Dinle “Ney” den…

A+
A-

Dinle “Ney” den…

Refi’ Cevad Ulunay

12.04.1955

Mevlânâ der ki:

Ançi mi âred zi vasfet in zebânem der dehan

Ber murîdi mürde hânem ender endazed kefen

(Senin vasfına ait olarak ağzımdaki bu dilimin söylediği sözleri bir ölmüş müride söylesem öyle bir neşata erer ki sırtından kefeni atar). Fakat taassup ve riyâ ile kaskatı kesilen bir yobaz, İsrafilin sûrunu işitse parmağını kımıldatmaz.

Her hareketi bir nükteye, bir remze işaret olan sema’ için bakınız “Ye’cuc Me’cuc” ne diyor?

Mevlevî tekkesindeki Semâ-hâne ile gazinonun eğlence salonu, Mevlevî tekkesinde ney ve def çalanlarla gazinodaki orkestra, Mevlevî tekkesindeki ziyaretçilerle gazinodaki keyif sahipleri, Mevlevî tekkesindeki koro ile gazinodaki şarkıcı takımı birbirine ne kadar benziyor. Fark şudur: Mevlevî tekkesinde bu eğlence din perdesi altında yapılıyor. Gazinoda böyle bir riyâya lüzum görülmüyor.

Allahı zikrederek döne döne Beytûllahı tâvâf eden hüccâcı, arşı tâvâf eden melekleri, didar-ı-ilâhi için dönen kevkebleri tenazzur eden semaı ve semâhâneyi, rakı kokan bir gazinoya benzetmek, hatta onu Hak âşıklarının mecmaı olan ve bu memlekete ordu ile şâir, mûsikîşinas, ilim adamı, mutasavvıf veren bir irfân ocağına tercih eylemek ne hazin bir kin ve garez tezahürüdür!

Mevlânâ bunlara ne yaptı? Mevlevîler bunlara ne kötülük ettiler? Hiç.

İnsan, ekseriya bilmediği şeye düşmandır. Bunlara bu derece mütecavizâne hezeyanla savurtan da cehaletleridir. Cehalette inat insan sıfatı değil, ancak katıra yakışan bir haldir.

  Mevlânâ’yı inkâr etmek, aşkı inkâr etmektir. Eğer bu hödüklerin sözü ile âmil olsak- din namına yaydıkları fikirlerle- bütün bir âlemin hâk ile yeksân olması lâzımdır. Fuzûlî : “Sâlik-i râh-ı hakikat aşka eyler iktidâ”diyor.

Mevlânâ,

Men tarabem, tarab menem. Zühre zened nevây-ı men

Işk meyân-ı âşıkan şiyve küned berây-ı men

(Ben târâbım, târâb ben. Zühre benim sesimle terennüm eder. Aşk, âşıkların arasında benim için şivekârlık eyler.) diyor.

Aşk, gönlü istilâ edersen verdiği huzuru izhâr etmemeğe imkân var mıdır? Enes Hazretleri şöyle nakleder:

– Biz Resûlûllahın yanında iken Cebrâil geldi: “Ya Resûlûllah! dedi. Senin ümmetinin fıkarası, zenginlerinden beş yüz yıl evvel Cennete dahil olacaktır.”

Hazreti Peygamber, bundan o derece memnun oldu ki bize dönerek,

-İçinizde şiir söyleyen kimse var mıdır?

dedi. Bir bedevi:

-Ben söylerim Ya Resûlûllah!

dedi ve fevkalâde bir şiir insad etti. Peygamber ve ashab vecde geldiler ve o kadar sema’ eylediler ki Resûlûllah’ın mübarek omuzlarından rıdası düştü. Herkes yerine oturduktan sonra Muaviye:

-Ne güzel lu’bunuz var Ya Resûlûllah!

dedi. Hazreti Resûl:

-Habibi zikrolunduğu vakit cûş u hurûşa gelmeyen kerim değildir.

buyurdular. Mevlânâ ve Mevlevîler mâşûkları olan Cenâb-ı Hakk’ı zikrederlerse nasıl sema’ etmezler? Sema’ değil, hatta raks bile ederler.

Resûlûllah, Hazret-i Ali’ye,

-Sen bendensin!

Dedi. Ali bu sözden o derece şevke geldi ki raks etti. Câfer bin Ebû Talib’e,

-Sen hulk itibariyle bana çok benzersin!

Dedi. O da bu iltifattan sevinerek kalktı, Ali’den ziyade raks etti. Zeyd bin Hârise’ye:

-Sen bizim kardeşimizsin! dedi. O da Câfer’den ziyade raks etti.

Bu ashab-ı güzin, nasıl coşmazlar? Söyleyen kim, söyleten kim?

İmâm-ı Âzam devranın hürmetine dair hiçbir şey dememiştir. İmam Şafii: “Zikrûllah ile devran etmek helâldir.” demiştir. Evliyaûllah:

-Âkil için vecd zâhir olur. Eğer o halde kalkıp devr-i sema’ etmese helâk olur.

demişler…Öyledir de. Devran için icmâ-ı ümmet vardır. Devran tâbiin zamanında zâhir olmuştur.

Hakiki İslâm ûlemâsının bu gibi câhil yobazlarla hiçbir alakası olamaz. Onlar zikrûllahı da, devranı da, sema’ı da bu ceheleden çok iyi bilirler.

Şimdi fetvâlara gelelim:

“Bu mes’ele beyanında eimme-i hanefiyeden cevab ne vech iledir ki Zeyd vecdle sema’ ile zikrullah iderken Amr Zeyde niçin idersin? dese Amre şer’an ne lâzım olur? Beyan buyurulup müsab oluna.”

Elcevâb:

“İbn-i Mes’ud kavlince ol zikr ism (günah) olmaz, me’cur olur amma Amre ta’zir-i şedid ve sâlâha gelince teşdid lâzım gelir.”

Ketebetül fakir Muhammed bin Sa’deddin afa anhû

“Bu mesele beyanında eimme-i hanefiyyeden cevab ne vech iledir ki bir bölük cemaat ayak üzere durup zikr ederken ihtiyarları ile y’ani murafları ile döne döne zikrullah eder. Caiz midir? Beyan buyurulup müsab oluna.”

Elcevâb:

“Câizdir, sahihdir, zikrullahda taayyün-ü-vaz’ yokdur.”

Ketebehül fakir Efdal zade

“Bu mes’ele beyanında eimme-i hanefiyeden cevab ne vech ileredir ki bir alay fukaray-ı muvahhidin zikrullah ederek ayağ üzere kalkıp Allah Taalâyı zikredip kâhi ilâhi okuyup kâhi ağlayıp inleyip döne döne tevhid itseler şer’an ne lâzım gelir ve olur? Beyan buyurulup müsab oluna.”

Elcevâb:

“Sevâb-ı cezil lâzım gelir.”

Ketebehu Ebüssüûd

“İçlerinde lâ yuad ve lâ yuhsâ Evliyaullah zuhur itmesi haddi tevâtürdedir. Zikrullah idüp mesy ü hareketlerin mübah i’tikad ettiklerinden hâşâ onları ikfâr eden vâiz cehelesi kendüleri olup “men hafere bi’rül ahihi vakaa fihi” mazmununca bu i’tikadda musir olurlarsa kendülere iktida caiz olmayıp rücu’ ve tecdid-i imanları zâhir olmazsa selâm ve kelâmın sair kefere misillû muamele olunmak lâzımdır.”

Tahharallahü vechil arz an ecsamihümül habise

Ketebetül fakir Ebüssüûd afâ anhü.

Başka söylenecek bir şey kaldı mı?