerde havalarda sana yüzlerce yol belirir ve sen seher vaktinde yapılan dua gibi göklere yükselirsin.”
12. Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda zevk içinde zevk vardır.
Müfte’ilün, Mefa-îlün, Müfte’ilün, Mefa-îliin
(c.I, 46)
• Dün, sevgilim kederli, gamlı dostunu okşadı. Acılar çeken, sitemler tatmış olan cana, tatlı sözteri ile kendi tadından tat verdi.
• Akla, akıl üstünlüğü verdi, hoş öğütleri ile kulağa küpe taktı, tadı tatlılığı coşturdu. Gözlere nOr bağışladı.
• Bana; “Ey benim yüzümden zayıflayan, hasta düşen, perişan olan dost, ey benden ürken, korkan kişi, ben kerem sahibiyim, ben kendi satın aldığım ku-lumu satmam.” dedi.
• Dikkatle bak da gör: Sevgili ne yardımlarda bulunuyor? Bize nasıl ferahlıklar veriyor? Yüsuf, güzelliği uğrunda ellerini kesenleri arıyor.
• Ona; “Beni aciz, zavallı sanma!” dedim. “Kanlı göz yaşlarıma da bakma, ey sevgili senin haberin yok, ben seni altınla işlenmiş atlas bir elbise gibi giymişim, seninle beraberim, beni kimsesiz sanma!”
• Kim de dünya sevgisini bırakıp Hakk’a yönelmek isteği varsa, o nefsini yendiği için şaşılacak bir kişidir. Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda, zevk içinde, zevk vardır.
• Allah aşkına sus, yersiz sözler söyleyerek, susma huyunu öldürme! Bu kasî-deyi uzatma, kısa kes; çünkü asîde geliyor.
“Kasîde, İslamî edebiyatta bir nazım şeklidir. Kafıye kuruluşu gazel gibidir. Övgü şiirleri olduğu için, beyit sayıları gazellerden fazladır. Asîde, nişasta, yağ ve balla yapılan bir çeşit tatlıdır. Doğu Anadolu yemeklerinden “hasuta” belki de “asîde” adlı Selçuklu yemeğinden alınmıştır. Çünkü hasuta da nişasta, tereyağı ve şekerle yapılmaktadır. Midelerine düşkün olanlar “Lokmasız sohbette yoktur faide / Rabbena ünzül aleyna Ma’ide”
13. Aşk, insanı yok eder, var eder, gönülsüz bırakır.
Müfte’ilün, Müfte’ilün, Müfte’ilün, Müfte’ilün
(c.1, 39)
• Ne yazık ki, hakîkat sarayının Sadrazamı, beni meclisine kabul etmiyor, beni can mahremi yapmıyor, beni sırlarına mahrem etmiyor.
• Onu gördüğüm an rengim uçtu, gücüm, kuvvetim kalmadı, perişan oldum, o durumu anlamadı da; “Rengin nerede? Gücün, kuvvetin nerede?” diye sordu.
• Ben kerem ırmağına daldım, ben seher vaktinin kuluyum, kölesiyim. Öyle umuyorum ki, bu lütuflarla, feyizlerle dolu seher vaktinde, o güzel kokulu gül gelir, beni alır, mana gül bahçesine götürür.
• Irmağa dalan kişiye, elbisesi yük olur. Benim şu sarığım ile hırkam bana yük oluyor, ağır geliyor. Mal, mülk, mutluluğa ulaşmak sebepleri, hepsi de o tatlı edalı ay yüzlüdendir. Sevgili bana yakınlık gösterir, vefalı olursa, mal da odur, mülk de odur.
• Dükkanım çalışma yerim, senin olsun, san’atım, hünerim, bilgiler, yığın, yığın kitaplar hep senin olsun, arslan da senin olsun, orman da senin olsun . Tatar ülkesinin ceylanı bana yeter.
• Aşk insanı yok eder, var eder. Gönülsüz bırakır, elsiz, ayaksız9 bir hale so- i kar. Aşk meyhanesinin sakîsi, şarap sunar, mest eder, insanı kendinden alır.
” Mevlevî şairlerinin en büyüklerinden olan Şeyh Galip merhum da bir şiirinde şöyle yazmıştı:
“Derd ü mihnettir, beladır adı aşk,
Bir marazdır, ibtiladır adı aşk,
Andadır raz-ı adem, sırr-ı vücüd,
Hiçtir, yoktur, bekadır, adı aşk.”
14. Delilik zincirini sakın ayağımdan çözme!
Müfte’ilün, Müfte’ilün, Müfte’iliin, Müfte’ilün
(c.I, 4O)
• Dilin halkası bir zincir oldu, ayağıma geçti. Sakın, bu zinciri çözme, yalvarırım sana, artık akıl kervanın önünü ben vuramayacağım, sen vur!
• Ben senin mestinim, seninle neşeliyim, seninle hoş bir haldeyim. Ben senin iyiliklerinin, lütuflarının altında kalmışım eziliyorum, sanki lütfundan gebe kalmışım, gebe eğer yükünü taşımazsa, bunu suç sayma!
• Hiç gökyüzü, kendi başından dönme sevdasını çıkarabilir mi? Yeryüzü de teninden titremeyi hiç giderebilir mi?
• O padişah mukadderat kalemi ile rakamlar yazıp duruyor. Göniil, onun elinde bir kalem. Hoca sen de bir an için olsun hayattan şikayeti bırak, kadere boyun eğ de, müslümanlığını yenile!
• Padişah, kader gereği seni imtihan için cefa eder. Sıkıntılar verir. Sen o cefayı padişahın elinde bir kabarcık gibi bil! Padişahın elini tutan kişi o kabarcığı öper.
• Dünya, cihanın gizli hükümlerini ihtiva eden bir kitap gibidir. Senin canın da o kitabın baş yazısı. Düşün de bu meseleyi iyi anla!
“Kainatta çeşitli varlıklar yaşıyor; karalarda, denizlerde yaşayan sayılamayacak kadar çok olan bu varlıkların adlannı, cinslerini ihtiva eden bir kitap yazılsa; yani: Kitab-ı Kainat kaleme alınsa, bu kainat kitabının fihristinde ilk numaraya insanın adı yazılacaktır. Sonra diğer hayvanlar, balıklar, kuşlar, böcekler gelecektir. Neden o kitabın başyazısı insan ile başlayacaktır; insan, bütün yaratılmış mahlükların en başında yer alacaktır? Çiinkü insan bütiın mahlükların en şereflisidir, sonra insan da ilahî emanet vardır. İnsan; “Rühumdan ona üfürdüm!” sırrına mazhar olmuş, üstün ve bir mahluktur.”
• Daima neşeli ol; arada sırada gelen cefalarla yüzünü ekşit ama, gönlünü hoş tut, suyu döndür, başka tarafa aksın. Sen de sus artık, eşeğin boynundaki o oyalayıcı çıngırağı çöz!
15. Melekler, gökyüzü pencerelerinden başlarını çıkarsınlar,
yeryüzüne eğilip seni siper etsinler.
(c,1,47)
• Ey sevgili, sen gökteki aya benziyorsun ama, sen neredesin, ay nerede? Senin yüzündeki güzellik, nür, ayın yüzünde bulunabilir mi?
• Herkes ay ışığını seviyor, ayı seviyor. Ay ise senin aşkının esiri olmuş, senin elinden feryat ediyor. Senin elinden “Ey Allah’ım!” diye yalvarıyor.
• Parlak yüzüne karşı, güneş de, ay da secde ediyor. Çünkü senin güzelliğin ayla, güneşle maceraya girişiyor. ;
• Ay dün gece sana secde etmeye geldi. Fakat seni sevenlerin kıskançlığı ayın önüne çıktı; “Def ol, git, gelme!” diye naralar atmaya başladı.
• Haydi kalk sevgilim, hoş bir eda ile salına salına yürü de, melekler bile gökyüzü pencerelerinden başlarını çıkarsınlar, yeryüzüne eğilip seni seyre dalsınlar. ¦
• Senin parlak yüzünden, şimşekler çakmaya başlayınca, gönüller, gözlerini korumak için elleri ile yüzlerini kaparlar.
• Her ne kadar gönül bahçesi zevk ve safa elde ettiyse de, kış gibi olan bu ayrılık yüzünden hepsini kaybetti.
• Can bahçesi, sonbahara benzeyen ayrılık gamı ile, hazan gibi sarardı, soldu. Senin baharın ne zaman gelecek de, beni yeşertecek, hayata kavuşturacak?
• Dün, gönlüm, senin oturduğun mahallenin başında yorgun, perişan, uyuya kalmıştı. Hayalin oradan geçti de, gönlümü o halde gördü de…
• Dedi ki: “Nasılsın? Bu ağır hayat şartlarının sana yüklediği yükün altından nasıl çıkacaksın? Öyle acılar çekmiş, öyle zayıflaşmışsın ki, bedenin artık gözle görünmez olmuş.”
• Böyle söyledi, sonra geçti, gitti. Fakat o güzel dudaklardan çıkan bu sözün tesiri onun tadından, bu yaralı gönlüm, iyi oldu sağlık buldu, ya Rabbî, onun sevabını sen ver!
16. Yıldızlar bile senin nürunu görüp kendilerinden utanırlar.
Müfte’ilün, Mefa’îlün, Müfte’ilün, Mefa’îlün
(c. 1, 5O)
• Ey vefasız güzel, neden böyle yapıyorsun? Beni perişan ediyorsun? Neden vüzüme bakmıyorsun? Neden beni görünce yüzünü ekşitiyorsun?
• Neden yalnız sana ayrılan, sana bağlanıp kalan, senin vefalı dostun olan gönlümü, her an mızrakla yaralıyorsun?
• Senin cevherin kuyumcuda müşterilerce pek beğenildi. Yani asaletine, rühî güzelliğine, Hakk aşıkları hayran oldular. Öyle olduğu halde neden bizim canımızı da, cihanımızı da alıp götürüyorsun? Neden bize acımıyorsun?
• Sen Hızır’ın çeşmesisin, sen bir kevsersin, ab-ı hayattan bile hoşsun. Senin ayrılık ateşinle yanıp duran ancak benim, neden beni sevmiyorsun?
• Senin sevgin can gibi gizlidir. Sevgi mührünün de eseri, izi yoktur. Böyle olduğu halde, neden gönlüme mühürünü bastın; izler, nakışlar bıraktın? Neden kendini bana böyle sevdirdin?
• Dedi ki: “Ben canın canıyım, canı görmeye heves etme! can görülmez.” Öyle olduğu halde neden senin güzel yüzün, canın şekline girdi, can oldu? Hani can görünmez diyordun, neden böyle oldu, neden?
• Ey bütün maddî varlığından kurtulup, sadece baştan ayağa nür olan azîz varlık, yıldızlar bile seni görüp kendilerinden utanıyorlar. Peki böyle iken ne diye şüphe bulutları ile örtünüp, gönüllere, maddî ve manevî güzel’ikle iki yüzlü olarak görünüyorsun?
17. (Na’t) Peygamberimiz, Efendimize hitap!
Mefa’îliin. Mefa’îlün, Mefa’îliin, Mefa’îlün
(c. I. 55)
• Mübarek bedenin kadir gecesidir. însanlar onun yüzünden şerefler, devletler elde ederler. Ruhun da ayın on dördü gibi parlaktır. Onun yüzünden karanlıklar yok olur, gider.
• Yoksa sen, Hakk’ın takvîmi misin? Herkesin tali’leri orada yazılıdır. Yoksa sen, mağfiret deryası, bağışlama denizi misin ki, herkesin günahlarını orada yıkar, temizlersin.
• Yoksa sen, Levh-i Mahfüz musun ki, ilham sahibi olanlar, gayb dersini senden alırlar, öğrenirler? Yoksa sen rahmet hazinesi misin ki, Hakk’a yakın olanlar, oradan elbiseler giyerler?
• Yoksa sen, neliksiz, niteliksiz rüh musun ki, bunların hepsinden, herşeyden dışardasın? Bu sırda, künhünü anlayışta, düşüncelerde, te’emmüllerde, kuruntularda sarsılır, perişan olur.
• Sen, güzelliğinin nüru kuyuya akseden ay gibi acaib bir Yüsufsun. îşte akseden bir nümn sevdası ile, nice Yakuplar, milletlerin tuzaklarına, kuyularına düşmüşlerdir.
• Şaşkınlıktan kurtulunca da, onun sıfatlarına bürünürler. Ilahî sıfatlar hayret hududunu geçince onu, kim anlayabilir? Artık sus, derin manalı sözler de, ibretler de kırık, dökük söylendi.
18. Bütün güzellerin, güzellikleri onun güzellik denizinden bir damla.
Mefa’îlün, Mefa’îliin, Mefa’îlün, Mefa’îliin
(c. I, 54)
• Ey gönül, bu hoş devlet yurdundan, bu mana aleminden bir an bile olsa çıkma. Bir an can şarabını iç, bir lahza da şekerler çiğne, rühanî zevkler al!
• Ruhanî tasavvurlar, vicdana dokunmayan, pişmanlığı olmayan zevkler, anlatılmaz güzellikler, bütün bu manevî haller, neşeler, nefısle yapılan gizli savaştan başarılı çıkmak, erenlerin gizli meclislerinde bulunmaktan, yahut da daha gizli olan sırrın da sırrından gelmede…
• Dünyada görülen ve insanı büyüleyen bütün güzelliklerin güzellikleri, onun güzellik denizinden birer damla, fakat susuzluk hastalığına tutulmuş bir kişi, bir damla ile kanar mı?
“İbn Farız hazretlerinin Kasîde-i Ta’iyye’sinin 242 numaralı beyti de hakîkati ifade etmektedir.
“Her yakışıklı gencin ve güzel kadının güzelliği, muvakkat bir zaman için hep O’nun güzelliğinden verilmiştir.”
• Ey gönül, dünya zindanlarının en daracığı olan beden zindanından, geniş ınana meydanlarına çıkmak için bir yol var, var ama, senin ayağın derin bir uykuya dalmış da sen kendini ayaksız sanıyor, bu yüzden zindandan çıkmıyorsun.
• Şu yeryüzünde aradığın rızıklardan başka, göklerde ne gizli manevî rızıklar var. Ekmek hazırlayan fırıncının fırınından başka yerlerde ne ekmekler pişebilmektedir. Haberin yok.
•İki gözünü de kapamışsın; “Aydın gün nerede?” diyorsun. Halbuki, günü aydınlatan güneş gözüne düşüyor da, sana; “Aç kapıyı!” diyor; “Ben buradayım.”
• Seni, bu tarafa da çekerler, öte tarafa da çekerler. Ey bulanmış, tortulanmış su, şu tortudan şu bulanıklıktan kurtul da, göklere, yücelere yönel!…
Baudlaire (Bodler)’in Kötülük Çiçekleri adlı kitabındaki Elevation (=Yükseliş) şiirinin şu kıtası Mevlana’nın bu beytini terennüm ediyor:
“Bu zehir duygulardan yüksel çok uzaklara
Yukarı havalarda git temizle kendini
Ve berk-i semaların o temiz ateşini
Allah iksiri gibi içiver kana kana”
• Sen kendi gönlünde halvete çekilmişsin, düşüncelere dalmışsın, içine daldığın, elbise gibi sırtına giydiğin her düşünce rengi ile, şekli ile senin yüzünden belli olur. Onu gizleyemezsin.
• Her ağacın gönlü, hangi tohumdan, hangi taneden su içerse, o içtiği su, ağacın dalında, yaprağında kendini gösterir.
• Elma tohumundan su içmişse, ondan elma yaprağı biter; hurmadan su içmişse hurma verir.
• Nasıl hekim hastaların betinden benzinden hastalığını antarsa, gönül gözü açık olan da, yüzünün, gözünün renginden senin dinini, inancını anlar.
• Dininin halini, sevgini, kini, renginden anlar. Fakat gizler, söylemez, seni rezil etmez.
19. Gül kendi güzelliği ile, bir güzellik bağışlayanın bulunduğuna şahitlik eder.
Mefa’îlün, Mefa’îlün, Mefa’îliin, Mefa’îliin
(c.I, 57)
• Ey müslümanlar, ey rnüslümanlar, güzelliği, yarım bir dikeni bile cennet bahçesine çeviren bir sevgili hakkında ne demeli? Ne söylemeli?
• Onun aşkı, bir diyara bir an için olsun gelse, orayı şerefelendirse, mekanları mekansızlık alemine çevrir, yerleri baştan başa paha biçilmez madenlerle doldurur.
• Allah’ım bu nasıl nürdur ki, her hüriye güzellik bağışlar, lütfederse, ateş bile isterse tabiatini terkeder. Ab-ı hayat olur.
• îlkbaharı kıskançlığından «ötürü kırar, geçirirse ne çıkar? O lütfu tutar da sıkarsa binlerce ilkbahar meydana getirir.
• Onun yüzü güneştir. Dünya ise o güneşin yüzüne bir perdedir. Fakat nakış, resim; nakıştan, resimden başka ne görebilir?
• Gül, ilkbahara o güzellikleri vereni tanımasa bilmese bile, kendi güzelliği ile bir güzellik bağışlayanın bulunduğuna şahitlik eder. Der ki: “Benim rengime, kokuma, güzelliğime bakınız, elbette bunları bana veren biri var. îşte bana bu güzellikleri lütfeden, size de o güzellikleri vermiştir.”
“Hz. Mevlana Mesnevî’mn VI. cildinin 27OO numaralı beytinde şöyle buyurur: “Allah kendisine kullukta bulunan güllere ne vefalı davranır, onlara ne güzel renkler verir, ne hoş kokular bağışlar.” Bir ruba’îsinde ise şöyle buyurur: “Ey gönül, sen gül bahçesinin güzelliğine mi hayran oldun da gülüyorsun? Veya aşk bülbüllerinin ötüşleri mi seni güldürüyor? : Yahut gizli sevgilinin yanağındaki gül gibi mi açılıyor ve gülüyorsun? Galiba sende ona benzer bir şey var. Bu yüzden neşeleniyor, bu yüzden gülüyorsun
•Eger gülün bundan haberi olsaydı, rengi daima kırmızı ve ter ü taze kalırdı. Cünkü, aklı başında olan bir kişinin yaşayışına bir afet gelmez.
• Sen aklını başına al da, öyle bir güzel bul ki, işi gücü bu olsun, ölümsüzlük yönünden olsun. Yoksa gül gibi solacak, sonunda can verecek, ölüp gidecek bir güzele neden can vermeli, gönül vermeli?
• Tebrizli Şemseddin yüzünden kanlar dökmeye karar verdim. Benim elimde Zülfikara benzeyen bir aşk kılıcı var.
20. Onunla gizli gizli konuş, bütün sırlarını, dileklerini çekinmeden söyle!
Mefa’îlün, Mefa’îlün, Mefa’îliin, Mefa’îliin
(c.I, 58)
• O padişah geldi, o padişah geldi. Eyvanı (terası) süsleyen, o Kenan güzeli-nin güzelliğine hayran olarak bileklerinizi bile kesin!
• Canın canının canı gelince, canın adını anlarnak yersizdir. O padişahın önünde can, kurban edilmekten başka bir işe yaramaz.
• Ben aşksız kalınca yolumu kaybetmiştim, şaşırıp kalmıştım. Birden bire aşk karşıma çıkıverdi. Sevinçten kendimi dağ gibi hissettim, sonra onun güzelliği ile eridim. Aşk padişahının atı için bir saman çöpü oldum.
• İster Türk olsun, ister Tacik, her kul ona bendedir. Hem de canın bedene yakın olduğu gibi ona yakındır. Yakındır ama, beden canı asla göremez.
• Haydi dostlar, baht geldi, tali’ geldi, devlet geldi. Elinde ne varsa dağıtıp duruyor, herkese mutluluklar bağışlıyor. Sanki şeytanı azletmek, kovmak için bir Süleyman geldi, tahta oturdu. Ondan yararlanın!
• Ne duruyorsun? Haydi sıçra, yerinden kalk, elin, ayağın yok değil ya! Süleyman’ın sarayının yolunu bilmiyorsan, hüdhüdü bul, yolu ondan sor!
• Orada, onunla gizli konuş, bütün sırlarını, dileklerini çekinmeden söyle;Süleyman bütün dilekleri kabul eder. O kuşların bile dillerini bilir.
• Ey kul! Söz rüzgar gibidir. Gönlü dağıtır, perişan eder, fakat Şems; “Dağınık şeyleri, topla!” diye buyuruyor, bunu da bil !.
21. Bahar mevsimi gül bahçesine canları davet etti.
Mefa’îlün, Mefa’îliin, Mefa’îliin, Mefa’îlün
(c. I, 62)
• Bahar geldi, bahar geldi, Hakk aşıkı ile mest olanlara, ötelerden, güzeller peygamberinden selamlar getirdi.
• Süsen sakîden, aşk şarabı ile mest olanların kerametlerine dair bir şeyler duymuştu. Onlan selviye söyledi. Selvi bunları duyunca mest olan aşıklara saygı gösterdi. Ayağa kalktı ve adından ötürü bir daha oturmadı.
• Lalenin aşıklara kadeh sunduğunu gördü de bahçe onca Hakk aşıklanna çiçekler saçtı, sonra mezeler ikram etti.
• Sonra nisan bulutunun ağlayışından, kış mevsiminin soğuk, dondurucu nefesinden bir çok masallar söyledi. Hilelere baş vurdu. Sonunda bahçe aşıkları kandırdı.
• Ayrılık soğuğu, aşıkları nezle ettiği için, bahçe gönül buhurdarında öd ağacı ile üzerlik yaktı. Etrafa güzel kokular yaydı.
• Sonra sakîye seslendi: Ey sakî, dedi. Gülleri asla solmayan, ölmezliğin gül bahçesine gel, daha sonra hakîkat madeninin damına çık. Çünkü görünmez gizlilik aşıkları evlerinden de çıkardı.
• Ey sakî, bahar mevsimi güzellere çok değerli paha biçilmez elbiseler giydirdi. Bahçeye gir de onlan seyret!
• Bahar mevsimi bu gül bahçesine canları davet etti. Bizi de eşsiz sevgilinin güzel yüzü çağırdı. Sen şimdi dikkatle bak da gör: Aşıklara bahçe bu devletlerden, bu armağanlardan, hangisini getirdi?
22. Sana Firavun’a yakışan debdebe, yücelik gerekse; aşkı geri ver!
Mefa’îlün, Mefa-îlün, Mefa’îlün, Mefa’îlün
(c. I, 59)
• Sen, hor görülmekten şikayet ediyorsun, ağlayıp duruyorsun, sızlanıyorsun, hor görülüşteki lütufları, ihsanları göremiyorsun. Ya Hakk’tan yardımlar, ihsanlar isteme, yahut az şikayette bulun!
• Sana, Firavun’a yakışan debdebe, yücelik gerekse, sana yakışmayan aşkı ver, Fıravun gibi vilayetler al, malını, mülkünü artır, ihtişamlı bir hayat sür!
• O can ne mutlu candır ki, sonunda bahta, mutluluğa erişmek için daha önceden hor görülmeyi, aşağı görülmeyi alır da öper, başına kor.
• Pek büyük olan, kıyısı kenarı bulunmayan o hiddet denizinden binlerce kol ayrılır, her tarafa rahmet ırmakları akar. O ırmaklar, merhameti sonsuz olan Allah’ın iyi, kötü bütün kullarının can bahçelerine ulaşır, her canı suya kavuşturur. O hiç kimseyi mahrum bırakmaz.
” Ey gönül, sen o dereye bakma! O dere ile yetinme; için daralır, o derelerin önune çıktıkları kaynağa, sonra hep orada birleşeçekleri asla, vahdet deryasına bak!
• Bir domuz misk içinde, bir insan da pislik içinde doğsa, her biri rızık bakımından da aslına gider, her bakımdan da aslına varır.
• Hakk kapısının uyuz köpeği bile dünyadaki bütün arslanlardan iyidir, değerlidir. Çünkü o Hakk’ın aşkını söyler ve o kapıyı gözetme ve bekçilik yapma usullerini bilir.
23. Ben ilahî tecellî ile yerinden kopmuş,
parçalanmış bir dağ gibiyim.
• Bu nefisten, heva ve hevesden kurtuldum. Bunların dirisi de bela, ölüsü de bela. Halbuki ben, ister diri olayım, ister ölüp gideyim, yerim, yurdum Allah’ın lütfundan başka bir yer değildir.
• Ey susmak! Benim özüm sensin, sevdiğimin perdesi de sensin. Susmanın en değersiz lütfu, insandan korkunun da, recanın da yok olup gitmesidir. însan kaderin getirdiklerine karşı susarsa, şikayet etmezse, onda ne korku kalır, ne de reca…
• Beni kederlerle, belalarla yıkmadıkça, harap etmedikçe Allah, bendeki gizli hazîneyi hiç bana verir mi? Beni coşkun bir sele kaptırmadıkça, nasıl olur da beni çeker, ihsan denizine götürür?
