ÇELEBİLERİN İCTİMÂÎ VE SİYÂSÎ ŞAHSİYETLERİ

A+
A-

Betül SAYLAN*

B) ÇELEBİLERİN İCTİMÂÎ VE SİYÂSÎ ŞAHSİYETLERİ

1) Çelebi-İktidâr (Pâdişah/Hükümdâr/Bey) Münâsebetleri

a) Makam Çelebileri:

Mevlevîlik, birçok devletin zamân-ı saltanatında mevcut olmuş, çok eski, oldukça nüfûzlu bir tarîkattır. Sultan Veled’in zamân-ı meşîhatinden îtibâren, mevlevîler birçok devlet adamıyla, çeşitli vesîlelerle münâsebette bulunmuşlardır. Bu nüfûzun, mânevî otoritenin idrâkinde olan devlet adamları ise çelebi efendilerle, mevlevî şeyhleriyle ve mevlevî dervişânıyla münâsebetlerinde bir hayli hassas davranmışlardır. Mânevî nüfûza sâhip bu kimseleri incitmemeye, nasîhatlerinden çıkmamaya gayret sarfetmişlerdir. Bütün bunlarla birlikte, bu kimselerin nüfûzlarını idrâk edemeyen kişiler de karşılarına çıkmıştır. Birçoğunun başına gelen tâlihsiz hâdiseler, dünyâ saltanatlarını kaybetmeleri, bu münâsebetlerle irtibâtlandırılmıştır.

Osmanlı Devleti’nin ilk pâdişâhı olan Osman Gāzi (ö. 726 h./1325 m.), 703 h./1303 m. târihinde, Osmanlı Devleti’nin temelleri henüz atılıyorken Sultan Veled’i ziyâret etmiş, birçok hediyeler sunmuş ve Sultan Veled’in duâlarına mazhar olmuştur.1477 Bu ziyâret esnâsında, Sultan Veled’in Osman Gāzi’ye kılıç kuşattığı ve bu merâsimle Sultan Veled’in, dünyâ saltanatını terk ederek Osman Gāzi’ye devrettiği rivâyet edilmektedir. Aynı zamanda bu ziyâret esnâsında Sultan Veled Osman Gāzi için sikke tekbirlemiştir. Daha sonra bu âdet-i hasene her yeni tahta geçen pâdişah tarafından tekrarlanmıştır. Hattâ, pâdişahların kazandıkları zaferler bu âdet-i haseneyi yerine getirip getirmemeleriyle irtibatlandırılmış; Fâtih Sultan Mehmed’in لتفتحن بلدة طيبة  [Güzel belde elbet fethedilecektir ] 1478 sırrına mazhar olması Pîr Âdil Çelebi’ye (ö. 865 h./1640 h.) olan muhabbetiyle ve Çelebi’nin duâsına mazhar olmasıyla irtibatlandırılmıştır.1479

Ancak, Osmanlılar’da kılıç kuşandığı kaynaklarda belirtilen ilk padişah Yıldırım Bâyezid’dir (ö. 805 h./1403 m.). 1396 Niğbolu Zaferi münâsebetiyle Kāhire’deki Abbâsî Halîfesi Mütevekki’l-Alallâh(ö. 808 h./1406 m.) Yıldırım Bâyezid’e “Sultânü’r-Rûm” ünvânını tevcîh ederken bir de kılıç göndermiştir. Yıldırım Bâyezid ise bu kılıcı devrin büyük mutasavvıflarından dâmâdı Emîr Sultan (ö. 833 h./1429 m.) eliyle kuşanmıştır. Hükümdârlık işâreti   olarak  ilk   kılıç   kuşanma   merâsimi   ise   1421’de   II.   Murâd’ın   cülûsundan   sonra   yine Emîr   Sultan   eliyle   Bursa’da   yapılmıştır.    Türkler’de   büyük   önem   taşıyan   “kılıç   kuşanma” merâsimi, özellikle Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesi ve hilâfetin Osmanlılar’a geçmesinin akabinde dînî ve millî vasıfları bünyesinde birleştirmiştir. Önceki dönemlerde kılıcı yeni pâdişaha en yaşlı gāzi kuşatırken, bu târihten sonra ya nakîbü’l-eşrâf ya da şeyhülislâm kuşatmıştır. Mevlevîlik târihinde efsâne olan, yeni pâdişaha Çelebi Efendi’nin “kılıç kuşatması” ise târihlerde yerini bulamamaktadır. Zîrâ Gölpınarlı, eserinde târihlerde her pâdişahın kılıç kuşanması merâsimiyle ilgili müstakil bir fasıl bulunduğunu ve bu fasıllarda, Sultan Reşâd-Abdülhalim Çelebi’ye gelene kadar çelebi efendilere değinilmediğini târihlere dayanarak aktarmaktadır.1480

Çelebilerin yalnızca Osmanlı Devleti ile değil, Osmanlı Devleti’nin hükümrânlığı öncesinde Anadolu’da, İran’da hüküm süren bâzı devletlerin ve beyliklerin hükümdârlarıyla da münâsebetleri bulunmuştur.

Meselâ, Şemseddin Âbid Çelebi (ö. 737 h./1338 m.), Tebriz’e yaptığı bir seyâhat esnâsında, Moğol vezirlerinden birine dervişânın bâzı ihtiyâcı bulunduğunu iletmiş ve vezirin başından savması ve böbürlenmesi sebebiyle Anadolu’ya geri dönmüştür. Moğol hükümdârı Ebû Saîd Bahadır Han (ö. 736 h./1335 m.) bu Şemseddin Âbid Çelebi’nin yaşadığı bu kırgınlığı haber aldığında ise Çelebi’nin gönlünü almak için Çelebi’ye hediyeler göndermiştir.1481

Birçok pâdişah ve devlet adamı Hz. Mevlânâ’ya olan muhabbet ve bağlılıklarını Hz. Mevlânâ Türbesi ve Dergâhı’na çeşitli bağışlar yapmakla ve türbe ve dergâhın tâmirâtını üstlenmekle göstermişlerdir. Mevlevîliğin erken zamanlarında, Ulu Ârif Çelebi (ö. 719 h./1320 m.) zamân-ı meşîhatinde, Sâhipoğlu Ahmed Bey tarafından Karahisar’da mevlevîhâne için bir arâzî bağışlanmış ve buraya ahşap bir mevlevîhâne binâsı inşâ edilmiştir.1482

II. Emir Âlim Çelebi (ö. 798 h./1395 m.) zamân-ı meşîhatinde de, Karaman Beyi Alâeddin Ali Bey tarafından başlatılan esâslı tâmirât II. Muhammed Ârif Çelebi (ö. 824 h./1424 m.) zamân-ı meşîhatinde tamamlanmıştır.1483

Osmanlı pâdişahlarından sefere çıkmadan önce çelebi efendilerden mânevî yardım talebinde bulundukları da rivâyet edilmektedir. Hattâ, Cemâleddin Çelebi’nin (ö. 853 h./1449 m.) mânevî yardımları sâyesinde zafer kazanan II. Murad (ö. 855 h./1451 m.), Cemâleddin Çelebi’ye teşekkür mâhiyetinde Edirne Mevlevîhânesi’ni inşâ ettirmiş ve Cemâleddin Çelebi için medhiyeler kaleme almıştır.1484

Pîr Âdil Çelebi (ö. 865 h./1460 m.) zamân-ı meşîhati, Fâtih Sultan Mehmed’in (ö. 886 h./1481 m.) zamân-ı saltanatına denk gelmektedir ve Pîr Âdil Çelebi’nin Fâtih Sultan Mehmed’in doğumunu ve saltanatını babası II. Murad’a (ö. 855 h./1451 m.) müjdelediği; Fâtih Sultan Mehmed’in vefâtının yaklaştığını da pâdişaha üstü kapalı olarak da olsa haber verdiği rivâyet   edilmektedir.1485       Pîr   Âdil   Çelebi,   dervişânına   da   “Bundan   sonra   ‘âdil’   sıfatlı   olan   ‘emir’ olmuştur.     Bundan    böyle    ona     ilâve    olsunlar ” buyurduğu    rivâyet    edilir.  1486 Bu    ifâde,    Pîr    Âdil Çelebi’nin dünyâ saltanatını Fâtih Sultan Mehmed’e devrettiği şeklinde yorumlanmıştır. Buna benzer bir rivâyet, Osman Gāzi’nin Sultan Veled’i ziyâretinden de doğmuş ve bu ziyâret netîcesinde Sultan Veled’in dünyâ saltanatını Osman Gāzi’ye devrettiği mevlevîler arasında meşhur olmuştur.

Pîr Âdil Çelebi sonrasında postnişîn olan Cemâleddin Çelebi (ö. 915 h./1509 m.) de, dedesi gibi Fâtih Sultan Mehmed ile samîmî bir münâsebet kurmuş ve Fâtih Sultan Mehmed’e “Bâyezid-i Velî” olarak anılacak bir evlâda sâhip olacağını müjdelemiştir. Fâtih Sultan Mehmed de Cemâleddin Çelebi’ye hem kendi meşrebi sebebiyle, hem de dedesiyle olan samîmiyeti sebebiyle hürmet ve muhabbet göstermiştir. Fâtih Sultan Mehmed’den sonra tahta çıkan oğlu II. Bâyezid (ö. 918 h./1512 m.) ise, babasının çelebilere ve Mevlevîliğe karşı teveccühünün bir nişânesi olarak Hz. Mevlânâ’nın türbesini tâmir ettirmiş ve sandukalar için çok kıymetli pûşideler göndermiştir.1487 Cemâleddin Çelebi de Osmanlı Devleti tarafından Konya’ya gönderilen vâlilerle samîmî münâsebetler kurarak Osmanlı Devleti’nin Mevlevîliğe karşı olan muhabbetini kuvvetlendirmiştir.

Yavuz Sultan Selim (ö. 926 h./1519 m.) de Konya Mevlânâ Dergâhı ile samîmî münâsebetler kurmuş bir pâdişahdır. Arabistan ve Mısır seferleri öncesi ve sonrasında Mevlânâ Dergâhı’nı ziyâret eden Yavuz Sultan Selim, dergâha bir şadırvan da yaptırmıştır.1488

Osmanlı pâdişahları arasında tasavvufî yanı en ağır basan ve meşâyıh ile en kuvvetli münâsebetleri kuran pâdişah Kānûnî Sultan Süleyman (ö. 974 h./1566 m.)’dır. Mevlevîliğe de müntesib olan pâdişah, Irak Seferi (1533-1535 m.) esnâsında Konya’yı ziyâret ederek Hüsrev Çelebi (ö. 968 h./1561 m.) ile görüşerek semâ’ meclislerine iştirâk etmiştir. Bu ziyâret esnâsında pâdişah tarafından dergâha bir mescid binâ ettirilmiş; Sultan Veled Medresesi tâmir ettirilmiştir. Ayrıca Kānûnî Sultan Süleyman, Mesnevîhân Mahmûd Dede’den Abdülvehhâb Hemedânî’nin kaleme aldığı Sevâkıbu’l-Menâkıb adlıeseri tercüme etmesini istemiştir. Pâdişahın bu arzusu üzerine Sevâkıbu’l-Menâkıb tercüme edilmiştir. Kānûnî, kaleme aldığı şiirlerde Hz. Mevlânâ’ya ve Mevlevîliğe muhabbetinin bir  nişânesi  olarak, “Muhibbî” mahlasını kullanmıştır.1489

Kānûnî’den sonra, Kānûnî’nin şehzâdeleri Şehzâde Selim (Sarı Selim) ve Şehzâde Bâyezid (ö. 969 h./1562 m.) arasında bir mücâdele meydana gelmiştir. Bu mücâdelenin gālibi ise Hüsrev   Çelebi’ye   intisâbı   ile   bilinen   Şehzâde   Selim   olmuştur.   Bu   intisâbın   bir   şükrânesi olarak Şehzâde Selim dergâha bir şadırvan ve câmi yaptırmıştır.14120 Şehzâde Selim’in Hüsrev Çelebi’ye olan intisâbı, bu muharebe öncesinde gerçekleşmiştir. Tebdîl-i kıyâfet ile Hz. Mevlânâ’nın türbesini ziyâret etmek için türbeye gelen Şehzâde Selim, Mesnevîhân Mahmud Dede tarafından abdestli ve edebli davranması husûsunda îkaz edilmiş ve bunun üzerine Şehzâde abdest alarak iki rekât namaz kılmıştır. Ertesi gün, Hüsrev Çelebi’yle görüşerek kardeşi ile tutuşacağı harpten bahsetmiştir. Hüsrev Çelebi’nin kendisini zaferle müjdelemesi ve Şehzâde’ye harp meydanında mânevî yardımları netîcesinde Şehzâde Selim, arakiyye tekbirleterek Hüsrev Çelebi’nin mürîdânı arasına katılmıştır.1491

Ferruh Çelebi’nin zamâ-ı meşîhatinde, Şehzâde (II.) Selim, III. Murâd (ö. 1003 h./1595 m.) ve III. Mehmed (ö. 1012 h./1603 m.) dergâha birçok ihsânda bulunmuşlardır.1492

Bütün bu ihsânlarla birlikte, Ferruh Çelebi zamân-ı meşîhati, devletin çelebilik makāmına ilk defâ müdâhale ettiği zamândır. Ferruh Çelebi, 25 sene postnişîn olarak vazîfe yaptıktan sonra, çelebiler arasında, bilhassa o dönem oldukça zenginleşen Evkāf-ı Celâliye’nin   tasarrufundan neş’et eden ihtilâf  netîcesinde azl edilerek İstanbul’a sürgüne gönderilmiştir.1493

Ferruh Çelebi’den sonra postnişîn olan, Ferruh Çelebi’nin oğlu I. Bostan Çelebi (ö. 1040 h./1630 m.), Osmanlı pâdişahlarından I. Ahmed (ö. 1026 h./1617 m.) ile samîmî bir münâsebette bulunmuştur. I. Bostan Çelebi, postnişîn olmasının akabinde İstanbul’a gelmiş ve misâfir olduğu hânede padişah I. Ahmed tarafından ziyâret edilmiştir. Ayrıca, pâdişah tarafından da sarayda misâfir edilmiştir. Bu misâfirlik esnâsında pâdişah, ziyâret öncesinde gördüğü bir rüyâya binâen I. Bostan Çelebi’ye tahtını terk etmiştir. Ancak tevâzu gösteren I. Bostan Çelebi, pâdişahın bu teklifini reddetmiştir.1494

İstanbul’dan ayrılırken pâdişahın müsâadesini talep eden, ancak gönülsüz bir şekilde Çelebi’nin gitmesine müsâade eden ve “Bahtî” mahlasını kullanarak şiirler kaleme alan pâdişah I. Ahmed, I. Bostan Çelebi için şiir kaleme almıştır.1495

I. Bostan Çelebi’nin ardından postnişîn olan kardeşi Ebûbekir Çelebi (ö. 1052 h./1642 m.) ile devrin pâdişahı IV. Murâd (ö. 1049 h./1640 m.) arasında oldukça sıkıntılı bir hâdise cereyân etmiş ve bu hadîse netîcesinde Ebûbekir Çelebi çelebilik makāmından azledilmiştir. Mevlevî kaynaklarının ve târih kaynaklarının birbirinden farklı rivâyetleri bulunmaktadır. Sefîne’ye göre, pâdişah ve berâberindekiler, türbeye çizmeleriyle girmek istemişler ve Ebûbekir Çelebi’den cesedinin çürüyüp çürümediğini görmek için, Hz. Mevlânâ’nın kabrini açmasını istemişlerdir. Buna îtirâz eden Ebûbekir Çelebi    ise bu îtirâzının bedelini azledilerek ödemiştir.1496

