DİNSİZ İLİM OLMAZ

A+
A-

 

İslâmî metinlerde bilgi için kullanılan genel kelime ‘ilim’ dir. Bu kelime, ‘psikoloji’ örneğinde olduğu gibi, özellikle ‘öğrenim branşları’ anlamında kullanıldığı zaman ‘bilim’ şeklinde tercüme edilir. Kelime, ‘bilmeye, öğrenmeye, öğrenime ve bilinen şey’ e işâret eder. Erken dönemde kelimenin çoğul formu kullanılmamaktaydı fakat öğrenim biçimlerini, bilimleri ve diğer bilgi tabanlarını bize veren bilgi çeşitleri tasnif edildiğinde ‘ilim’ kelimesinin çoğul kullanımı bir zorunluluk hâline geldi. Kelimenin anlamı ‘kendini bilme eylemi’ dir. Bilginin temelinde olan hakîkat ise tevhîd hakîkatidir, yâni Allah’tan başka bilen yoktur. Kur’ân’da buyurulduğu gibi: “Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kuşatamazlar” (Bakara 2:255). “Rahmân Kur’ân’ı öğretti ve insanı yarattı. Ona beyânı öğretti.” (Rahmân 55:1-4) Bütün bunlardan anlaşıldığı gibi Bilim; Yalnız kendi kendimizi bilme bilimidir. Başkasını bilemeyiz.

Filozoflar, hukukçular, bilim insanları bir özellik taşımazlar. Alıntıladığımız her şey nakildir, nihâyetinde kulaktan dolmadır. Büyük müellifler, mutasavvıflar, âlimler ile ârifler arasında ayırım yaptıkları zaman, naklî ve taklidî bilgiyle aklî ve tahkikî bilgi arasındaki ayırımın çok önemli olduğunu söylerler. Bilgi türlerini ayırmanın yolu vardır ama felsefe ve tasavvufta çoğu tasnif Hakk’ın tahkîkini veya hakîkatin mârifetini en yüksek mertebeye koymaktadır. “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu?” Bu âyetin tefsîrinde mutasavvıflar, bilginin üç mertebesini tanımlarlar; ilki naklî bilgi olup diğer ikisi tarîkatın ileri dereceleri ile ilgilidir. Tüm bunların ötesinde Allah’ın zâtına âit bilgi vardır ki o diğer bütün bilgilerin kaynağı olan gerçek ve doğru bilgidir. Yâni ‘bilgi’den maksat, insanın kendini kendisi vâsıtasıyla yaratıcısını tanımaya çalışmasıdır. Bilginin son noktası mârifettir. ‘Mârifet’te; her bilginin bizi Allah’a götürmesi ve Allah’ı idrak etmek için kullanılması gerektiğidir. Aksi takdirde ‘ilim’ olur ve bize bir faydası olmaz. ‘Dinsiz’ bir bilim olmaz. Bilim; Allah’ı bilmektir, kendini bilmektir, kendin vâsıtasıyla da Allah’ı bilmektir. Bunun dışındaki hiçbir bilim ‘bilgi’ değildir. Dolayısıyla da din olmadan, yâni Allah inancı olmadan bilginin hiçbir faydası olmaz.

İnsanlık bir musîbet ile boğuşuyor deniyor ama aslına bakılırsa, insanlık bir musîbet ile uğraşmıyor; insanlık kendinin musîbet olduğunu anlıyor. Bugüne kadar gösterdiği çabaların, bugün hiçbir tesiri olmadığını ve bugün kıyâmetin koptuğunu ve Allah’ın takdirinin bütün inançların, bilgilerin ve takdirlerin üzerinde olduğunu görmeye biz şahit oluyoruz. Bunun için, gece-gündüz şükrediyoruz.

Bugünkü durum, yâni ‘kıyâmet’ diyorum ben buna, insanları iki gruba ayırıyor; Birinci grup: Allah’ın büyüklüğünü görüp, elinde hiçbir güç ve kudret olmadığını idrak edip huzurlu yaşayabilen insanlar ki onlar bugüne şahit olmanın idrakiyle insanların acı çekmemesi için duâ edenler. İkinci grup: Vesvese edip cehennemi bu âlemde, şu durumla yaşayan insanlar. İlk grubun vazîfesi; her şeyin hakîkatini görmektir. Fakat Peygamber Efendimizin, ‘Dünyâda bir Müslümanın dişi ağrısa, ben onu hissederim’ sözüne îtibar ederek, yaratılmışların acılarına katılmak, onların sıkıntılarını idrak etmek. Bütün dünyâ için duâ etmektir.

Her olan biteni aklımızla idrak edemediğimiz için, mecburen kalbimizle anlamaya çalışıyoruz. Yâni şu anda aklıyla idrak edenlerin, kendilerine hiçbir faydası olmuyor. Çünkü bilmediğimiz bir, canlı bir varlık, hattâ bir ‘protein’ bütün dünyâyı durdurdu; dünyâ çalışmıyor, Kâbe durdu. Yâni Allah, takdir-i ilâhîsi ile bütün âlemi önüne dizdi, herkes idrak etmeye çalışıyor, kendi çapı ölçüsünde. Bu durumu idrak edemeyenler mutsuz; edebilenler huzurlu. Ankebut Suresi’nde mealen Allah “Siz muazzam projeler yaparsınız. Ben onları bir örümcek ağını bozduğum gibi bozarım” buyuruyor. Allah bütün dünyâyı bir anda tek vücut yaptı, herkes birbirine muhtaç oldu. Birimizin sağlığı diğerimize bağlı. Müdrik olmamız gerekir. İnsanlık birbirini sevmek zorunda ve sorumluluk almak zorunda. Bizi birbirimize sevdiren, yâni en azından sevmesek bile, insanlık âlemi için hizmet etmemiz gerektiğini ve Allah’ın sayarak yarattığı insanlara hürmetle bakmamız gerektiğini öğreten tek şey: Hepimizin aynı Allah tarafından yaratılmış olmamızdır. Bu büyük bir lütuftur. İnsan yaratıcısını severse, yaratılmışı da seviyor; bugün, ayrım yapmaksızın bütün insanlık için duâ edebiliyorsak; bu, aynı Allah’ın kulları oluşumuzla alâkalıdır. Hak Teala bizi kurtuluşa erdirsin ve bizi salih kullarından eylesin vesselam.