• Ben aynayım, ben aynayım. Ben gevezelik eden, söz söyleyip duran kişi değilim. Ben sustuğum için siz benim gönül feryadımı duyamazsınız. Ancak kulaklarınız göz kesilirse benim perişan halimi görür, anlarsınız.
•Rüzgarda el sallayıp duran ağaç gibi el sallamaktayım. Gökyüzünde dönüp dolaşan ay gibi çarh etmedeyim. Yeryüzünde yaşadığım için çarhım, yeryüzü kokuyor, yeryüzü rengindeyim ama ben topraktan yaratılmış olsam da, bende ilahî em’anet bulunduğu için benim çarhım, gökyüzünün çarhından daha temiz, daha hoş….
•Ey söyleyen arif, söyle, söyle de hakîkati söylediğin için sana dua edeyim. Cünkü her seherde dua vakti gelince güzelleşirim, hoş, neşeli bir hal alırım. Adeta mest olurum.
• Ben abamı, hırkamı senden esirgemem, padişahtan ne gelirse, padişah ne lütfederse yarısının yarısı benimdir.
• Hakîkat kadehi, sonsuzluk kadehi, bana padişahın kendi eliyle sunulmaktadır. O şarabın bir yudumunu içen dilenci güneş çeşmesi kesilir de nüra susamış olanlara nür suları ikram eder.
• Benim boğazım hasta, konuşamayacağım, ben sustum. Ey güzel sözler söyleyen arif! Sen söyle! Çünkü sen Davud seslisin, bense ilahî tecellî ile yerinden kopmuş, parçalanmış bir dağ gibiyim.
24. Sen benim canımsın, ben cansız nasıl yaşarım?
Mefa’îlün, Mefa’îlün, Mefa’îlün, Mefa’îlün
(c.1, 69)
• Ne olur, sevgilim yarın gelse de elimi tutsa, yahut pencereden bakışını uzatsa, ayın ondördü gibi parlak olan yüzünü bana gösterse…
• O canıma canlar katan sevgili, kapıdan içeri girse de, insafsız ayrılığın bağladığı ellmi. ayağımı çözse, beni kurtarsa
• Ona derim ki: “Ey benim canım, ey benim hayatım, senin canına yemin ederim ki, sensiz hayat pek tatsızdır, pek manasızdır. Sensiz işret hoşuma gitmiyor. Beni sevindirmiyor, şarap bile sen olmayınca beni mest etmiyor.
• Nazlanır da; “Git, benden ne istiyorsun? Senin sevdan bana bulaşır da ben de sevdalanırsam diye senden korkuyorum.” derse,
• Ben de kılıcı, kefeni alır önüne korum. Yere kurbanlık koyun gibi yatar, boynumu uzatırım da, derim ki: “Eğer seni rahatsız ediyorsam, başını ağrıtıyorsam, kılıcı al, hiç acımadan için rahat olarak boynumu kes gitsin…”
• Sevgilim, sen çok iyi bilirsin ki, ben sensiz yaşamak istemiyorum, ölüyü dirilten Allah’a yemin ederim ki, ölüm bana ayrılıktan daha tatlıdır, daha hoştur.
• Benim seni nasıl sevdiğime inanmıyor musun ki, benden yüz çevirdin? Sana her zaman “Düşmanların sözleri asılsızdır, iftiradır.” demiyor muydum?
• Sen benim canımsın, ben cansız nasıl yaşarım? Sen benim gözümsün, ben gözsüz nasıl görebilirim?
25.Gerisin geriye git, bizi de beraber götür!
Mef’ülü, Mefa’îliin, Mef’ulü, Mefa’îliin
(c.I, 85)
• Ey sevgili; Allah rızası için olsun, bana acı da, altın gibi sararmış olan yüzüme bir bak! Bizi, senden ayrı bırakma, nereye gidersen bizi de beraber götür!
• Eğer tenezzül eder de gelir, gönlümüze girersen, eteğini topla, içeri öyle gir ki, eteğin gönül kanına da değmesin, kirlenmesin.
• Ey sevgili, senin güzelliğini görmeyen, ay yüzlülerin körlüklerine rağmen bir doğ da, ayın yüzüne siyah bulutlarla bir perde çek, böylece ay görünmez olsun, senden başka gökte ay kalmasın.
• Sevgili; “Sizlere selamlar olsun!” deyince, bu ses bütün alemi tuttu. Neşeden gönül secdeye kapandı, can da beline gayret kemerini kuşandı.
• Mum gibi her gece yanardım, seher vakti gelince söndürülürdüm. Fakat gevgili, bu gece senin aşkınla öyle kendimden geçtim ki, gece ile gündüzü fark edemiyorum.
26. Üzüm şarabı îsa ümmetinindir,
Mansur şarabı da Muhammed ümmetine mahsustur.
Mefulii, Mefa’îlün, Mef’ulii, Mefa’îlün
(c.I, 81)
• Ey can sakîsi! Kadehi, yıllanmış eski şarapla doldur da bize sun!… O şarap gönlün yolunu keser, insanı fanî güzellere gönül vermekten kurtarır, din yoluna düşürür, Hakk’a kılavuzluk eder.
• O şarap herkesin bildiği üzüm şarabı da değildir. O şarap gönülden kaynağını alır, gelir ruhla karışır, coşar köpürür. Can şarabı olur. Her şeyde Hakk’ın kudretini gören, Hakk’ın sanatını müşahede eden aşıkın gözü şarapla mahmurlaşır.
• Herkesin bildiği üzüm şarabı İsa ümmetinindir. Mansur şarabı da Muhammed ümmetine mahsustur. Bu şarabın kadehi yoktur. Kadehsiz içilir.
• Üzürn şarabından mahzenlerde küpler dolusu vardır. Bu şaraptan da küpler olusu var. Var ama bu küpü kırmadıkça, yani bedene ait nefsanî duyguları dürmedikçe, Mansur şarabını tadamazsın.
• Üzüm şarabının bir damlası bile seni senden alır, bütün işlerini altına döndürür benim şu altına benzeyen kadehe, canım feda olsun…
• Mansur şarabı üzüm şarabı gibi herkese her zaman sunulmaz. Mansur şarabı ançak ,yatağını, yastığını devşirip kaldıran, gecesini uyku ile öldürmeyen Hakk aşıkına seher vaktinde sunulur.
27. Sen yaralara merhemsin, dertlere dermansın.
Mefulü, Mefa’îliin, Mef’ülü, Mefa-îliin
(c.I, 87)
• Ey sevgili, başın hakkı için, bizi böyle perişan bir halde bırakma! Ey salına salına yürüyün selvi, bize o boyu, posu, o edayı göster!
• Zulümlerle, haksızlıklarla, günahlarla gizlenmiş olan şu yeryüzünü, güzel ve parlak yüzünle neşelendir, sevindir, şu gök kubbeye başka bir güneş göster!
• Canları yol bilir, yol gösterir bir hale getir. Madenleri altınlarla doldur. Bir zelzele ile, uyuyan denizi uyandır, onu aşka düşür, coştur, köpürt!
• Sen öyle yüce bir varlıksın ki, güneş bile senin devletinin, ikbalinin gölgesine sığınır, devlet kuşunun gölgesi ne işe yarar?
• Sen hem Allah’ın rahmetisin, hem yaralara merhemsin, hem dertlere dermansın; bir hekim olarak şu aşk hastasına bir ilaç ver!
• Sen aşk bahçesinin bülbülüsün, hayırlı temiz kişilere ilahî aşk şarabı sunarsın, sen canların canı olduğun için başsızsın, ayaksızsın.
• Ya Rabbi, sende neler var! Ne kudret var! Ne güç var! Sen lütfunla bır bahar gibisin, granit taşlarını, kayaları bile işe güce sokarsın…
• Bazen bir nür parlatırsın, gözleri kamaştırırsın, bazen de, yüzlerce tufanın söndüremediği, yatıştıramadığı bir fitne koparırsın, insanları perişan edersın; hikmetinden sual olunmaz.
28. Ben göklere bile aşk ateşi attım, onları tutuşturdum.
Mefulü, Mefa’îlün, Mef’Olü, Mefa-îlün
(c.I, 89)
• Herkese rezil olmak istemiyorsan, benim şu öğüdümü dinle: “Ben insan seklinde bir afyon küpü gibiyim, sakın benim ağzımı açma!
• İstersen beni ateşlere at, ateş bana ne yapabilir? Ben değil gönüllere, göklere bile aşk ateşi attım, onları tutuşturdum, yaktım, yandırdım. Oralarda yüzlerce kavga, yüzlerce gürültü çıkardım.
• Gökyüzü tamamıyla baş, yeryüzü de tamamıyla ayak olsa, ben ne gökyüzüne baş korum, ne de yeryüzüne ayak basarım. Çünkü ben bunların her ikisinden de değilim; ben başka bir yerdenim, başka bir alemdenim.
• Ey bizim efendimizin, sahibimizin gönüldeki saf şarabından bize şaraplar sunan sakî! Bize bir kadeh daha sun! Bu lütuflara nail olduğumuz için şükretmek bize daha çok yakışır.
29. Senin sevgini idrak hususunda bizler çocuklar gibiyiz.
Ey can gel de bizi çocukluktan kurtar.
Mef’ulü, Mefa’îlün, Mef’ülü. Mefa’îlün
(c.1, 88)
•Ey ay yüzlü sevgili; hoş geldin, sefalar getirdin! Ey cana neşeler veren gül varlık, neşelerle gel, dünya hayatının bize getirdiği üzüntülerden, kederlerden bizi kurtar. Sen zaten hep böyle idin, neşeler getirirdin, neşeler bağışlardın, Dilerim sağ oldukça hep böyle ol!
• Ey her neşenin süreti, şekle, bedene bürünmüş hali; sen baştan başa neşesin, gönlürnüzde bir yadsın, bu yüzden seni yad ettiğimiz zamanlar, gönlümüz neşe ile dolar, içimiz rahatlar. Sen, yalnız, neşenin sureti değil, aynı zamanda,
Allaha duyulan aşkında suretisin. Hakk’ın güzelliği sende tecellî ettiği ,için seni seven dolayısıyla Hakk’ı sevmiş olur. Bu yüzden daima, gönlümüzde ol gönlümüzde yaşa!
• Ey can; senin sevgini idrak hususunda bizler çocuklar gibiyiz.” Ey cangel de bizi çocukluktan kurtar! Çocuk olduğumuz için dadıya muhtacız, onun sevgisi ile, onun ihtimamıyla yaşıyoruz. Gel de bizi dadıya, ona buna muhtaç olmaktan kurtar! Bizi olgunluğa ulaştır da, seni idrak edelim, yalnız seninle senin aşkın ile yaşayalım.
“Şu hadîse işaret var: “Seni şanına layık bir şekilde tam bir irfan ile idrak edemedik, bilemedik.”
• Biz kendimizi tamamıyla dünya işlerine verdik. Bir çok isteklere, emellere düştük. Hep dünya için çalışıyoruz; servet, şöhret, yüksek mevki hırsıyla didinip duruyoruz. Bu yüzden de kederden, sıkıntıdan kurtulamıyoruz. Gamlardan, kederlerden kurtulmak için eşe, dosta sarıldık. Eğlencelere kapıldık. Ey def! Sen bizim şu halimize candan, gönülden feryat et! Ey ney sen de ağla, inle!
• Ey gönül! Sen güzelsin, o Hüsrev’in yüzünden büsbütün güzelleş, eğer hoş bir Hüsrev’sen, o güzel Şirin’in Hüsrev’iysen gerçek aşka düş de Ferhat ol!
” Ferhat dağları delerek su yolları yapmakta mahir bir mühendis, aynı zamanda, bir hükümdarın yeğeni olan Şirin adlı güzel bir kıza gönül vermiş meşhur aşıktır. Şirin’e, Ferhat’tan başka, bir hükümdarın oğlu olan Hüsrev-i Perviz de aşık olmuştur. Bu kızı elde etmek için Ferhat akıl almaz gayret sarf etmiş, dağları delmiş, kayaları oymuş. Ferhat ile Şirin doğu edebiyatında Leyla ile Mecnun gibi meşhur olmuş, bir çok şairler bunların aşk hikayelerini anlatan kitaplar yazmışlardır. Faruk Nafiz merhum da Çoban Çeşmesi adlı şiirinde bu konuya temas etmiştir:”
“Gönlünü Şirin’in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmaya çoban çeşmesi.” ,
Mutasavvıflar bu hikayeden başka manalar çıkarmışlardır. Onlara göre, Ferhat Hakk aşığıdır, sevgilisi uğruna deldiği dağlar, benlik, enaniyet dağıdır.
30. Aşk geldi, benim elimi bağladı, düşüncelerim dağıldı.
Mef’ulii, Mefa’îlün, Mef’ulü, Mefa’îlün
(c,I, 82)
• Sevgili süslendi, güzelleşti, onun her zaman böyle olmasını isterim. Allah’ın inayeti ile, onun bazı sapkınlıkları, sapık görüşleri gitti. Kafirliği iman haline geldi, onun hep böyle olmasını dilerim.
• Gönlümü inciten, yüzüme karşı kapıyı kapayan sevgili, dostların gamı ile gamlanmaya başladı. Onun hep böyle olmasını dilerim.
• Eskiden kendini çok seviyordu. Yalnız kendini düşünüyordu. Şarabı bile yalnız başına içiyordu. Yalnız başına zevk ediyordu. Halbuki şimdi, kapısını herkese açmış, evini misafırlerle dolduruyor. Onun her zaman böyle olmasını diliyorum.
• Gece, geçip gitti, sabah şarabının içilme zamanı geldi. Gam defolup gitti, neşeler, feyizler yüz gösterdi. Mutluluk güneşi doğdu. Parıl parıl parlamaya başladı. Ben bütün zamanların böyle olmasını dilerim.
• Mahzun olanların, gönülleri kırılanların devleti, manevî kuvveti ve aşk ile deli olanların himmeti yüzünden, bizi dünyaya bağlayan zincir zorlanmaya başladı. Bunların hep böyle olmasını dilerim.
• Şu esen rüzgara, şu aşk rüzgarına dikkat et! O gitti şirin dudakları okşadı, onların büyüsü ile neye uydu, onunla feryat etmeye, onunla beraber inlemeye başladı.
• O ay doğdu da, iki dünyayı da gül bahçesine çevirdi. Bütün bedenler, can oldu, daima böyle olmasını dilerim.
• Onun kahrı, tamamıyla rahmet kesildi. Zehri baştan başa, şirine döndü bulutu şükürler yağdırmaya başladı. Daima böyle olmasını dilerim.
• Sus ki, ben mest oldum. Aşk geldi, benim elimi bağladı. Düşüncelerim dagıldı,
31. Biz senin güzelliğinin sunduğu şarapla mest olmuşuz.
Mefulü, Mefa’îlün, Mef’ulü,
(c. I. 9O)
• Senin yüzünden gamlara düştüğümüz, çok acılar çektiğimiz için biz çok mutluyuz. Biz hem senin aşkının mahremiyiz, en yakın dostuyuz, hem de senin..
• Biz hem senin yüzünü hayranlıkla seyrediyoruz. Hem de güzelliğinin sunduğu şarapla mest olmuşuz. Hem de seni daha iyi görüp neşelenmek için evinin damına çıkmışız.
• Sen, her derde derman olan, her zorluğu yenen Süleyman’ın canısın. Senin yüzünden dev de, peri de deli oldular, dağa düştüler. Ey sevgili, sen, hem de canların huzur evisin.
• Ey sevgili, bütün canlar, senin güzel yüzüne dalmışlar da kendilerinden geçmişler, gönüller de senin nefesinle nurlanmışlardır.
• Ben senin aşkınla mest olmuşum. Sanki başım senin güzelliğinin şarabıyla dolmuş. Sevgili, ben senin güzelliğinin yüzünden çok şadım, çok neşeliyim, çok mutluyum.
• Ey dost, Ka’be’nin yanında kaynayıp duran zemzem suyuna, senin zemzem suyun karışmış da o yüzden tatlılaşmış, o yüzden hacılar onu paylaşamıyorlar, hep ona doğru koşuyorlar, kaplarını dolduruyorlar.
32. Aşıklar meclisinin tek bir mumu başka meclisin yüzlerce mumuna değer.
Mefulü, Mefa’îlün, Mef’ulü, Mefa’îlün.
(c.I, 74)
•Sen hakîkati istiyorsan bile bize uymak, bizimle beraber onu arayıp durmak zorundasın. Saz çalarak türkü söylemeyi bilmesen bile bizimle beraber çalıp söylemeye mecbursun.
• Sen Karun gibi dünyanın en zengin adamı olsan, aşık olunca iflas ederek elinde ‘hiçbir şeyin kalmaz. Padişah bile olsan, bizimle beraber olunca senin de kul olrnan gerekir.
• Bu aşıklar meclisinin tek bir mumu, başka meclisin yüzlerce mumuna deger, yüzlerce mum yerine geçer. Sen ister ölü ol, ister diri, bizimle beraber olunca başka türlü bir dirilik elde edersin.
• Sen bizimle beraber olunca, hakîkati görürsün. Yalnız dudaklarınla değil gül gibi bütün bedeninle gülmeğe başlarsın. O zaman ayaklarındaki dünyaya ait istek bağları çözülür, hayrete kavuşursun ve her şey sana apaçık gösterilir.
• Bir an derviş ol! Dervişlik hırkasına bürün de gönülleri diri olan velileri gör’ O zaman üstündeki atlas elbiseleri atarsın da bizimle beraber hırka giyersin.
• Tohum yere düşünce, toprakta canlanır, biter, boy atar, bir fidan olur. Bu remzi, bu ince sözü anlarsan, sen de bize uyarsın, sen de gururu, benliği bırakır, bizimle beraber yerlere düşer, topraklara karışırsın.
• Tebrizli Şems, gönül goncasının kulağına dedi ki: “Nefsanî isteklerden kurtulur da, gönül gözün açılarsa; sen de bizimle beraber görülecek şeyleri gorursun.
Hz. Mevlana bu yedi beyitlik gazelinde Hakk yolcularını birliğe davet etmektedir.
33. Ben yalnız ağzımla değil, gül gibi bütün bedenimle gülüyorum.
Mefulü, Mefa’îliin, Mef’ulii, Mefa’îlün,
(c. I, 84)
* Yalnız dudaklarımla, ağzımla değil, gül gibi bütün bedenimle gülüyorum.çünkü, ben, beni bıraktım, benden vazgeçtim; onunla, yani Padişahlar Padişahı ile halvetteyim.
• O, bir seher vakti elinde meşale olarak geldi. Gönlümü ateşe verdi. Sonra onu aldı, göklere yükseldi. Ey aşk ateşi ile tutuşturduğu gönlü alıp götüren azîz varlık; canı da al göğe ulaştır. Gönlü yalnız bırakma!
• Kızgınlığa kapılıp, hasede düşüp de şu garip canı, gönüle yabancı etme, onu burada bırakıp da yalnız gönlü götürme!
• Ona Padişaha yakışır bir şekilde kibarca haber gönder, niyazda bulun; “Ey Padişahım!” diye yalvar. “Vakit geçirmeden umümî bir davet yap; herkesi çağır! Gönlü yanına aldın. O, ne zamana kadar seninle olacak da, can yapayalnız şu kirli yeryüzünde sürünüp duracak? Bu hal, padişahlığa yakışır mı? Bunu da yanına al!”
• Dün gece yaptığın gibi, bu gece de gelmezsen, bu gece de yalvarışlarıma kulak asmaz, dudağını yumar bir şey söylemezsen, canı alıp götürmezsen;yalnız feryat etmem, yüzlerce gürültüler koparırım, kargaşalıklar çıkarırım.
34. Böyle güzel bir bağ gönüllerde bile düzenlenmemiştir.
Mefa’îlün, Mefa’îlün, Mefa-îlün, Fe’uliiıı
(c.I, 92)
• Ne güzel bağ, ne güzel bağ, böyle bir bağ gönüllerde bile düzenlenmemiştir. Orada dolaşan dilberde de ne güzel boy, ne güzel yüz var. Allah onu kutlasın, yüceltsin.
• Ne güzel ışık, ne güzel nur, ne güzel şer, ne güzel bela, ne güzel cevher, ne güzel güvenilecek, dayanılacak dost!
• Ne güzel mülk, ne güzel mal, ne güzel hal, ne güzel konuşma, tecellî gönüllerinde uçup duran ne kutlu kanat!
• Dünya nimetlerine aldırmayan, onları elinin tersi ile arkasına atan can, bilsen ne kadar ilerilerdedir, ne kadar değerlidir! Onu takdir etmeyenin alkışlamayanın boynunu vur!
• İster yeryüzünün cüz’leri ol, ister Ruh-ı Emîn, yani Cebrail ol, Allah’ın büyüklüğünü, kudretini görünce , (=Celali yücedir) de!
• Sen, hem bezsin, hem bezi suya çırpansın, hem üzümsün, hem de üzümü sıkansın Çırp,sık,süz,ama elini bulaştırma, yani pek derinlere inme!
• Sus, sus, fazla ileri gitme, sözden anlamayanların toplantı yerinde böyle açık söyleme, “Allah”tan “kul”dan söz açma!
35. Bu dünyada gördüğümüz güzellikler, güzel eserler canları Hakk’a götürürler.
Mef’ulü, Mefa’îlü, Mefa’îlü, Fe-ulün
(c.I, 97)
• “Mısır’a gittim, şeker satın aldım” diyorsun. Diyorsun ama, açıkça söylemiyorsun. Sen, Mısır’da şeker satın almadın, altın kemerli Yusuf’u aldın.
• Şehirde böyle bir güzeli kim görmüştür? Böyle “ay” gibi bir güzeli kim bağrına basmıştır.
• Geceleri herkes uykuda iken yıldız sayanlara, yani uyumayan Hakk aşıklarına, ay, ışıkları ile öpücükler gönderir, onları okşar, sever.
• Şu dünyada gördüğümüz güzellikler, güzel eserler, hassas duygulu insanların canlarını, gönüllerini alırlar, o eserleri yaratana götürürler. Sanki, Allah yarattığı eserlerini hamal eder, canları, gönülleri onlara yükler, kendine doğru çeker.
• Bu dünyada şüphe ile neye baktımsa onu bulamadım, göremedim, çünkü güzellere hayran olma duygusu, bu yücelik, bu tali ancak Hakk’la görenerde, Hakkın görüşüne sahip olanlarda vardır.
• Seher vakti gelininin yani mürîdin, gözüne sürme çekip görüşünü artırmak için güneşin gönlüne yani mürşidin gönlüne padişahlara mahsus ateşi koymak gerekmektedir.
• Ey dost, güneşe benzeyen, güzel nurlu yiizün başka bir yerde olmadığı için, gölge gibi akılsızca senin peşine düşmüşüz, koşup duruyoruz.
• Zavallı akıl, gönül kıran bir insafsızı bulur da, onu bağrına basar. Ruh da yol kesen eşkıyayı bulur, onu kendine dost sanarak, alır, gönül evine getirir.
• Göz, güzellerin dudaklarına la’ller, dişlerine inciler armağan eder. Yüz ise gümüş renkli bedenlere sahip güzeller karşısında sararır, solar, sanki onlara altınlar basar, altınlar hediye eder.
36. Senin aşkın, çorak toprağı bile gül bahçesi haline getirir.
Mefulü, Mefa’îliin, Mefulil, Mefa’îllin,
(c.I, 78)
• Ey saki; kadehi Hakk aşığının şarabı ile doldur! Yanmış, kavrulmuş gönüllere Rabbanî şarap sun!
• İlahî aşkla kendinden geçmiş kişilerin meclisinde ekmekten az bahset Şunu iyi bil ki, ilahî aşk suyuna dalmış kişiler, sudan başka bir şeyle uzlaşamazlar.
• Ey can! Senin nezaketinden, inceliğinden, onun tatlı olan hitabından beden utandı da yere serildi, yıkıldı, harap oldu. Şurada gömülü bulunan defineyi bul çıkar da bu harabeyi süsle, güzelleştir!
• Senin aşkın, çorak toprağı gül bahçesi haline getirir. Dalgan, buluta benzeyen gözü, inciler saçar bir hale kor.
• Şarabımızı çoğalt, bize çokça sun! Uykumuzu da tut, bağla, artık bize gelmesin Cünkü, uykuya dalan kişinin, gecenin güzelliğinden, feyzinden hiç haberi olur mu?
• Manen gökyüzüne yükselip, Allah’ın misafiri olanlar, meleklerle aynı kadehten, ıçerler, yeryüzünde yaşayan insanlardan, iyilikler yapan, insanlara yararlı olan sevap kazanan fazîletli kişilere de şarap gökyüzünden verilir.