Târih kaynaklarına göre ise, bu azlin sebebi Ebûbekir Çelebi’nin dergâha vakfedilen köylerdeki köylülerin iktisâdî vaziyetlerini göz önünde bulundurmaksızın zâlimce davranması ve dergâhın vakıflarını ve dergâha ihsân edilenleri şahsî servetine dâhil etmesidir. Halkın Çelebi’den şikâyet etmesi sebebiyle pâdişah Ebûbekir Çelebi’nin katlini emretmiş; daha sonra bu cezâ azl ve sürgüne tebdîl edilmiştir.1497 Çelebi’nin vakfedilen köylerin gelirlerini şahsî servetine karıştırması dedikodusu hakkında da pâdişah, Çelebi’nin servetine el koymuştur. Ancak, Çelebi’nin mal varlığı elden geçirilirken, vakfedilen köylerden gelen cizyelerin mühürlü olarak Dergâh’da muhâfaza edildiği müşâhede edilmiştir. Yine de “Çelebi’nin şahsî mal varlığı vakıf mallarından ziyâdedir. Onlara da el konsun” emri üzerine Çelebi’nin haremi Şirzâd Hâtun pâdişaha “Kudretli Sultanım! Çelebi’nin malı hadden fazladır deyû size ihbârda bulunmuşlar. Hünkârımızın Revân Seferi’ne giderken ihsan buyurdukları üç samur kürk var ki bunlara dahi el sürmüş değiliz. Hünkârımızın ihsânı bizim için cihâna bedeldir. Ferman buyrulursa onları da verelim” dediği, bunun üzerine pâdişahın mahcûbiyetle Ebûbekir Çelebi’nin üzerine gidilmemesini emrettiği rivâyet edilir.1498

Pîr Hüseyin Çelebi’nin (ö. 1077 h./1666 m.) zamân-ı meşîhatinde ise, zamânın pâdişahı İbrâhim (ö. 1058 h./1648 m.), yaşadığı birtakım rûhî sıkıntılar sebebiyle şifâ aradığında, pâdişah İbrâhim’in bir yakını, pâdişahın sıhhat ve huzur bulması için Çelebi Efendi’nin arakiye tekbirlemesini tavsiye etmiştir. Zîrâ bu arakiyeyi başında taşıyan kimseye kötü ruhların yaklaşamayacağı düşünülmektedir. Bu sebeple, Pîr Hüseyin Çelebi, İstanbul’a hareket etmiş ve pâdişahın arakiyesini tekbirlemiştir.1499

Pâdişahlar zaman zaman çelebilerin îkazlarına da mâruz kalmışlardır. Nitekim, Muhammed Sadreddin Çelebi (ö. 1123 h./1711 m.) zamân-ı meşîhatinde ise pâdişah III. Ahmed (ö. 1149 h./1736 m.) sikke tekbirleterek Hz. Mevlânâ’ya olan hürmetini ispatlamak istemiştir. Ve etrâfındakilerin teşvîkiyle ipek bir sikke yaptırıp, tekbirletmek üzere Konya’daki çelebilik makāmına göndermiştir. O zaman bu makāmda bulunan Sadreddin Çelebi, ipekten bir sikke ile karşılaşınca üzülerek; “Pîş-kademân-ı tarîkat-i aliyye-i Hüdâvendigârî’den arakiyye-i peşmîneden gayriye tekbîr-i mer’î ve mesmû’ değildir” buyurmuş; Hz. Mevlâna yolunda yünden başka sikkenin tekbirlenmesinin duyulmadığını söylemiş ve pâdişah eğer Mevlânâ’ya muhabbetini isbâtlamak istiyorsa yünden bir sikkenin kâfi geleceğini söyleyerek basit bir yün sikkeyi tekbirleyerek, pâdişahın dâvetine icâbet etmek için İstanbul’a yola çıkmıştır. Bâzı rivâyetler e göre ise, pâdişahın da, Çelebi’nin sözlerine alınmayarak yünden sikkeyi başına giydiği yönündedir.1500

Zaman içerisinde, bâzı makam çelebilerinin devlet politikalarını desteklememeleri pâdişahların dikkatini çekmiştir. Meselâ, Hacı Mehmed Çelebi (ö. 1230 h./1815 m.), III. Selim zamân-ı saltanatında Nizâm-ı Cedîd ordusunu desteklememesine rağmen, bilhassa pâdişahın Şeyh Gālib ile dostluğu, mevlevî-meşreb bir pâdişah olması ve mevlevîliğin merkezi olan Konya’nın İstanbul’a uzak olması sebebiyle görmezden gelinmiştir. Hacı Mehmed Çelebi de, makam çelebiliğinden uzaklaştırılmamıştır. 1501 Hacı Mehmed Çelebi zamân-ı meşîhati, bilhassa Çelebi Efendi özelinde mevlevîlerle münâsebetleri sıcak tutularak müessesenin çeşitli şekillerde kontrol edildiği bir zaman olmuştur:

Osmanlı Devleti’nin savaşlarla sıkıntılı zamanlar geçirdiği bu zamânda, Konya Mevlânâ Dergâhı çok büyük paralar sarfedilerek büyük bir tâmirâttan geçmiştir. Öyle ki, Nûruosmâniye gibi büyük bir câmiye harcanan tâmir masrafından daha çok para sarfedildiği rivâyet edilmektedir. Ayrıca, Türbe’deki sandukaların örtüleri yenilenmiş ve mevlevî olan Pâdişah III. Selim, hassâsiyet göstererek eski örtülerin Hazîne-i Hümâyûn’da muhâfaza edilmek üzere İstanbul’a gönderilmesini Çelebi Efendi’den talep etmiştir. Ancak, taşınması sıkıntı oluşturacağı için yalnızca Mevlânâ ve Bahâeddin Veled’in sanduka örtülerinin tamâmı İstanbul’a gönderilebilmiştir. Diğer sanduka örtülerinden belli bir miktar kesilmek sûretiyle nakledilebilmişlerdir. Osmanlı Sultanı’nın bu cömertliğinin karşılığı ise, “nice nice menâfi’-i ma’neviyye” olarak tanımlanmıştır. Bu ifâdeyle hem mevlevîyândan mânevî olarak destek beklendiği; hem de Mevlânâ Âilesi’nin tartışılmaz imtiyazlarından, mânevî otoritesinden meşrûiyetlerini tasdik ettirme isteği anlaşılabilir. Nitekim, Mevlânâ Âilesi, Âl-i Osman’dan daha eski ve köklü bir âile olmakla birçok imtiyazları hâiz bulunmaktadır.

Bunun hâricinde, âsitâne sâkinlerine gönderilen bahşiş ve hediyeler; ayrıca âsitânede emeği geçen dervîşânın, mutribânın…vs. âilesinden geriye kalanların mâişetleri devlet tarafından karşılanmaktaydı. Bu ödemeler de, âilelere değil, Çelebi Efendi’ye gönderilmekteydi. Böylece, şeyhler ve dervişler mânevî olduğu kadar maddî olarak da âsitâneye bağlı kalıyorlardı. Ayrıca, bu durum Çelebi Efendi’nin siyâsî ve sosyal rolünü de belirlemektedir: Âsitâne, Konya halkı ile devlet arasında, “devletin belirlediği ölçüde” etkili bir unsurdur. Yine bu duruma emsâl teşkil etmesi için şunu da söyleyebiliriz ki; Hacı Mehmed Çelebi döneminde, Selîmiye Câmii’ne bitişik kurulan 750 kitaplık Yusufağa Kütüphânesi için Hacı Mehmed Çelebi’ye vakıf malından 30 kuruşluk bir ödenek çıkarılmıştır.1502

Âsitâne’ye ve mevlevîlere yapılan maddî yardımların dışında devlet, özellikle mevlevîlerin kendi aralarındaki meselelerde Çelebi Efendi’nin irâde ve otoritesini gözeten bir tavır içerisindedir. Nitekim, Hz. Mevlânâ’nın annesi Mü’mine Hatun’un kabrinin bulunduğu Karaman Mevlevîhânesi mütevelliliği için, önceki şeyhin kardeşi ve Çelebi Efendi’nin namzedi kişi için başvurulmadan evvel; Mevlânâ soyundan geldiğini iddiâ eden, iki berat sâhibi,   bunlardan   da   önemlisi   “sadr-ı   a’zâm,   bedr-i   efham  devletli   efendi   hazretlerinin   müezzinbaşısı” olarak kendini tanıtan Süleyman Ağa isminde nüfuzlu bir zâtın tevliyet için Karaman’a geldiği rivâyet edilmektedir. Çelebi Efendi’nin adayı es-Seyyid Abdurrahman ve bu kişi arasındaki mesele mahkemelere intikal edip halledilemeyince; Seyyid Abdurrahman, Çelebi Efendi’nin referans mektubu ve belgeleriyle İstanbul’a giderek pâdişah III. Selim’in huzûruna çıkmıştır. Pâdişah III. Selim, “memâlik-i mahrûsede vâki’ bi’l-cümle tekâyâ ve zevâyâ-yı mevleviyyenin meşîhat ve tevliyyeti bâ-Hatt-ı Hümâyûn” Konya’daki Âsitâne’den verilecek meşîhatnâmeye merbût olması hasebiyle Çelebi Efendi’nin münâsip gördüğü kişiyi tâyin etmiş ve Çelebi Efendi’nin teklîfini devlet adamlarının referanslarının üzerinde tutmuştur.1503

Babasının aksine, devlete ve pâdişaha karşı son derece saygılı ve bağlı olan Mehmed Saîd Hemdem Çelebi’nin (ö. 1276 h./1858 m.) zamân-ı meşîhatinde, tahtta bulunan ve mevlevîleri çok seven bir pâdişah olan II. Mahmud (ö. 1255 h./1839 m.) tarafından Mehmed Saîd Hemdem Çelebi’nin hiçbir isteği geri çevrilmemiştir. Dâmatları olan Hüseyin ve Râsih Efendiler için pâdişahtan talep ettiği kaymakamlık isteği yerine getirilmiş; İstanbul’a gelerek Hırka-i Şerîf ziyâreti esnâsında evinde misâfir olduğu Müfîd Bey’in maaşına zam yapılmış ve rütbesi yükseltilmiş; Hemdem Çelebi’nin hânesi, Mâliye Nezâreti’nden çıkarılan bir ödenekle onarılmış; Hemdem Çelebi’ye de 1000 kuruşluk bir maaş bağlanmıştır. Bunların hâricinde, birçok mevlevîhâne tâmir edilmiş, dervişân görüp-gözetilmiştir. Mevlânâ Dergâhı’nda da onarım faâliyetleri gerçekleştirilmiş ve Kubbe-i Hadrâ’nın çinileri, Mehmed Saîd Hemdem Çelebi’nin pâdişahtan ricâ etmesi üzerine, pâdişah emriyle Kütahya’dan getirtilen çinilerle yenilenmiştir. Eski çinilerin bir kısmı Dergâh bahçesine gömülürken bâzıları da Kız Kulesi’nde muhâfaza edilmek üzere götürülmüştür. Çinileri yenileme işlemi 13 Şâban 1232 h./28 Haziran 1817 târihinde başlamış ve 16 Zilhicce 1232 h./27 Ekim 1817 târihinde tamamlanmıştır.1504

Mehmed Saîd Hemdem Çelebi’nin zamân-ı meşîhatinde, İbrâhim Paşa Mısır Ordusu ile Konya’ya gelmiş, bu esnâda Çelebi İstanbul’a kaçıp pâdişaha sığınmak sûretiyle pâdişah Abdülmecid’in iltifâtına mazhar olmuştur. Ordu çekildikten sonra Konya’ya dönmüştür.1505 Bu hâdise sonrasında Sultan Abdülmecid’in, saltanatı boyunca Mehmed Saîd Hemdem Çelebi’ye gösterdiği ilginin Mevlevîler arasında efsâne olduğu ve Sultan Abdülmecid ve Hemdem Çelebi’nin sarayın bahçesinde birlikte gezdikleri rivâyet edilmektedir.1506

Mehmed Saîd Hemdem Çelebi’nin küçük oğlu Abdülvâhid Çelebi’nin ise, zamân-ı meşîhati, II. Abdülhamid’in zamân-ı saltanatına rastlamaktadır ve II. Abdülhamid’e en çok jurnallenen isimlerden olmuştur. II. Abdülhamid’in velîahdı Reşad Efendi de mevlevî muhibbi bir şehzâdedir. II. Abdülhamid’e yapılan yoğun jurnaller arasında, Velîahd Reşad Efendi ile Konya Mevlânâ Dergâhı ve Çelebi Efendi arasında sıkı bir ilişki olduğu; Velîahd Reşad Efendi’nin bu samîmiyet sâyesinde mevlevîler beyninde kendine taraftar toplaması ihtimâlibilgileri debulunmaktadır. Bu sebepten, Abdülvâhid Efendi’nin bütün ahvâli tarassud altında bulundurulmuştur. Bu da hem Mevlânâ Dergâhı açısından hem de Çelebi Efendi açısından sıkıntı oluşturmuştur. Özellikle Saray’a hoş görünmek isteyenler, pâdişahın bu hassâsiyetini tahrîk ederek ve bu durumdan kendi ikbâlleri nâmına istifâde etmeye çalışmışlardır. Bu durumdan özellikle Konya Vâliliği döneminde Ferid Paşa istifâde etmeye çalışmıştır.1507

Abdülbâki Gölpınarlı ise bu durumu Abdülvâhid Çelebi’nin kalenderâne tavırlarına haml etmiştir. Gölpınarlı, Abdülvâhid Çelebi’nin yalnızca muhib makāmında değil, “baba” konumunda bir Bektâşî olduğunu; İzmirli Rûhi Bey Baba’dan İzmir’de “nasîb aldığını” eserinde kaydetmektedir. Bunlarla birlikte, Abdülvâhid Çelebi’nin Hacı Bektaş Dergâhı’yla mektuplaşması; Mevlânâ Dergâhı’na Bektâşî “baba”ların gidip-gelmesi rivâyetleri Abdülvâhid Çelebi hakkında; “Mevlevî Çelebisi, Şiîliği yaymak için Tahran yoluyla Hacı Bektaş’a gidiyor” meâlinde bir jurnal telgrafına sebebiyet vermiş ve telgrafda geçen “Şiî”, “Tahran”, “Hacı Bektaş” ifâdeleri Saray’ı telâşlandırmıştır. Bunun üzerine Çelebi Efendi’nin neredeyse orada ikāmete mecbûr edilmesi meyânında bir emir bütün kazâlara gönderilmiştir. Bu esnâda Ilgın’da bulunan Abdülvâhid Çelebi’nin ise, bu sıkıntılı durumdan Ilgın Kaymakamı sâyesinde   kurtulduğu   rivâyet   edilir. Bu meseleden son derece sıkıntı duyan Abdülvâhid Çelebi’nin; “Biz mevlevîlerin bu devlet-i ebed-müddet-i Osmâniyye’ye ve hânedân-ı mekârim-ünvân-ı saltanat-ı seniyyeye olan sıdk u merbûtumuz pek kadîmdir, pek râsihdir. An’anât-ı târîhiyyeye geçmiştir. Bilemem neden bu sadâkatimiz başka sûretle aks ettiriliyor” diyerek teessürünü ifâde ettiğini İhtifalci Mehmed Ziyâ nakletmektedir. Bu ve bunun gibi bâzı sıkıntı veren meselelerden ötürü Abdülvâhid Çelebi’nin 2 Kānûn-ı evvel 1316 târihinde Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Osman Selâhaddin Dede’ye (ö. 1304 h./1886 m.) yazdığı bir mektupta; vâlinin düşmanca davranışları hattâ maaşlarını vermemesi sebebiyle istîfâsını talep etmek ve Aydın civârında münâsip görülen bir mahalle âilece “hicret”lerine muvâfakat verilmesini “bütün âile-i mevleviyye ile birlikte fermân buyurulacak mahalle hicrete âmâdeyiz” ifâdesiyle ricâ etmek amacıyla şeyhülislâma, sadrâzama ve mâbeyn başkâtipliğine birer telgraf çektiğini; pâdişahın doğum günü için Konya’dan gönderilen dâvete rahatsızlığını bahâne ederek iştirâk etmediğini ve gönderdiği tebrik telgrafını da “postnişîn-i sâbık-ı Dergâh-ı Hazret-i Mevlânâ” olarak imzâ ettiğini; ancak kendisine gönderilen teşekkür mektubunun ise “Çelebi Efendi Hazretleri’ne” ifâdesiyle gönderilmiş olduğunu anlatmaktadır. Çelebi Efendi’nin bu istîfâ ve hicret karârının sarayı korkuttuğu ve “idâre-i maslahat” edilerek istîfâsının kabul edilmediği rivâyet edilmektedir.1508

