[DİVÂN-I AŞK’TAN BİR VARAK]
[DİVÂN-I AŞK’TAN BİR VARAK]
چو عید و چون عرفه عارفان این عرفات
به هر که قدر تو دانست میدهند برات
Şu sâhibu’l irfân, buluşmayı bilenler, bayrama dönmüş, arefe kesilmişler, kendi değerini bilene berât veriyorlar sanki
هلال وار ز راه دراز میآیند
برای کارگزاری ز قاضی الحاجات
İşleri başaran, dilekleri veren (Kadiyyu’ll hâcât) Hak lûtfunu, ihsanını üleştirmek için yeni Ay gibi uzak yoldan geliyor onlar.
به مفلسان که ز بازارشان نصیبی نیست
ز مخزن زر سلطان همیکشند زکات
Alış-verişten, pazar yerinden nasipleri kalmayan müflislere, padişahın gizli hâzinesinden, zekât getirmedeler.
پی گشادن درهای بسته میآیند
گرفته زیر بغلها کلیدهای نجات
Kurtuluş anahtarlarını koltuklarının altına almışlar, kapalı kapıları açmaya geliyor onlar.
به دست هر جان زنبیل زفت میآید
شنیده بانگ تعالو لتأخذوا الصدقات
Her can, “gelin de ikrâmınızı, sadakanızı alın” sesini duymuş, eline kocaman bir zembil almış doldurmaya geliyor.
بیا بیا گذری کن ببین زکات ملک
به طور موسی عمران و غلغل میقات
Gel, gel İmrânoğlu Musa’nın Tür dağına, ehram bağlanılacak buluşma yerine, o padişahın döküp saçtığı zekâtı gör, ihsanını seyret onun.
دریده پهلوی همیان از آن زر بسیار
دریده قوصرههاشان ز بار قند و نبات
O, ziyadesiyle altın, dağarcığı kenarından yırtmış, şeker kamışının ağırlığından sepetleri delinmiş, rahmet deryası taşıyor.
ز خرمن دو جهان مور خود چه تاند برد
خمش کن و بنشین دور و میشنو صلوات
Fakat iki cihân harmanında hasat olsa bir karınca ne alabilir, ne kadar götürebilir?
Sessiz ol…
Yalnız uzakta da oturma hani
Salâvât sesini duy
[Cenâbı Mevlevî Divân-ı Şems:G-487]
Mâdem istenenden berât geldi, fermân ulaştı; artık gözünden sıfatlar gizlendi, çokluk eridi gitti elhamdulillah.
Can kuşunun ezanını duyduk, ağaçların kametini işittik; sus artık a güzel, namazda konuşulmaz.