• Onun sevdiği gerçek kulunun dudağı, onun taslarına, ibriklerine dokunur,onun kaplarından içer, o şarap ancak takva küpünde -çekinip sakınma küpünde- bulunur. Başka küplerde onu arama, bulamazsın.
• İlahî şarapla mest olmuş, kendilerinden geçmiş Allah’ın has kullarının halini, ayık adam ne bilsin? Ebu Cehil, sahabenin hallerini nereden anlayacak?
37. Sen eşeğe binmişsin de, ondan bundan;”Eşek nerede?” diye soruyorsun.
Mefa’îlün, Mefa’îlün, Pe’ulün
(c.1, 100)
• Ey dünyaya yeniden can veren güzel, gel, gel de, dünya işlerini çok iyi bilen ve kendini tamamıyla dünyaya veren aklı avare kıl, onu içten, güçten et!
• Ben, bir ok gibiyim, atmadıkça uçmam. Gel de yayını kur, beni bir daha at!
• Herkesten sakladığım ayıplarım, günahlarım, senin aşkın yüzünden yine meydana çıktı. Damdan, yani ötelerden, gökyüzünden başka bir kurtuluş merdiveni gönder de, onunla günahlarla gizlenmiş şu yeryüzünden kurtulayım. Yukarılara çıkayım, arınayım.
• Bana; “Dam, yani öteler hangi taraftadır?” diye soruyorlar. Öteler, canların bulunduğu tarafta, canı getirdikleri yerdedir.
• Öteler, bedenimiz her gece uykuya dalınca, rühların gittiği taraftadır. Sabah olunca, yine o taraftan gelir. Bedenimize girerek bizi uyandırırlar.
• Bahar mevsimi bile, zamanı gelince yeryüzüne ötelerden kalkar gelir Sabah da güneşle beraber ötelerden gökyüzüne ışık gönderir.
• Sen, zaman zaman bir şeyler ararsın, kurtuluş yolları düşünüyorsun, onu içinde hissedersin fakat bulamazsın, ondan bir nişan, bir iz bulamazsın Çünkü o, nişansızdır, izsizdir. Işte senin gönlüne bu duygular da hep ötelerden gelmektedir.
” Molla Camî hazretlerinin Türkçe’ye manzum olarak tercüme edilen şu kıt’ası, anlaşılması anlatılması zor olan bu beyti açıklamaktadır:
“Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsin,
Canlarda ve tenlerde nihayet hep sen imişsin, .
Alemde nişan isteridim ben sana senden,
Gördüm ki bu alemde nişan hep sen imişsin.”
• Zavallısın, boş yere neyi arıyorsun? Sanki sen eşeğe binmişsin de, şundan bundan; “Eşek nerede?” diye soruyorsun.
38. Gel, aklı sarhoş edelim, uyutalım.
Mefa’îlün, Mefa’îliin, Fe’ülün
(c.I. 101)
• Gel sevgilim gel; seninle, sevdayı da deliliği de yakıp yandıralım. îçki yerine her an kan dalgası içelim.
• Hayır kan dalgasını bırakalım da, cehennem alevlerini içelim. Mest olalım, kendimizden geçelim, kendimizden kurtulalım, yücelere çıkalım, gökkubbe-sini delip yırtalım, ötelere gidelim.
• Zevali olmayan şem’e, can ışığına gökyüzü yarar mı? Şem’-i can gökyüzüne ne yapsın? O gökyüzüne çıkabilir mi? Şu iki başaşağı gelmiş kandil gibi solgun ışıklar saçan güneş ile ay onun ne işine yarar.
“Bu beyitler bize Şeyh Galip hazretlerinin;
“Giydikleri afilab-ı numuz / İçtikleri şule-i cihan-suz.” beyti ile; “Bir şulesi var ki. çem’-i canın / Fanüsuna sığmaz asumanın” beyitlerini hatırlatmıyormu?
•Hırsızın elini kesmek adet değil midir? Gel sevgilim, biz de seninle Allah’ın hir lutfu olarak başımıza gelen gamı çalan o gam hırsızının elini keselim. Cünkü o, bizim pek zavallı olan hiç gücü kalmamış, yüzlerce defa zayıf düşmüş bulunan aklımızı da çaldı.
• Hıısızın elinden kurtardığımız akıl başımıza bela olmasın diye, ancak padisahların içtiği saf şarabı onun kadehine dökelim de, o hünerli aklı sarhoş edelim uyutalım.
• Onu uykuda bile rahat bırakmayalım. O hırsız, sarhoş olur olmaz onu sopa çekelim, dayak atalım. Çünkü o çok hileler bilir, çok büyüler yapar ve bizi hak yolundan alıkor.
• Gerçi o pek kurnazdır, cin fikirlidir. Hilecilerin ustasıdır. Ama o, zamanımız insanlaıının hilelerini ne bilecek? Çünkü, zamanımızda, insan şekline giımiş şeytanlar aramızda dolaşmaktadır.
• Dayak attığıınız aklı kendi haline bırakmayalım, bu defa onu başka türlü bir şarapla öyle sarhoç edelim ki, öyle kendinden geçirelim ki, kendine gelince, bulunduğu yere nereden, hangi yoldan geldiğini biiemezsin.
39. Biz dünyada senden başka güzel göremiyoruz.
Mefülü. Mefa’îlün, Fe’ülün
(c. I. 114)
•Sevgili, gönlümde yalnız sen varsın, senden başkası benim için keıpiç gibi, taç gibidir, kaya gibidir.
• Dünyada her aşık, kendine bir güzel seçmiştir. Ona gönül vermiştir. Ama biz zaten dünyada senden başka bir güzel göremiyoruz.
• Ey can; eğer senden başka bir ay yüzlü olsaydı, onu gözümüz görmezdi Senden başkasını da biz kıskanmayız.
• Ey insanlar; tek ondan, onun güzelliğinden bahsetmeyin de, ondan başka dünyadaki bütün güzeller sizin olsun gözüm yok.
• Güzeller güzelini, pek büyük ve eşsiz varlığı manen hisseden kişi gelip geçici güzelliği bulunan, fanî olan güzellere nasıl olur da gönül verir?
• Allah’ın lütfunu ümit eden kişi, o lütuftan başka hiçbir şeye gönül bağlamaz
40. Seni görmediğimiz halde, nasıl oluyor da seni seviyoruz?
Mef’ulü, Mefa’îlün, Fe’ülün
(c.l, 115)
• Ey can! Ey bütün canlann, can oluşuna sebep olan, ey canlara kanat verip, onları ötelere uçuran azîz varlık!
• Seninle beraber olunca ziyandan korkulur mu? Ey bütün ziyanları kara döndüren sevgili!
• Ey elimize çalışma anahtarı veren ve onunla bütün dünya kapılarını açtıran dost!
• Sen bizim aramızda, bizim gönlümüzde değilsen, o çalışma gücünü bize vermiyorsan, biz ne sebeple dünya işlerine kendimizi vermişiz, didinip duruyoruz?
• Nişanı, izi olmayan, kadehsiz sunulan şarabı içmemiş olsaydık, bu nişanlar, belirtiler, bu duygular, bu sezişler nereden gelecekti?
• Allah’ım, sen bizim vehmimizin, şüphelerimizin dışındasın, ama, bu şüpheleri, bu vehimleri veren kimdir?
•Sen dünyamızdan gizliysen, gözümüze görünmüyorsan, etrafımızda gördüğümüz güzellerin güzelliklerin, güzel eserlerin yaratıcısı olduğun için sana karşı duyduğumuz hayranlık duygusunu kimin yüzünden hissediyoruz? görmediğirniz halde neden seni seviyoruz? Ey yok gibi görünen azîz varlık!. biz birer gölge varlığız, biz yokuz; var olan, eserleri ile kendini hissettiren ebedî ve sonsuz varlık sensin!
41. Ölüm buraya yol bulup gelemez!
Mef’ulü, Mefa’îlün, Fe’ulün
(c.I, 118)
• Ay yüzlü sevgili, burada bize vefalı oldu, cefa etmedi. Bu yüzden ben burayı bırakıp asla başka yere gidemem.
• Can, hayatın ne olduğunu, yaşamanın zevkini burada tattı.
• Ayağımız balçığa burada saplanıp kaldı. Ayağımızı buradan nasıl kurtarabilıriz?
• Yemin ederim ki, biz buraya gönül verdik, Allah’ım buradan kimseyi sürüp çıkarma
•Ölüm buraya yol bulup gelemez. Asıl ölüm, buradan ayrı düşmektir.
• Sen güneş gibi buradan doğdun, burada, sen bizi aydınlattın, nürlara gark ettin. ben burayı nasıl bırakır giderim.
• Can, burada neşeli, şad, mutlu, ter ü taze bir hale gelir. Ölümsüzlüğü can, burada bulur.
•Bir kerre daha örtüyü kaldır, güzelliğini bize göster! Bir kere daha burada doğ.
• Zevalsizlik şarabı buradadır; ey sakî, o şarabı kadehlerimize burada dök!
• Burada akan şu çeşme, ab-ı hayat çeşmesidir. Ey sakî su kabını burada doldur!
• Gönüller burada kol kanat buldu, ötelere yükseldi. Akıl da havalandı.
42. Sevgilinin yüzü.
Mefulü, Mefa’ilün, Fe’ülün
(c.I, 122)
• Gül bahçesine benzeyen, güzel yüzünü gördüm. însanı büyüleyen o yüz, nurun kaynağı, nurun nüru gibi parlaktı.
• O yüz, can kıblesi idi, canların secde ettikleri yerdi. O yüze bakınca insan, kendini emniyette hissediyor. îfade edilmez manevî zevkler, safalar dııyuyordu.
• Bu hali görünce gönül coştu da; “O yüze canımı vereyim, o yüze canını kurban olsun, onun uğrunda varlığımı, benliğimi feda edeyim.” dedi.
• Can da heyecana kapıldı, sema’a, dönmeğe başladı. O hem dönüyor, hem de durmadan ellerini çırpıyordu.
• Akıl ise, oraya geldi. Bu durumu görünce; “Ben bu tali’i, bu yüce mutlu’ luğu nasıl anlatayım; nasıl öveyim? Bu güzellikler karşısında ben aciz kalıyorum, bir şey söyleyemeyeceğim, susacağım.” dedi.
• Sevgilinin yüzünün gül bahçesinden gelen koku, ihtiyarlıktan beli ikiye bükülmüş her boyu, selvi boylu yapıyordu.
•Aşk çok güçlüdür, her şeyi değiştirir, Ermeni’yi bile Türk yapıverir.
• Ey can; sen güzelliğin tesiri ile, canlar canına ulaştın, ey beden; sen de eridin, yok oldun, bedenlikten çıktın can oldun…bütün güzelleri, güzellikleri yaratan büyük yaratıcıyı, o eşsiz, benzersiz, tek olan azîz varlığı bulmak istiyorsan gönül evine gir, gönülde oturmayı adet edin; çünkü o göklere, yerlere sığmadı, geldi gönle girdi.
• Güzellerden, güzelliklerden duyulan manevî zevki, gönülde ara, dışarıda arama. Şunu bil ki, o lezzetli ölümsüzlük şarabını da, ancak gönül evinde inzivaya çekilmiş kişiye sunarlar.
• Sus, susma zevkine var, susma hünerini elde et, edebiyat yapma, hünerlerle dolu lafları bırak!
• Bırak da, imanını, inancını gönlünde sakla! Çünkü gönül, aynı zamanda iman yurdudur.
43. Ey insan, talihlisin, Allah seni çok seviyor, başkalarna vermediğini sana vermiş.
Mef’ulii, Mefa’ilün, Fe’ülün
(c.I, 12O)
• Ne zamana kadar, imansızlığa doğru geri gideceksin? Küfre varma, ileriye gel artık, dine, imana gel.
• Sen zehri şifalı bir şerbet gibi gör; bu yüzden zehre sarıl! Sonunda sen, nereden geldiğini düşün de aslının aslına gel!
• Maddî varlığınla, bedeninle yeryüzüne bağlısın, burada dünyaya geldin doğdun. Burada yiyor, içiyor, dolaşıyorsun. Fakat sen, yeryüzünde yaşıyorsun, ama mana bakımından gökyüzünde yaşayanlardansın. Gerçek inancın incilerinin dizildiği iplik gibisin. Bütün güzellikler, hoşluklar, üstünlükler sende mevcuttur.
• Hakk’ın nür mahzeni sana verilmiş, sana emanet edilmiştir. Sen, ne olduğunu nereden geldiğini düşün de, aslının aslına gel!
• Kendinden, kendi maddî variığından, bedene ait nefsanî arzulardan kurtulmadan, kendini, kendi gerçek varlığını bulamazsın. Bu yüzden kendinden geçersen, kendi maddî varlığından kurtulmuş olursun.
• O zaman yeryüzünde senin için kurulmuş olan, şehvet, hiddet, şöhret gibi binlerce tuzaktan sıçramış, kurtulmuş olursun. Aklını başına al da nereden geldiğini düşün, aslının aslına gel!
• Sen, padişahlar padişahının halîfesi Hz. Adem soyundan geldin. Günahlarla, kötülüklerle, zulümle dolu şu kirli dünyada gözünü açtın.
• Sen nereden geldiğini, nereye gideceğini düşünmüyorsun da, şu dünya hayatından memnün, pek neşeli görünüyorsun. Yazıklar olsun sana! Aklını başına al da, şu alçak dünyaya gönül verme, aslının aslına gel!
• Sen, her ne kadar bu dünyanın zübdesi, özü, tılsımıysan da, şen içyüzünle çok kıymetli paha biçilmez bir madensin.
• Mezarda toprakla dolacak olan şu iki baş gözünü kapa; gizli olan gönül gözünü aç, hakîkati gör de aslının aslına gel!
• Celal sahibinin kulusun, çok talihlisin. Allah, seni çok seviyor, sana iltimas etmiş, başkalarına vermediğini sana vermiş.
• Dünya malına tapıyorsun, çok zengin olmanın yollarını arıyorsun. Şehvet ve şöhret peşinde koşuyorsun. Yüksek mevkîlere çıkmak, baş olmak, ona buna hükmetmek istiyorsun. Istediğini elde edemediğin zaman, yahut elde ettıgini kaybedince üzülüyorsun, harap oluyorsun. Bu hal, bu didinme, bu sızlanrna bu inleme, bu gözyaşları ne vakte kadar sürecek? îçine düştüğün acıklı halı anla da, aslının aslına gel!
• Sen, sert, kaba kayalar arasında bir la’lsin. Ama biz seni anlayamıyoruz. Senin değerini bilemiyoruz. Ne zamana kadar bizi yanıltacaksın?
• Ey dost; gizleniyor sandığın senin gözüne apaçık görünmede ama sen idrak edemiyorsun. Aklını başına al da hakîkati gör ve aslının aslına gel!
• İşte Tebrizli Şems, o hakîkat padişahı karşısında sana ölümsüzlük şarabıyla dolu bir kadeh sunuyor.
•Sübhanallah, ne de saf şarap, hiç tereddüt etmeden o şarabı al, iç de aslının aslınagel!
“Bu şiirin aslı gazel deyil de murabba-ı mükerrere; dördüncü mısraları tekrarlanan 8 dörtlükten ibaret nazım şekli” Fuzulinin “Perîşan halin oldum sormadın hal-i perîşanım” mısrasıyla” başlayan murabba şeklinde Fuzulî’nin murabbaında tekrarlanan dördüncü mısra;” Gözüm canım, efendim, sevdiğim, devletlü sultanım.”
44. Ey zamanenin Nuh’u! Şu demir atmış tabiat gemisini yürüt de, ezilenleri kurtar!
Mef’ulü, Mefa’iliin, Fe’ülün
(c.I, 129)
• Senin gönlünü kazanmak isteyenin gönlünü kırma, artık cefa yolunda yürümekten vazgeç!
• Ey gonül, beni fazla üzerek zayıflatma, bana acı! Ben aşk kurbanı olmak istiyorurn. Şerîatte zayıf hayvanı kurban etmek istemezler
.•Ben” senın mahmürunum. O cevher gibi parlayan saf şarab kadehini bana ver
•Bana bir nasiihatta bulun, o mahmür bir nergis gibi olan gözlerini savaşa deyil barışa çağır, savaşla bir şey elde edilemez.
•Büyüçü hintliler gibi bakışları ile insanları büyüleyen gözlerine emir ver,..büyücülüğü pek ileri götürmesinler.
• Aşık altı kapılı, yani altı yönlü dünya hapishanesine düştü. Bu hapishanenin kapısını kır da aşıkı kurtar!
• Ey aşk, kardeşincesine yakına gel, bize candan gönülden yaklaş! Yabancılar gibi uzaktan selamı bırak!
• Ey can sakîsi! Hakk kapısında şarap sunarken haksızlık yapma, kardeslilkhakkını gözet!
• Ey zamanenin Nuh’u, şu demir atmış tabiat gemisini artık yürüt, yürüt de şu haksızlıklaıla dolu, zulümle dolu dünyada ezilen, huzursuz olan Hakk aşıklarını, imanlı kişileri, hadiselerin tufanında boğulmaktan kurtar!
• Ey Hz. Mustafa’nın varisi olan velî, imanlarını kaybetmiş olanları, imana getirmek için o büyük kevser kadehini döndür!
• Senin Sur’un ne zaman üfürüleceğinden haberin vardır. Haydi zamanı geldi. Paygamberlik dudağını aç, Sür’u üfür! Üfür de ölmüş kalmış gönülleri dirilt!
45. O şarabı sun da sakî, sen bizi değil canımızı mest et!
Mef’ulü, Mefa’iliin, Fe’ülün
(c.I, 124)
• Sakî, üzümden yapılmayan, insanı anlatılamaz bir şekilde mest eden “imkansızlık şarabı”nı, nişansız, izsiz olan, ne olduğu bir türlü bilinemeyenin adın’ dan bir nişan olarak, onun adı ile anılan “ilahî çarabı”;
• Birbiri üstüne çokça sun! Çünkü sen, o şarapla canımıza can katıyorsun O şarabla, sen, bizi değil canımızı mest et, mest et de canımız, kendini tamamıyla bizden kurtarsın, ötelere gitsin
• Ey saki; her saki o ilahî şarabı sunamaz, sen, gel de sakilere, hakîkatevhanesinde sakilik nasıl olurmuş göster!
• Ey Hakk aşığı, gel, o şaraptan iç de taşın gönlünden, kaynak gibi coş! bedenin de canın da testilerini kır! Çünkü o şarabın kadehe de testiye de ihtiyacı yoktur. O şarap kadehsiz sunulmaktadır.
• Şarap aşıklarına neşe ver, zevk ver, midelerine düşkün olanları, ekmek isteyenleri de, şarap içmedikleri için hasrete düşür, ekmeksiz bırak!
• Ekmek, beden hapishanesinin yıkılan yerlerini tamir eder. Çünkü o, beden mimarıdır. Halbüki şarap, can bahçelerine yağan ilahî bir yağmurdur. O can bitirir. Can yetiştirir.
• Ben, bedenleri besleyen yeryüzü sofrasının üstünü örttüm. Ey saki, sen gökyüzü sofrası kur! Gök şarabı küpünün kapağını aç, Hakk aşıklarına durmadan birbiri üstüne şarap sun!
• Ey Hakk aşığı, sen de, insanlann ayıplarını gören iki gözü kapa da, öteki alemi (=gayb alemi) gören gönül gözlerini aç!
• Gönül gözlerini aç da ne mescit kalsın, ne de puthane. Bunu da tanımayalım, onu da tanımayalım. Yalnız O’nu arayalım, yalnız O’nu tanıyalım.
• Artık sus! O susma dünyası, bu dünyayı seslerle doldurur. Ama o sesleri duyan kulak nerede?
46. Güneş de, güneş gibi binlercesi de sana hasret çekmektedir.
Mef’ulü, Mefa’ilün, Fe’ülün
(c.I, 125)
• Dedın ki:”Sen bizim üstümüze bir dost seçtin!” Aman bu sözü bir daha söyleme, böyle bir şey asla olamaz,
• Sen, bizim muhtaç olduğumuz şeyi gör! Delil getirmeye kalkışma, vereceğini yarına bırakma, hemen peşin ver!
•Ey hurma ağacı; beni bırak da senin gölgende bir güzelce uyuyayım.
• Ey aşık, helvanın içinde bal ile şeker nasıl birbirleri ile birleşirse, sen de gönlümde, gönlüm ile öyle birleştin.
• Elim, güneşe erişmese bile, sen benim güneşimsin. Hiç olmazsa bana, uzaklardan olsun görün!
• Güneş de, güneş gibi binlercesi de sana hasret çekmede, seni istemede!
47. Benlik dikenlerini gönlün ayağından çıkar da içindeki gül bahçelerini seyret!
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilat
(c.I, 132)
• Aşkın gül bahçeleri kan perdeleri arasında olduğu için, ölümü göze almayan, oraya varamaz. Bu sebepledir ki, ne olduğuna akıl erdirilemeyenin aşkı-nın güzelliği ile, aşıkların çok işleri vardır. Gerçekten de Hakk’ın aşkının güzelliğini kim kolayca görebilir? Bu yüzden Hakk aşıklarının çok imtihanlar vermeleri gerekmektedir.
• Akıl der ki: “Varlık aleminin altı tarafı da manilerle, engellerle çevrilmiştir’ bu engelleri aşarak dışan çıkmaya yol yoktur!” Aşk akla der ki: “Sen aldanırsın. Yol vardır, ben, defalarca o yolu aştım, dışarı çıktım.”
• Akıl bir pazar gördü de, orada pazarlığa, alış verişe girişti. Halbuki aşk, akıl pazarlannın ötesinde de nice pazarlar gördü.
• Nice gizli Mansurlar aşkın canına güvendiler de kürsüleri, minberleri bıraktılar, dar ağacına çıktılar. ;
• Mansur şarabı içen aşıkların, iç alemlerinde inkarlar vardır. Gönülleri kararmış akıllıların ise, iç alemlerinde inkarlar vardır.
• Akıl diyor ki; “Yokluğa ayak atma ki, orada dikenler vardır.” Aşk ise “Dikenler orada değil, dikenler sende, senin içindedir!” diyor.
• Kendine gel, sus da varlık, benlik dikenlerini gönlün ayağından çıkar;içindeki gül bahçelerini seyret!
• Ey Tebrizli Şems! Sen, harf bulutu altında gizlenmiş bir güneşsin. Senin güneşin doğunca, sözler yok olur, dağılır, gider.
48. Meyve zamanında bahçeye gel de, yüzlerce Hallac’ı darağacında asılı gör!
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilat
(c. 1, 133)
• Senin aşkının gamzesi, bakışı taç, taht sahibi bir padişaha bile bir arpa kadar değer vermez. Bir ihtiyaç sahibini, aşka susamış birini görünce onu gönlüne alır.
• Aşık, sevgilinin ayakları altına atlaslar, ağır ipekli kumaşlar döşemek için ciğerinin kanı ile atlas yaygılar, ipek kumaşlar dokur.
• Aşk, güzellik padişahının damına çıkılacak bir merdivendir. Sen gel de Miraç hikayesini aşığın yüzünden oku!
“Mirac hikayesi, Elmalılı Merhumun tefsirinin 3151. sayfasında geçen şu beyti hatırlattı: Renk aleminden mücerret olan Mi’rac hikayesini, ben bî-dile, yani vecde müstağrak olmuş b ayılmış olan bana sorma. Katre derya oldu. Bilmem ki, peygamber ne oldu? Ancak bu makam tefekkür edilirken hulul ve imtihan şaibelerinden sakınmak tenzihinden asla gaflet etmemek gerek.”
• Meyve, nasıl ağaçta biter, olgunlaşırsa, aşık da asılma ile, ölümle yaşar. Onun ıçın meyve zamanında bahçeye gel de yüzlerce Hallac’ı darağacında asılmış gör
“Muhakkak ki, ölümde hayat vardır.” Hallacde böyle söylemişti.”
• Aşk, gönül şehrini her zaman yağma eder durur da aşık onun için dağınık, sözler söyler.
49. Siz yoksanız, içtiğim şarabın neşesi de, zevki de olmasın!
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilat
(c.I, 138)
• Siz olmadıktan sonra yüzümüze altın dalgası vurulsun, sararıp solalım. Siz olmadıktan sonra gönül denizinin dibinde inci de olmasın.
• Neşe bahçesinde yetişen ağaçların dalları çok kuvvetli, yeşil yapraklarla süslenmiş, ter ü taze. Fakat siz olmazsanız, dallar kurusun, yeşermesin.
• Gönül devlet kuşu, size gölge düşüreceği yerde geldi, gölgenize sığındı, orada karar kıldı. Fakat siz olmazsanız, o, ateşler içine düşsün, yansın.