Abdülvâhid Çelebi’nin mâruz kaldığı bu jurnallemelerle oğlu Abdülhalim Çelebi de muhâtap olmuştur. Nitekim, II. Abdülhamid, Konya ve civârında mevlevîlere âit olan mallara çeşitli sebepler ve yollarla hacizler koydurmuş; tarlaların sularını kestirmiş; Dergâh’a vakıfta bulunanların bu işlemlerinden vazgeçmelerini sağlamaya çalışmıştır. Bu sebepten Abdülhalim Çelebi’nin, II. Abdülhamid’e yedi sayfalık bir mektup yazdığı kaynaklarda aktarılmaktadır.1509

Abdülhalim Çelebi’nin makām-ı meşîhate geçmesinden bir müddet sonra II. Abdülhamid azledilmiş ve II. Meşrûtiyet îlan edilmiştir. Bu vesîleyle bir telgraf yayınlayan Abdülhalim Çelebi telgrafda; “…Binâenaleyh, kendisine tevdî edilmiş olan Peygamber-i Zîşân’ımızın seyfini    taşımaya    lâyık    değildir.    Herhâlde    bu    seyf-i    ma’deletin    lâyık    ellere    tevdî    edilmesini    teklîf    ederiz. Cümlemiz   sizin   ile   berâberiz”   ifâdelerini   kullanarak,   yeni   rejimi   desteklediğini   açıkça   ortaya koymuştur.1510

II. Abdülhamid’den sonra tahta geçen Sultan Reşad mevlevî kimliğiyle tanınmaktadır. Bu sebeple pâdişahın kılıcını, zamânın makam çelebisi Abdülhalim Çelebi kuşatmıştır.1511

Abdülhalim Çelebi, İslâmcılık fikrinin temsilcisi Hürriyet ve Îtilâf Fırkası’na yakın olmasıyla tanınmaktadır.1512 Osmanlı’nın bekāsını İngiliz dostluğu olarak kabul eden Hürriyet ve Îtilâf Fırkası’nın bu fikrine paralel olarak Abdülhalim Çelebi, son derece karışık bir dönem geçiren Osmanlı topraklarındaki mevlevîhânelerin bekāsı için bir mektupla İngiliz Konsolosluğu’na mürâcaat etmiştir.1513

Daha sonra İşgal kuvvetlerinin hâkimiyeti altında kalan memleketin gidişâtı karşısında kurtuluşu Millî Mücâdele’ye destek vermekte olduğuna karar veren Abdülhalim Çelebi, İstiklâl Harbi’ne katılmış; Konya’dan milletvekili seçilmiş; I. dönem Büyük Millet Meclisi reis vekilliği yapmıştır. Bu görevini 1 Mart 1921 târihine kadar sürdürmüştür. Vatanî hizmetlerinden dolayı kendisine “İstiklâl Madalyası” verilmiştir.1514

Mustafa Kemal Atatürk’ün, Millî Mücâdele’ye destek veren din adamı ve şeyhlere verdiği ehemmiyet sebebiyle, Abdülhalim Çelebi’yle de irtibatta bulunmuştur. Memleketin geçirdiği bu buhranlı zamanlarda Ankara’da vücut bulan yeni rejimin de bu mânevî desteğe mutlaka ihtiyâcı bulunmaktadır. Bu kapsamda, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Konya Mevlânâ Dergâhı’nı beş kez ziyâret ettiği ve Abdülhalim Çelebi’yle görüştüğü; hattâ dervişânla birlikte “lokma ettiği”; semâ merâsimine izleyici olarak iştirâk ettiği birçok kaynakta zikredilmektedir. 1515 Bu ziyâretlerin hâricinde Mustafa Kemal Atatürk’le Çelebi Âilesi arasında husûsî bir dostluk da gerçekleşmiştir. Çeşitli vesîlelerle (bayram, hilâfetin ilgāsı, Mustafa Kemal Atatürk’ün Latîfe Uşaklıgil ile izidivâcı, Zübeyde Hanım’ın vefâtı…) çekilen     telgraflar     bu samîmiyeti destekler mâhiyettedir.1516

Abdülhalim Çelebi’nin Mustafa Kemâl Atatürk’le bu samîmî münâsebeti inkılâplara karşı tavrına da yansımış ve inkılâpların en yakından tâkipçisi ve destekçisi olmuştur.1517 Şapka Kānûnu henüz îlân edildiği zamanlarda, Mustafa Kemal Atatürk Konya’yı ziyâret etmiştir. Bu ziyâret esnâsında Abdülhalim Çelebi ile de görüşmüş ve kendisine; “Çelebi Efendi Hazretleri! Size bir hediye versem kabul eder misiniz?” diye sual etmiştir. Abdülhalim Çelebi de; “Aman Gāzim! Lütfedersiniz, sizin hediyenizi başıma tâç ederim” nâzik cevâbını vermiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün, yâverine elindeki paketi açıp hediyeyi Çelebi Efendi’ye takdim etmesini emretmesi üzerine, paketten çıkan şapka Çelebi Efendi’ye takdim edilmiştir. Abdülhalim Çelebi   de, başındaki “sikke-i şerîf”i çıkarıp “görüşerek” kavukluğa koymuş ve şapkayı giymiştir.1518

Şapka İnkılâbı ve daha benzer birçok yenilik hareketinde olumlu bir tavır içerisinde olan Abdülhalim Çelebi, tekke ve zâviyelerin kapatılacağına dâir edindiği bilgiler karşısında telâşa kapılmıştır. Konya ve Antep Mebuslarına bu doğrultuda mektuplar yazması ve konuyla ilgili Ankara’ya bir ziyâret gerçekleştirmesi, bu konudaki endîşesini doğrular mâhiyettedir.1519 Ekim 1925’te herhangi bir istisnâya tâbi tutulmadan1520 tekke ve zâviyelerin kapatılmasına kadar postnişîn olan Abdülhalim Çelebi, Konya Mevlânâ Dergâhı’nın son icrâatlarına1521 imzâ atmıştır. Tekkelerin kapatılmasından sonra da Konya’dan İstanbul’a gitmiştir.

Abdülhalim Çelebi’den sonra makam çelebisi olan Veled Çelebi ise, Abdülhalim Çelebi’nin aksine, makam çelebisi tâyin edilmeden evvel İttihat ve Terakkî Cemiyeti bünyesine katılmış; Türk Derneği isminde bir derneğin ve Türk Ocağı’nın kurucuları arasında bulunmuştur.1522

Veled Çelebi, Sultan Reşad’ın zamân-ı saltanatında, çelebilik makāmına getirildikten sonra, I. Dünyâ Savaşı esnâsında, 1915 yılında, Sultan Reşad’ın isteği doğrultusunda, mevlevî dervişlerden oluşan, askerlerin mâneviyâtını desteklemek amaçlı “Mücâhidîn-i Mevleviyye Alayı”nı oluşturarak Şam’a gitmiştir. Veled Çelebi, hâtırâtında, Umûmî Harb ilân edildiği zaman, Meclis-i Meşâyıh’ın işlerine karışmadığı, teşkilâtı tam, iki tarîkden bahsetmektedir. Bunların Mevlevîlik ve Bektâşîlik olduğunu belirten Çelebi; Sultan Reşâd’ın mevlevî olması sebebiyle, bir “Mücâhidîn-i Mevleviyye” alayı oluşturulmasını arzu ettiğini ifâde etmiştir.1523

Ancak Veled Çelebi Sultan Reşâd’ın her ne kadar mevlevî olarak bilinse de kendisine yardımı dokunmadığını; vakıf işlerinde verdiği sözleri yerine getirmediğini; İttihât ve Terakkî’nin de kendisine hürmet etmekle berâber, dergâhların canlandırılması karşısındaki tavırları yüzünden projelerine yardım etmediklerini; Veled Çelebi’nin ısrarlı tavrı karşısında kendisini tehdit ettiklerini kaydetmektedir.1524 Bu tavır karşısında Veled Çelebi, çelebilik makāmından istifâ ettiğini açıklamış, ancak Sultan Reşâd aracılığıyla istîfâsından vazgeçmesi sağlanmıştır.1525

b) Makam Çelebisi Olmayan Çelebiler

Mevlevîlik içerisinde yalnızca makam çelebileri değil, makam çelebisi olarak vazîfe yapmayan diğer çelebiler de çeşitli vesîlelerle iktidâr sâhipleriyle münâsebette bulunmuştur. Bunlardan ilkine Sultan Veled’in kızı Mutahhare Hatun’un Germiyanoğlu Süleyman Şah ile izdivâcını misal verebiliriz. Bu evlilikten Hızır Paşa (ö. 773 h./1373 m.) ve İlyas Paşa (ö. 773 h./1373 m.) dünyâya gelmiştir. Hızır Paşa, Karahisar Mevlevîhânesi’nin; İlyas Paşa ise oğlu Celâleddin Ergūn Çelebi (ö. 775 h./1373 m.) sâyesinde Kütahya Mevlevîhânesi’nin tesîsini sağlamışlar ve mevlevîliğin Anadolu’da yayılmasına vesîle olmuşlardır.

Hızır Paşa’nı torununun oğu olan Abâûş-ı Bâlî zamân-ı meşîhatinde Tîmûr, Karahisar civârını ele geçirmesi esnâsında, Abâpûş-ı Bâlî’yi ziyâet ettmişve hediyeler sunmuşur. Ancak Abâûş-ı Bâlî Timur’a teveccü götermemişe sunulan hediyeleri “Abamız, elbisemiz, terk ve ihtiyaçsızlık elbisesidir” 1526  buyurarak kabul etmemiştir.Abâpûş-ı Bâlî’nin bu mütağîtavrıdan etkilenen Timur, “Bu pîrin mehâbet ve celâleti beni hirâsân ve hayrân etti” demişve “Sizin bulunduğunuz bu yerler, vîrân olmaktan emîndirler” fermâıla, Karahisar ve civâıı talan edilmemesini emretmişir.1527

Pâdişah II. Bâyezid (Velî) (ö. 918/1512) de Abâpûş-ı Bâlî ile görüşerek, o dönemde yaşanan isyânlar için himmet talep etmiştir. Siyâsî hayatın Abâpûş-ı Bâlî’nin himmetleriyle kontrol altına alınmasının akabinde, birçok devlet adamı sikke giyerek Mevlevî tarîkine girmişler ve Abâpûş-ı Bâlî de devlet erkânı tarafından hürmet görmüştür.1528

Karahisar çelebilerinden olan ve Mevlevîliğe büyük hizmetleri bulunan Dîvânî Mehmed Çelebi ise, Timur istilâsı esnâsında Konya’dan Semerkand’a, buradan da Şah İsmâil tarafından Tebriz’e götürülen Hz. Mevlânâ’nın Dîvân-ı Kebîr’ini kurtarmak için mürîdânıyla birlikte yola çıkmış ve Şah İsmâil’in Dîvân’ı teslim etmemek için kurduğu türlü tuzaklardan geçerek Dîvân’ı kurtarmıştır.1529 Bu yolculuk esnâsında Şah İsmâil oğlu Elkās-Safî Mirza’nın da Mehmed Çelebi’nin mürîdânı arasına katıldığı; Şah İsmâil’inse durumu öğrendiğinde oğluna  geri  dönmesi  için  mektup   yazdığı  ve  oğlunun  babasını  kesin  bir  dille  reddettiği  de rivâyet edilmektedir.1530

Sefîne’de, Abâpûş-ı Bâlî ile Bâyezid-i Velî arasındaki dostluğun, evlâtları Mehmed Çelebi ve Yavuz Sultan Selim beyninde de vücûd bulduğu; Yavuz Sultan Selim’in ne zaman siyâsî ya da şahsî bir bunalıma düşse, bir sıkıntıya düçâr olsa, Mehmed Çelebi’ye mektup göndererek istihâre ve istişâre telep ettiği rivâyet edilmektedir. Bu meyândan olmak üzere şunu da aktarmak yerinde olacaktır: Dîvânî Mehmed Çelebi, Mısır seyâhati dönüşünde Şam’da    bir    müddet    konaklamış.    Bu    sırada    Şam’da    Muhyiddin    İbn    Arabî’nin    kabrini mezbeleye dönüştürmüş, eserlerini yaktırmış bir kadı bulunmaktaymış. Sefîne’de Muhyiddin İbn Arabî’nin kabrinin keşfinin Mehmed Çelebi tarafından gerçekleştirildiği rivâyet edilmektedir. Kabri keşfeden Mehmed Çelebi, Şam seyâhati dönüşünde Yavuz Sultan Selim ve ordusu ile karşılaşmış ve pâdişah ile mülâkatlarında pâdişaha Mısır’ın fethi ile birlikte Muhyiddin İbn Arabî’nin kabrini ihyâ edeceğini de müjdelemiş.1531

Mehmed Çelebi’nin kerâmâtını Yavuz Sultan Selim’den çokça dinleyen Kānûnî Sultan Süleyman Mehmed Çelebi ile tanışmak ve birtakım imtihâna tâbi tutmak için saraya dâvet etmiştir. Bu imtihânlar arasında, Besmele yazılı bulunan bir kâğıdın Mehmed Çelebi’nin oturacağı mahallin altına saklanması ve Mehmed Çelebi’nin de keşf buyurup, Besmele yazılı olan kâğıdın bulunduğu yere oturmaması bulunmaktadır. Aynı tutum, yine Kānûnî Sultan Süleymanzamân-ı saltanatında İbrâhim Gülşenî’ye de uygulanmış; İbrâhim Gülşenî de tahkîkāt sebebiyle İstanbul’a getirtilmiş ve Kānûnî ile gerçekleştirdiği mülâkāt netîcesinde pâdişah kendisine son derece hürmet etmiştir.1532

Mehmed Çelebi İstanbul’da bulunduğu esnâda tesis edilen Galata Mevlevîhânesi’ne tebdil-i kıyâfet olarak gelen ve mukābeleyi seyreden Kānûnî Sultan Süleyman’ın orada bulunduğunu izhâr eden bir kıt’a inşâd eden Mehmed Çelebi karşısında hayretini gizleyemeyen pâdişah Çelebi’den özür dilemiş ve sikke tekbirletmiştir.1533

İstanbul’da Galata Mevlevîhânesi’nin inşâsından sonra bir ay kadar ikāmet eden Mehmed Çelebi’nin İstanbul’u mesken tutmasını arzû edenler bunu Kānûnî Sultan Süleyman’a  iletmişler.  Bu  arzuhâli   bizzat  Çelebi’ye  ileten  pâdişah  Çelebi’den  olumsuz  bir cevap almıştır.1534

2) Çelebi-Devlet Erkânı (sadrâzam, vâlî…vs.) Münâsebetleri

a) Makam Çelebileri:

Çelebiler, Konya ve havâlisinde hüküm süren birçok devlet ve beyliğin devlet erkânıyla münâsebet hâlinde bulunmuşlardır. Bunlardan biri de Şemseddin Âbid Çelebi’dir(ö. 739 h./1338 m.). Esâsen Sultan Veled’in oğlu Şemseddin Âbid Çelebi’nin zamân-ı meşîhati Anadolu’da birçok siyâsî gelişmenin vukū bulduğu bir zamandır. Bu gelişmeler sırasında da Şemseddin Âbid Çelebi, İlhanlı hükümdârı Ebû Said Bahadır Han (ö. 736 h./1335 m.) tarafından Anadolu vâlisi tâyin edilen Timurtaş bin Çoban tarafından, “Köse Peygamber” lakabıyla şöhret bulmuş olan Alâeddin Eretna Bey’e (ö. 753 h./1352 m.) bağlılığını bildirmek üzere elçi vazîfesiyle gönderilmiştir. Bu vazîfeden hoşnut olmayan Şemseddin Âbid Çelebi îtikād sâhibi bir  müslüman  olduğu   için  ve  mürîdânının   ve  mevlevîliğin  bekāsı   için  bu   yolculuğu  kabul etmiştir.1535