• Elest şarabını içtikten sonra, yüz binlerce can, kendinden geçti, feda olu. gitti. Akıl diyor ki: Siz yoksanız başımda o şarabın neşesi de, zevki de olmasın
• Güzel yüzünü hemen görmem için, gözümde nurdan yüz tane kanat var’ Siz olmazsanız, iki gözümde de yüz değil tek bir kanat bile olmasın
50. Canımızın gül bahçesi, sizsiz gül bitirmesin!
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilat
(c.1, 14O)
• Siz bulunmadıkça dünyada derdimize derman bulunmasın. Siz olmazsanız .ölüm gelsin, bizi bulsun. Sizsiz hayatı ben ne yapayım? Sizsiz can da olmasın,istemem.
• Açıkların gönülleri; sizden başka hiç kimse aydınlanmasın, nurlanmasın. Canımız1gül bahçesi, sizsiz gül bitmesin, bitmiş olan gülleri de sizsiz gülmesin kokmasın.
• Akıl görünmez gizli bir padişahtır, Gökyüzü de, sanki onun çadırıdır. Siz olmayınca bu padişahın tacı da olmasın, tahtı da, çadırı da!
• Askı, aşıklara şarap dağıtırken gördüm de ona dedim ki: “Sevgili olmadıktan sonra şarap ne işe yarar? Canımız şarabı da, sakiyi de görmesin.”
• Sevgilim, ölü canlara :siz Hz. îsa’nın nefesi gibisiniz. îstediğiniz zaman onları diriltebilirsiniz. Fakat siz yoksanız hiçbir şey olmasın. Ne saltanat olsun, ne Mısır olsun, ne de Yusuf-ı Kenan…
• Biz bugün Şemseddin’in aşkı ile pek hoşuz, yüzümü altın gibi sararttım, dedim ki: “Sevgili olmadıktan sonra dünyada altın madenleri de olmasın.”
51. Bir gül bahçesine benzeyen yüzün ebedî olarak ter ü taze kalsın.
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilat
(c. I, 139)
• Ey bızim canımıza rahat ve huzur veren sevgili; bedenin hastalık görmesin,bütün hastalıklar senden uzak olsun. Ey bizim gören gözümüz, kem göz de senden uzak olsun.
• Ey ay yüzlü sevgili senin sıhhatin, yalnız bedeninin sıhhati değildir. Canın cihanın da sıhhatidir. Sen, hasta olursan, can da, cihan da hasta olur. Ey ayüzlüm. bedenin sıhhatte olsun
• Ey bedeni cana benzeyen, can gibi olan sevgili, bedenin afiyette olsun.iyilik gölgen başımızdan eksik olmasın.
• Bir gül bahcesine benzeyen yüzün ebedî olarak ter ü taze kalsın. Çünkü orası gönlün dolaştığı yerdir. Bizim çayırımızdır, bizim ovamızdır.
• Hastalık, senin güzel bedenine gelmesin de bizim canımıza gelsin; gelsin de bizim canımız senin hastalığınla akıllansın.
52. Sen gelince, bedenimin her zerresi neşelenir.
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilat
(c.1, 141)
• Bütün dostların taş gibi değersizdir de, sen neden mercan gibisin? Gök hepsine karşı beden gibidir de, seninle canlanır, hayat bulur; bu neden böyle oluyor?
• Sen geldiğin zaman bedenimin her zerresi neşelenir, heyecana kapılır, el çırpmaya başlar. Fakat sen gidince de hepsi ağlamaya, feryat etmeye başlar;, bu neden böyle oluyor?
• Hayalin gönlüme gelince, bedenimin her zerresinin dudağı güler, fakat sana düşman olanlara karşı da her zerrem diş olur, her zerrem diş bilemeğe başlar. Sevgilim bu neden böyle oluyor?
• Senin kaşın, gözün, senin yüzün ve yüzünde benin olmayınca, bu akıl ümmî olur, okumayı yazmayı unutur, bilmez olur. Fakat senin güzel yüzünün hatlarını görünce, yazıları okumaya başlar. Bu neden böyle oluyor?
• Bedenim, canıma; “Onun aşkını bırak, onun peşinde koşma!” der durur. Can da bedene der ki: “Ab-ı hayat kaynağından çekinmek akıl karı mıdır?” Bu neden böyle oluyor?
• Senin yüzünde peygamberin güzelliği, Allah’ın güzelliği var. Böyle olunca, can nasıl olur da sana iman etmez?
53. Dün gece bir yıldızla sana haber gönderdim.
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilün
(c.I, 143)
• Dün gece bir yıldızla sana haber gönderdim. “Benden o ay yüzlü sevgiliye selamlar götür!” dedim.
• Secde ettim de, dedim ki: “Bu secde, göğsü güneş gibi parlayan o güzele, harareti ile taşları bile altına döndüren o sevgiliyedir.”
• Göğsümü açtım ona, yaralarımı gösterdim. “Hiç acımayan, kan dökmekten zevk alan o sevgiliye durumumu anlat, benden haber ver!” dedim.
• Uyusun diye çocuğu beşikte nasıl sallarlarsa, ben de gönül çocuğum ağlamasın, sussun diye yerimde duramıyorum. Sağa, sola koşuyorum.
• Ey her an benim gibi, çaresiz kalmış, yüzlerce kişinin imdadına yetişen, çareler bulan sevgili, şu gönül çocuğuna süt ver de bizi sağa sola koşmaktan kurtar!
• Allah’ım; ağlayıp duran, sızlanan, zaman zaman feryat eden bu gönlün yeri, ötelerde, vuslat şehrinde idi. Bu zavallı gönlü daha ne kadar zamanellerde ağlatacak, inleteceksin?
54. Anaların rahimlerinde bulunan çocuklar bile senin lütfunla oynarlar.
Müstef’ilün, Fe’ülün, Müstef’ilün,
(c. 1186)
• Ey subaşı; o akan rahmet çeşmesini, ilahî çeşmeyi aç, aç da gönül bahçeleri uyansın, aşk çiçekleri gözlerini açsın. ‘
• Zaten senin pek güzel olan kara gözlerinin derin karanlığında ab-ı hayat gizlenmiştir. Bu sebepledir ki, senin göz bebeklerini gören gözler, oradan ab-ı hayat içtikleri için canlanmakta, büyümekte; adeta birer nür denizi kesilmektedir.
• Senin lutfun, ihsanın olmasa kimsecikler oynamaz. Dünyada görünen bütün varlıklar, insanlar, hayvanlar, balıklar, kuşlar, böcekler, gözümüzün gördüğü bütün zerreler senin lütfunla, senin aşkınla oynayıp durmaktalar. Hatta anaların rahimlerinde bulunan çocuklar bile, senin lütfunla oynarlar, sağa sola dönerler.
• Rahimde oynamak da nedir ki? Yoklukta oynamak da bir şey mi? Çocuk, yokluktan bu hale gelinceye kadar geçirdiği merhalelerde ne oyunlar oynadı. Mezarlardaki kemikler bile senin nürunla oynar dururlar.
• Dostlar bizi, dünya perdelerinde karagözler gibi çok oynattılar. Bu dünyada, çeşitli merhalelerde oynayıp durdunuz. Şimdi vakit geçirmeden, o hakîkat cihanında, öteki dünyadaki oyuna, oynamaya hazırlanın.
• Canlar, şu etten, kemikten yaratılmış bedenleri ile, kaba saba kalıplar içinde böyle oynarlarsa, o ağır beden yükünü attıklan zaman nasıl oynarlar, onların oyunlarını o zaman seyret!
• Doğmadan önce, daha ana rahminde iken, o daracık yerde canlandığımıza, can bağışlandığına şükretmek için, rahimlerin kara kilitlerinde çok tepındik oynadık.
• Hepimiz, bütün insanlar, oynaya oynaya şu bedava olan sayısız dünya nimetlerine şükretmek için Hakk’ın dergahından gelmiş süfîleriz. Hakk aşıklarıyız.
• Bize ikram edilen çeşit çeşit nimetlere yalnız şükretmek değil, can versen yerindedir. Zaten şu bol bol definelere karşı süfînin canının ne kıymeti var?
• Bütün canlılara, insanlara, hayvanlara, kuşlara, balıklara ikram edilen bu umümî dünya sofrasında ikram edilen nimetlerin konduğu büyük kabın kapağı göktür. Bu sofranın ihtişamından, ikram edilen çeşitli yemeklerin nefıs oluşundan, tatlarından, kokularından, renklerinden, güzel oluşundan rıasıl bahsedeyim? Bu dilin harcı mı? Dilim dönmüyor, konuşamıyorum.
• Biz Hakk yoluna düşmüş süfîleriz. Biz padişahlar padişahının nimetlerini yiyenlerdeniz. Ya Rabbi! Bu kaseyi, bu sofrayı ebedî kıl, kı.yamete kadar yaşat.
“Bu beytin aslı mevlevîlerde yemekten sonra dua edilirken “gülbank”çekilirken okunur.
•Padisahlar padişahının kasesindeki nimetleri elde etmek için boş kaseden başka birşey getiremedin. Biz yoksul kişileriz. Amelimiz yok, ibadetimiz yok Dilenciler gibi boş kaselerimizi o nimetlere uzatmaktan başka hünerimiz, karımız yok. Zaten her ham kişi de bu kaseyi, bu ekmeği elde edemez.
• O nimetlere dolu jase ile boş bulaşık, kirli bir kase arasında bir sineğe, ev sahibine usanç veren o mahluka göre ne fark vardır?
• Fakat insan olan kişi, yemediği, tatmadığı halde o nimetleri görüp bazı kere dilini ısırır, susar; bazı kere de ağzını açar. Onları bütün canlılara vereni metheder, över.
55. Hakk’ı araştırma yolları.
Müstef’ilün, Fe’üliin, Müstef’ilün, Fe’ülün
(c.I, 194)
•Bütün süretlerin, şekillerin, bütün güzelliklerin aslı, yaratıcısı olan güzeller güzelını manen bulmak istiyorum. Gördüğümüz görünüşlerde, güzelliklerde akışlarımızın kıblesi olan o sevgiliyi bulmak, onunla manen beraber olmak için bir çare düşündüm.
• Bu düşüncemi herkesten gizledim. Çünkü; “Duvarın kulağı vardır” derler. daha yavaş söylemek gerek Aklıma; “Sen dama çık!” dedim. “Uzaklara bak, yolları gözetle onun ne tarafta olduğunu anlamaya çalış!” Gönle de; “Kapıyı arkasından sürmele kimse haberim olmadan içeri girmesin, ben seninle baş başa kalmak istiyorum.” dedim.
• Hakk’a karşı duyduğum sevgiyi çekemeyenler, pusuya yatmışlar, hep beni gözetliyorlar. Bir şey duyunca, birbirlerine söyleyecekler, dedikodu yapacaklar.
• Bu sırrı herkesten gizlediğim gibi, bedenimin zerrelerinden de gizliyorum Bedenimin zerreleri gizlidir, kendilerini göstermez ama, onlar birbirlerine düçmandır. Onlara sır söylemek olmaz. Ona dair bir şey mi söylemek istiyor. sun? Kuyunun dibine in, orada söyle, sonra o aradığın gizli sevgili ile tek başına buluşma zamanı olarak herkesin uykuda olduğu seher vaktini seç!
” Hz. Mevlana (k.s.) Dîvan-ı Kebîr’in bir başka beyitinde şöyle buyurur:
“Gönül kapısında otur, bekle, çünkü o kendini gözleyen sevgili, ya gece yarısı yahut seher vaktinde gelir.” (Dîvan-ı Kebîr, c. II, 595)
• Ey can; sır çalmasından korktuğun düşmanın kendisi değil, hayali gönlüme uğramıştı da…
• Şu gönlümden gizli sözler duymuştu. Ne duyduysa gitti, düşmanlara okudu. Onların hepsini bir bir, teker teker, iyi kötü ne varsa onlara söyledi.
• Işte o günden beri biz düşmanlara dost olarak hakîkat yoluna düştük ve birbirimize söz verdik; “Sırrı gizleyelim, başımızı önümüze eğerek kimseye bir şey söylemeyelim.” dedik.
• Bizler de insanız, aşk madeninin üstündeki kayalardan da aşağı değiliz ya! Külünk vurulmadan, yara almadan, ter dökmeden, maden, altınını hiç gösterir mi?
• Deniz bile kesesinin ağzını büzmüş, bağlamış, yüzünü ekşitmiş, suratını asmış oturuyor. “Ben inciyi ne vakit görmüştüm, benim inciden haberim bile yok!” diyor.
56. Bu dünya gurbetinde nasılsınız?
Mef’ulü, Fa’ilat, Mefa’îlü, Fa’ilat
(c.I, 2O3)
•Neseli bahar! Bizim sevgilimiz geldi. Güllerle, çiçeklerle, şekerlerle, daha yüzlerce armağan ile ötelerden çıkageldi.
•Getirdiği armağanlarla kucağımızı dolduran sevgili bize diyor ki: “Bu dünya gurbetinde nasılsınız? Ne haldesiniz? Ezel aleminden bu fanî aleme gelmek için yollara düştünüz; yolculuk nasıl geçti? Bir çok menziller aldınız, zahmetlere katlandınız. Haydi kalkın, mutlu olduğumuz diyarımıza beraber geri dönelim.”
• Bizim susuzluğumuz tulumla, küple, testiyle, kadehlerle giderilemez. Bizi güzelliğinizin, aşkınızın ırmağına doğru çekin, götürün.
• Bizi çeşmelerin başında oturan, güzelliği ile aklımızı başımızdan alan, mest eden, gönlü kararsız kılan o peri yüzlüye doğru çekin götürün. Götürün de sarhoş aklımız kendine gelsin, kararsız gönlümüz rahat etsin, huzura kavuşun.
“Fuzili merhumun oğlu olduğu sanılan bir şairimizin şu müstezadı Mevlana’nın bu beytine uygun düşüyor:
“Her dem perinin menzili virane gerektir,
Ya çeşmeler üstü.
Gönlüm gibi virane, gözüm gibi bulanma
Gel ey peri peyker!”
(Daima periler ya, yıkık yerlerde yahutta ceşmeler başında bulunurmuş, ey peri gibi güzel Ah gönlüm gibi harabî, gözüm gibi çeşmeyi nerede bulabilirsin?)
• Ay bizim gibi onun sevdasına kapıldı da, eridi görünmez oldu. Güneş de bize onun yüzünün parlaklığından bir hatıra, bir yadigar olarak kaldı. Kalbine onun ateşi düştüğü için bir yerde duramamakta, göklerde dolaşıp durmada, onun yüzünün nüru ile karanlık gecelerimizi gündüzlere çevirmektedir.
• Sen çok sarhoşsun, tamamıyla kendinden geçmişsin. Ama, gevşeklik etme, yıne de iç! Çünkü bizim şarabımız, bizim mahmurluğumuz her şeye değer. O şarap başka türlü bir şaraptır. Verdiği mahmurluk da başka türlü bir mahmurluktur.
• Güneş gibi parıl parıl parlayan, ateşle dopdolu olan kadehi hemen eline al! O ay yüzlünün yüzüne bakarak, güzelliğine hayran olarak iç, bir daha iç!
“Ahmet Haşim merhumun;”Ateş doludur, tutma yanarsın, Karşında şu gülgün piyale!”hatıra geldi.
57. Gönül, sözlerle dopdolu, fakat söylemeğe imkan yok!
Mefulü, Fa’ilat, Mefa’îlü, Fa’ilat
(c.I, 198)
• Ey aşk süfîleri, hırkalarınızı yırtınız! Güller bile seher vakti esen rüzgar saba rüzgarının tatlılığına dayanamazlar da yüzlerce elbiseler yırtarlar.
• Çünkü gül, sevgiliden ayrıldığı için dikene bağlanıp kalmamak tali’sizliğine uğradı. Hem sevgiliden ayrı düşmek, hem dikenin acılarına katlanmak, bu ilti dert yüzünden gülün sabrı, kararı kalmadı.
• Gayb aleminden biri göründü, yüz gösterdi. Bizi davet etti, sonra çekilip gitti. O görünür görünmez yolumuz kısaldı. “Ayağın bile yoksa, ayaksız olarak yürü git!” dedi.
• Ben de sustum, sonra kendim gülün arkasına düştüm. “Benden reyhana, laleye selam söyleyin, onlara saygılarımı arz edin!” dedi.
• Gönül sözlerle dopdolu, fakat söylemeye imkan yok. Ey sufîlerin canları, siz dudaklarınızı açın da, başımızdan geçenleri siz söyleyin! “”
• Onun henüz belirip meydana çıkmadığını, kendini göstermediğini siz söyleyin. Çünkü, geçmiş zamandan bahsetmek süfîlerin huyu değildir. ”
58. Zor durumdayım, saçların gibi perişan bir haldeyim.
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilat
(c.I, 156)
•Ey gönlümün hevesleri, ey dileğim, isteğim, gel, gel, gel.
• Zor durumdayım, saçların gibi dağılmış perişan bir haldeyim. Ey benim zor işlerimi kolaylaştıran, ey benim dağınıklığımı düzelten, gel, gel, gel!
• Yoldan menzilden, konak yerinden hiç bahsetme, hiç bahsetme! Ey benim yolum, menzilim, gel, gel. gel!
• Yerden bir avuç toprak alıvermiştin, bir avuç toprak alıvermiştin, ben o toprağın içindeyim, gel, gel, gel!
• İyilikten kötülüğü ayırırım. Aralarındaki farkı bilirim, bilirim. Ben senin güzelliğini ne anlamışım, ne de bilmişim. Ben bundan gafilim, gel, gel, gel!
• Aklım, senin aşkınla yanıp yakılmasın! Aklımı tutuşturma, hiçbir şey bilmiyorurn. Ben zaten akıllı değilim, ne olur aklım, gel, gel, gel!
• Ey mana padişahı Salahaddin, hem ortadasın, apaçık görülüyorsun, hem de gizlisin. Ey benim şaşılacak şeyim, aslım, gel, gel, gel!
59. Onun güneş gibi ışık saçan yüzü, başka güzellerin güzelliğini söndürür.
Fa’ilat, Fa’ilatün, Fa-ilat, Fa’ilatün
(c.I, 163)
•Ey dostlar, gidiniz, kaçmaya hazırlanan sevgilimi çekiniz, bana getiriniz!
• Tatlı teranelerle, parlak bahanelerle, o güzel ay yüzlü dilberi bizim eve doğru çekin, getirin!
• Eyer O gelmez de başka zaman gelirim derse inanmayın, çünkü, onun bütün vaatleri hiledir, vaatlerle sizi aldatır!
• O nun güzel konuşması sıcak nefesi çok tesirlidir. Büyü ile üfürerek suyu bile dugümler, havayı da bağlar.
• Sevgili kendi isteği ile neşeli olarak, kutlulukla eve gelirse, onun karşısına otur da onda onun yüzünde Hakk’ın güzelliğini, büyüklüğünü, sanatını, yaratma gücünü müşahede et, gör!
• Onun güzel yüzü parıldayınca, artık başka güzellerin güzelliği kalır mı O nun güneş gibi ışık saçan yüzü, başka güzellerin güzelliğini söndürür.
6O. Hakka dönüş yolu.
Mefulü, Fa’ilat, Mefa’îlü, Fa’ilat
(c.I, 2OO)
• “Şütür” kelimesinin Türkçe’de karşılığı “deve”dir. Onun arkasında koşup duran yavrusunun adı da ne olabilir? Ona da “deve yavrusu” derler.
• Bizler de kaza ve kaderin oğullarıyız. Herkesin anası kaza ve kaderdırHepimiz çocuklar gibi kaza ve kaderin peşinde koşup duruyoruz.
• Ondan süt emmekteyiz. Onun arkasında uçmadayız. O ister doğuya, isterse batıya kossun, isterse göğe yükselsin; biz hep onun peşindeyiz, onunla beraeriz
• Yolculuk davulu çalınıyor. Haydi, Hakk’ın inayetine, lütfuna güvenerek,O nun bizi koruyacağına emin olarak yola çıkalım.
• Şehirde de, çölde de, o ay yüzlünün, o güzelin yol arkadaşıyız. Canlar, o ay yüzlü sevgiliye kul olsun, köle olsun.O can padişahının ruhları çekip götürdüğü yolun sonunda, son konağında neler var neler? Şehir de orada, ev bark da orada. Cenab-ı Hakk’ın “Gel!”,, ruhları çağırdığı yer de orada, dünyada sürgün edildiğimiz yer de orada
.• Biz ona yöneldikten, orası bize kıble olduktan sonra yol kısalır, çöl kaybolur her tarafımız yeşilliklerle, selvilerle, bağlarla, bahçelerle dolar.
• Yolumuzu kesmek isteyen dağ bile saygı ile eğilir, yerlere serilir, bize yol verir. “Ey hakîkat madenine, aşk diyarına doğru yol alanlar, merhaba! Hoş geldiniz!” der.
• Yolumuzun kılavuzu, öncüsü o olunca, yol üstündeki taşlar, ayaklanmız incinmesin diye ipek gibi yumuşak bir hale gelir.
• Bedenin hakîkat yolunda topal oluşundan, gönlün de hızlı gidişindendir ki, Allah sırrı bedenden zuhür etmez de, onun vefası, mürüvveti hep gönülden belirir.
• O beden nerededir ki, can ile aynı renge bulanmıştır? Can padişahına su kesilmiştir, toprak olmuştur, balçık olmuştur da cana gönlünde yer vermiştir.
• Canlar bile böyle bir bedeni görünce şaşırıp kalırlar da; “Şu kara toprağa bak!” derler. “Bizi bile geçti. Padişah oldu, veli kesildi ve herkes kendine uydu.
• Bız bu balçıktan yaratılmış varlıktan bunu hiç ummuyorduk, kusurlarını görüp onu çekiştirip duruyorduk. Ey onda bunda kusur arayan kişi. Hiçbir insanı hor görme, hangi millette, hangi dinde olursa olsun, insanda, onun bir emaneti vardır. însan onun aynasıdır.
• Susuz topraklar, bizim yüzümüzden yeşersin. Çimenler bizim yüzümüzden bitsin biz su gibi gülün içinde, reyhanın içinde gizlenerek yola düştük, akıp gidiyoruz.
• Toprak elsiz ayaksızdır Çok ıstırap çekmiştir. Ayak altında çiğnenmektedir bütün bunlara karşılık hiç şikayet etmez; susar oturur. Susuzluktan ciğeri kavrulduğu içindir ki, çaylar, dereler, ırmaklar ona acırlar da, hıç durmadan koşa koşa akar giderler.
•Bostanlar bıtkileri, çiçekleri bağırlarına basmışlardır. Onlara dadılık etmedeleronlara durmadan su vermedeler, onların yavrularına, bitki çocuklarına şefkatle bakmadalar.
• Işte bizi bu çekişler “can şehrinden” çekti, aldı, yüz binlerce menziller konaklara uğratarak bu alem-i fenaya, yani dünyaya getirdi.
• Biz bu dünyada yaşamaya başladığımızdan beri yine can şehrinden gizli açık elçiler gelmede; “Gel, yakınlarına dön, yakınlarına ulaş!” diye bizi çağırmakta.
• “Bu fanî dünyada yeni dostlar edindiniz, bizi bıraktmız, bizi unuttunuz. Bu dünya nimetleri ile oyalanıyorsunuz. Belki de durumunuzdan memnunsunuz Ama, biz sizsiz edemiyoruz. Halimiz hoş değil.” diye elçiler can şehrinden böyle haberler getirmedeler.
• Ey hoca! Senin bu dünyadaki mahzunluğun, kederin, sebebini bir türlü bulamadığın iç sıkıntıların, senden evvel giden, seni özleyen dostlarının akrabalarının ah edişlerindendir. Hiç düşünmüyor musun? Bu dünyada kirme candan bağlandınsa, kimi dost edindinse seni bırakıp gitti.
• Üzülme, sus; şikayet de etme! Onların himmetleri, sevgileri seninledir, Senin belalardan, felaketlerden kurtulman da onların himmetlerinden, onların tesirlerindendir
61. Kokulu bahar rüzgan gelir, benim yüzümü, gözümü, saçlarmı okşar.
Mefa’îlün, Fe’ilatün, Mefa’îlün, Fa’ilün
(c.I, 219)
• Sevgilim gelse de kapıdan içeri girse, beni kucaklasa, bağrına bassa Allah için ne hoş olur, ne de hoş! ,
• Onun, sarhoş nergis gibi olan, iki gözünden çok mahmurum. Şarap sunsalar da bu mahmurluğumu giderseler, Allah için ne hoş olur, ne de hoş!
• Belalara, felaketlere uğramış, çok ıstırap çekmiş, çok gözyaşı dökmüş olan can, Allah’a hulüs ile, iştiyak ile; “Senden başka kimsem yok” Allah için ne hoş olur, ne de hoş!
• Buluşma gecesi gelince, gecem gündüz olur. Artık, geceyi, gündüzü saymaz olurum. Allah için ne hoş olur, ne de hoş!