Devlet adamları mevlevîliğe mühim hizmetlerde de bulunmuşlardır. Mevlevîlik için çok bereketli bir zaman dilimi olan I. Bostan Çelebi (ö. 1040 h./1630 m.) zamân-ı meşîhatinde, Seyyid Ahmed Paşa Kıbrıs/Lefkoşe Mevlevîhânesi’ni; Lala Mustafa Paşa (ö. 988 h./1580) ise Şam Mevlevîhânesi’ni inşâ ve tâmir ettirerek çelebilik makāmından şeyh tâyin edilmesini talep etmişlerdir.1536 Yine bu dönemde, Maraş Vâlîsi bulunan Mahmûd Paşa Hz. Mevlânâ’nın sandukası önündeki gümüş eşiği ve gümüş kafesi yaptırmıştır. Mahmûd Paşa’nın bir sefer öncesinde Konya Mevlânâ Dergâhı’nı ziyâret ederek, ziyâret esnâsında; “Eğer seferde zafere ulaşırsam, buraya bir gümüş kafes yaptıracağım” diye niyâzda bulunduğu; sefer gālibiyetle netîcelenince de, kendi servetini kullanarak 1005 h./1597 m. târihinde adağını yerine getirdiği rivâyet edilmektedir. Ayrıca, 1008 h./1599 m. târihinde de, Sokullu Mehmed Paşa’nın oğlu Hasan Paşa tarafından, tilâvet odasından Huzûr-ı Pîr’e açılan gümüş kapı Dergâh’a hediye edilmiştir.1537 Ayrıca I. Bostan Çelebi zamân-ı meşîhatinde dergâhı ziyâret eden bir devlet adamının da dervişânın hırka pahası olması için 1000 dînarlık bir bağışta bulunmuştur.1538

Pîr Hüseyin Çelebi zamân-ı meşîhatinde, Osmanlı Devleti’nde uzun müddet huzursuzluk meydana getiren Celâlî İsyanları’ndan 1539 mevlevîler de nasîbini almıştır. Sefîne’de rivâyet  edildiğine  göre, Celâlî  İsyanları’nda önemli rol oynayan, en büyük isyânı başlatan Abaza Hasan Paşa1540 Konya’yı karargâh olarak kullanmıştır. Üzerine Murtazâ Paşa tâyin edilmişse de âsîler Murtazâ Paşa ve askerlerini yenilgiye uğratmıştır. Bu esnâda kış mevsiminin başlamış olması sebebiyle âsîler Konya Kalesi’ne çekilmişler ve bu durum Konya ahâlisini tedirgin etmiş. Âsîlerle savaşmak için yeterli kuvvetleri bulunmayan, devletin yardımından da ümîdini kesmiş korku içerisindeki halk Pîr Hüseyin Çelebi’ye başvurmuşlar ve kendilerinin Hz. Mevlânâ’nın gölgesinden başka ilticâ edecekleri yerleri bulunmadığını, Pîr Hüseyin Çelebi’nin de Hz. Mevlânâ’nın vârisi bulunduğundan kendisine sığındıklarını beyân ederek yardım dilemişler. Çelebi ise, “Şefâat bizden, kabul Hüdâ’nın fazlındandır” buyurarak, bir grup dervişiyle birlikte Abaza Hasan Paşa’ya gidip nasîhatte bulunmuş.1541 Çelebi’nin nasîhatleri karşısında insâfa gelen âsî paşanın, berâberindekilerle Arabistan’a çekildiği rivâyet edilmektedir. Ayrıca kaynaklarda, bir müddet sonra halkın Abaza Hasan Paşa’dan yüz çevirdiği, emri altındaki kalabalık kuvvetlerin erzaksız kaldığı ve firarların arttığı bildirilmektedir. Bu firârîlerden yakalanan 8 kişinin yakalandıklarında “Biz mevlevîyiz” dedikleri; firârîleri yakalayan İsmâil Paşa’nın da “Benim bildiğim mevlevîler Mesnevî okur, ney üfler, semâ ederler. Eğer siz de mevlevî iseniz ispat edin” dediği, bunun üzerine içlerinden birinin Mesnevî okuduğu, diğerinin ney üflediği ve iki kişinin de semâ’ ettiği ve böylece salıverildikleri, ancak mevlevî dervişlerinin arasına karışmış olan dört âsînin ise başlarının vurulduğu rivâyet edilmektedir.1542

II. Hacı Bostan Çelebi zamân-ı meşîhatinde vukū bulan “Lühûmî Ali Vak’ası” esnâsında Konya Mevlânâ Dergâhı ve çelebilik makāmının mâruz kaldığı haksızlık ise, şeyhülislâm tarafından telâfî edilmeye çalışılmıştır. Bu vak’a çerçevesinde, II. Bostan Çelebi şeyhülislâm yerine vekil tâyin edilmiş ve Konya’da vazîfesini hakkıyla yerine getirmeyenleri azl etme yetkisi tanınmıştır. Böylece Dergâh’ı büyük bir sıkıntıya mâruz bırakan Kādı Lühûmî Ali ismindeki kişi, yaptığı haksızlığın bedelini vazîfesinden çelebi efendi eliyle azledilerek   ödemiştir.1543 Ancak   Konya’da   Lühûmî   Ali   Efendi’nin   taraftârı   olanlar   da   boş durmamış ve pâdişaha Lühûmî Ali Efendi’nin bir haksızlığa kurban olduğunu haber vermişler. Durumun aslına vâkıf olmayan pâdişah ise, II. Hacı Bostan Çelebi’nin sürgün edilmesini emretmiş. Duruma vâkıf olan devlet erkânı tevassutu ile de Çelebi’nin sürgün cezâsı mecbûrî bir hac yolculuğuna tebdil edilmiştir.1544

II. Hacı Bostan Çelebi zamân-ı meşîhatinde, Mevlânâ Dergâhı’nda yapılması gereken tâmirât için kendi malvarlığı ile tâlip olan II. Hacı Bostan Çelebi’ye müsâade edilmemiştir. Amcazâde Hüseyin Paşa üç kez pâdişahın huzûruna çıkarak Türbe’nin tâmirât masrafını karşılamayı talep etmiştir. Sefîne’ye göre, Amcazâde Hüseyin Paşa, Karaman Valisi olarak vazîfelendirildiğinde, bâzı geceler, gecenin geç vakitlerinde Hz. Mevlânâ’nın türbesini ziyâret edermiş. Dervişân ile sohbet ederek, onlara hizmet edip, himmetlerini dileyerek huzûr-ı Mevlânâ’da bulunurmuş. Bunun üzerine II. Bostân Çelebi, Kazancı 1545 Ahmed Dede aracılığıyla Amcazâde Hüseyin Paşa’ya; “Bir süre yüce makamla müşerref olur, dost ve düşman arasında ıslâha ve güzel bir sonucun elde edilmesine sebep olursun, tasalanma” buyurarak, Paşa’nın istikbâli ile alâkalı müjdeler vermiştir. Amcazâde Hüseyin Paşa, Kazancı Ahmed Dede’nin getirdiği müjdelerden emin olmak için Dede’ye bir miktar sıkıntı verince Dede; “Bizim başımız ayağımız yok, git baştan haber al” diyerek Paşa’yı II. Bostân Çelebi’ye havâle etmiş. Çelebi, Paşa’ya müjdeyi doğrulamış ve bir müddet sonra Paşa önce Belgrad muhâfızı, daha sonra da sadrâzâm olmuştur.1546

Çelebiler ile devlet erkânının münâsebetleri her zaman müsbet bir seyir izlememiştir. Meselâ, Hacı Mehmed Çelebi zamân-ı meşîhati ve III. Selim’in zamân-ı saltanatında Çelebi Efendi’nin Nizâm-ı Cedîd Ordusu’na destek vermemesi üzerine Konya’da bir karışıklık meydana gelmiş ve bu sebeple Karaman Vâlisi Abdurrahman Paşa’ya bir mektup iletilmiştir. Sözkonusu   mektup,   Çelebi   Efendi’nin   olumsuz   tavrını   destekler   mâhiyettedir:   29   Zilhicce 1218h. /10 Nisan 1804 m. târihini taşıyan mektupta, Konya’da Nizâm-ı Cedîd aleyhine birtakım ayaklanmalar çıktığı; Hacı Mehmed Çelebi’nin bu ayaklanmalarda kışkırtıcı rol oynadığı bildirilmektedir. Cevâben yazılan bir diğer mektupta ise; “menşe-i ihtilâl Çelebi Efendi olduğundan, evvel-be-evvel mûmâ-ileyhin Konya’dan def’ olunması lâzımeden ise de; mûmâ-ileyh sülâle-i tâhire-i Mevlânâ’dan olduğundan” ibâresiyle, kendisine bir zarar gelmeden ve kendiliğinden Karahisar’a ya da Kütahya’ya gitmesi konusunda şeyhülislâmdan müftüye emir geldiği bildirilmektedir.1547

Çelebi Efendi’nin Nizâm-ı Cedîd’e cephe almasının sebebi ise 6 Rebîulâhir 1216 h./16 Ağustos 1801 m. târihli bir hatt-ı hümâyûndan anlaşılmaktadır: Abdülbâki Gölpınarlı’nın naklettiğine göre, Hacı Mehmed Çelebi çelebilik makāmı nüfûzuna dayanarak, Sultan Selim ve Sultan Alâaddin Câmileri’ne vakfedilmiş arâzi üzerindeki Sille ve Tat köylerinden yılda 506 kuruşluk bir ödeme talep etmiştir. Ancak, bu köylerin ahâlisinin bu ödeyebilecek bir arâzileri bulunmamaktadır. Kendileri adı geçen câmileri hizmetlerini üzerlerine almışlardır ve yalnızca, dergâh matbahına yılda bir defa 50 araba odun getirmekle mükellefdirler. Bu durum üzerine pâdişah, bu mükellefiyeti yerine getirmeleri hâlinde Çelebi Efendi’nin köylerin halklarından başka bir şey talep edemeyeceklerini Karaman Vâlisi’ne bildirmiştir.1548 Bu durumun da Çelebi Efendi’nin olumsuz bir tavır takınmasına sebep olduğunu düşünmekteyiz.

Abdülbâki Gölpınarlı’nın ifâdesiyle XVII. yüzyıl îtibâriyle1549 artan ve karmaşıklaşan devlet-âsitâne münâsebetleri bu dönemde, başka bir mecrâda akmaya başlamıştır. Nitekim, Konya Mevlânâ Dergâhı’nın mâlik olduğu birçok vakıf hakkında devlet düzenleme yoluna gitmek durumunda kalmıştır. Meselâ, 1211 h./1796 m. târihinde Konya Şer’iyye Sicilleri’nde kayıtlı olan bir belgeye göre vakıf ahâlisinin “vilâyete imdâd eylemek üzere” 1500 kuruş ödemesi “âsitâne-i Mevlânâ’da postnişîn kerâmetli, fazîletli es-Seyyid eş-Şeyh Mehmed Efendi ma’rifetleriyle mehal ve münâsib görülmüş”tür. Bu durum kimseyi memnun etmemiş olacak ki, üzerinden 10 ay geçmesi akabinde, Hacı Mehmed Çelebi “müsâfereten” Karahisar Mevlevîhânesi’ne gitmiş    olduğu bilgisi bulunmaktadır.1550

Bu dönemde, vakıflar husûsunda devletin düzenlemeye gittiği başka bir mesele de; vakıfların nezâretinin İstanbul’da Dârüssaade Ağası’na geçmesidir. Vakıfların mütevellîsi olan Çelebi Efendi’nin yerel olarak ciddî bir otorite olduğu göz önüne alındığında, kısa aralıklarla görev değiştiren Konya Kadısı ya da nâibin vakıflara nezâret etmesi devlet açısından bir güç kaybı anlamına gelebileceğinden, İstanbul merkezli bir nezâret, mahallî otorite olan Çelebi Efendi için bir kontrol mekanizması oluşturmak demektir.1551

Denilebilir ki, devlet, bir yandan mevlevîlerle ilişkilerini sıcak tutmaya çalışırken diğer yandan da çeşitli şekillerde bu müesseseyi kontrol etmeye çalışmaktadır.

Mehmed Saîd Hemdem Çelebi döneminde vukūa gelen bir olay da hem Çelebi’nin tarîkat içindeki hassâsiyetin göstermesi bakımından hem de devlet adamları karşısındaki otoritesini göstermesi bakımından mühimdir. Şöyle ki: 5 Mart 1329 r./1911 m. târihli ve Kütahya Mevlevî şeyhi vekîli Mustafa Nûri imzâsıyla Konya’ya gönderilen mühürlü bir mektupta, Hemdem Çelebi döneminde Edirne Mevlevî Şeyhi bulunan zât “merâsim-i tarîkat-ı aliyye-i Mevleviyye’yi terk ve mugāyir-i âdâb ve bâzı ahvâlden dolayı azli lâzım gelmiş” ve azledilmiş. Yerine Eşref Dede tâyin edilmiş. Bu mesele üzerine Reşit Paşa ile akrabâ bulunan azledilen şeyh meseleyi Reşit Paşa’ya bildirmiş. Paşa da, Hemdem Çelebi’nin de hazır bulunduğu bir mevlid merâsiminde, mevlevî muhibbi devlet erkânı huzûrunda, azledilen şeyhin kendilerine mensup bulunduğunu ve tekrar tâyinini Hemdem Çelebi’den ricâ etmiş. Ancak Hemdem Çelebi, “âdâb ve erkân-ı mevleviyye’ye mugāyir bâzı ahvâlden dolayı azl edilmiştir, ibkāsı câiz olmaz” cevâbını vermiştir. Konu o gün için kapanmakla berâber, Reşit Paşa daha sonra bâzı muhibb-i mevlevî olan nüfuzlu zevâta; “Bizim bu mürâcaatımızı Hazret-i reşâdet-penâhî kabul buyursalar münâsib olacaktır, zîrâ sâbık şeyh bize mensûbdur. Şâyet olmazsa pâdişahımızın emri ile ibkā olunur” diyerek konuyu tekrar Hemdem Çelebi’ye iletmiş ve Çelebi’den “Evet yapabilirler. Biz de bütün    mevlevîhânelere    îlân    ederiz,    deriz    ki;   Edirne’de    mevlevîhânemiz    yoktur.    Hiçbir    zaman   icrâ-yı    âyin eylemek   şöyle   dursun,   başındaki   sikkeyi   çıkartıp   orada   çiftlik   mütevellîsi   gibi   imrâr-ı   vakt   etsin”   cevâbını almıştır.1552

Mevlânâ Dergâhı postnişînlerinden Veled Çelebi’nin zihin yapısının şekillenmesinde Ziyâ Paşa’nın talebesi, Konya Vâlisi mektupçularından, devrin önemli entellektüelleri arasında zikredilen Nâzım Paşa’nın mühim rolü bulunmaktadır. Veled Çelebi, fikriyâtında önemli yer tutan Türkçülük nazariyesiyle Nâzım Paşa sâyesinde tanışmıştır.1553 Bu dönemde Veled Çelebi; dünyâyı, Avrupa’yı, Konya’yı tahlil edebilme kābiliyetini, Nâzım Paşa’nın kendisine kazandırdığı bakış açısına ve onun sâyesinde mütâlaa etme fırsatını yakaladığı süreli yayınlara (Hürriyet Gazetesi…vs) borçlu olduğunu ifâde etmektedir. 1554

b) Makam Çelebisi Olmayan Çelebiler:

Karahisar çelebilerinden Dîvânî Mehmed Çelebi, Kānûnî Sultan Süleyman tarafından tanışmak maksadıyla İstanbul’a dâvet edildiğinde, İskender Paşa kendisinden son derece etkilenmiş ve konağında misâfir etmek istemiş. Ayrıca bu misâfirlik esnâdında bütün malvarlığını mevlevî tarîkine bağışlamış. Bu bağış netîcesinde Paşa’nın Galata sırtlarındaki av çiftliğinin bulunduğu arâziye İstanbul’un ilk mevlevîhânesi olan Galata Mevlevîhânesi tesis edilmiştir. (1491) 1555