• Gül yüzlü sevgilimin vuslatı ile gül gibi açılır, saçılırım. Kokulu bahar rüzgarı koşa koşa gelir, benim yüzümü, gözümü, saçlarımı okşar. Allah için ne hoş olur nede hoş.
•Harap ve mest olarak kendimden geçsem de, ne eksem, ne biçsem her şeyden vazgeçsem, Allah için ne hoş olur, ne de hoş.!
62. Sen ayrılık nedir görmedin, Allah sana ayrılığı göstermesin.
Mefa’îlün, Fe’ilatün, Mefa’îlün, Fa’ilün
(c.I, 222)
•Gıdelım denizin kenarında bir ev tutalım. Çünkü deniz cömert huyludur.insanlara yüz yıllardan beri inciler dağıtır durur.
•Birisi ile sohbet etmek canı onun rengine boyar. Yani insan konuştuğu, arkadaş edindiği kişinin huyunu benimser. Yıldızlar, gökyüzü ile konuşup görüştükleri için güzelleştiler; nürlu, güzel bir yüze sahip oldular.
•Bedende canla düşüp kalktığı. konuşup görüştüğü için güzel yüzlü, hoş huylu deyilmi? zavalı beden, candan ayrı düşünce ne hale gelir; konuşamaz yiyemez içemez olur fena halde kokmaya başlar
• El de bedende bulundukça hünerlidir. Bedenden ayrılınca bir et parçası yele duşer, hiçbir şey yapamaz olur.,
• Ey el, hünerlerin nerede? Sen çeşitli hünerli işler yapan, yazan, çizen, tutan kaldıran el değil misin? El senin soruna cevap verir de der ki: “Hayır, bu zaman ayrılık zamanı, ayrılık zamanında ben bir hiçim, ama, buluşma zamanında her şeyim.”
• Sen, ayrılık nedir, görmedin. Allah sana ayrılığı göstermesin. Bu bir duadı ama, bundan daha iyi dua da olamaz.
( Hz. Mevlana bir Mesnevî beytinde şöyle buyurur:
Kıvılcım gibi çakıp yakan, yakıp yandıran aynlığı kıyamete kadar anlatsam, onun dehşet ve şiddetinin ancak yüz binde birini anlatabilirim.” (Mesnevî, c. III, 3695) Ayrılık acısını Hz. Mevlana kadar kim görmüştür? Mesnevî ayrılıklardan şikayetle başlamadı mı? Dîvan-ı Kebîr’in bir başka yerinde Hz. Mevlana ayrılıktan bahsederken buyurur ki:
“Dünyada ayrılıktan daha acı bir şey yoktur, bana ne yaparsan yap, razıyım, şikayet etmem fakat beni ayrılığa düşürme.” (Dîvan-ı Kebîr: No: 2O2O). Bir türküde de; “Ölüm Allah’ın emri ayrılık olmasaydı!” denilmiştir.
• Küllî nefisten cüz’î nefsimiz ayrıldı. “înin” emriyle ötelerden, yücelerde yeryüzüne indirildi, sürüldü.
“Cenab-ı Hakk, Hz. Adem ile Havva validemize cennetten çıkıp yeryüzüne inmeleri münasebeti ile “İnin” diye hitap etmişti. (Bakara Suresi, 2/36)
• Cennetten kovulan insan, bedenden kopan kesik bir ele döndü. îşinden gücünden oldu. Küçük bir et parçası gibi kediye lokma haline geldi. Bu, insan için ne felakettir? Ne aşağıdır? Cenneti kaybetmek ne büyük talihsizliktir
• Hz. Adem cennette iken öyle güçlüydü ki, onun elinde bütün aslanların pençeleri kırılmıştı. Dünyaya sürülünce, bedenden kopmuş bir el haline geldi, Kaza ve kader onu kedilerin pençelerine düşürdü. Şimdi, kediler o et parçasını o tarafa bu tarafa çekip duruyorlar.
• Fakat Allah darda kalanlara, belalara uğrayanlara acıyanların en çok acıyanıdır. Bu sebepledir ki, ayrılık belasına uğramış, bedenden kopmuş elin bir damarı oynuyorsa, o, tekrar kavuşma ve buluşma ümidiyle oynar. Çünkü, netice binlerce kesik el, tekrar kavuşma ve buluşma saadetine ermişlerdir.
Daima müsamahayı, hoşgörürlüğü savunan Hz. Mevlana ümitsizliği de hoş görmez Kur’an’ın; “Ancak kafirler ümitsiz olur.” (Yusuf Süresi, 12/87) görüşüne uyarak en buhranlı zamanda bir kurtuluş yolu arar. Dikkat edilirse bu beyitlerde Mevlana, cennetten, şeytanın yüzünden, dünyaya indirilen, sürülen Hz. Adem’in kurtulacağına, cenneti tekrar bulacağı işaret etmektedir. Hz. Mevlana’nın bu görüşü kendinden dört asır sonra gelen ingiliz şairi Milton’da (16O8-1674) da görülmektedir. Milton Kaybedilmiş Cennet adlı eserinde,şeytanın yüzünden dünyaya sürülen Adem’in acıklı, perîşan halinden bahseder. Dört sene sonrayazdığı yeniden bulunan Cennet adlı eserinde ise, Adem’in kaybettiği Cennetin Hz. İsanın yardımı ileyeniden kazanılmasının mümkün olacağını müjdelemektedir. İslam mutasavvıfları da “Ölmeden evvel ölünüz.” sırına mazhar olan ve tam Muhammedî yola düşenHz.Muhammedin güzel ahlakını benimseyen, talihli kulların, daha dünyada iken kaybettikleri cenneti bulacaklarını haber vermektedir. Faruk Nafiz merhum da “Hamd ü sena adlı şiirinde bu konuya temas eder;
“En güzel vuslatı tattırmak için cennette
Bize gündüz, gece zehir ettiği hicrana şükür der.
• Birbirnden ayrı düşmüş parçaları hoş bir şekilde birleştirmek, o padişahlar padışahı için zor değildir. Bu nasıl olur deme, bu işe şaşma! Çünkü, baksana,parça parça dumanlar onun eli ile birleşmiş, gökyüzü haline gelmiştir.
63. Bu dünyada gördüğün bahardan başka gizli bir bahar daha var!
Mefa’îlün, Fe’ilatün, Mefa’îlün, Fa’ilün
(c.1,211)
• Bahar geldi, menekşe kalktı, süsenin yanına vardı. La’l rengi elbiseler giyen gül sevdalandı da kaftanını yırttı.
• Yine yeşiller giyinen güzellerimiz, ötelerden, o görünmez alemden sarhoş ve neşeli bir halde salına salına çıkageldiler.
•Sünbül, yasemine; “Merhaba, seni saygı ile selamlarım!” dedi. Yasemin de;Ey nazık dost, ben de seni candan selamlarım!” cevabını verdi.
• Gonca başlarını örten kadınlar gibi yüzünü gizlemişti. Ama rüzgar dayanamadı; “Güzel yüzünü gizleme!” diyerek onun baş örtüsünü çekti, aldı.
• Ekşi suratlı kış geçti, gitti. O zevki, neşeyi kaçıran soğuklar öldürüldü. çevik ayaklı yasemin! Senin ömrün uzun olsun!
• Çapkın nergis sahralara daldı da çimenlere göz kırptı. Çimenler onun gönlünden geçeni anladılar da; “Ferman senindir, ne istersen yap!” dediler.
• Karanfil de söğüt ağacına; “Sana ümit bağladım.” dedi. Söğüt de; “Ben pınar eviyim, benimle yalnız kalmak istiyorsan, buyur içeri!” diye onu içerive davet etti.
• Elma, turunça; “Neden canın sıkılıyor?” dedi. O da; “Rengim ve güzelliğim yüzünden kem gözden korkuyordum. Kendimi göstermek istemiyorum.” diye cevap verdi.
• Üveyk kuşu; “Kü, kü, o sevgili nerede, nerede, onu arıyorum?” diyerek bahçeye geldi. Güzel sesli aşık bülbül de; “Görmüyor musun; aradığın burada!” diye gülü gösterdi.
• Ey dost, şu dünyada gördüğün çiçekli, güzel kokulu bahardan başka gizli bir bahar daha var. O bahar dilberi ay yüzlüdür; bu gördüğün bahardan daha güzeldir, daha hoştur. O, temiz insanlann gönüllerinde gizlenmiştir.
64. Zindanda Yüsuf gibi bir arkadaş bulan kişi zindandan çıkmak ister mi?
Fe’ilat, Fa’ilatün, Fe’ilat, Fa’ilatün
(c.1, 164)
• Bedenim, beni ötelerden, ruh aleminden alıp kendi zindanına çekince, Hakk kapısına yakın olanlardan ayrıldım, yapayalnız, garip olarak kaldım.
• Beden zindanında ay yüzlü birisi bana yakınlık gösterdi. Benimle dost oldu fakat o, güzelliği ile beni büyüledi. Aklıma, fikrime binlerce sevda saldı.
• Herkes hapisten, beladan kurtuluş yolunu arar, ben aramam. Neden dışarıya çıkayım? Benim dışarıda ne işim var? Sevgilinin hayali burada, ben zindanda sevgili ile beraberim.
• Zindan köşesinden başka yerde, onunla yalnız kalamam. Balın gönlu ateşten başka bir şeyle, mumdan ayrılamaz, saf bir hale gelemez.
. Dostu Yüsuf gibi güzel olan kişi, zindandan kaçar mı? Zindanda durup dururken Allah’ın lütfu ile bağ, bahçe sahibi olan bir de Yüsuf bulan kişi hiç zindandan çıkmak ister mi?
65. Ahirete yolculuk=Hayat Yolu.
Mef’ulü, I, Fa’ilat, Mefa’îlü, Fa’ilat
(c.I, 201)
• Gece, geçti gitti. Biz maceramızı, başımızdan geçenleri tamamıyla anlatamadık, yarıda kaldı. Fakat onları tamamlamak zorundayız.
• Allah’a yemin ederim ki, Hz. Adem’den şu bulunduğumuz zamana kadar, bu uzun hayat yolu kısalmamıştır. Kıyamete kadar da kısalmayacaktır.
• Fakat bıze bazen tamamlandı tamamlanacak gibi görünür. Yaya olarak bir yola düşmüş giderken karşılaştığın bir Türk’e; “Ben filan yere gidiyorum. orası uzak mı?” diye sorsan “îşte burada!” diye parmağı ile işaret eder.
• Madem yaşıyoruz hak yolunda yürümak çalışmak, uğraşmak zorundayız. durmak olmaz durmak ölümdür Durum böyle iken seni “gel çadıra girmisafir ol” diye yol almaktan alıkoyarlar aslında sana iyilik yapmıyorlar
Namık Kemal merhum, bir beytinde;
“Ikdam-ı tahammül gerek erbab-ı hayata,
Mevte yaraşır var ise rahat döşeğinde”
(Yaşayan insanlara sıkıntılara katlanmak, çalışmak gerekir, rahat döşeği ancak ölüye yaraşır!) diye bu konuya temas etmiştir
• Senden canını bile esirgemeyen mürüvvet sahibi seni yoldan alıkoydu mu. seni belalara uğrattı demektir.
• Seni, misafir etmek isteyen cömert Türk hakkında yanlış düşüncelere sapma, onu suçlu bulma; Hintli gibi inatlaşma, sen yol almaya bak!
• Gideceğin yerde, ahirette, seni bekleyenler var. Dostlarının, yakınlarınin seni seven akrabalarının kulakları kirişte. “Ne zaman gelecek?” diye beklesip duruyorlar.
Şair Eşref merhumun şu beyti ne güzeldir:
“Düşünsek biz, ölümden kokmamak lazım gelir, zira
Yerin altında, üstünden daha çok akrabamız var.”
• Ey vefalı dost, ey kerem sahibi! Seni sevenleri, seni bekleyenleri üzme Onların gönüllerine özlem ateşi düşürme! Onlar iştiyak içinde seni beklerken sen bu dünyada güzel yemekler yiyerek, hoş sular içerek, zevk peşinde koşarak, nasıl yaşayabilirsin? Yemekler nasıl boğazından geçiyor?
• Onların bekleyişleri yüzündendir ki, sen burada bal yesen, zehir gibi gelir Bir vefa sahibi ile dost olsan sana cefa eder, seni akrep gibi sokar.
• Sus da yol almaya bak. Şunu iyi bil ki, bu dünyada gördüğün akan su, sen bu dünyanın garibi olduğun için değirmen gibi başını döndürüyor.
66. Gönül buğday tanesi gibidir. Biz de değirmen gibiyiz.
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilat
(c.I, 181)
• Gönül, buğday tanesi gibidir, biz de değirmen gibiyiz. Değirmen hiç niçin döndüğünü bilir mi?
• Beden de değirmen taşı gibi, düşüncelerimiz de onu döndüren suya benzer Taş der ki: “Bu dönme işini su bilir.”
• Su da;”Bu işi ancak değirmenci bilir.” der. Çünkü bu suyu değirmene akıtan odur.
•Deyrmencide der ki: “Ey ekmek yiyen kişi, şu değirmen dönmeseydi kim ekmekçi olurdu?”
• Macera bu, hikaye uzar gider. Sus, sen bu işi Hakk’a sor da cevabını gönlünde ara!
67. Eğer O, güzelliklerin arkasında gizlenmeseydi, peygamberler gelir miydi?
Mefa’îlün, Fe’ilatün, Mefa’îlün, Fa’ilün
(c.I, 235)
• O güzel beni gördü de, halimi hatırımı sormadı. Acaba neden böyle davrandı? Nedense yüzünü ekşitti, pencerenin önünden geçip gitti?
• Sebep neydi? Ben ona ne yapmışım? Benden ne kötülük görmüştü ki, bana karşı böyle soğuk ve kırgın görünüyordu?
•Onun gül gibi olan yüzünü, üzgün ve solgun görünce neden bu zavallı gonlümde binlerce diken bitti?
•O güzel dudaklarını açıp gülmeye başlayınca, gönlüm açılır, ferahlar; içimde tarif edilmez bir neşe duyarım. Neden bütün bu haller, onun dudaklarına bağlı neden başka dudaklarda bu tesir yok?
•Öfkelenip kaşlarını çatınca, içim sıkılır, gönlüm dertle düğümlenir, perişan olır neden böyle olur, anlayamıyorum?
•Canımın ona ne bağlılığı var ki? Onun neşelenmesini, gülmesini bir an bile görmesem perişan oluyorum; neden böyle oluyor?
• Benden yüz çevirdiği zaman, dünya kararır. Bende ne gün kalır, ne akıl neden böyle oluyor, anlayamıyorum!
• Belki de o, Allah’ın lütfunun ta kendisidir de, biz yanlış gördük, yanlış söyledik. Bütün bu soğuk davranışlar ve üzüntülü haller, bütün (feryatlanmalar, bu küçük görülmeler, bu hakaretler bize ondan geliyor) Allah’tan geliyor da biz anlayamıyoruz. Zaten eğer Allah’ın ona bu lütfı olmasaydı, bu eşsiz, benzersiz güzelliği, bu edaları ona kim verirdi?
• Allah’ın lütfu, güzelliği şekilsiz olarak yüz gösterseydi, eğer o yarattığı bütün güzelliklerin, güzel gözlerin arkasında gizlenmeseydi, onun güzelliğine tahammül edebilir miydik? Bu sebepledir ki, peygamberler bize perdecilık;ederler miydi; bize ötelerden bahs ederler miydi?
68. Biz aşk susuzlarıyız, istek testilerimizi aldık, sana geldik, bize su ver!
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Failat
(c.1, 18O)
• Ey sevgili, sen ab-ı hayatsın, sen manalar denizisin; biz susamışlar sana geldik, bize su ver!
• Biz istek testilerini aldık, sana geldik, ey ikinci Hızır, bize su ver, testilerimizi doldur!
• Ey can deryası, bizim balık gibi olan canlarımız seni istiyor. Denizden ayrı düşen balık yaşayabilir mi? Bize acı, bizi suya kandır!
• Biz, ayrılık yollarına düştük, çok sıkıntılara katlandık, sonunda sana kavuştuk, yol armağanı olarak sana zavallılığımızı, acizliğimizi getirdik, biz susuzuz bize su ver!
• Aşk yolunda zavallı akıl, şüphelere, vesveselere düştü. Sen şüphelerden vesveselerden de üstünsün, bize su ver, bizi kurtar!
• Aklı yarım olan, senin aşkınla ne yapar? Seni gereği gibi sevmemiz için o a klı da bizden al! Çünkü sen, akıllıların deliliğisin, bize su ver! Bizim aşk susuzluğumuzu gider.
69. Allah’ı seven, O’na candan bağlanan yok olmaz.
Müstef’ilün, Fe’ulün, Müstefilün, Fe’ulü
(c.I, 185)
• Uzun zamandan beri, yukarılardan toprağımıza damla damla öyle bir şarap döktü ki, toprağımızın her zerresi feryat etmeğe başladı.
• Göğsümüz yarıldı, açıldı, oraya îlahî nür doldu. Gönül de dile geldi. Aşktan bahsetmeye başladı. Hakk’ın mana kadehi ile aşıklarına sunulan şarap, tortularından ayrıldı, şişe içinde saf bir hale geldi.
• Hakîkat çiçekleri açıldı, kem gözler görmez oldu. Gayret aşka geldi de bana; “Ağzını yalama da şarap içmeğe başla!” dedi.
• Ey can, görünür görünmez canımı da, gönlümü de kaptın, aldın. Senin aşkına karşı, benim canımın da, gönlümün de değeri yoktu. Ama, sen onları kapıp aldığın için, şimdi onlar da kirlendi.
•Sen oyle mübarek bir varlıksın ki, bulutun yeşillikler yağdırır, cevrin, ıstırabın hayat bağışlar. Şarabının tortusu bile hoştur.
•Sana nasıl Ay diyebilirim ki, ay hastalığa tutulmuş, sapsarı olmuş, zayıflanmış , tüllenmiş; selvi desem, bu benzetiş boyuna uygun düşer, yerindedir amma
•Selvide ateşe dayanamaz, yanar. Ay da son üç gece görünmez olur. Canların canından başka hiçbir şeyin aslı yok
• Dediler ki’ bütün dostların öldü, gitti, yok oldu. Hayır Allah’ı seven, ona candan bağlanan yok olmaz.
70. Şarap, bizim kederli ve gamlı huyumuzu aldı, bize kendi huyunu verdi.
Müstef’ilün, Fe’ulün, Müstef’ilün Fe’ülün
(c.I, 193)
• Sevgili, şu araştırmalarımızı hoş gör! Biz aşk kullarıyız, aşk müritleriyiz, Bizden kaçınma! Aşktan anlıyorsan, bizi saçımızdan tut, yanına çek, al!
• Bize kadehsiz olarak, lale renkli şarabı sun; sun da, gül, bizim kızarmış yüzümüzü görsün, secdeye kapansın.
• Bugün bizim gözümüzü mahmür ve mest bir hale getir! Bugün köyümüzü de çiçeklerle, güllerle öyle hoş, öyle güzel bir hale getir ki, cennet bile onu kıskansın.
• Bize sunduğun şarapla, bugün öyle mutluyuz, gönlümüz öyle zenginleştı ki, deta altın ve gümüş madeni olduk. Altına düşman olan var mıdır? Nerededir? Dostumuz da, düşmanımız da mutluluğu ancak bizde bulurlar.
• Huyumuzun nasıl olduğunu bilmiyorsan, onu şarabın letafetinden sor! Şa’rap, gamlı kederli huyumuzu aldı, bize kendi huyunu verdi.
• Biz aşka öyle susamışız ki, denizi bizim içimize döksen yine kanmayız, yine dolmayız. Çünkü, sen su kabını başımıza tersine, baş aşağı koydun.
• Yeter sus artık! Şu dedikodumuzu duyarlarsa, bu sözlerimizi işitirlerse, dünya, dünya halkına, dünyada yaşayanlara acı gelmeye başlar.
71. Ey ölüler arasında yaşayan diri! Ölülerin kokusu seni rahatsız etmiyor mu?
Mef’ülü, Fa’ilat, Mefa’îlü, Fa’ilat
(c.I, 197)
• Allah, kuluna; “Ey kulum!” diye buyuruyor; “Dön, yine kapımıza gel, kulağından gaflet pamuğunu çıkar da göklerden gelen; ‘Haydi, artık orada durmayın gelin.’ sesini duy!”
• Ey zavallı, ne zamana kadar, dünya dikenliğinde yalınayak koşup duracaksın? Biz, öteki alemde, gül bahçelerinin kapılarını senin için açtık.
• Canı ben yarattım ama, ona bir de dert verdim. Derdini veren, elbette onun dermanını da verir.
• Sana kapılarını açtığım gül bahçesi, öyle bir bahçedir ki, oradaki ağaçların dalları da, yaprakları da canlıdır. Birbirleri ile konuşur dururlar. Şunu iyi bil ki, her şey canlıdır. Canı olmayan bahçe, insanın hoşuna gitmez, insanın canına can katmaz.
“Yunus Emre hazretlerinin meşhur ilahisi hatıra geliyor:
“Şol cennetinırmakları
Akar Allah deyü deyu,
Çıkmış İslam bülbülleri,
Öter Allah deyü deyü.”
• Ey ölüler arasında yaşayan diri oğlu diri! Ölülerin kokusu ile nasılsın? Ne haldesin? Şu yaşayan ölüler, şu pis kokular, senin içini sıkmıyor mu? Seni iğrendirmiyor mu?
“Mutasavvıflara göre, hakk aşıkı olmıyanlar, yarattığı eserlere bakarak onun yaratma gücünü onun büyüklüğünü, hissetmiyen ona gönül vermeyen insanlar, bir ölü gibi yaşar.
Allah’a inanmıyan kişiler birer canlı cenazedir, dolaşırlar, yerler, içerler, nesil bırakırlar, fakat onlar aslında yaşayan
ölülerdir.
• Sen gaflet içinde yaşayan, karıncalar gibi kaynaşıp duran insan kalabalığının hepsini ölü sanma! Bu dünya da, öteki dünya da insana hayat veren ebedî ve ezelî dirilerle dopdolu. Fakat, onları görecek göz nerede? Sen şımdı, üç beş günlük bir hayata kanaat ederek, ebedî hayatı reddetme, bizden ayrılma!
•Zerreler sayısınca diri canların her biri, Allah’ın yarattığı şu sonsuz olan gokyuzunde güneşler gibi parlamada, dönüp durmada, ama, onları görecek goz nerede?
•Eskiden onlar da bizim gibi hakilatı göremeyen birer yarasaydı. Ama yaratanın lutfuyla, o yarasalar, birer güneş oldular.
73. Boy atan, mi’rac eden ağaçlar, sanki bahçelerde göklere merdiven koymuşlardır.
Müstef’ilün, Fe-ulün, Müstefilün, Fe’ulün
(c.I, 196)
• Güzel kokular yayan saçlarını dök, süfîlerin canlarını oynatmaya başla!
• Güneş de, ay da, yıldızlar da, gökyüzünde ilahî aşk ile dönmekte; adeti oynamaktadırlar. Üzerinde yaşadığımız dünya da dönmekte, oynamaktadır.Biz bunların ortasındayız. Haydi, şu ortadakileri de oynat!
• Lütfedip şu çalıp çağırışın yok mu, en aşağı bir nağmesi, gökyüzü sufîsini döndürüp oynatmaya başlatır.
• Koşa koşa şarkılar söyleyerek, güzel kokular yayarak gelen, ilkbahar rüzgarı soğuk havaları kovar, dünyayı neşelendirir, güldürür.
• Onun getirdiği sevgi havası ile bir çok yılanlar birbirine yar olur. Gül dikenle barışır, dost olur. Allah’ın lütfu, ihsanı bahçeyi güllerle, çiçeklerle süsler ihtişamlı bir padişah haline getirir.
• Her an bahçeden, elçi gibi bir hoş koku gelir de; “Ne duruyorsunuz, ılkbahar geldi, dostları bahçeye çağırın!” diye seslenir.
• Bahçe, içten içe yürür gider, yol alır da sana der ki: “Sen de, içten içe yol al Sen de içine in, in de canına can gelsin!
• Zamanı gelince, gonca açılır, selvi ağacına süsenin sırrını söyler. Lale de söğüt ağacı ile erguvana müjdeli haberler verir.
• Her fidanın sırrı dipten baş verir, yücelir. Göklere doğru yükselen, boy mi’rac eden ağaçlar, sanki bahçelerde göklere merdivenler koymuştur Duygulu insanları mi’raca davet etmektedirler.
•Kuslar ve bülbüller dallara konmuşlar da bekçilik ederler. Bu bekçilerin ,maaşı da Allah’ın gizli hazinesinden verilir.
•Şu yapraklar dillere, meyveler de gönüllere benzerler. Gönüller yüz gösterince diller çözülür de, aşk hakkında anlamlı sözler söylerler.