Mehmed Çelebi’nin vefâtının ardından, sadrâzam olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa (ö. 1095/1683), kerâmâtını işittiği Mehmed Çelebi’nin türbesini yenilemek istemiş. Bu vazîfe için de bir mikdar para ve işçiyi Karahisar’a gönderdiği; tâmirât esnâsında çıkan büyük bir yangında da türbenin büyük ölçüde zarar gördüğü rivâyet edilmektedir.1556

Zaman zaman çelebiler ile devlet erkânı arasında sıkıntılı münâsebetler de cereyân etmiştir. Meselâ, Karahisar çelebilerinden Şâh Mehmed Çelebi’nin kızı Destinâ Hanım zamânında, dönemin Karahisar vâlisi, dervişânın zengin olanlarını bâzı mükellefiyetlere tâbi tutmak istemiş ve eziyet etmiş, ellerine ve ayaklarına prangalar taktırıp hapsetmek sûretiyle işkence etmiştir. Dervişân Destînâ Hanım’la görüşmüş ve mağdûriyetlerini dile getirmişler. Görüşmenin akabinde ise vâli şiddetli bir hastalığa tutulmuş. En sonunda, vâlinin hanımı, Destînâ Hanım’a gelerek şifâ dilemiş, eşinin iyileşmesi yolunda kurbanlar adamıştır. Destînâ Hanım, vâlinin eşine, vâlinin bu derde mübtelâ olmasının sebebini îzah etmiş.Mesele anlaşıldığında, derhal mahpuslar serbest bırakılmış ve mahpuslar hürriyetlerine kavuşur kavuşmaz da vâli şiddetli hastalığından kurtulmuştur. Vâli ise bu haksız tutumundan pişman olmuş ve bu pişmanlığının bir nişânesi olarak Dergâh’a hediyeler takdim etmiş ve bir mevlevî muhibbi olarak, kendisi için arakiyye tekbirlenmiştir.1557

Erzincan Mevlevîhânesi’nin ihyâsını sağlayan Abdüllatif Çelebi zamânında, Erzincan Mevlevîhânesi’nin inşâsı esnâsında bütün Erzincan halkı mâlen ve bedenen çaba sarfetmiş; bu çabaya katılmak için Erzincan vâlîsi olan zât da 100 dinar göndermiş; ancak Abdüllatif Çelebi’nin bu yardımı “Biz kimsenin vekilharcı değiliz ve kimseden de tekkenin imâretini istemeyiz” buyurarak ve vâlî için bir kıt’a kaleme alarak kabul etmemiştir. Bu kıt’anın eline ulaşmasından sonra vâlînin bu hareketinden son derece pişman olarak mevlevîhânenin inşâsı için mâlen ve bedenen tevâzu ile hizmet ederek, Çelebi’nin her emrini yerine getiren bir mevlevî muhibbi olduğu rivâyet edilir.1558

Konya çelebilerinden Lütfullah Çelebi’den Karaman muhâfızı Ali Paşa Osmanlı Ordusu Çehrin Seferi’ne giderken duâ niyâz etmiştir. Osmanlı Ordusu’nın Çehrin Seferi’ni, Lütfullah Çelebi’nin himmetiyle kazandığı rivâyet edilir.1559

Sefîne müellifi Mustafa Sâkıb Dede de devlet erkânı tarafından hürmet gören çelebilerdendir.    Her   ne    kadar   tevâzuundan    bu    iltifâtlara    ehemmiyet    vermese    de,    devlet erkânından Mustafa Sâkıb Dede’nin yanında huzûr bulduğunu söyleyen ve Dede’yle samîmî münâsebetler kurmak isteyen kimseler bulunmaktaymış.1560

3) Çelebi-Ulemâ Münâsebetleri

a) Makam Çelebileri:

Hz. Mevlânâ Konya’ya geldiğinde konaklayarak bir müddet müderris olarak vazîfe yaptığı Altunapa/Karatay Medresesi, Ferruh Çelebi zamân-ı meşîhatinde, burada vazîfeli bulunan müderrislerin ferâgatleriyle çelebilere tevdî edilmiştir. 1561 Altunapa/Karatay Medresesi’nde Ferruh Çelebi’nin zamân-ı meşîhatinden îtibâren Hz. Mevlânâ evlâdı vazîfeli olmuş ve bu medrese, çelebilerin husûsî eğitim aldıkları bir müessese olmuştur.

Bununla birlikte, çelebiler-ulemâ arasındaki münâsebetler, Ferruh Çelebi zamân-ı meşîhatinde farklı bir seyir arzetmeye de başlamış ve saray çevresindeki tasavvuf ve mevlevîliğe muârız ulemâ, bilhassa mevlevîlik aleyhine birtakım düzenlemelerde bulunmuşlardır. Bazı kaynaklar, pâdişah etrâfında bulunan, başta Şeyhülislâm Kemâl Paşazâde 1562 ve Kadızâdelerin olduğu “saray ulemâsı”nın, Ferruh Çelebi ve mevlevîliğe muârız bir hareket başlatarak, zaman zaman bütün mevlevîhâneleri kapanma tehlikesiyle karşı karşıya  getirdiklerini;  hattâ  Vânî  Mehmed  Efendi1563 tarafından  Konya  halkına  bâzı  şikâyet dilekçeleri   tanzim   ettirildiğini   ve   Ferruh   Çelebi’nin   Osmanlı   tahtı   için   büyük   bir   tehlike oluşturduğu dedikodusunun pâdişaha iletildiğini kaydetmektedirler.1564

Vanî Mehmed Efendi’nin başlattığı bu hareket uzun müddet etkisini devâm ettirmiştir. Vanî Mehmed Efendi’nin talebesi ve dâmâdı olan Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi’nin eliyle devâm eden bu muârız hareket giderek çelebilere, dervişâna yapılan haksızlığa gözyuman sâir ulemâyı da rahatsız etmeye başladığında, bu ulemânın da ilticâ ettikleri makam II. Hacı Bostan Çelebi’nin vazîfe yaptığı çelebilik makāmı olmuştur.1565

b) Makam Çelebisi Olmayan Çelebiler:

Karahisar çelebilerinden Dîvânî Mehmed Çelebi pâdişahın misâfiri olarak İstanbul’da bulunduğu esnâda tesis edilen İstanbul’un ilk mevlevîhânesi Galata Mevlevîhânesi’nde icrâ edilen mukābele için muazzam bir kalabalık toplanmıştır. Bu teveccüh ise, zamânın şeyhülislâmı Çivizâde Muhyiddin Mehmed Efendi’nin (ö. 954 h./1547 m.) dikkatini celbetmiş ve semâ’ın men edilmesi için fetvâ yayınlamıştır. Kānûnî tarafından da eleştirilen Çivizâde’nin fetvâsı daha sonra isâbetli bulunmayarak reddedilmiştir.1566

Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi postnişîni Celâleddin Ergūn Çelebi zamân-ı meşîhatinde, Kütahya’da, Medrese-i Vâcidiyye 1567 olarak bilinen medresenin Molla Abdülvâcid ismindeki müderrisi, ilm-i ledün talep etmek, mevlevîhâneyi ve türbeyi ziyâret etmek maksadıyla Celâleddin Ergūn Çelebi’nin huzûruna çıkmış. Celâleddin Ergūn Çelebi ise müderrisin ihtisas alanı olan mevzûlar üzerinden tasavvuf hakkında öğrenmek istediklerini îzah etmiş. Bu mütâlaadan son derece memnûn kalan müderris, Çelebi’den öğrendiklerini ve kendi mâlûmâtını, mevlevîhâne yakınlarında bulunan Medrese-i Vâcidiyye’de talebelerine tâlim ettirmiştir. Uzun bir müddet Çelebi’nin meclislerine devam eden müderris, dünyâ hayâtında temeli atılan bu muhabbetin, âhirette de devâm edebilmesi ve vefâtından sonra da Celâleddin   Ergūn   Çelebi’nin   feyzinden   müstefîd   olabilmek   için   mevlevîhâne   yakınındaki medresenin bahçesine defnedilmeyi vasiyet etmiş ve bu vasiyet gereğince de, bahçeye defnedilmiştir. Celâleddin Ergūn Çelebi ile Molla Abdülvâcid arasındaki musâhabetten bir tek kelimenin dahi bayağı olmadığı; sohbetlerinin hikmetler üzerine binâ edildiği ve bu sohbetlerin dervişân tarafından muhafaza edildiği rivâyet edilmektedir.1568

Mustafa Sâkıb Dede, Molla Abdülvâcid’in vefâtından sonra, bu sohbetlerin gerçekleştiği hücrenin kapısının kilitlendiğini; kimsenin orada meskûn olmadığını belirtmektedir. Bâzı kendini bilmez kimseler buna teşebbüs ettiklerinde ise, türlü musîbetlere düçâr oldukları ve akıl hastalıklarına tutuldukları rivâyet edilmektedir. Mustafa Sâkıb Dede’ye göre, insan-ı kâmillerin ibâdet ve duâ ettikleri mübârek mekânlar, وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ
إِبْرَاهِيمَ مُصَل ى (Bakara, 2/125)  [Siz de İbrâhim’in makāmından bir namazgâh edinin]   âyeti   gereğince mesken olarak kullanılmak yerine, edeb ehli kimselerce mahall-i duâ ittihâz edilmeli; insan-ı kâmilin rûhâniyetine tevessül, maddî-mânevî bereket vesîlesi, belâlardan halâs bulma mekânı olarak ziyâret edilmelidir.1569

Celâleddin Ergūn Çelebi’ye hürmet eden ulemâ sâdece Molla Abdülvâcid ile sınırlı değildir. Kütahya’nın mühim isimlerinden İshak Fakih de Celâleddin Ergūn Çelebi’nin huzûruna gelmiş ve o mülâkāt akabinde Çelebi’nin mürîdânı arasına karışmış ve mevlevîhâneye birçok ihsanda bulunmuştur.1570

Antalya Mevlevîhânesi’ni ihyâ etmesi için Antalya’ya vazîfelendirilen Zincirşiken Muhammed Çelebi, bu vazîfesi esnâsında İstanbul’a gitmiş ve bu misâfirlik esnâsında Kadızâde Mehmed Efendi’nin (ö. 1045/1635) Mevlevîlik aleyhindeki inkâra varan konuşmaları karşısında bir at emredip, zırh ve silah kuşanarak, yanına hiç kimseyi almayarak Divânyolu’na doğru yola çıkmış. Bu haberin Galata Mevlevîhânesi’nde yayılarak Âdem Dede’nin kulağına gitmesi üzerine, Âdem Dede’nin de Çelebi’yi yolundan döndürebilmek için ardına düştüğü ancak bu tâkibin hiçbir fayda vermediği ve Muhammed Çelebi’nin Divanyolu’nda Kadızâde’nin karşısına çıkıp, hançerini çekerek “Hançerin ağzı burada alacaklı durmaktadır. Amansız olan silah ise benim” diyerek meydan okuduğu rivâyet edilir. Bu durum karşısında Kadızâde’nin etrâfındakilerin ise dağıldıkları, Kadızâde’nin de perişân bir hâlde kan-ter içerisinde kendini Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’nin huzûruna atarak; “ عرض المؤمن كدمه [Mü’minin onuru, şerefi kanı gibidir] değil midir?” diye Muhammed Çelebi’den şikâyetçi olduğu ve esâsen de Âdem Dede’nin de muhibbânından olan Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’nin(ö. 1053 h./1644 m.); “Aslında kan ve şeref, arasında necâset açısından bir benzerlik de vardır. Çünkü senin şerefin kibrinin kaynağıdır. Nasıl ki senin yüzünden yere saçılan su necisse, senin pişmanlık taşıyla kırılmış olan gururun da öyle necistir. Bugün, Allâhu Teâlâ senin kanını îtibar derisi üzerine dökmek için öyle bir iş ihdâs eder. O; vazgeçen değildir, ancak mühlet verendir” tokat gibi cevâbı karşısında da şikâyetini pâdişaha taşıdığı ve pâdişahın da bu durumdan hoşnutluğunu beyân etmek için Muhammed Çelebi’ye samur bir kürk ve 300 dînar ihsan ederek, hayır-duâsını ricâ ettiği aktarılmaktadır.1571

4) Çelebi-Meşâyıh münâsebetleri

a) Makam Çelebileri:

Millet Kütüphânesi Ali Emîrî Bölümü’nde kayıtlı, Nasûhî şeyhlerinden Mehmed Nasûhî Efendi’nin (ö. 1130 h./1718 m.)1572 mektuplarının da istinsâh edildiği bir eserde, 1573 yer alan mektuplar arasında, II. Bostân Çelebi’nin, Mehmed Nasûhî Efendi’ye hitâben kaleme aldığı ve sohbetlerinde ve dervişânın terbiyesinde “mağz-ı meânî-i Kur ’ân-ı Kerîm, ve hulâsa-i ahkâm-ı Furkān-ı Hakîm olan Mesnevî ’ ye” temâs etmesini; dervişânın ve sohbetlerinde hâzır bulunanların “cevâhir-i hikem ile tezyîn” olabilmelerini istirhâm eden iki mektup bulunmaktadır. Bostân Çelebi’nin kaleme aldığı ve “bi-haşyeti Teâlâ hâlen mahmiyye-i Üsküdar’da izzetli ve fazîletli eş-Şeyh Nasûhî Efendi Hazretleri’nin meclis-i envârlarına” adresiyle Üsküdar’da bulunan Nasûhî Tekkesi’ne1574 gönderilen bu mektuplar, II. Bostan Çelebi’nin Mesnevî ’den farklı tarîklere mensûb kimselerin de hisseyâb olabilmeleri için yaptığı hizmetlerden biridir.

b) Makam Çelebisi Olmayan Çelebiler:

Karahisar çelebilerinden olan Dîvânî Mehmed Çelebi, Dîvân-ı Kebîr’i kurtarmak için Tebriz’e yaptığı seyâhat başlangıcında, hem Hz. Mevlânâ’nın ve annesi Mü’mine Hâtun’un kabirlerini; hem de Hacı Bektâş-ı Velî’nin türbelerini ziyâret etmiştir. Bu ziyâret esnâsında da Bektâşî dervişleriyle Mevlevî dervişlerini birbirlerine kardeş yapmış ve Bektâşî dervişlerinden kırk tânesi Mehmed Çelebi’nin hizmetine tahsis edilmiştir.1575 Seyâhat dönüşünde Halep’e gelen Mehmed Çelebi ve dervişânı Vefâiyye tarîkati şeyhi Ebû Bekr el-Vefâî’nin (ö. 991 h./1583 m.) hankāhında misâfir olmuşlardır. Dîvânî Mehmed Çelebi, burada Ebû Bekr el-Vefâî’yi vekil tâyin etmiş ve semâ hâricinde bütün rüsûm-ı tarîkatı icrâ etmesine müsâade etmiştir. Ayrıca bektâşî dervişlerinden Baba Bayram olarak anılan bir derviş de Mehmed Çelebi’den Ebû Bekr el-Vefâî’nin mürîdi olup, Halep’te ikāmet husûsunda müsâade ricâ etmiş; Mehmed Çelebi de Baba Bayram’ın Halep’te kalmasına müsâade buyurmuşlardır.1576

Dîvânî Mehmed Çelebi’nin Mısır seyâhati esnâsında da İbrâhim Gülşenî (ö. 940 h./1534 m.) ile bir mülâkatı olmuş ve nâhak yere hapsedilerek Mısır’ın iç savaşı esnâsında zindanda unutulan İbrâhim Gülşenî’nin hapisten kurtarılmasına vesîle olmuştur. Mehmed Çelebi İbrâhim Gülşenî’yi zindanda ziyâret ettiği esnâda İbrâhim Gülşenî, “safâ geldin” redifli şu şiiri inşâd etmiştir;

Azîzim hayr-ı makdem-i ömrümün vârı safâ geldin
Keremler eyledin mahdûm-ı hünkârı safâ geldin
Ney-âsâ nâle zîr-i gûşe-i hicrân iken nâ-geh
Hezârın eyleyip gülçîn-i dîdârı safâ geldin
Beşîr-i Yûsuf-ı güm-geştemizdir bûy-ı enfâsın
N’ola verse meşâmma cân her-bârı safâ geldin
Semûm-ı gam belâsıyla harâb olmuştu Mısr-ı dil
Bi-hamdillâh eyâ her rahne mi’mârı safâ geldin
Verip âyine-i vakte cilâ-yı dem-i kadem cânâ
Dimâğ-ı tûtî-i câna şeker-vârı safâ geldin
Keder gitti erince pertev-i rûy-ı safâ-bahşın
Bahâr-ı hüsn ve ârâ-yı mâh-ı dildârı safâ geldin
Aceb mi külbemiz gülşen-i gedâlar gülşenî olsa
Tenezzül eyleyüp ey şâh-ı gamm-hârî safâ geldin1577

Büyüklerinin bu kadar birbirlerine muhabbetli olduğu iki tarîkin birbiri ile benzeyen bâzı husûsiyetleri bulunmaktadır:

İbrâhim Gülşenî, Mesnevî’ye nazîre olarak 40.000 beyitlik Ma’nevî adlı Farsça manzum bir eser kaleme almıştır.

Mevlevîlik Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled döneminde teşkilâtlandığı gibi Gülşenîlik de İbrâhim Gülşenî’nin oğlu Emîr (Hayâlî) Ahmed Çelebi zamanında kuruluş safhasını tamamlamıştır.

Kāhire’deki âsitânenin birkaç hücresi mevlevî dervişlerine ayrılmış, bu hücrelerde sürekli olarak hem Ma’nevî hem de Mesnevî okunmuştur. Bununla ilgili olarak söylenen;

Gülşenî dervîşi güldür goncalardır Mevlevî
Bülbül-i şeydâ okur geh Mesnevî geh Ma’nevî

beyiti oldukça meşhurdur.

Gülşeniyye’de pîr makamında bulunan postnişîne “çelebi”, yeni intisâb eden dervişe “nev-niyâz” denmesi de iki tarîkat arasındaki benzerliğe başka bir misâldir.

Gülşenî tâcı, Mevlevî sikkesine benzediği gibi Bektaşî tâcından da etkilenmiştir.

Tarikatın âdâb ve erkânına riâyet etmeyen derviş önce uyarılır, ardından uyarı tekrarlanır, olmazsa cezâlandırılır. Bundan da sonuç alınmazsa Mevlevîlik’te “seyyâh” verildiği gibi dervişe “seyâhat verilir”. Bir dervişe seyâhat verilmesi, onu tarîkattan ihraç etme anlamına gelir.

Benzerlikler, bu tarikatların zaman zaman gördüğü tepkilerde de açığa çıkmaktadır. Bu tarikat mensupları “vahdet-i vücûd” anlayışını benimsediklerinden hem ulemâ hem de merkezî yönetimce zındık ve mülhid telakkî edilmişlerdir.1578

Dîvânî Mehmed Çelebi’nin Şam seyâhati esnâsında Muhyiddin İbn Arabî’nin mezbeleye dönüştürülmüş kabrini keşfettiği de rivâyet edilmektedir. Muhyiddîn İbn Arabî’ye atfedilen;

یجىء الشام اقوام تصافوا
تسمى بالقباء المولویة
مجالسهم على التحقيق صمت
تراهم بالصفا خير البریة

[Şam’a gönülleri saf, “Mevleviyye” denilen bir topluluk geliyor. Gerçekten meclisleri bir sükûnettir; safâ ile, onları halkı en hayırlısı görürsün] kıt’asının da Mehmed Çelebi’ye ve Mehmed Çelebi’nin Muhyiddîn İbn Arabî’nin kabrini ortaya çıkarmasına işâret ettiği rivâyet edilmektedir. Mehmed Çelebi’nin de Muhyiddîn İbn Arabî’nin kabrini ziyâret esnâsında vecd hâlinde semâ ederek;

لقد جئنا كما قلتم حماكا
نطوف بالقباء المولویة
دوائرنا حوالى جمع جمع
فناء فى الفناء الَولویة
عليك الروح و الریحان یامن
نراه فى السناء المعنویه

[Size dediğimiz gibi koruyuculuğunuz altında geldik. Mevlevî sikkesi ile tavaf ederiz. Deverânlarımız o evlevî fenâdaki bütün fenâları cem’ etmek içindir. Ey mânevî parıltılar içerisinde gördüğümüz kişi! Sana revh ü reyhân gerekir ] 1579

5) Çelebi-Halk Münâsebetleri (çelebilerin rüyâ tâbirciliği, yeni doğanlara isim vermeleri, şifâcılıkları…)

a) Makam Çelebileri:

Çelebilerin, devlet erkânı, ulemâ ve meşâyıh ile münâsebeti olduğu kadar halk ile de yoğun bir münâsebeti bulunmaktaydı. Mevlânâ Dergâhı halkın teveccühünü kazanmış bir makāmdı. Çeşitli vesîlelerle halktan kimseler çelebilere danışıyorlardı. Bunların başında gelen sebeplerden biri de halkın yeni doğan bebeklerine çelebilerin isim vermelerini talep etmeleriydi. Bununla ilgili olarak makam çelebilerinden II. Emir Âlim Çelebi’nin (ö. 798 h./1395 m.) zamân-ı meşîhatinde yeni doğan bebeklerin, Çelebi’nin huzûruna getirilerek, tesmiye edilmelerinin arzu edildiği rivâyet edilir. Çelebi Efendi ise isim koymanın öneminden bahisle, çocuğa isim verirken hayır duâda da bulunulduğundan ve çocuk hakkında hayır temennî edildiğini ifâde etmiştir.1580

Halk çelebilere, mevlevîhânelere felâket zamânlarında da mürâcaat etmiş ve duâ istemişlerdir. Meselâ, Pîr Âdil Çelebi zamân-ı meşîhatinde Konya’da baş gösteren vebâ vekıtlık netîcesinde halk Konya Mevlânâ Dergâhı’na mürâcaat etmiş; Pîr Âdil Çelebi ise bu âfetin Konya halkının başına kendi kusur ve günahları sebebiyle geldiğini iddiâ ederek uzun müddet inzivâya çekilmiş ve Konya halkını bu büyük felâketten kurtulması için duâ etmiştir.1581

Yalnızca hastalık zamânlarında değil, siyâsî buhranların yaşandığı zamânlarda da Mevlânâ Dergâhı ve çelebilik makāmı bir ilticâgâh olmuştur. Nitekim, Osmanlı Devleti’ne uzun müddet sıkıntı yaşatan Celâlî İsyanları esnâsında, Pîr Hüseyin Çelebi ve II. Bostan Çelebi zamân-ı meşîhatlerinde, halkın çelebilik makāmını mânevî bir ilticâgâh kabul ettikleri rivâyet edilmektedir. Konya halkını mevcûdiyetiyle rahatsız eden Abaza Hasan Paşa’nın da Pîr Hüseyin Çelebi’nin nasîhatleri netîcesinde Konya’yı terkettiği de rivâyet edilmektedir.1582

Konya Mevlânâ Dergâhı kadar çelebilerin hâneleri de halkın teveccüh gösterdiği mekânlardan olmuş ve çelebilerin cömertliği ile bu hâneler Halil İbrâhim Peygamber’in hânesine benzetilmiştir. Ayrıca çelebilerin Lokman Peygamber gibi hastalara şifâ dağıttığı, maddî-mânevî ihtiyaç sâhiplerinin ihtiyaçlarını gidermek için çabaladıkları de Sefîne’de rivâyet edilmektedir.1583 Çelebiler arasında sehâvetiyle meşhur olmuş Cemâleddin Çelebi’nin zaman zaman şahsî eşyâlarını dahi, ihtiyaç içerisinde olmasına rağmen, Hz. Ali’nin nasîhati çerçevesinde tasadduk ettiği ve tasaddukta son derece acele ettiği rivâyet edilmektedir.1584

Çelebiler yalnızca müddet-i hayâtlarında değil, vefâtlarının akabinde de halk tarafından îtibâr görmüştür. Birçok çelebi efendinin kabri bilhassa bâzı hastalığın dermânı için ziyâretgâh olmuştur. Meselâ, II. Emir Âlim Çelebi’nin kabri akıl hastalıklarının tedâvisinde bir ilticâgâh olmuştur.1585

Ebûbekir Çelebi’nin azledilmesinin ardından, pâdişah fermânıyla postnişîn tâyin edilen Karahisar çelebilerinden III. Muhammed Ârif Çelebi, henüz Karahisar Mevlevîhânesi postnişîni iken, Kadızâde Mehmed Efendi’nin teşvîkiyle Karahisar halkı III. Muhammed Ârif Çelebi’yi mahkemeye şikâyet etmişler ve kendisine mühim bir meblağ borç isnâd etmişler. III. Muhammed Ârif Çelebi ise kendisine isnâd edilen borcu, inkâr ederek karşı tarafı zor durumda bırakmamak ve Hz. Mevlânâ’ya hürmetsizlik etmemek için ödemiştir. Bu hâdiseden haberdâr olan IV. Murâd, Çelebi’ye iftirâ edenlerin cezâlandırılmalarını emretmiş, ancak III. Muhammed Ârif Çelebi bu kimselerin affını pâdişahdan talep etmiştir.1586

III. Muhammed Ârif Çelebi, Karahisar Mevlevîhânesi vakıf köylerinden birini ziyâret esnâsındayken, merdiven vâsıtasıyla yüksek bir yere çıktığında, köylüler latîfe etmek maksadıyla merdiveni kaldırmışlar ve nasıl ki himmet etmek için adak alınıyorsa, merdivenin geri gelmesi için de Çelebi’nin ihsân etmesi gerektiğini söylemişler. Bu latîfeyi olgunlukla karşılayan III. Muhammed Ârif Çelebi, üç avuç para saçarak ihsânda bulunmuş.1587

Mehmed Saîd Hemdem Çelebi’nin oğlu olan Abdülvâhid Çelebi, Konya halkı tarafından çok sevilen bir çelebidir. İhtiyaç sâhibi âileleri ziyâret ederek ihtiyaçlarını karşılamasıyla meşhur olan Çelebi Efendi’nin vefâtı akabinde birçok hânenin aç kaldığı aktarılmaktadır.1588

b) Makam Çelebisi Olmayan Çelebiler:

Halk tarafından yalnızca Konya Mevlânâ Dergâhı ve makam çelebileri değil; Anadolu’daki diğer mevlevîhâneler ve şeyhleri teveccüh görmüşlerdir. Bunlar arasında Karahisar çelebilerinden Dîvânî Mehmed Çelebi de zikredilebilir. Mehmed Çelebi’nin zamân-ı   meşîhatinde,   birçok   vesîlelerle   halk   Karahisar   Mevlevîhânesi’ne   mürâacaat   etmekteymiş. Mürâcaatta bulunanlar ise, umduklarına nâil olarak Mehmed Çelebi’nin huzûrundan ayrılmaktalarmış.1589

Anadolu’daki mevlevîhâneler, çeşitli vesîlelerle, mevlevî olsun-olmasın bulundukları merkezin halkı tarafından teveccüh görmüş ve sıkıntılı zamanlarda ilticâgâh kabul edilmiştir. Buna misâl olarak Karahisar çelebilerinden Küçük Muhammed Çelebi’nin zamân-ı meşîhatini verebiliriz. Nitekim, Celâlî İsyanları esnâsında Karahisar Mevlevîhâne si, Karahisar halkı tarafından sığınılacak yegâne mekân, Küçük Muhammed Çelebi ise güvenilecek yegâne isim kabul edilmiştir.15120

Ayrıca, Küçük Muhammed Çelebi’nin, Mevlânâ âilesi mensuplarının bâzılarında bulunan bir güce sâhip olduğu ve altı çeşit hastalıkla berâber, sar’a ve hummâ gibi hastalıkları iyileştiren şifâlı bir nefesle hastalara şifâ verdiği, şeyhliği müddetince zâhir ve bâtın hastalıklarıyla dertli olanların huzûrunda mahşerî bir kalabalık oluşturduğu rivâyet edilmektedir. Küçük Muhammed Çelebi’nin hastaları iyileştirirken ایتها العلة انصرفىو ایتها الجوارحا
سكني وتمكني [Ey hastalık! Gidin! Ey yaralar! Temekkün sâhibi olun ve beni güçlendirin!] diye duâ ettiği rivâyet edilir. Kendisine, bu duânın sırrı sorulduğunda ise Küçük Muhammed Çelebi’nin; “Dışarıdan bakanlar için hastayı sâkinleştirmek için اسكني ifâdesi yeterli görülmektedir. Ancak, hastayı sâkinleştirmeye yardımcı olur. Oysa تمكني ifâdesi hastanın kaybettiği kuvvetini ve özelliklerini geri kazanmasını sağlayan bir ifâdedir ” ifâdeleriyle duâsının sırrını açıklamıştır. 1591

Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi şeyhi Celâleddin Ergūn Çelebi, Konya’dan Kütahya’ya, Kütahya Mevlevîhânesi’ni tesis etmek üzere yola çıktığında, Şems Zâviyesi’ni ziyâret etmiş ve bu ziyâret esnâsından kendisine Şemsî bir külâh hediye edilmiştir. Bu külahın Celâleddin Ergūn Çelebi’nin vefâtıyla âlem-i gayba çekildiği rivâyet edilmektedir. Ancak sandukası üzerinde, bu külahı temsîlen bir külah bulunmakta ve baş ağrısından muzdarib olanlar bu külahı başlarına koyduklarında bu dertlerinden halâs bulmuşlardır.1592

Celâleddin Ergūn Çelebi zamân-ı meşîhatinde, yalnızca Anadolu ve Kütahya halkı değil,    Timur    istilâsından    kaçarak    Anadolu’ya    sığınanlar    da    Kütahya    Ergūniye Mevlevîhânesi’ni ilticâgâh kabul etmişler ve Celâleddin Ergūn Çelebi de bir mürîdini yalnızca mevlevîhâneye ilticâ edenlere hizmet etmekle vazîfelendirmiştir.1593

Kütahya çelebilerinden bilinen bir hanım çelebi olan Âbide Veliyye’nin kabri özellikle Kütahyalı hanımlar tarafından hürmet edilen ve ziyâret edilen bir makam olmuştur.1594

Çelebiler arasında halkın şifâ bulmak için mürâcâat ettiği bir diğer isim de Kütahya çelebilerinden, Mustafa Sâkıb Dede’nin kayınvâlidesi Hacı Fâtıma Hanım’dır. Hacı Fâtıma Hanım’a halk birçok defâ şifâ niyâzıyla mürâcaatta bulunmuştur. Son olarak da Kütahya’da vukū bulan bir vebâ salgınında Hacı Fâtıma Hanım’a mürâcaat etmişler. Ancak bu mülâkāt esnâsında Hacı Fâtıma Hanım, kendi vefâtının da bu hastalık eliyle olacağını îmâ ederek, kendisinin af ve mağfiretine duâ istemiştir.1595

Benzer bir hâdise, Konya çelebilerinden Lütfullah Çelebi için de rivâyet edilir: Lütfullah Çelebi zamânında, Konya’da büyük bir tâun salgını başgösterdiği ve Lütfullah Çelebi’nin maddî-mânevî bütün gücüyle Konya halkının yardımına koştuğu; ancak nihâyetinde bu salgın esnâsında hastalanarak vefât ettiği rivâyet edilir.1596

Çelebilerin halk arasında en meşhur husûsiyetlerinden birisi de isâbetli rüyâ tâbirleridir. Sultan Veled’in zamân-ı meşîhatinden îtibâren 1597 çelebiler gerek çelebilerin gördükleri; gerekse halkın tâbirini niyâz ettikleri rüyâları isâbetle tâbir etmişlerdir. Küçük Muhammed Çelebi’nin kızı Güneş Hanım,isâbetli rüyâ tâbirleriyle anılan bir çelebidir. Güneş Hanım’ın rüyâ tâbirleri konusundaki isâbetli görüşleri hakkında şöyle bir hâdise rivâyet edilmektedir: Mevlevî muhiblerinden, annesi babası hayatta olan bir hanım, bir gün Güneş Hanım’a rüyâsında, babalarının cebinden bir güneşin doğarak annelerinin cebine girdiğini gördüğünü ileterek, rüyânın tâbirini niyaz etmiş. Güneş Hanım da, rüyâ sâhibi hanımın “Şâh Hâver” adında bir kız çocuğu dünyâya getireceğini müjdelemiş. Ayrıca bu rüyânın o bebeğin hayâtına, ancak kendisinin ölümüne işâret ettiğini etrâfındakilere bildirerek; “Şimdiki hâlde pederimiz   felek   ve   annemiz   zemîndir.   Doğmak   ve   ölmek   muhakkaktır”    diyerek,    elindeki    bütün    mal varlığını başta rüyâ sâhibi hanım olmak üzere ihtiyaç sâhiplerine ve etrâfındakilere dağıtmış; bütün vazîfelerini devrettikten sonra vefat etmiştir.1598

Hanım çelebilerden Kâmile Hanım’ın zikredilen husûsiyetlerinden biri “ilm-i kıyâfet” mevzûunda isâbetli görüşlerinin olmasıdır ki Sefîne’de şöyle bir vak’a rivâyet edilir: Kâmile Hanım’ın kızı Hacı Fâtıma Hanım, satın almış olduğu bir câriyeyi annesinin hânesine el öpmek için göndermiştir. Kâmile Hanım, kızın kıyâfetine bakarak“Üzerinde ölüm nişanı var” buyurmuş ve esâsen de câriye üç günün sonunda vefat etmiştir.1599

6) Çelebilerin Biribirleriyle Münâsebetleri

Hz. Mevlânâ âilesinin çeşitli kesimlerle olduğu gibi biribirleriyle de çeşitli vesîlelerle münâsebetleri olmuş; bize ulaşan kaynaklarda zikredilen bu münâsebetler, bâzen samîmî seyrederken zaman zaman da gerginliklere ve kırgınlıklara sebebiyet vermiştir.