74. Sen, kokuya, renge takılıp kalmışsın, onların esiri olmuşsun.
Fe’ilatü, Fa’ilatün, Fe’ilatü, Fa’ilatün
(c.I, 165)
• Seher vakti içtiğin şarap, sana tesir etmediyse, ben sana başka türlü bir şarap vereyim; onu iç. Benim şarabım gerçekten de acayip bir şaraptır. Bir kıyamet gibidir. însanı diriltir.
•Daha ilk kadehi içer içmez, nereleri gezersin? Neler görürsün? Neler..îkıncı kadehten Allah’a sığınırız. Üçüncü kadehi içince ne olacağını söyleyemem.
• Ne gam kalır, ne iş güç kalır. Herkes yerlere yıkılır, ondan sonra da sizi alırlar, nereye çeker götürürler, Allah bilir!
•Sen kokuya, renge takılıp kalmışsın. Onların esiri olmuşsun; taşa, taştaki resme benziyorsun Şu taşın kalbinden, kaynak suyu gibi kayna da, fışkırarak çık.
•Hele ey kerem sahibi saki! O kırmızı şarabı sun da öyle bir hale geleyim ki,cekinmeden korkmadan senden, senin güzelliğinden bahsedeyim.
•O büyük kadehi bana, kendi kuluna sun da, onun mahmurluğuyla nasıl başımı, yukarılara daldırmışım, seyret!
•Ötelerden beni bir lrmak edib akıttığın yere bakıyorum. Zaten, o ırmak, denizden akıp gelmişti. Şimdi de geldiği yere; denize doğru akıyor.
75. Aklını başına al da sen can ile arkadaş ol!
Mefa’îlün, Fe’ilatün, Mefa’îlün, Fa’ilün
(c.I, 288)
• Dostu dosta götüreni, melekleri gökyüzünden yeryüzüne indireni getir!
• Her gece, Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi Mi’raca çıkmak için aşk burağına eğer vuranı getir!
• Aklını başına al da, sen canla arkadaş ol, onunla düş kalk, onun huzurunda otur! Çünkü her oturuşta, biraz daha onun huylannı, sıfatlarını elde edersin.
• Sakisi rüh olan sonsuzluk aşk şarabını alır çekersin, çekince de kendinden geçersin, öyle bir hal alırsın ki,
• Hakk yolu yolcusuna; “Git de canla oynama huyunu pervaneden öğren!” dersin. Çünkü o, seni din mumunun ateşine çağırmaktadır.
” Şeyh Sa’di hazretlerinin şu kıt’ası hatıra geldi:
“Ey bülbül aşkı pervaneden öğren! Yandı, can verdi de sesi çıkmadı. Benlik peşınde bu sahte aşıklar, Allah’ı istemekten habersizdirler. Çünkü ona kasuşup haberi olanlardan da bir haber gelmedi.”
• Allah’ın vahyi geldi. Can kulağınızı açın da onu duyun. Çünkü mana kulağı açık olan kişiye, Allah hakîkati gören göz ihsan eder.
•Dostun gönle gelen hayali sana buluşma müjdesini verir. O hayal, o zan seni alır: yakîne, tam inanca çeker götürür.
•Sen düştüğün şüphe kuyusunda Yüsuf gibisin. Dostun hayali de sanki bir iptir sen o ipe sıkıca tutunup çıkarsan kendini yücelerde, göklerin üstünde bulursun.
•Buluşma günü aklın başında kalabilirse sana der ki; “Ben, sana nefsanî arzularını ayak altına al!” dememiş miydim? îşte dediğim gibi oldu; nefsi terk ettin de dostu buldun.
• Eğer sen, insan gibi yaşarsan, doğru bir kişi olursan, can buluşma evine girer. Eğer eğri bir kişiysen, seni atlaslara, giyinmeye, kuşanmaya çeker götürür.
• Dünya hayatında başına gelen belalara, cefa dikenlerine katlan! Çünkü çektiğin acılar, sıkıntılar seni dikenlerden alır da güllere kavuşturur. Reyhanların, yaseminlerin bulunduğu bahçeye çeker götürür.
•Dost uğruna düşmanların lanetini, hakaretini, küfürlerini şerbet gibi iç! Çünkü bu lanetler, hakaretler, küfürler, seni lütuflara, senalara, aferinlere manevî derecelere ulaştırır.
“Eşref oğlu Rümî hazretleri de şöyle buyurmuş:
“Eşrefoğlu Rumî yari sevenlerin budur karı,
Ol dost için ağuları şeker gibi yutmak gerek.”
76. Deniz kenarına git de, denize;
“Ey deniz, coşma, dalgalanma!” de, deniz seni dinler mi?
Mefa’îlün, Fa’ilatün, Mefa’îlün, Fa’ilün
(c.I, 227)
• Temiz canına yemin ederim ki; ben sabredemiyorum. Sensiz yapamıyorum. Ey azîz dost, ey cömertlik, ihsan ve vefa madeni, artık gel!
• Sabrın yeri mi var? Sabır nedir ki: Sabır Kaf dağı da olsa, ayrılık günesi ile erir yok olur gider.
• İster bana inan, ister inanma da; “îş böyle değil!” de! Vefanın tertemiz üzerine yemin ederim ki: “Ben senin aşkında vefalıyım.”
• Eğer sana karşı duyduğum derin sevgi hakkında çok konuştumsa, sözüm uzayıp gittiyse beni kınamayın; belki halimi anlarsınız, insafa gelirsiniz, acırsınız diye söylenip duruyorum.
• Benim içimde sevgi tenceresini kaynatan bir harlı ateş var ki; o ateş, gökyüzüne düşse, gökyüzünün tavanını bile yakar, delik deşik eder, çökertir.
• Gökyüzü tavanına, yüzyıllardan beri, güneşten ve onun ateşinden bir zarar gelmemiştir, güneş onu karartmamıştır. Ama, gök benim ateşime dayanamaz.
• Dertli varlığımdan öyle bir kan ırmağı akmaktadır ki, onun nereden nereye aktığından benim bile haberim yok.
• Irmağa; “Ey ırmak akma!” mı diyeyim? Onunla nasıl başa çıkılır? Haydi, sen deniz kenarına git de, denize; “Ey deniz, coşma, dalgalanma, köpürme!” de;deniz seni dinler mi?
77. Dilerim, sevgilinin bana verdiği gamın biri, bin olsun!
Fe’ilat, Fa’ilatün, Fe’ilat, Fa’ilatün
(c. 1, 166)
• O bir çimendir. Kıyamete kadar onun gülleri açılsın, solmasın. O bır eşsiz güzeldir. îki dünya da onun yüzüne feda olsun.
• Güzellerin emîri, sabahleyin erkenden salına salına ava çıkıyor. Onun bakışlarının oklarına gönlümüz av olsun.
• Her an, onun güzel gözlerinden, benim iki gözüme bilsen ne haberler geliyor? Gözlerim, onun haberleri ile aydınlatılsın, mahmurlaştıkça mahmurlaşsın.”
•Ben Onu görünce zahitlik kapısını kırdım. Günah işlemeye karar verdim. O bana inkisarda bulundu da; “Git!” dedi. Dilerim zamanın kararsızlıkla geçsin:
•Onun duası kabul edildi. Ben bir sevgiliye düştüm, şimdi bende ne karar kaldı. ne gönül! Sevgili, bizim kanımıza susamış, Allah yardımcısı olsun.
•Bizim bedenimiz, aya benziyor, aşk yüzünden eriyor, tükeniyor. Gönlümüzde sanki zührenin çengi, teli kopsun da takılmasın.
•Sen ayın eriyişine, tükenişine bakma, darılma. Sen sevgilinin bize verdiği gamın tatlılığına bak! Dilerim bana verdiği gamın biri, bin olsun!
78. Aşk benden doğmadı, aşk beni doğurdu. Ben aşkın çocuğuyum.
Mefa’îlün, Fe’ilatün, Mefa’îlün, Fa’ilün
(c.I, 22O)
•Seher vakti herkes uykuda iken, mutluluk geldi, beni üç defa öptü. Allahın lutfuna ve inayetine erdim. Bu seher vakti kutlu olsun, mübarek olsun.
•Ey gönül hatırındamı? Dün gece rüyada ne görmüştün? Ne görmüstün ki, , bu seher vakti mutluluk geldi. bana bir kapı açtı.
•Yoksa rüyada şunumu görmüştün: Ay göklerden yeryüzüne inmiş gelmiş, yücelere, gökyüzünün üstüne çıkarıp bırakmış.
• Gönlü, onun yolunda, onun ayaklarının altına harap, perîşan bir halde yıkılmış gördüm. îşte şu an başıma bu mutluluk geldi.
• “Ben çok mutluyum, ben çok mutluyum!” diye şarkı söylemekteyirn.
• Aşk ile gönlümün arasında çok hadiseler var. Çok işler var. Şimdi azar onların hepsi de hatırıma geldi.
• Zahirde aşk benden doğmuş görünüyorsa da, sen buna inanma, işin hakati şöyle ki: Aşk benden doğmadı, aşk beni doğurdu. Ben aşkın çocuğuyum.
• Ey sıfatları açıkta olan, görünen, zatı can gibi gizli olan Allah’ım! Senin zatına yemin ederim ki, benim bütün dileğim, arzum, bütün isteğim, ancak sensin, ben seni seviyorum, seni istiyorum, başkasını değil!
• Senden daima, bana gizli iltifatlar, gizli öpücükler gelmede, fakat ben, et ve kemikten bir yığın olan şu beden perdesinin ötesindeyim. Beni kim öpüyor kendini bana kim öptürüyor? Bu halleri göremiyorum, bilemiyorum.
• Allah’ım, bana acımaktan vazgeçme, yoksa, yokluğa düşerim de; “Aman bana yardım edin, fena haldeyim!” diye feryada başlarım.
• Fakat, sevgilim, bana lütuflarda bulunmasa, öpücük vermese de, bana hakaret etse de, sevse de şikayetçi değilim. Ben yine memnunum, yine hoşum, mutluyum. Efendim ile benim aramda hadiseler var. Beni öper de, söver de, kim ne karışır?.. Kime ne?
79. Çevrene uy!
Fe’ilatün, Fe’ilatiln, Fe’ilatün, Fe’ilün
•Topallaya topallaya yürü! Çünkü bu yolda yürüyenlerin hepsi de topal.Ayağına bir bez sar da eğri büğrü, başını titrete titrete, ayağını sürüye sürüye yol al
•Ay yüzlü gibi güzel birisiysen, yüzüne safran sür, sarart. Güzellığını sakla!Şayet güzel yüzünü gösterirsen, seni çekemeyenler çok olur, sopa yersin, paralanırsın.
•Ffendi sen bir çirkin kişi görürsen, aynanı koltuğunun altında sakla! Yoksa Aynanın adını kötüye çıkarırsın.
•Aklın başında oldukça uzlaş, dost ol, iyi geçinmeye bak! Ama sarhoş oldunmu ne olursa olsun, çünkü herkes senin uygunsuz halini sarhoşluğa verir.
• O söylediğin sözleri bir kere daha söyle, ben onları unuttum. Ey ay yüzlü sevgili, Allah seni selamete ulaştırsın!
• Allah seni selamete ulaştırsın, bütün günlerin hoş geçsin. Ey nefesi ölüleri dirilten, Allah seni selamete ulaştırsın!
• Biz, senin güzelliğinden bir şey dilenmek için çok uzaklardan gelmişiz. Ay nurlu yüzünden nurlar saçar, cömertliklerde bulunur. Onun adeti böyledir. Sen de, bir ay yüzlüsün; yüzünün nurundan Allah rızası için bize de ver.
” Mevlana, Dîvan-ı Kebîrinin başka bir yerinde de şöyle der:
Biz sufiler senin mahallene geldik, sana geldik, Allah rızası için yüzünün güzelliğinden bize azıcık bir sey ver sususuz senin ırmağından başka bir yerde tatlı su yok. Bidonları da, testilerimizi de beraber getirdik.” (Dîvan-ı,Kebir: 223O)
• Sevgilim, gökteki ay benim duamı duydu da, senin ay yüzüne karşı ellerini açtı. Senden nür istiyor. Bana da; “El aç, nür iste!” demeye başladı.
• Ey Allah’ım, güneş de, ay da, gökler de, manalar da, akıllar da bize göre yücedir, değerlidir, zengindir. Fakat, senin karşısında hepsi de fakir ve yoksuldurlar.
8O. Buluşma günü için kendine çekidüzen ver!
Fe’ilatün, Mefa’îlün, Fe’ulün
(c.I, 246)
• Bu dünyada yaptığımız işlerden ötürü, gönlümüzde yüzlerce davul çalınıyor, kıyametler kopuyor. Yarın, yani ölünce davulların gümbürtülerini duyacağız.
• Bugün gaflet, kulağımıza pamuk dolmuş, onu tıkamış; göze de, hakîkati göstertermeyen kıl kesilmiştir. Bu yüzden, biz, sevda vesvesesine kapılmış ve yarının gamı ile, endişesi ile çırpınıp duruyoruz.
• Hallac-ı Mansur gibi, safa ehli gibi, sen de, hakîkati duyurmayan gaflet muğuna aşk ateşi düşür, onu yak da, sağırlıktan kurtul.
• Aşk ile buluşma zamanı yakınlaştı, bu sebeple kendine çekidüzen ver,buluşma günü için güzelleş!
• Bizim ölümüz, her ne kadar sana matem olursa da, aslında, hakla buluşma vakti olduğu için, bizim en neşeli, en mutlu zamanımızdır.
• Çünkü bu dünya, bizim zindanımızdır. Zindanın harap oluşu, yıkılışı, zindandakileri sevindirir. Yani bizim bedenimiz, ruhumuz için bir zindan kesilmiştir. Ölüm, bedeni yıkınca, toprağa düşürünce, ruh zindandan kurtulaçak, Hakk’a kavuşacaktır.
• Aklını başına al da, fanî olan bu dünya zindanında kimsede vefa arama!bu dünyanın vefası bile vefasızdır!
81. Ey vefalı kişi, bizden, benden vazgeç!
Fa’üatün, Fa’ilatün, Fa’ilün
(c.I, 251)
•Ey vefalı kişi, gel, gel, daha yakına gel! Beni, benliği, bizi, bizliği bırak! Çabuk, vakit geçirmeden gel!
•Gel daha yakın gel! Biz’den, ben’den vazgeç, gel, gel. Sen’lik ve biz’lik yok oluncaya kadar gel. Ne “sen” kalasın, ne de “biz” kalalım!
• Kibri ve kendini beğenmeyi bırak da, yere göğe sığmayan o büyükler büyüğüne gönlünde yer ver!
• Cenab-ı Hakk, ezel aleminde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” diye buyurdu. Sen de ona; “Evet, Rabbimiz sensin!” diye cevap verdin.
• Evet sözün şükrü nedir? Yani o emri nasıl yerine getireceksin? Bu dünyada, şikayet etmeden, Hakk’tan gelen belalara, ıstıraplara sabretmektir. Ses çıkarmamaktır.
“burada 7 ci araf suresinin 172. ayetine işaret var. Arapça “Evet” kelimesi, ses olarakıstırap sesini verdiği için Mevlana eski edebiyatta sık sık yapılan “tevriye sanatını hatırlatmaktadır.
• Bela’nın bir sırrı da; ben fakr, yokluk dergahının kapısmı çalıyorum demektir.
• Sen, kendinden kurtul, benliğinden temizlen, toprak ol, ayak altına seril de toprağından otlar bitsin. Ot gibi benliği üstünden atar, kurursan hoş bir şekilde aşk ateşine yanarsın.
• Senin yanışınla meydana gelen kül, toprak, kimya gibi dertlere deva olur.
• Illetlerle, nefsanî arzularla dolu olan hayvanî rühunu ona ver de sonsuz olan, hoş olan insanî rühu elde et!
82. Garip olan rüh, mekansızlık aleminin özlemini çeker.
Müstefilün, Müstef’ilün, Müstefil, Müstef’ilün
(c. I, 26)
•Her an gökyüzünden gönüllere gizli olarak şöyle vahiyler gelmede: “Ne zamana kadar, tortu gibi yeryüzünde çöküp kalacaksınız? Göğe yükselin, göğe yükselin!”
• Ancak tembel olanlar, ağır canlılar şarap tortusu gibi dibe çökerler. Tortudan kendini kurtaran, arınan, temizlenen ise küpün üstüne çıkar.
• Hemen balçığı, çamuru karıştırma! Suyunıı bulandırma da arınsın. Tortun aydınlansın ve derdine derman bulunsun.
•İnsanda şu’le gibi bir can var. Fakat onun dumanı, nurıından daha fazla. Duman haddini aşınca, fazla olunca, gönül evinde bulunan Hakk ışığını göstermez olur.
• Eser, gönül evindeki dumanı azaltırsan yani günah kiılerinden arınırsan, senin nürun ile her iki dünya da, bu dünya da, öteki dünya da aydınlanır.
• Bulanık bir suya bakarsan, orada ne ay görebilirsin, ne de gök! Hava kararınca güneş de gizlenir, ay da!
• Güney rüzgarı esince, havayı tertemiz eder. Bu yüzdendir ki, sabahın erken saatlerinde seher yeli eser. Adeta dünyayı cilalar, parlatır.
• Alıp verdiğimiz nefes de gönüldeki sıkıntıyı, derdi temizler, arıtır, adeta insanın içini cilalar. însan bir an bile nefes alıp veremezse, varlığına yokluk gelir çatar.
•Bu dünyada garip olan rüh, mekansızlık aleminin özlemini çeker. Hayvan nefis ise bilmem ki, ne diye şu dünya otlağında otlar durur? Geldiği yeri unuturda dünya nimetleri için çırpınır durur.
83. Allah’ım canı yarattın ama ona cefalar verdin!
Müstef”ilün. Müstef’ilün. Müstef”ilün. Müstef’ilün
(c,1,28)
• Ey bedenimizin padişahı; ey bize acıyarak, bizi neşelendiren, güldüren aziz varlık! Ey gözlerimize görüş kabiliyeti veren, ey can gözümüze tutya çeken, parlatan Rabbimiz!
• Canı parlattın ama ona cefalar verdin, onu deliye, divaneye çevirdin. Bazen onu yalnızlığa aşık ettin. Bazen, bir güzel yüzlünün peşinde koştuıdun, üryan düşürdün.
• Bazen top olduk, çöğeninin eğri ucuna uyduk, onun önünde başı dönmüş bir top gibi kah neşeye, eğlence yerine, kah belaya, cefaya, derde, ıstıraba doğru yuvarlandık durduk.
• Bazen gaflet uykusuna daldırırsın, bazen sebeplere doğıu sürersin, bazen de yoklıık çölünde bizi süründürürsün.
• Bazen yüksek mevkî, altın taç sevdasına düşürürsün. Bazen de tutar basına topraklar saçarsın. Bazen kendini kayzer, padişah sanır, bazen de yoksullar gıbi yamalı hırkalara bürünür.
• Kah diken olur, kah gül! Bazen sirke olur, bazen şarap; kah davulcu olur. davul çalar, kah davul olur, tokmaklar yer.
• Bazen acaip bir ağaç gibi elma verir, bazen kabak yetiştirir. Bazen zehir verir bazen şükür; bazen dert verir, bazen derman.
• Hayat ne acaip bir ırmaktır ki, bazen su olur, bazen kan; bazen la’l renkli şarap kesilir, bazen süt; bazen de şifalar veren bal.
• Bazen çeşitli renklerden sıyrılır. Hz. îsa’nın küpüne girer, bir renge bürünür böylece bazen “Allah’ın boyası” meydana çıkar. “Allah dilediğini vapar
“Hz. İsa’nın bir küpü varmış. oraya atılan kumaslar çeşilli renklerde de olsa tek renk olarak çıkarmış. Bu “Allah boyası”dır. Allah’ın takdirine uymayı ifade eder. Bu beytte 2. Bakara suresinin138 çi ayetine işaret edilmektedir”
.
84. Benim canım mana helvası istiyor.
Mefa’îlün, Mefa’îlün, Fe’ulün
(c. I, 1O6)
• Canım mana helvası istiyor, helva! Helva vadini yarına bırakma!
• Bu mana helvası ne de güzel, sıcak, hoş; onun kokusu her an yücelerden ötelerden geliyor.
• Sen bu mana helvasını ağızla yiyemezsin, bu sebeple, incir gibi ağzını kapa da, o nefis hoş kokulu, sıcak helvayı gönülden ye; ona dudaklarını, elini değdirme.
• Bu helva, dünyada yapılan helvalardan değildir. O taraftandır. Onu görünmez el pişirmiştir. O eldendir. O helva, o görünmez alemde süt içti, hurma yedi de tatlılaştı. Bu yüzden o, ötelerin helvası oldu.
• Biz hepimiz Akl-ı Küll’ün oğullarıyız. Bu sebepten de ötelerden “Ey babasının canı!” diye sesler gelip durmadadır.
“Akl-ı Küll”, Allah’ın kudretinden, Akl-ı Evvel’den yani ulühiyyet mertebesinden evvel ortaya çıkan akıl mertebesidir. “Arş-ı Azam”, “Cebrail” Hz. Muhammed’in nüru gıbı, Aklı Küll’ün, Akl-ı Evvel’den sonra gelen bir mertebe olduğunu bilmek gerek. Çünkü, “Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır.” hadîsi ile Akl-ı Evvel’e işaret vardır. Arifler, bütün bu meıtebeleri, Kur’aıı ve hadîslerden yararlanarak, biz aciz insanlara Cenab-ı Hakk’a dair bilgiler vermeye çalışmaktadırlar. Şinasi merhumun dediği gibi:
“Akıl biliyor ki, var bir Allah,
Mahiyeti anlaşılmıyor, ah!”
85. Dudağını her öpüşe verme onu kirletme.
Mef’ulü, Mefa’îlü, Mefa’îlü, Fe’ülün
(c.1, 96)
• Sevgilinin dudağından anlatılamaz zevkler duyarak mest olmak istiyorsan, dudagını her öpüşe verme, kirlenme, her yemeğe onu bulaştırma!
• Bövle yap da senin dudağından başkasının kokusu gelmesin; o dudaklar yalnız ve yalnız aşk kesilsin. Lekesiz; hiçbir dudağa dokunmamış, tertemiz kalsın da eşsiz bir hale gelsin.
• Sunu iyi bil ve ibret gözü ile bak da gör ki: kadîm olan, evveline evvel olmayan Allah’ın nürundan başka ne varsa hepsi de bir mezbelede, yani pislik dolu bir yerde bulunan kokmuş pislikten ibarettir.
• Sen, manen kirlenip pislik olunca, kutsallığın, takdîsin üstünlüğünü, manevî tadını ne bilirsin? Aklını başına al! Pislik olmaktan kurtul, temizlen de kutluluk, yücelik tarafına git!
• Hz. Musa, Firavun’un nimetinden elini çekti. Ağzını yıkadı da Allah ona nürlu el ve kerem denizini bağışladı.
• Kendine gel, gözünü kapa ki, o göz, pek kıskançtır. Aklını başına al, madeni boş tut ki, senin için hazırlanmış bir mana yemeği var!
86. Gaflet pamuğunu kulağından çıkar, aşk gözünü aç!
(Bu gazel bir yazma nüshadan alındı.)
• Varlık, benlik karanlıklanndan bir adım bile dışarı atsan, kendini kurtarsan yokluk ab-ı hayatını içer, yüzlerce Hızır gibi sonsuzluğa kavuşursun.
• Adım adım yürü, manevî pisliklerini, günahlarını üstünden at, ve aşıkcasına bir hamle yap da mekansızhk alemine gel!
• Eğer sen benlikden kurtulur, benliğini yok edersen, benliksiz olursan ona kavuşursun; o zaman sen bir dertken deva olursun da, bütün yaralara merhem kesilirsin.
• Kamış, şekerle dolu olursa, ses vermez; eğer sen kamış değil isen; içini kötü duygulardan, benlikden temizlemiş, boşaltmış isen, dudağını, ney çalanın du-ağına korsun. Manevî şekerler çiğnersin.
• Her iki dünyadan gönlünü çekmiş, kurtarmışsan, bu cihanın isteklerinden vazgeçmişsen, kendi benliğini de, varlığını da yok etmişsindir.
• Her iki dünyada da yönelecek kıbleyi arıyorsan, sana söyleyeyim, haber vereyim Şemseddin’in varlığı, Safa ile Merve arasında bulunan bir kıbledir.
87. Nürlu gözlere kul köle ol!
Mefa’îlün, Fe’ilatün, Mefa’îlün, Fe-lün
(c.I, 217)
• Sen ne iyi bahtlı, ne talihli kişisin ki, Allah; “Gel gel mutlulukla, gir içeri senin için kurtuluş kapısı açıldı.” diye seslenir.
• Güzel renklerle, hoş kokularla açılıp saçılan gül neden gülüyor? Söyleyeyim: “Bahar mevsimi yüzünden onun duası kabul edildi de onun için gü lüyor.