Meselâ, Ferruh Çelebi’nin eşrâf evlerine sık sık misâfir olması, Konya’nın ileri gelenleriyle samimî münâsebeti, bu durumu hazmedemeyen basit tabîatlı kimseler tarafından dedikodu malzemesi yapılmış; Ferruh Çelebi hafiflik ve kibirlilikle suçlanmıştır. Bu söylentiler de çelebiler arasındaki ilk ihtilâfın baş göstermesine sebep olmuştur. Bu dedikodular karşısında ise Ferruh Çelebi; “Velînin zamânını tanıması ve gereklerini kabul etmesi gerekir” kelâmı gereğince tavır sergileyerek; “Bizim zamânımız, hevâ illetlerinin olduğu bir zamândır ve biz Allâh’ın tabibleriyiz. O hâlde Hakîm ve Kerîm olan Allâh’ın emrinin gereğinin yapılması için onların başucuna gitmekten başka bir çâre yoktur” buyurmuştur. Zaman içerisinde de Ferruh Çelebi’nin postnişînliğinde ve Hz. Mevlânâ’nın mânevî otoritesi altında huzûr buldukça, bu söylentileri çıkaranlar pişman olmuşlardır. Ancak bu dedikodular esnâsında, Ferruh Çelebi aleyhinde İstanbul’a şikâyetnâmeler gönderen çelebiler sebebiyle Ferruh Çelebi, vazîfesinden azledilerek İstanbul’a sürgüne gönderilmiştir.1600

Ferruh Çelebi’nin oğullarından Ebûbekir Çelebi de babası gibi İstanbul’a sürgüne gönderilmiştir. Ebûbekir Çelebi’nin sürgün edilmesiyle boş kalan çelebilik makāmı için Konya’daki bâzı çelebilere teklifte bulunulmuş; ancak çelebiler, Ebûbekir Çelebi’nin çelebilik makāmı    için    en    münâsib    kimse olduğunu ve dünyâ saltanatının pâdişahının Ebûbekir Çelebi’yi azletmesiyle Ebûbekir Çelebi’nin mâzul olmadığını söyleyerek bu teklifi reddetmişlerdir.1601

Ebûbekir Çelebi’nin yerine, padişahın emriyle Karahisar Mevlevîhânesi postnişîni III. Muhammed Ârif Çelebi tâyin edilmiştir. Ebûbekir Çelebi’nin yerine ve pâdişah irâdesiyle gelmiş olması, çelebiler arasında III. Muhammed Ârif Çelebi’ye karşı bir mesâfeye sebebiyet vermiştir. Bu vaziyetten çok etkilenen III. Muhammed Ârif Çelebi’nin ise, 4-5 sene vazîfe yaptıktan sonra, üzüntüsünden Ebûbekir Çelebi’nin sağlığında vefât ettiği rivâyet edilmektedir.1602

III. Muhammed Ârif Çelebi’den sonra, çelebiler kendi aralarında Pîr Hüseyin Çelebi’nin postnişînlik için en münâsip kişi olduğuna karar vererek oybirliği ile Pîr Hüseyin Çelebi’yi postnişîn seçmişlerdir. Bununla birlikte, Pîr Hüseyin Çelebi’nin zamân-ı meşîhatinde, Derviş Çelebi isminde bir kimse de Pîr Hüseyin Çelebi’nin yerine makāma geçirilmek istenmiştir. Derviş Çelebi’yi makāma geçirmek isteyenler, İstanbul’a giderek bu arzularını pâdişaha iletmişler. Mevleviyânın bu isteği geri çevrilmekle berâber, Derviş Çelebi Galata Mevlevîhânesi postnişînliğine tâyin edilerek gönlü alınmaya çalışılmış. Sefîne’de, İstanbul’a giden Derviş Çelebi taraftarlarının hiçbirinin Konya’ya dönemeyerek, İstanbul’da perîşân olup ortadan kayboldukları rivâyet edilmektedir. Derviş Çelebi’nin de, Konya’ya avdet edemeyerek İstanbul’da kaldığı, uzun bir müddet mahrûmiyet ve sefâlet içerisinde bulunduktan sonra Hz. Mevlânâ evlâdı olmasına hürmeten ve hatâsını îtirâf etmesine binâen kendisine Galata Mevlevîhânesi postnişînliği verildiği rivâyet edilmektedir. Mustafa Sâkıb Dede’ye göre Derviş Çelebi, Galata Mevlevîhânesi postnişînliği ile de kanâat etmemiş, zamânın pâdişahı IV. Mehmed’in gözüne girip, kadîm merâmına nâil olmaka hevesiyle IV. Mehmed’in Kamaniçe Seferi’ne katılmış, ancak Hacıoğlu denilen yerde vefat ederek oraya defnedilmiştir.1603 Mustafa Sâkıb Dede, eğer Derviş Çelebi’nin isminden mülhem olarak “dervişlik” ve “çelebilik” edip, Hz. Mevlânâ’nın eteğinden ayrılmaması durumunda çelebiler beyninde hürmete şâyân bir zât olabileceğini de beyân etmektedir.   1604

Pîr Hüseyin Çelebi zamân-ı meşîhatinde, Hüseyin Çelebi pâdişah İbrâhim’in şifâ bulması ümîdiyle arakiyye tekbirlemek için gerçekleştirdiği İstanbul seyâhatinden avdetinde, güzergâh üzerindeki mevlevîhâneleri (Bursa-Kütahya-Karahisar), mevlevî kabirlerini ve çelebileri ziyâret etmişler ve yardıma muhtaç olanların ihtiyaçlarını karşılamışlardır.1605

Ancak çelebiler arasındaki bu münâsebetlerin belki de en üzücü olanı, II. Ebûbekir Çelebi’nin vefâtının ardından cereyân etmiştir. II. Ebûbekir Çelebi’nin iki evlâdı kendisinden önce vefât etmiştir. II. Ebûbekir Çelebi’nin vârisleri ise, Çelebi’ye ve Dergâh’a âid çok değerli kitapları satmak için İstanbul’a getirmişlerdir. Bu kıymetli eserlerin arasında, Hz. Mevlânâ, Çelebi Hüsâmeddin, Sultan Veled hattıyla Mesnevî, Rubâiyyât ve Dîvânların; Ulu Ârif Çelebi zamânına âid menâkıblar ve târihlerin; I. Bostan Çelebi zamânına kadar olan çelebilerin kendi hatlarıyla kaleme aldıkları târihler ve mecmûâların bulunduğuna bizzât şâhit olduğunu Sahîh Ahmed Dede eseri Mecmûatü’t-Tevârîhi’l-Mevleviyye’de nakletmektedir.1606 Bu üzücü hâdisenin ardından, Mehmed Saîd Hemdem Çelebi’nin zamân-ı meşîhatinde, bir kütüphâne ihdâs edilmiştir. Hemdem Çelebi, öncelikle dağılan ve çelebiler evlerinde mevcut kitapları bir araya toplatmış, bir dervişi de “hâfız-ı kütüb” tâyin etmiş, kitapları kayıt ve Hemdem Çelebi’nin adını taşıyan bir mühürle tescil ettirmiştir.1607

Abdülhalim  Çelebi,  makāma  geçtikten  üç  sene  sonra  çeşitli  sebeplerle  azledilmiştir. Bu sebepler arasında şunlar zikredilebilir: Abdülhalim Çelebi’nin torunu Celâleddin Çelebi, bu durumu “İttihatçı baskısı” ile îzâh ederken, Gölpınarlı “husûsî hayâtı tezvîrlere yol açtığından” azledildiği görüşündedir. Veled Çelebi de hâtıralarında bu olayı “şer’-i şerîfe mugāyir” bâzı hareketleri sebebiyle, (pâdişahın rızâsı hilâfına harekette bulunduğu; dâvetsiz İstanbul’a geldiği; uzun zamânını İstanbul’da eğlence meclislerinde geçirdiği; kadınlarla münâsebeti olduğu gibi şikâyetler)

Konya Çelebileri’nin şikâyetleri üzerine çelebilik makāmından azledildiği ve yine Konya Çelebileri’nin isteği doğrultusunda ve Sultan Reşâd’ın hüsn-i şehâdetiyle Veled Çelebi’nin makam çelebisi olduğu şeklinde aktarmıştır. Abdülhalim Çelebi’nin azledilmesi konusundaki bir diğer siyâsî iddiâ ise, Çelebi’nin Hürriyet ve Îtilâf Fırkası’na yakın olmasıdır. İttihad ve Terakkî Fırkası’nın Türkçü-İslâmcı bakış açısına mukābil, Hürriyet ve Îtilâf Fırkası, tâvizsiz bir İslâmcılık görüşünü benimsemektedirler. Veled Çelebi de, Mevlevîlik içerisinde Türk Milliyetçiliğini temsil eden bir isim olması sebebiyle Abdülhalim Çelebi’nin ardından posta geçirilmiştir.1608

Azledilmesi sebebiyle, birçok makam ve mercie yazılı başvuruda bulunan Abdülhalim Çelebi, bu başvurularda en ziyâde Veled Çelebi’nin “inâs çelebiler”den oluşunu delil göstermiştir. Bu durum karşısında, Veled Çelebi hem anne hem de baba tarafından Mevlânâ soyuna mensup olduğunu gösteren bir şecere çıkarmıştır.1609

Veled Çelebi, yalnızca postnişîn olduğu zamânda değil, evvelinde de çelebiler arasında zuhûr eden birtakım tatsızlıklara şâhit olduğunu; hattâ çelebilerin bâzı tavırları sebebiyle mağdur olduğunu hâtırâtında kaydetmektedir. Meselâ, Veled Çelebi, Konya’da bir dönem baş gösteren kıtlık netîcesinde oluşturulan komisyona 600 kuruşla başkâtip olarak tâyin edildiğinden, bu maaşın da amcasının meclise verdiği bir teklif netîcesinde 200 kuruş azaltıldığından bahsetmektedir. Bu ve buna benzer durumların da ilerleyen zamanlarda Konya’dan ayrılmasına zemin hazırladığını belirtmektedir. Ayrıca, Veled Çelebi’nin amcazâdeleri olan kişiler arasında, zamanla Veled Çelebi’ye karşı belirgin bir düşmanlık; Veled     Çelebi     hakkında     dedikodu     dalgası     devâm     etmektedir.     Veled     Çelebi’ye     göre, çocukluklarından îtibâren bu kişilerin her yönden kendilerini Veled Çelebi’yle kıyaslamaları; Veled Çelebi’nin devlet kademelerinde yükselmesi; Konya’nın eşrâfı arasında mühim bir mevkî sâhibi olması; mahallî idârede hatırı sayılır bir yer elde etmesi; meselelere farklı bir bakış açısıyla bakabilmesi kendisine olan bu düşmanlığı besleyen sebepler olmuştur.1610

Konya’da bulunduğu zaman zarfında, dönemin makam çelebileri tarafından sık sık çeşitli vesîlelerle ihtâra mâruz kalan Veled Çelebi, Konya’dan gönlü kırık olarak ayrılmıştır.Meselâ,Mevlânâ Dergâhı postnişîni Mustafa Safvet Çelebi’nin, Veled Çelebi’yi “serbest” tavırları sebebiyle ihtarda bulunmuş; Abdülvâhid Çelebi ise Veled Çelebi’yi devlet erkânıyla görüşmekten men etmek istemiştir. 1611 Ayrıca, Veled Çelebi, Mustafa Safvet Çelebi’nin yanında, dönemin Hâdim Müftüsü Numan Efendi’ye semâ’ aleyhinde bulunanlar hakkındaki fikrini sormuş; müftü ise Çelebi’nin araştırmacı tavrı karşısında son derece memnun kalmıştır. Kendisiyle daha sonra konuyla ilgili görüşeceğini vaad eden müftü ile zaman geçmesine rağmen Çelebi görüşememiştir. Aksine hakkında “Veled medresede dört ‘kāle-yekūlü’ demekle ceddinin tarîki aleyhinde fetvâlar neşrediyormuş” söylentileri dolaştığı; ve kendisinden “münkir softa” olarak bahsedildiği; Çelebi’nin hâtırâtında aktardığı bilgiler arasındadır.1612

Veled Çelebi’nin gönül kırıklığının uzun müddet devam ettiğini hâtıralarından anlıyoruz ki; II. Meşrûtiyet’in îlânından sonra, dönemin makam çelebisi Abdülhalim Çelebi’nin İstanbul’u ziyâreti ve bir müddet misâfirliği esnâsında, Veled Çelebi’nin kendisine refâkāt etmesini istemesi üzerine Veled Çelebi; “…Halim Çelebi İstanbul’da bulunduğu müddetçe beni gece-gündüz maaşsız kâtip, ünvânsız müsteşar yaptı. Çocuklarım Erenköyü’nde, ben Yenikapı Şeyhi’nin Topkapı   hâricindeki   bağında,   Çelebi’nin   selâmlığında,   irâdeye   müheyyâ.   Babamızdan   pişvâya   hizmeti   böyle gördük diye ne emrederlerse ‘Eyvallâh!’ dedik… ” 1613 cümleleriyle hislerini kaleme dökmüştür.