• Gül, mana Yusufunun kokusunu aldı da, o yüzden gömleğinin yakasını yırttı, ağzını açdı gülmeye; “Hey hey müjdemi isterim, müjdemi isterim!” demeye başladı.
• Herkes; bütün alem biliyor ki: Kainatın yaradılışının manası odur. O halde adlar manadan başka nereye gidebilir? Bütün adlar, onundur.
• Cenab-ı Hakk; “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim.” diye buyurduğu için ad mananın mazharı oldu. Onun için kalp gözleri açık olan arifler, mana üzerinde dururlar da, adlara önem vermezler. Gölgeyi değil, gölge düşüreni düşünürler.
“Davud (a.s.): “Ya Rabbî insanları ne için yarattın?” diye Cenab-ı Hakk’a niyazda bulundu. Bunun Bunun üzerine Cenab-ı Hakk buyurdu ki: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim, istedim, beni bilmeleri için insanları yarattım.” Bu bir kudsî hadîsdir. Sufîler bu hadîs üzerinde Çok dururlar. Bu konuda Bursalı İsmail Hakkı hazretlerinin Gizli Hazine diye küçük bir kitabı da vardır.
• Asası olmasa da, eli parıl parıl parlamasa da Harun irfanı ile Kelîm’i yani Hz. Müsa’yı tanıdı, bildi.
• “Allah göklerin ve yerlerin nürudur.” diye buyurdu. Kendisine nür adını taktı. Gözü de nurdan yarattı. Bu sebeple nurlu gözlere, kul ol, köle ol!
“Allah göklerin ve yeryüzünün nürudur.” (Nür Suresi, 24/35.)
88. Sevdaya doymuş aşık var mıdır?
Mefa’îlün, Mefa’îlün, Mefa’îlün, Mefa’îlün
(c. 1, 64)
• Sen, bu sevdaya doymuş hiçbir aşık gördün mü? îçinde bulunduğu, yüzüp durduğu denize doymuş balık gördün mü?
• Sen hiç bir nakış, hiç bir resinti gördün mü ki kendisini nakşeden kişiden yahut ressamdan kaçsın? Sen hiç bir Varlık gördün mü ki gönlünü verdiği Azra’dan uzaklaşsın?
“Varnık ve Azra, Leyla ve Mecnun gibi birbirini seven aşıktır.”
• Aşık ayrılığa düşerse manası olmayan bir ada döner. Fakat aslında manada bir sevgili gibi adlara takılıp kalmaz.
• Sevgilim bu dünyada sensiz yaşamak, ıstırab çekmektir, azaba düşmektir., Bu yüzden dilerim ki canım bir an bile sensiz kalmasın. Senin tatlı canına yemin ederim ki, sensiz can bize işkencedir, beladır.
• Senin güzel hayalin öyle bir sultandır ki, Hz. Süleyman’ın Mescid-i Aksa’ya gelişi gibi salına salına gönüle gelir.
” Mescid-i Aksa, Kudüs’te Hz. Süleyman’ın yaptırdığı meşhur mabettir.
• Aşığın gönlünde binlerce meş’ale yanar. Bütün mescit apaydın olur.1 Rıdvanla, hürilerle dolu bir cennet halini alır.
” Rıdvan, cennet kapıcısı olan güzel melek.”
89. Başarı için çalışmak, uğraşmak gerek.
Mefa’îlün, Fe’ilatün, Mefa’îlün, Fe’îlün
(c.1, 214)
• Eğer ağaç hareket etseydi, yani bir yerden başka bir yere gidebilseydi, ne testere eziyetini çeker, ne de çeşitli işlerde, çeşitli yerlerde kesilir, biçilir, cefalar çeker, yaralanır, berelenirdi.
• Eğer güneş ve ay, dönüp durmasalardı, sağır kayalar gibi oldukları yerde durabilselerdi, ne güneş ışıklar saçarak dünyayı aydınlatır, ne de ay ışığı geceleri hoş bir şekilde nurlar saçardı.
• Fırat, Dicle ve Ceyhun nehirleri akıp durmasalardı; deniz gibi bir yert takılıp hareketsiz kalsalardı, kokarlar ve acırlardı.
• Deniz suyu yolculuğa çıktı. Önce buhar halinde havaya yükseldi, orada bulut oldu. Acılıktan kurtuldu, helvaya döndü.
• Bak da gör, Yusuf (a.s.) babasının kucağından ayrıldı. Yolculuğa çıktı. Ta Mısır’a kadar gitti de orada eşsiz bir makama ulaştı.
, Şunu da gör ki: Ahmed (s.a.v.) Mekke’yi bıraktı, Medine’ye hicret etti;sonra ordu çekti, gelip Mekke’yi zabtetti.
• Hz. Muhammed mi’rac gecesi Burak’a bindi, yola çıktı. Hakk’a manen yaklaştı, yakınlaştı, aralarında iki yay kadar bir yakınlık kaldı, hatta daha da yakına vardı, makamını buldu.
• Usanmasaydın, bıkmasaydın dünyadaki misafirleri, yola düşmüş yolculuğa çıkmış erleri birer birer, ikişer ikişer, üçer üçer sayardım.
• Birazını gösterdim, birkaçını saydım. Geri kalanını sen bil, sen öğren. Kendi huyundan, Hakk’ın huyuna ulaş!
“Bu sürde Mevlana miskince bir yerde oturup kalmamayı; çalışıp çabalamayı, uğraşıp bir kelıme ile, dinamik olmayı tavsiye buyuruyor”
9O. Ne ekmek ver, ne huzur ver, ne de uyku;ben yalnız seni istiyorum
Müstef’ilün, Müstef’ilün, Müstef’ilün, Müstef’ilün
(c.1, 33)
• Ey saki aşk şarabını fazlasıyla sun da, korku da kaybolsun, rica ve ümit de. Düşüncenin de boynunu vur! Onunla hiç bir ilgimiz kalmasın, zaten o nerede, biz neredeyiz?
•Ey aşıkın susuzluğuna bizim gibi yüzbinlerce insanın feda olduğu üstün varlık, bana ne su ver, ne ekmek ver, ne huzur ver, ne uyku ver! Ben yalnız seni istiyorum.
•Bu gün senin misafirinim’ senln aşkınla perişan olmuşum. Bu haber bütün şehre yayıldı her yer bu haberle doldu. Bugün mana şarabının içildiği gün;haydi geliniz.
•Demir kırıntıları mıknatısa doğru nasıl koşarlarsa, dünyanın bütün hayalleri, onun hayaline doğru koşmağa başladı.
• Dünya Tur dağına döndü. Her zerresi tecelliye mazhar olarak aydınlatmaya, başladı. Rüh da Hz. Müsa gibi tecellî karşısında aklını kaybetti, kendinden* geçti.
• Kalbine aşk ateşi düşen her varlık, aslına kavuşmak için çırpınmada, dönüp durmaktadır. Aslının aslı ile buluşmak için yokluk da apaşikar el çırpmadadır.
• Her ot yeşermiş, güzel, hoş bir halde gülümsüyor. Her zerre; “Sabır sıkıntı’nın anahtarıdır!” “Şükür de Allah’tan razı olmanın anahtarıdır!” diye naralan atmaktadır.
91. Gönül sıfatı elde ettinse, gönül gibi ayaksız başsız gel!
Fa’ilatün, Fa’ilatun, Fa’ilün
(c. I, 188)
• Eğer sen, öd ağacıysan buhurdana gel; seni damdan atarlarsa, kapıdan düş içeriye gir!
• Madem ki sen bir Yüsufsun, kuyuya atılmaktan, zindana sokulmaktan kurtulamazsın. Sen kahır zehrini şeker say!
• “Allahuekber” diyorsun, bu bir adettir, bu bir resmî söyleyişdir. Gönülder söyleyiş değildir. Eğer sen “Ekber” dediğin o büyükler büyüğünün kuluysan bu büyüklere yakışır şekilde gel! Kendine çeki düzen ver!
• Köpekler de nasıl içer kızıl şarabı? Arslansan kızıl şarap gibi gel!
• Ne diye altın arıyorsun? Kendi bakırını altın et! Altın olmuyorsa gel o gümüş bedenliye!
• Zenginlerin gözleri kupkuru. Fakirlerin ise nemli. Ey aşık! Sen kupkuru değil, nemli de değil; iki şekle de bürünme de öyle gel!
• Melek sıfatlarına mahremsen, melek gibi erkeklikden de, dişilikten de mü nezzeh ol da öyle gel!
• Yolculukta gönül sıfatını elde ettinse, gönül gibi ayaksız gel, başsız gel!
92. Burada gizli birisi var, kendini yalnız sanma!
Müstef’ilün, Fe’ulün, Müstef’ilün, Fe’ulün
(c.1, 188)
• Burada gizli birisi var. Kendini yalnız sanma! Onun kulağı pek hassastır, keskindir. Sakın kötü sözler söyleme!
• O peri senin gönlünün çeşmesine bağlamp kalmıştır. Senin bütün düşüncelerin, hayaline gelen her suret, her şekil hep o perinin eseridir; o periden gelmektedir.
• Nerede çeşme varsa orası perilerin oturduğu yerdir, perilerin konağıdır. Oraya dikkatle, ihtiyatla gitmek gerek.
• Senin bedeninde bulunan beş duygu çeşmesi akıp durdukça, bil ki; gönlünde gizlenen o peri bu beş çeşmeyi ayırmıştır, akıtmıştır.
• Vehmetmek, tasavvurda bulunmak gibi beş tane de iç duygun varya, bil kı; her beş çeşme de, meraya doğru, yararlı olacağı yerlere doğru koşup durmadadır.
“Eskılere göre insanı haricî muhitinden haberdar eden beş duygu vardır ki onlar da; görme, işitrne, koklama, tatma, bilhassa elle sıcağı soğuğu, serti yumuşağı anlama duygularıdır. bunlardan başka ayrıca beş tane de iç duygusu, batinî duygu vardır: Hayal, düşünce, vehme yani olanı, olmayanı anlayış, zihinde hıfzediş ve ınüşterek duygu. Insan bu sonuncu duygu ile iç ve dış duygularını düzenler. (İbrahim Hakkı Hazretleri: Maıifetııame, Bulak basımı 1251, s. 2O4-2O5.)
• Her çeşmenin yüksekte bulunan iki su sarnıcı vardır. Elli tane de sulara yol veren su yolcusu bulunmaktadır. Gönlünü paslardan temizlersen, cilalarsan bütün bunlar, sana yüzlerini gösterirler.
• Çeşme başında edebe riayet etmezsen, sana perilerden zarar gelir. Çünkü Du çeşıt periler, çok hassastır, serttir, pervasızdır.
93. Bize Hakk yolunda “biz”siz olarak bir yolculuk nasib oldu.
Mef’ulü, Mefa’ilün, Fe’ulün
(c.I, 128)
• Bize Hakk yolunda “biz”siz olarak bir yolculuk nasip oldu. O yolculukta “biz”siz olduğumuz için gönlümüze bir ferahlık geldi.
• Daima bizden gizlenen o gerçek sevgili, o ay yüzlü güzeller güzeli, orada “biz”siz olarak yanağını yanağımıza koydu.
• Biz o dostun gamı ile can verdik de onun gamı, bizi, bizden kurtardı, “biz”siz olarak doğurdu.
• Biz her zaman aralıksız şarap içmeden mest olanlardanız. Biz daima “biz”siz olarak neçelenir, manevî zevkler duyarız.
• Siz sakın bizi yad etmeyin, buna lüzüm yok. Çünkü biz “biz”siz olduğumuzdan kendimiz rüzgar kesilmişiz de her yerde eser dururuz.
• Biz “biz”siz kalıyoruz da, her zaman sevinç içindeyiz, mutluyuz. Bu sebeple daima “biz”siz olalım, “biz”siz kalalım diyoruz.
• Kapıların hepsi de yüzümüze kapanmıştı. Biz, bizden kurtulunca, kapıların hepsi de açıldı.
94. Ey dertli zamanımda canımın rahatı olan Allahım!
Müfte’ilün, Fa’ilat, Müfte’ilün, Fa’ilat
(c.I, 2O7)
• Ey dertli zamanımda canımın rahatı! Ey yoksulluk açlığında rühumun hazinesi olan Allahım!
•Vehmin elde edemediği, anlayışın ve aklın eremediği güzellikler senden canına ulaştığı için sen benim kıblem oldun.
• Rabbim! Senin keremin ve lutfun sebebi ile ben aleme nazla bakarım.
• Fanî olan devlet, zenginlik, varlık hiç beni aldatabilir mi?
• Allahım! Bitmez, tükenmez cömertliğinle bana hesapsız mülkler versen, ne kadar gizli hazinelerin varsa onları önüme koysan, ben candan secde ederek vüzümü yerlere korum da derim ki:
• “Ey Allahım! Benim için senin aşkın bütün bunların hepsinden daha değerlidir.”
95. Onun aşk nağmelerinden yeryüzü coşmuş köpürmüştü.
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilat
(c.I, 131)
• Onunla manen buluşmanın özlemi ateşi ile yandığım zaman, ben de Hz.Musa gibi, Tur Dağına gittim. Ne mutlu bana, ne mutlu!
• Orada eşi, benzeri olmayan bir padişah, bir sultanlar sultanı, rühları besleyen, pek latif, cana canlar katan bir güzeller güzeli gördüm.
• Tur Dağı da, sahra da, çöl de onun yüzünün nüruyla parıl parıl parlamadaydı. Onun güzelliği her tarafı ebedî cennete çevirmişti.
• Onun aşk nağmesinden yeryüzü coşmuş köpürmüştü. Gök de ona kavuşma sevdasına kapılmış dönüp duruyordu.
•Akıl almaz yaratma gücüne sahip olan o padişahlar padişahı, yokluğa şöyler “aktı “Kün” ol verdi de yokluk canlandı, varlığa kavuştu.
• Lütf ve ihsan gölgeleri üstünlük güneşi ile birleşince bütün birbirine olan unsurlar bir araya geldiler, birbirleri ile barıştılar.
• Böylece, aşkının olgunluğu, merhameti birbirine düşman olan zıtların dost olarak birleşmelerini sağladı.
• Fakat O, yarattıklarının varlıkları yok olunca da, bir tanesi yüz tane oldıı. Orada var olan bana yok göründü, yok olan da var.
• Cana benziyen dünyanın ötesinde, onun sevdasına kapılmış, vefalı varlıkları gördüm; hepsi de tertemizdi, hepsi de safa içinde idiler.
•Her fidanın sırrı toprağın içinden baş kaldınr, yücelere boy atar. Mirac edenler, manen Hakk’ı bulanlar, duygulu ve imanlı kişiler yerlerde sürüklenmesinler, göklere çıksınlar diye bahçelere merdivenler kurmuşlardır.
• Kuşlar ve bülbüller dallara konmuşlar, bekçilik ederler. Bahçeye kimlerin gelip gittiğini gözetlerler. Çünkü bu bekçilerin maaşları Allah’ın hazinesinden verilmektedir.
• Şu ağaçların yaprakları dillere, dallarda sallanıp duran meyveleri de gönüllere benzerler. Gönüller yüz gösterince diller çözülür, sözler değerlenir.
96. Koşa koşa gelen bahar rüzgarı dünyayı güldürüyor.
Müstef’ilün, Fe’ülün, Müstef’ilün, Fe’ülün (c.I, 196)
Sevgili bu gece uyuma!
Müfte’ilün, Müfte’ilün, Fa’ilatün (c.I, 258)
• Anberler saçan saçlarını çöz, harekete getir! Süfîlerin canlarını raksa sok!
• Koşa koşa şarkılar söyleyerek gelen bahar rüzgarı dünyayı güldürür, körpe otları ayağa kaldırır. ,
• Ötelerden gelen bir haberci gibi her an bağdan latif bir koku duyulur “Haydi dostlar uyanın!” diye sesler gelir.
• Bahçe içten içe kendi sırrını, kendinde bulunan gizli kuvveti sürükler yürür, gider, yol alır da sana der ki: “Ey insan! Sen de içten içe yol al. Sen sende gizli bulunanı bul, ona doğru yol al da canına can gelsin.
• Bahar rüzgarının okşaması ile gonca uyanır, açılır ve selviye süsenin sırrını söyler. Lale de boş durmaz, söğüt ağacı ile erguvana güzel günlerin müjdesıni verir.
• Ey ay yüzlü güzel! Bir gece olsun Allah aşkıyla uyumazsan, geceyi ibadetle ıhya edersen, sana sonsuzluk hazinesi yüzünü gösterir.
• Görünmez bir güneş, gayb aleminin güneşi geceleyin doğar da seni nürlandırır, ısıtır tutiya yani manevî sürme gözlerindeki gaflet tozunu siler, gözlerini açar.
• Aklını başına al da bu gece inat et, başını yastığa koyma, yatma da saadetin, anevî mutluluğun sana ne ihsanlarda, lütuflarda bulunacağını gör!
•Allah gündüzü çalışıp kazanman, rızkını elde etmen için sana ihsan etti. Geceyi de aşk için, sevişmek için yarattı. Senin sevişmeni, sevgili ile buluşmanı kötü göz görmesin diye de geceyi karanlıklarla perdeledi.
• Halk gece olunca uykuya dalar uyur. Aşıklar ise bütün gece Allah’a” yalvarırlar, dua ederler, adeta onunla söyleşirler.
• Cenab-ı Hakk bir geçe Davud(a.s.)’a şöyle buyurdu: “Kim bizi sevdiğini söyler, aşıklık davasına girişir, sonra tutar bütün gece uyursa, onun sözü de yalandır, davası da yalandır!” Aşık olanın gözüne uyku girer mi?
• Çünkü aşık gönlünün derdini, çektiği acıları sevgilisine söylemek için yalnızlık ister, geceyi bekler, gecenin karanlığında gizlenir.
• Aşka susamış olan aşık uyusa bile pek az uyur. Susuz kişi derin uykuya dalabilir mi?
• O azıcık uyusa da rüyasında ya su görür, ya ırmak kenarında dolaşır, ya testî görür, yahut da saka (=sucu).
• Ona bütün gece ötelerden; Allah’dan ses gelir durur. Ey zavallı! Kalk da, geceyi bir ganîmet, Allah’ın bir lutfu olarak gör ve fırsattan yararlan!
97. Seni seven dostların sana yaptıkları iyilikler sana Hakk’ın bir iltifatıdır.
Mef’ulü, Mefa’ilün, Fe’ülün
(c.I, 123)
• O güzel padişahı, o güzellerin gözünü, çerağmı gördüm.
• O gönül dostunu, derdimi dert edinen o canı, o cana canlar katan cihanı gördüm.
• Akla akıl vereni, safaya safa bağışlayan aziz varlığı gördüm.
• Beni büyüleyen o güzeller güzelini gördüğüm için bedenimin her zerresi sevinmiş, neşelenmiş, “Allah’a şükürler olsun.” diyordu. Bu görüşün verdiği manevi zevk ve heyecan anlatılamaz ki!
• Hz. Musa da ansızın ağaçtan gelen o nüru görünce sevinmişti de;
• “Artık onu araştırmadan kurtuldum. Allah bana lütfetti de aradığımı buldum.” dedi.
• Hz. Musa ağaçtan gelen o göz kamaştırıcı nuru görünce, Cenab-ı Hakk; “Ya Müsa, yolculuğu bırak ve elindeki asayı at!”diye buyurdu.
“Gazelde geçen Hz. Musa(a.s.)’ın kıssasında Taha Süresi, 20/10-27. ayetlere işaret vardır.
• Musa yalnız asayı atmadı. Gönlünde bulunan dünyaya ait bütün istekleri de attı. Akrabasını, sevdiklerini, en yakın dostlannı da gönlünden çıkarıp attı.
• Sonra Müsa’ya; “Ayağına giydiğin nalınları da çıkar at!” emri geldi. Böylece ayağından çıkardığı bir çift nalınla beraber birçok güzellikleri, zevkleri olan dünya ile ahireti de, dolayısıyla yalnız dünyadaki süsleri, hoşlukları değil, ahirette vadedilen zevkleri de gönlünden çıkardı. Çünkü;
“Yunus Emre hazretleri:
“Cennet cennet dedikleri birkaç evle birkaç huri îsteyene ver anları bana seni gerek seni!”diye buyurrnuştu. Alman mütefekkiri Pichte (1762-1819) de: “Bu dünyada ve öteki dünyada “hedefleri, istekleri zevk olan insanlar çok bayağı insanlardır.” diye yazmıştır.
• Gonül evine Cenab-ı Hakk’dan başkası sığamaz. Bu hususta peygamberlerin çök hassas davrandıklarını, kıskançlıklarını ancak gönül bilir.
• Hz. Müsa nüra doğru yaklaşırken, Cenab-ı Hakk; “Ya Müsa! Elinde ne var?” diye buyurdu. Müsa da; “Yolculukta işimize yarayan asadır.” diye cevap verdi.
• Cenab-ı Hakk buyurdu ki: “Ey Musa! Elindeki asayı at da Allah’ın şaşılacak işlerini gör!”
• Müsa asayı atınca, asa büyük bir yılan, bir ejderha oldu. Musa da ejderhayı görünce korktu kaçtı.
• Cenab-ı Hakk; “Korkma! O yılanı eline al da onu tekrar asa haline getireyim.” diye buyurdu.
• “Dayandığın, yardımına güvendiğin asayı yılan yaparak, sana düşman haline sokmuştum. Şimdi onu tut da tekrar asa haline gelsin, düşmanına karşı sana bir yardımcı olsun.
• Böylece seni seven, sıkıntılı zamanlarında sana yardım eden, iyilik seven vefalı dostların iyiliklerinin benim sana olan gizli bir lütfumdan ibaret olduğunu ve başkasından sana vefa gelmeyeceğini bilmeni, anlamanı istedim.”
• Ele, ayağa bir dert verince, elin ayağın senin için bir yılan olur.
• Ey el! Bizden başkasının yardımını isteme! Ey ayak! En son gidilecek yerden başka yeri isteme!
• Bizim sana verdiğimiz zahmetlerden, sıkıntılardan kaçma, nereye gidersen git, her yerde bir zahmet, bir sıkıntı, bir dert vardır. Vardır ama o dert, o zah-met seni bir dermana ulaştırır.
• Bu dünyada hiçbir kimse yoktur ki, bir dertten kaçsın da; “Kurtuldum!” derken daha beterine uğramasın.
• Seni avlamak için bir tuzak kurmuşlardır. Oradaki yeme kapılma, yemden kaç; korku oradadır. Korkuyu sen akla bırak! Çünkü sevgi korku bilmez.
• Şems-i Tebrizî lütuf buyurdu, fakat gidince lütfu da aldı beraberinde götürdü.
98. Ben canımın minneti altında kalmak istemiyorum.
Çünkü ben artık canla değil aşkla diriyim.
Müfte’ilün, Mefa’îlün, Müfte’ilım, Mefa’îlün
(c.I, 51)
• Babacığım, kendini üzüntüye kaptırmış, hayattan bezmiş, usanmışsan sevgilimizin yanına gel! Onun güzelliğini gör de can baharı seni canlandırsın, sana gençlik versin!
• Seher vakti esen rüzgar bana sevgilimin selamının kokusu ile beraber baharımın, bağımın, bahçemin, güllerimin, meyvelerimin kokusunu da getirdi.
• Güzelliğin, güzel yüzün verdiği mestlik acaip anlaşılamaz, anlatılamaz bir mestlik. Varlık, ama görülmemiş bir varlık. Sanki devlet, ikbal, güç, kuvvet;”Ne duruyorsunuz, haydi geliniz!” diye feryad edip durmada…
Şeyh Sadi hazretleri bir şürinde: Şarabın verdiği mestlik, sarhoşluk gece yarısına kadar süer, ama güzel yüzlü bir sakînin verdiği
kıyamete kadar sürer, demiştir.
• Ben canımın minneti altında kalmak istemiyorum. Çünkü ben artık canla değil, aşk ile diriyim. Beni aşk yaşatıyor. Sevgilimin de yanında bulunduğum için pek mutluyum, pek hoşum.
• Padişahlar padişahının yüzünü gördüğüm için kabıma sığamıyorum, pek mes’udum. Burası da pek güzel, pek hoş; ben artık bu saraydan başka bir yere gidemem.
• Gönlümüz neşe arıyor, manevî zevkler peşinde koşuyor. Aklımız ise boş yere düşüncelere daldığı için yıkılmış, kendinden geçmiş, harab olmuş bir halde; can şarabının kadehi de elimizde. Allah’ım bu hal ne hoş bir hal!
• Aşk peşinde koştuğumuz için akıl bize darıldı da gitmek istiyorsa gitsin, biz hiç üzülmeyiz. Sen ona de ki: “Ey akıl! Artık burada durma git!” Gündüz oldu ise varsın olsun. Ey gecesiz, gündüzsüz güzel! Sen gel! Başka şey ıstemiyoruz.
99. Senin güzel yüzünü görünce gül de, gül bahçesi de gülmeğe başladı.
Mefülü, Mefü’îlün, Mef’ülü, Mefa’îlün
(c. I, 86)
• Senin güzel yüzünü görünce gül de, gül bahçesi de neşelendi, gülmeğe başladı. Ne olur, bizi de güldür, bizi de neşelendir! Seninle sütle şeker gibi kaynaşalım.
• Gökyüzü sana aşık olmuş, kul olmuştur da onun için kararsız bir halde dönüp, durmadadır. Kalpleri ölü gibi olan insanlar da senin güzelliğin ile dirildiler. Ey canımın canı, ey sevgili varlık! Sen ne kadar da güzelsin, ne kadar da hoşsun. Senin eşin, benzerin olamaz; sen çok yaşa, var ol!..
• Senin güzellik denizin birdenbire dalgalanır, coşarsa şu zavallı dünya incilerle dolar. Gökyüzü ise cennet haline gelir.
• Sen güzel yüzünü ne tarafa çevirirsen önünde güller biter. Dilerim ki ayağını bastığın topraklar altın olsun!..
• însanlık hali öfkeye kapılır da acı sözler söylersen, kötü laflar edersen söyle; çekinme! Çünkü senin cefan, safadır. Cevrin tamamıyla tatlıdır,tamamıyla tattır.
• Ya Rabbî! Sen sevgilime çok uyanık bir gönül ver, uzun sağlıklı bir ömür ihsan et; yücelikler lütf et, yüzlerce yıl yaşasın. Ona övünülecek nazlar ver de biz de o nazlarla övünelim.
100. însanı büyüleyen güzel yüzünü gösterince mihnet ordusu, keder ordusu bozguna uğrar.
Fe’ilatün, Fe’ilatün, Fe’ilatün, Fe’ilün
(c.I, 167)
• Aşkınla perişan ettiğin, hasta ettiğin zavallının hatırını senden başka kirn rar? Ey Hz. îsa gibi hastalara şifa veren, ölüleri dirilten sevgili; hasta hatırını sormak için gel!
• Gel de “Nasılsın?” diye bu hastanın başına elini koy! Onun suçunu aklına getirme, kinini unut!..
• Zaten o kaza ve kaderin cilvesine uğramış, bela güneşi onun başına kılıç vurmuş. Sen gel de onun başına ihsan gölgesi, rıza gölgesi düşür!
• O suçludur, kusurludur. Yüzlerce mihnete, yüzlerce eziyete layıktır ama, sana layık olan, sana yakışan şey, bağışlamaktır, keremde bulunmaktır, lütufta bulunmaktır.
• Aşk zevkini vererek, sevmeyi öğrenerek lütuflarda, ihsanlarda bulunduğun, yüzlerce manevî sütle, şekerle beslediğin şu gönüle, bunca lutuflardan, tatlılıklardan sonra, her nefesde her an cefa zehrini tattırma!
• Aşk hastalarına deva sensin, şifa sensin! Çünkü o insanı büyüleyen güzel yüzünü gösterince mihnet ordusu, keder ordusu bozguna uğrar, kaçar, gider.
• Bütün alem, bütün insanlar bir beden gibidir. Herkesin, herşeyin başı da, canı da sensin. Başsız olan kişi, başı gövdesinden ayrılan kimse, nasıl olur da diri kalır?
“Sadî hazretlerinin şu beyitleri de ibretle okunmağa değer:
Ademoğulları aynı vücudun uzuvları gibidir. Çünkü insanların hepsi aynı cevherden yaradışlardır. Hepsi de ilahî emaneti taşımaktadırlar. Zaman bir uzva bir dert verirse öbür uzuvlar rahatsız olurlar. Eğer sen başka insanların denlerinden üzülmezsen, sana insan demek yakışmaz.
101. Ey bülbül! Senin sıcak ve sevgi ile dolu olan nefesin bahçe gelinlerinin gıdasıdır
Müfte’ilün, Müfte’ilün, Fa’ilün
(c. I, tercî’ 8)
• Ey sarhoş bülbül! Allah aşkına güllerle dolup taşan gül bahçesini gör de, güzel sesini onların hepsine duyurabilmen için yüksek bir ağaç dalını kendine minber edin! Oraya çıkıp ötmeğe başla!
• Baharın şu birkaç gününü ganîmet say! Çünkü güller vefasızdır. Az bir zaman için açarlar, gülerler, etrafa hoş kokular yayarlar. Sonra çabucak çeker giderler.
” Yine Şeyh Sadî güllerin ömürlerinin az olduklannı anlatmak için şu güzel beyti söylemiş:
“İstedim ki gülün .ve lalenin karşısında şarap içeyim. Sürahiden kadehe şarabı dökünceye kadar bahar geçti gitti”
• Nasıl güllerin kokusu peri kızlarının gıdası ise, ey aşık bülbül! Senin sıcak sevgi ile dolu nefesin de bahçe gelinlerinin gıdasıdır. îşte bahar mevsimi geldi. Sen de ötmeğe başlayarak dostlarını yemeğe çağır!
• Ey gül bahçesinde dolaşan sevgili! Senin rühunla benim rühum arasında bir geçmiş bir macera vardı. Biz seninle orada tanışmıştık.
• Bugünkü görüşmemiz, sevişmemiz o eski tanışma yüzündendir. Sen onu unuttun, ama bu bir gerçek.
• Aklımızı başımıza alalım da yüzümüzden, bedenimizden ayrılmadan, toprak altına gömülmeden evvel birbirimizin yüzlerini görelim. Doya doya birbirimizi seyredelim, bu fırsatı kaçırmayalım.
102. Hacdan dönen hacılara hitap!
Mefa’ilü, Fa’ilat, Mefa’îlü, Fa’ilat
(c.I, 199)
« Ey evini, barkını, çoluğunu, çocuğunu, yaşadığı şehri bırakıp kervanlarla uzun bir yolculuğu göze alan hacı! Allah evinin yolculuğundan hoş geldin!
• Kabeyi ziyaret etmek, Hz. Mustafa(s.a.v.)’in türbesine yüz sürmek için gündüzleri yarı aç, yarı susuz yollar aştın. Geceleri bile kararın yoktu.
• Hakk’ın kıblegahına yüzünü, göğsünü sürdün, Allah evine girdin. “Giren eman bulur, kurtulur.” sırrına erdin.
“Allah evine giren kurtulur, eman bulur.” Al-i îmran Süresi, 3/97.
• Bu tehlikelerle dolu hac yolunda nasıldınız; ne haldeydiniz? Bu yol tehlikelerle dolu bir yoldur. Allah bu yolda herkesi, her çeşit tehlikeden korusun.
• Sizler o mübarek yerlere kavuşmak mutluluğuna erdiniz. Orada hacıların “Lebbeyk!” sesleri ta arşa ulaşmada, gökyüzü uğultularla dolmada.
• Ey Merve’yi gören! Ey Safa tepesine çıkan hacı! Ne mutlu sana! Günahlarla, dedikodularla kirlenmiş olan bu fanî dudaklanmla nasıl olur da senin gözlerini öpebilirim? Bu sebeble ben canımla, rühumla senin gözlerini öper, ayağına başımı korum.
Merve ve Safa Mekke’de Kabe’ye pek yakın olan iki küçük tepeye verilen ad. Hacılar ; Kabe’yi tavaf ettikten sonra bu iki tepe arasında hızlı olarak yedi defa gider, gelir. Buna say adı verilir. Mevlana’nın bu beyti Kamus sahibi Asım Efendi merhflmun şu beyitlerini hatıra getirdi;
“Ey sarban zimamı çek semt-i kuy-i yare
Bî-çare dilde zîra yer kalmadı karara
Azurde-pay olursa, cemmazın eylerim ferş
Dîbace vü cebînim şevk ile rehgüzara.”
(Ey deveci, sevgilinin köyüne doğru devenin yulannı çek! Çünkü zavallı gönlüme sabretmeye, beklemeye yer kalmadı. Eğer hac yolunda devenin ayağı incinirse sevine sevine yüzümü devenin ayak basacağı yere döşerim.”
• Sen orada Allah’a misafir oldun. Allah misafırin azîz bir varlık olduğunu, ağırlanması gerektiğini vadetmiştir; “Hele birisi bize (yani Allah’a) misafir olursa elbette o daha iyi bir şekilde ağırlanacaktır.” diye buyurmuştur.
• Benim canım hacıları meş’urü’l-harama, Mina’ya kadar götüren devenin ayaklarına toprak olsun!
“Meş’urü’l-haram hac vazifelerinin bir kısmının yapıldığı yerlere verilen ad. Mina’da, Arafat hacılann kurban kestikleri yer.
• Hacı hacdan dönüp gelmiş ama gönlü orada kalmış; can,’ Kabe’nin halkasını tutmuş, beden ise burada dertlere düşmüş, perişan bir halde.
103. Çarşafa aşık olma! Renkli bir leşe canım deme!
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilat
(c.I, 298)
• Güzellik perdesi, güzellik maskesi arkasında gizlenmiş çirkinlerden şikayetçiyim. Onlar güzel ay yüzlü görünürler ama iç yüzleri ile saman ateşidir. Fakat görünüşte ay ışığı gibi parlar dururlar.
• Deccal’in, kötü kişinin kuruntusü, savaşı içindedir. Abdalın, velînin rengi ise dışındadır. Onlar oldukları gibi görünürler. Hırsızların tuzakları içlerindedir. Padişahların remizleri, örtülü niyetleri sözlerindedir.
” Deccal kıyamet alameti olarak ahir zamanda ortaya çıkacağı haber verilen bir kişinin ” Deccal çok yalan söyleyen, batılı hak olarak göstermeğe çalışan, ahlaksız bir kişi olar.” ortaya çıkacak.
• Çarşafa aşık olma! Yani ruhların çarşafı gibi olan güzel fakat fanî bedenlere gönül verme! Onları güzel yaratanı düşün! Onu sev, balçığa eşek sürme de, eşek gibi balçığa saplanıp kalma! Yani balçıktan yaratılmış olan bedene takılıp kalma!
• Köpeğe bile ekmek verirsen, önce koklar sonra yer! Sen köpek değilsin ya! Sen arslansın. Ekmek için bu kadar uğraşman, didinmen, kahrolmana değer mi?
• Sen parlak, ay yüzlü birisini görünce ona canım diyorsun. Halbuki o gölge bir varlıktır. Gezip dolaştığı, yeyip içtiği için canlı sanılan renkli bir leştir. Renkli bir leşe canım denir mi? Can nerede; renk nerede? Sen o leşi bırak da can ara! Can bul!
• Sonbahar bağları, bahçeleri yağma etti. Onları meyvesiz, yapraksız perişan bir hale getirdi. Bu hale üzülme! Çünkü bahar padişahı geldi, kapıda. o çıplak dallan giydirecek, onlara yeşil renkli elbiseler armağan edecektir.
• Yapraklara mektuplar, kitaplar gibi yeşil yazılar yazıldı. O yazıların ne ol duğunu, ne demek istediklerini kitabın aslını okuyanlardan sor, öğren!
” Sadî hazretleri bir beytinde:
“Ağaçların yeşil yaprakları gönül gözleri açık olan kişiler için Allah’ın kudretini, büyüklüğünü, yaratma gücünü anlatan bjrer defter gibidir”
104. Ben aşk kervanı içinde sonsuzluğa doğru gece gündüz yol almadayım.
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilün
(c.1, 3O2)
•Senin sevgine kapılmışım da gece gündüz kararsız kalmışım. Başımı ayaklarına koymuşum, sana secde etmişim. Gece gündüz ben başımı secdeden kaldırmam.
• Ben geceyi gündüzü kendi haline bırakır mıyım? Onları da kendim gibi deli divane ederim. Onları da aşka düşürürüm.
• Aşıkların canları da, gönülleri de kendilerini terk etti, koyup gitti. Şimdi onlar birer gölge varlık gibi cansız gönülsüz ortada kaldılar. Ben de onun aşkı ugruna canımı da veriyorum, gönlümü de. Ben yok olmak istiyorum.
• Ben gönlümün içinde gizleneni buluncaya kadar gece gündüz bir an bile başımı kaşımaya vakit bulamayacağım.
• Senın aşkın mutribliğe, çalgı çalmaya başlayalı belki beni eline alır çalarsın ümidi ıle ben gece gündüz şekilden şekile giriyorum. Bazen çeng oluyorum, bazen saz oluyorum.
• Mızrabı güzel ellerinle sen vurduğun için feryadım, figanım gece gündüz göklere yükselmede, gök ehlini, melekleri ağlatmadadır.
• Ey aşıklar kervanının yularını çeken! Ben başka yerde değilim, sizin elinizdeyim. Ben gece gündüz bu katarın içinde sonsuzluğa doğru yol almadayım.
• Ey sevgilim! Ey canımın canı! Ben kendinden habersiz mest bir deve gibi gece gündüz senin aşk yükünü çekmedeyim. Senin yükünün altında ezilmekten pek mutluyum. Yalvarırım sana, bana daha çok yük yükle!
• Ey gecenin de gündüzün de canı olan sevgili, benim de canımı aldın; beni cansız bıraktın. Tekrar canlanmak için gece gündüz hep seni bekliyorum, hep seni bekliyorum.
” Aşık Ömer merhüm şu beyti söylemiş:
“Vermem sana çek benden elin, ey melekü’l-mevt!
Cananıma nezr eylediğim cana dokunma ey Azrail!”
(Benim canımı alma, benden elini çek. Çünkü ben canımı cananıma nezreyledim.)
105. Uykuya sesleniş
Mef’ulü, Mefa’îlün, Mefalü, Mefa’îlün
(c.I, 291)
• Ey uyku! Senin canının hakkı için bu gece bize zahmet verme! Bu gece bize uğrama! Bizi çağırma! Allah aşkına bu gece bizden çok uzaklara git!
• Ey uyku! Sen hangi toplantıya, hangi meclise gidersen o meclis dağılır, viran olur. Bu gece sakın bu meclise uçup gelme, bu meclisi perişan etme!
• Biz bu gece bu mecliste O’nun yüzlere akseden güzelliği ile beslenmekteyiz. Ey göz! Bu gece güzel yüzlerde O’nun güzelliğini hayranlıkla seyre dalmışsın da uykusuz kaldığın için hiç üzülmüyorsun, gam yemiyorsun.
• “Karanlığı ile gelip bizi örten geceye yemin ederim ki Haşa ey uyku, git git de bu gece uyumayanların, geceyi ibadetle geçirenlerin Hakk aşkı ile dolu gönüllerinden yüzlerce armağanlar elde et!
” Leyl Süresi, 92/1.”
• Halk uykuya daldı ise, herkes uyudu ise ne gam; varsın uyusun. Allah’ıma harndolsun ki ey gönül dün gece de uyumadın ama bu gece sen dün geceden de betersin, dün geceden de daha uykusuzsun.
.« Ben ay ile aynı huydayım. Uyumuyorum, sabaha kadar söz söylüyorum. Ey özlem duyanlara yakın olan dost! Bu gece gönül gözün açık, beni gör! Beni dinle!
• Ay benim şahidim oldu. Yıldızlar benim ordumdur. Ey ay! Sen bu gece yıldızların yağdırdığı oklara karşı siper ol!
106. Gece gelince gayb aleminin güneşi doğar.
Müfte’ilün, Müfte’ilün, Fa’ilat
(c.I, 258)
•Ey ay yüzlü sevgili! Bir gece olsun uyumazsan, gönlünü tamamıyla candan O’ na verirsen, sana ölümsüzlük hazinesi görünür.
•Akşam olup da dünyayı aydınlatan güneş battıktan sonra gece gelince gayb nurunun güneşi doğar da gönülleri aydınlatır, gözleri nürlandırır. Bedenleri manen ısıtır.
sevgıli bu gece kendini zorla da, uyumak için yastığa başını koyma! Yatma da saadetin lutuflarını ihsanlarını gör!
• Bütün manevî güzelliklerin, ihsanların kendilerini gösterdikleri zaman gece vaktidir. Uyuyan bu güzellikleri göremez. Aklını başına al! Sen de bu gece uyuma!
• İmran oğlu Müsa Allah’ın nürunu geceleyin gördü. Geceleyin o ağaca doğru gitti de “Gel!” sesini duymadı mı? ‘
• Hz. Musa geceleyin on yıllık yoldan daha fazla yol aldı da baştan başa nurlara gark olmuş bir ağaç gördü.
• Hz. Ahmed (s.a.v.) de Mi’rac’a geceleyin çıkmadı mı? Burak o büyük peygamberi geceleyin göklerin ötesine götürmedi mi?
• İnsanlar gündüz rızk peşinde koşarlar, didinir dururlar. Gece ise sevgili ile buluşma zamanıdır, aşk zamanıdır. Bu yüzdendir ki aşığı kem gözden korumak ve sevgili ile buluşmasını gizlemek için, gece, karanlığı ile her tarafı kaplar, perdeler gerer.
• Gece gelince insanlar dinlenmek için yataklarına girerler, kendilerini uykunun kucağına bırakırlar, uyurlar. Fakat aşıklar gece uyumazlar. Cenab-ı Hakk’la onların işleri vardır. Onlar manen Hak’la buluşurlar, konuşurlar.
• Cenab-ı Hakk Davud(a.s.)’a buyurdu ki: “Ey Davud! Bizi sevdiğini iddia eden kişi;
• Yatağa girip bütün gece uyursa, onun sevgi iddiası yalandır.”
• Aşık olan gece uyur mu? Buna imkan var mı? Hem aşık olmak, hem de uyumak hiç görülmemiştir.
• Çünkü aşık içinin yanışını, derdini söylemek için sevgili ile yapayalnız kalmayı ister.
• Bütün geceler Cenab-ı Hakk’dan şöyle hitaplar, sesler gelip durmada. “Ey kulum! Herkes uykuya daldı, kalk! Seninle manen buluşalım. Bu fırsatı kaçırma! Bu fırsat her zaman ele geçmez.
• Öldüğün zaman bu can bedenden ayrılınca, bu gecelere çok hasret çekersin, özlem duyarsın.”
107. O, öyle üstün bir varlıktır ki, çürümüş gitmiş ölüye bile can verir.
Müfte’ilün, Müfte’ilün, Fa’ilat
(c.1, 259)
•O büyük padişaha, eşsiz, tatlı varlığa, o çok güzel inci tanesine yakın olmaya çalış! O’nu gönlüne al, gönlüne yerleştir!
• O eşi benzeri olmayan, nürlu yüzlü, deniz gönüllü sevgiliye git!
• O, öyle güçlü, öyle üstün bir varlıktır ki, çürümüş gitmiş ölüye bile can verir. Kendisine yabancı olanları bile gönlünü sevgiye düşürür.
• Her dikenin eteğini güllerle doldurur. Deli, divane olmuş kişiye akıl, fikir ihsan eder.
• Iki günlük çocuğun aklına bile; akıllı, fikirli, yaşlı kişilerin gönüllerine bile getirmedikleri düşünceleri bağışlar.
• Ben onun aşkı ile kendimden geçmişim, mestim; aklım, fikrim dağılıp gitmiş. Yoksa O’nun büyüklüğü, O’nun üstünlüğü, O’nun yaratma gücü, san’atı hakkında çok güzel şeyler söylerdim.
108. Sen Allah’ın varlığı önünde bir yoktan ibaretsin.
Müfte’ilün, Müfte’ilün, Fa’ilat
(c.I, 260)
•Sayısız yıldızları bağrına basmış olan gökyüzü, hudutsuz ve çok büyük oldugu halde Allah’ın kudreti etrafinda bir değirmen taşı gibi döner durur.
• Ey can! Sen de böyle bir Kabe’nin etrafında dön! Ey dilenci; sen de nimetli lerle dolup taşan böyle bir sofranın etrafında dolaş!
• Kainatı yoktan yaratan Allah’ın aşkı ile mest oldun! Artık elin ayağın biı işe yaramaz. Bu yüzden sen onun aşk meydanında elsiz, ayaksız top gibi yuvarlan!
• Etten, kemikten bir yığın, bir gölge varlık olan bedenin değil de gönlün;dönen dolaşan bir kişi, dünyanın canı olur; gönüller kapan bir güzel haline gelir.
• Baştan başa gönül kesilen, gerçekten aşık olan kişi pervane olur da aşk mumlarının etrafında döner durur.
• Çünkü onun maddî varlığı, bedeni balçıktan yaratılmıştır ama, gönlü ateştendir, alevdendir. Her cins kendi cinsine meyleder.
• Her yıldız göğün etrafında döner. Çünkü cins cinsi ile anlaşır, onunla safa bulur, huzura kavuşur.
• Mıknatıs nasıl demiri çekerse, benlikten kurtulan, yok olan kişi de yokluğa kapılır, yokluğun çevresinde döner, dolaşır.
• Ey zavallı insan! Senin varlığın Hakk’ın varlığı önünde yoktur. Yoktan ibarettir. Sen var gibi görünen bir yoksun. îşte bu hakîkati anlarsan şaşılıktan kurtulursun.
109. Bizim gönül kuşlanmızın dilinden anlayacak bir kulak bulunsaydı
Fe’ülün, Fe’ülün, Fe’ul (c.I, 239)
• Aşk ovamızın ucu bucağı yok! Gönlümüzün, canımızın da durup dinleinmesi imkansız!
• Dünyada sayılamayacak kadar şekiller, süretler belirdi. Acaba bunların içinde hangisi bizim?
• Aşk yolunda yürürken bizim meydanımıza doğru yuvarlana yuvarlana gelen bir kesik baş görürsen, o baş aşk şehidinin başı olduğu için…
• Sen sırlarımızı, aşkımızın sırlarını ondan sor! Çünkü gizli gönül sırlarını, gönül maceralarını ancak ondan duyabilirsin.
• Ne olurdu bizim gönül kuşlarımızın dilinden anlayacak bir kulak bulunsaydı!
• Ne söyleyeyim, ne bileyim? Bu hikaye çok uzundur. Ne anlatılabilir, ne de sonu gelir; buna imkan yok.
• Nasıl anlatabilirim ki, her an perişanlığım daha da artıyor, daha da fazla perişan oluyorum.
110. Gönle yabancı olan, gönlün dilinden anlamayan, bu kafir bedene ne oldu?
Müfte’ilün, Müfte’ilün, Fa’ilat (c. I, 256)
• Her şeyi sen lütfedersin. Şıraya da, kadehe de, meyhaneye de zevki neş’eyi sen verirsin.
• Nergis gibi mahmur olan, gözleri mest edersin. Sonra o inci tanesi gibi olan güzeli onun önüne çeker, getirirsin.
• Senın büyüklüğünden, senin gücünden başka kim şu deli divane gönle sabır Yerebilir; kararlı kılar, karar bağışlar?
•Ey sakî! Gönle yabancı olan, gönlün dilinden anlamayan, şu kafir bedeni Mansur şarabı ile mest et de yola getir!
•Arslan gibi güçlü kuvvetli olan şaraba ne oldu ki. böyle bir şeytanî, kafir bedeni yola getiremiyor, ondan korkuyor?
• Aklı başında olan yüzlerce gönlü mest ederek yola getirdiği halde, bu şeytan beden karşısında şarabın gönlüne neden korku düştü?
111. Dünyada kaza ve kader tarafından yaralanmayan kimse yoktur!
Fa’ilatün, Fa’ilatün, Fa’ilat
(c.I, 178)
• Sen hiç aklına kaza ve kaderi getirmiyordun. Bunlardan gaflette idin. Fakat ne yazık ki kaza ve kader silahlanndan yaralandın.
• Sonunda böyle ansızın ne oldu? Başına ne geldi? îşte kaza ve kaderin işi hep böyledir.
• Sen dünyada daima gülen, kaza ve kader dikeninden yaralanmayan, ağlamayan bir gül gördün mü?
• Dünyada kaza ve kaderin eline düşmeyen, onun mahbusu olmayan, kaza ve kader tarafından yaralanmayan daima parlayan bir baht yoktur!
” Şeyh Sadî hazretlerinin şu beyti Mevlana hazretlerinin beytinin açıklanması gibi:
“Bu dünyada herkes kendi durumuna göre bir mihnete tutulmuştur. Hiç kimseye dört başı mur olma, mutluluk beratı verilmemiştir.”
• Hiç kimse hırsızlamaca bir günlük zevki tatmamıştır ki sonunda kaza ve kader onu kaza darağacına asmasın.
• Kaza ve kaderin oyunlarına karşı hiç kimsenin hilesi fayda etmez.
• Haberleri olmadan dostlar başımıza gelecek kaza ve kadere hizmet ederler Kaza ve kadere canlarını feda ederler.
• Ceviz kınldı; can gibi olan içi gitti, kaza ve kaderin ambarında helvalara karıştı.
Devamını Okumak İsterseniz