Veled Çelebi, hâtırâtında, Çelebi âilesinin zamanla “Evkāf-ı Celâliyye”den gelecek gelirin peşine düştüğünden; Veled Çelebi’nin köylerden gelen hâsılâtın çoğunu dergâha almak, dervişler için sarfetmek istemesi sebebiyle eleştirilere ve hücûma mâruz kaldığından; Sultan    Veled    Medresesi’ni    “ibtidâî”,    Karatay    Medresesi’ni    de    “tâlî”    mektep     yapmak projelerine çelebilerin destek vermeyerek, en başta çelebi âilesinin çocuklarının mekteplere devamını sağlayamayıp, hepsinin kahvehâne köşelerinde vakit geçirdiğinden bahsetmiştir. Ayrıca “Hasan Efendi Bahçesi” olarak anılan mekânı mevlevîler için bir hastane-huzur evi olarak istihdam etmesi fikrine sıcak bakmadıklarından duyduğu üzüntüyü dekaydetmiştir.1614

Veled Çelebi, âilesinin ısrarı netîcesinde memûriyete başladığında, Çelebi Efendi’nin muvâfakatıyla,mevlevî kisvesini çıkarıp, resmî elbiselerini giydiğinde özellikle amcazâdeleri tarafından   tahkîr   ve  istihzâya   mâruz   kalması   sonunda   bu   konudaki   görüşlerini   şöyle   ifâde etmiştir: “Efendim her kavmin bir elbisesi var. Biz çelebiyânın giydiği elbise nedir? Tarîkat-ı aliyyemizin resmi elifî nemed, tennûre, destegül, hırka mıdır? Belki zamân-ı kadîmde aynen Konyalılar’ın umûmen giydikleri elbisedir… Ne biz Konyalı elbisesi giymekle çelebilikten çıkarız, ne de Azerbaycan ve Tebriz ciheti ahâlisi, el-yevm mevlevî gibi külâh giymekle Mevlevî olurlar. Herkes, kendi kavminin elbisesiyle edâ-yı fâriza-idîn eylemektedir… ” 1615

7) Hanım Çelebiler

Sefîne, mevlevî târihleri arasında hanım çelebilere yer vermesi açısından mühim bir yer tutmaktadır. Sefîne’de, Karahisar çelebilerinden ve Kütahya çelebilerinden hanımlara yer verilmiştir. Bu isimler, müellifimiz Mustafa Sâkıb Dede’ye yakınlık derecelerine göre belirlenmiştir diye düşünmekteyiz. Sefîne’de yer alan hanım çelebiler; Şâh Mehmed Çelebi’nin kızı Destinâ Hanım; Destinâ Hanım’ın yeğeni ve Küçük Muhammed Çelebi’nin kızı olan Güneş Hanım; Şâh Mehmed Çelebi’nin kardeşi, Karahisar Mevlevîhânesi postnişîni ve bir müddet makam çelebisi olarak vazîfe yapmış III. Muhammed Ârif Çelebi’nin kızı Kâmile Hanım ve Kâmile Hanım’ın kızı, Mustafa Sâkıb Dede’nin kayınvâlidesi Hacı Fâtıma Hanım’dır.

Bu isimlerden, Destinâ Hanım, babasının vasiyetine binâen, kardeşi Küçük Muhammed Çelebi’ye vekâleten Karahisar Mevlevîhânesi postnişînliğini yürütmüştür. 1616 Ancak âbide ve zâhide bir hanım olan Destinâ Hanım, Karahisar Mevlevîhânesi’nde hanımlar için tahsis edilmiş kısımda evrâd ve     ezkâr ile meşgul olduğundan, babasının münâsib gördüğü bir kimseyi mesnevîhân, diğer bir kimseyi de ser-halka seçmiş ve Destînâ Hanım da mevlevîhânenin idârî işleri için bu kimselerle görüşmüş ve mevlevîhânenin idâresini bu şekilde devâm ettirmiştir.1617

Destinâ Hanım’ın yeğeni olan Güneş Hanım’ın postnişîn olarak vazîfe yaptığını bilmemekteyiz. Ancak kendisinin vakıf mütevellîsi olduğu bilinmektedir.1618

Sefîne’de zikredilen bir diğer hanım çelebi III. Muhammed Ârif Çelebi’nin kızı Kâmile Hanım’dır. Kâmile Hanım’ın babası III. Muhammed Ârif Çelebi henüz 8 yaşında babası Mehmed Veled Çelebi’yi (ö. 1015 h./1606 m.) târihinde kaybettiğinden, amcası ve bilhassa amcasının kızı Destinâ Hanım’ın taht-ı terbiyesinde yetişmiştir. III. Muhammed Ârif Çelebi’nin kızı Kâmile Hanım da Kütahya eşrâfından Mustafa Ağa isminde bir kimseyle evlenerek Kütahya’ya gitmiştir. Kâmile Hanım Kütahya’ya gittiği zaman, Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi’nde 170 senelik bir fetret dönemi hüküm sürmekteydi. Kâmile Hanım, Kütahya’ya yerleşmesinin akabinde mevlevîhâneyi ihyâ etmek için gayret sarfetmiştir. Nitekim, Kâmile Hanım’ın yüzünde bir peçe bulunmak sûretiyle Mesnevî dersleri verdiği; mevlevîhânenin işlerini idâre ettiği ve dervişâna hizmet ettiği kaynaklarda zikredilmektedir. Evlâtlarını da mevlevî terbiyesi üzere yetiştiren Kâmile Hanım’ın oğlu Hüseyin Çelebi, Kâmile Hanım’ın mevlevîhâneyi ihyâ etmesinden sonra Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi postnişîni olmuştur. 1619

Hüseyin Çelebi’nin kızkardeşi, Kâmile Hanım’ın da kızı olan ve Sefîne’de zikredilen son hanım çelebi Hacı Fâtıma Hanım Sefîne müellifi Mustafa Sâkıb Dede’nin kayınvâlidesidir. Çocuğu olmayan Hacı Fâtıma Hanım, kardeşinin kızı Havvâ Hanım’ı evlât edinmiş ve Mustafa Sâkıb Dede ile evlendirmiştir. Mustafa Sâkıb Dede, Sefîne’de, kendini, Kütahya’ya geldiği dönemde kimsesiz ve perîşan olarak tanıtırken, Hacı Fâtıma Hanım’ın himmetiyle, kol-kanat germesiyle toparlanarak büyük bir devlet sâhibi olduğunu, birlikte bulundukları 23 sene içerisinde de Hacı Fâtıma Hanım’ın maddî-mânevî desteğinin üzerlerinden hiç eksiltmediğini anlatmaktadır. Hacı Fâtıma Hanım’ın yüklüce bir servet sâhibi olduğunu ve mîrâsını, evlâtlığı ve yeğeni olan Havvâ Hanım’a bırakarak refah içinde yaşayıp, hizmet etmelerini sağladığını da eklemekte, görmüş olduğu bu muâmeleden ötürü Hacı Fâtıma Hanım’a minnetdar olduğunu saklamamaktadır. Bu minnetdarlığı ifâde etmek için de Sefîne’de Hacı Fâtıma Hanım’ın birçok menâkıbına yer vermiştir.1620

Mustafa Sâkıb Dede’nin oğullarından olan Muhammed Muhlis Çelebi’nin (ö. 1124 h./1712 m.) doğumundan önce doğum ve bebek için gerekli olan bütün ihtiyaçların Hacı Fâtıma Hanım tarafından hazırlanması ve bebeğin doğumundan önce “Şeyhimiz Muhammed’in bütün hizmeti halasının uhdesindedir” buyurarak doğumundan önce bebeğin ismini, cinsiyetini ve “şeyh” olarak sıfatlandırarak tarîkat içerisindeki konumunu vurgulaması, Hacı Fâtıma Hanım’ın Mustafa Sâkıb Dede Âilesi ile olan maddî-mânevî ilişkilerini tasvir etmek için yeterlidir. Bu himâye netîcesinde, Muhammed Muhlis Çelebi, 17 yaşındayken “hâiz-i ulûm-ı akliyye ve nakliyye”  ile  münevver  ve  Mevlevîlik   içerisinde  akranlarının  üzerinde  olgunluğa  sâhip  bir derviş olmuştur.1621

Bunun hâricinde, Hacı Fâtıma Hanım’ın bütün vaktini mevlevîhâneye ve dervişâna hasrettiği ve zengin bir kütüphâneye sâhip olduğu rivâyet edilmektedir. Bu kütüphâne daha sonra Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi’ne vakfedilmiştir.1622

SONUÇ

Mevlevîlik; Hz. Mevlânâ’nın fikirleri doğrultusunda, talebesi Hüsâmeddin Çelebi, oğlu Sultan Veled ve daha sonra postnişîn olan çelebiler tarafından sistemleştirilerek intişâr ettirilmiş bir tarîktir. Mevlevîliğin âdâb ve erkânı da yine Hz. Mevlânâ’nın müddet-i hayâtında ortaya koyduğu temâyüller ve eserler ışığında sistemleştirilmiştir. Mevlevîliğin merkezi Konya Mevlânâ Dergâhı olmuş; burada bulunan çelebi efendi de Mevlevîliği temsil eden, Dergâh’ın ve mevlevîhânelerin idârî, iktisâdî bütün hizmetlerini tek elde toplayan kimse olmuştur.

Hz. Mevlânâ’ya halkın ve devletin gösterdiği teveccühler sebebiyle, Sultan Veled zamân-ı meşîhatinden îtibâren, Mevlevîlik adına büyük vakıflar tahsis edilmiştir. Ayrıca, çelebilerin hükümdârlar ve devlet erkânı ile samîmî münâsebetleri de Anadolu başta olmak üzere çok geniş bir coğrafyada Mevlevîliğin intişârını sağlamıştır. Bu münâsebetler sâyesinde birçok mevlevîhâne tesis edilmiş ve iktisâdî olarak desteklenmiştir.

Hz. Mevlânâ evlâdı olan çelebiler de, asırlar müddetince Mevlevîliğe hizmet etmişler, mevlevî büyüklerinin mânevî mîrâsına sâhip çıkmışlardır.

Çelebilik makāmı, Sultan Veled ile tesis edilmiş, Konya Mevlânâ Dergâhı postnişînliği başlangıçta en büyük erkek evlâda geçmiş ve böylece Mevlevîliğin merkezi olan Konya Mevlânâ Dergâhı’nda muhtemel bir post kavgasının önüne geçilmiştir. Tasavvuf târihinde, hiçbir tarîkatte böyle uzun soluklu bir devir-teslimden bahsetmek mümkün değildir. Zaman içerisinde en büyük erkek evlât kāidesinden ziyâde en münâsip aday postnişîn olmuştur.

Genel  olarak  herhangi  bir  mesele  yaşanmaksızın  postnişîn  tâyin  ediliyorken,  zaman zaman sıkıntılar da yaşanmıştır. Postnişîn tâyini genellikle mevcut postnişînin vefâtından önce en    münâsip    çelebiyi    işâret    etmesiyle    gerçekleşmiştir.    Ancak    belli    dönemlerde    iktidar, postnişîn   tâyinlerine   müdahil   olmuştur.   Ferruh   Çelebi   (ö.  1010  h./1601  m.)   zamân-ı   meşîhati, devletin    Konya    Mevlânâ    Dergâhı’na    ilk    kez    müdâhele    ettiği    zamandır.    Ferruh    Çelebi, vazîfesinden azledilerek İstanbul’a sürgüne gönderilmiştir. Ferruh Çelebi’den sonra evlâtları I.  Bostan Çelebi  (ö. 1040 h./1630 m.)  ve Ebûbekir  Çelebi  (ö. 1052 h./1642 m.) postnişîn  olmuşlar; Ebûbekir Çelebi’nin de vazîfesinden azledilmesinden sonra yerine Karahisar Mevlevîhânesi postnişîni  III.  Muhammed  Ârif  Çelebi  (ö. 1052 h./1642 m.)  pâdişah  fermânıyla  postnişîn  tâyin edilmiştir. III. Muhammed Ârif Çelebi’nin vefâtıyla boşalan post makāmı için çelebiler kendi aralarında postnişîn olmasını istedikleri çelebiyi belirlemişlerdir. Nitekim, Pîr Hüseyin Çelebi (ö. 1077 h./1666) , III. Muhammed Ârif Çelebi’den sonra bu şekilde postnişîn seçilmiştir.

Devletin Konya Mevlânâ Dergâhı’na müdâhele etmesinin akabinde, zaman zaman makam çelebilerinden azledilenler, sürgüne gönderilenler de olmuştur. Ferruh Çelebi’nin sürgün edilmesiyle başlayan bu müdâhele Ferruh Çelebi’nin oğlu Ebûbekir Çelebi’nin azledilmesiyle devâm etmiştir. II. Hacı Bostan Çelebi (ö. 1117 h./1705 m.) de zamân-ı meşîhatinde cereyân eden bâzı hâdiseler sebebiyle sürgüne gönderilmiş; daha sonra verilen karârın haksızlığını fark eden pâdişah tarafından sürgün cezâsı zorunlu hac seyâhatine tebdil edilmiştir. Son makam çelebisi Abdülhalim Çelebi (ö. 1343 h./1925 m.) de siyâsî sebeplerle vazîfesinden iki kez azledilmiştir. II. Ebûbekir Çelebi’nin (ö. 1198 h./1785 m.) vefâtının ardından, evlâdı olmaması sebebiyle çelebiler âilesinden kırk civârında mürâcaat olmuş ve “huzur mürâfaası” adı verilen bir toplantıda vazîfe için başvuran çelebiler çeşitli husûsiyetleriyle değerlendirilmiş ve en münâsip adayın Hacı Mehmed Çelebi (ö. 1230 h./1815 m.) olduğu netîcesine ulaşılmıştır.

Makam çelebisi olan çelebiler, vazîfede bulundukları zaman zarfında bütün gayretleriyle Mevlevîliğe hizmet etmişlerdir. Sultan Veled’den Abdülhalim Çelebi’ye, Veled Çelebi’ye (ö. 1372 h./1952 m.) kadar bütün çelebiler Mesnevî takrîrlerine ehemmiyet vermiş; yeni mevlevîhânelerin tesîsine, yeni mevlevîhânelere en münâsip şeyhlerin postnişîn olmasına ve Mevlevîliğin geniş coğrafyalara ulaşabilmesine çalışmışlardır.

Mevlevîlik, ne kadar geniş coğrafyaya yayılmışsa o kadar çok kimsenin teveccühünü kazanmıştır. Ulu Ârif Çelebi (ö. 719 h./1320 m.) zamân-ı meşîhatinde teşkilatlanmasını büyük ölçüde tamamlamış olan Mevlevîlik; âdâb ve erkânını da Pîr Âdil Çelebi (ö. 865 h./1460 m.) zamân-ı meşîhatinde tamamlamıştır. Mevlevî mukābelesine nihâî şeklini veren Pîr Âdil Çelebi’dir. Bilhassa I. Bostan Çelebi (ö. 1040 h./1630 m.) zamân-ı meşîhatinde de, birçok mevlevîhâne tesis edilmiş ve postnişîn tâyin edilmiştir.

Çelebiler sâdece tarîk olarak Mevlevîliğe hizmet etmekle yetinmemiş; bu tarîkin mensûbu olanlara da hizmet etmiştir. Nitekim, Konya’da evlâd-ı Mevlânâ’nın devâm ettiği iki özel okul bulunmaktadır.

Ayrıca Mevlevîlik, bünyesinde mevlevîlerin ihtiyaçlarının temîni için birçok vakıf barındıran   bir   tarîkattir.   Bu   vakıflar   zaman   zaman   mesele   teşkil   etmişse   de,   çelebiler   bu evkāfın tasarrufunda son derece titiz davranmıştır. Bilhassa Kütahya Mevlevîhânesi postnişîni Celâleddin Ergūn Çelebi (ö. 775 h./1373 m.) bu husûstaki hassâsiyeti ile bilinmektedir.

Makam çelebileri çeşitli vesîlelerle pâdişahlar, devlet adamları, ulemâ, meşâyıh ve halk ile de temaslarda bulunmuşlardır.

Birçok devletten daha eski ve köklü bir müessese olan Konya Mevlânâ Dergâhı’nın ehemmiyetini idrâk eden pâdişah ve devlet adamları, buradaki çelebilere, dervişlere hürmet etmişler ve devlet adamlarının dünyâ saltanatındaki muvaffakiyetleri de bu hürmetle irtibatlandırılmıştır. Aynı şekilde Mevlevîliğe, çelebilere ve dervişâna muhâlif tavır takınanlar da olmuş; onların yaşadıkları yenilgiler de çelebilere ve mevlevîlere karşı olan tutumlarıyla irtibâtlandırılmıştır.

Bu münâsebetlerde zaman zaman yanlış anlaşılmalar olmuşsa da genel olarak devlet erkânının çelebilere hürmet ettiğini söyleyebiliriz. Birçok devletten eski ve köklü olması da, hükümdârların nezdinde mevlevîlerin bir tehlike olarak addedilmesine sebep olmuştur. Bu sebeple Konya Mevlânâ Dergâhı’nın ve mevleviyânın kontrol altında tutulduğunu söyleyebiliriz. Bu kontrol de genel olarak mevlevîleri taltif etmek sûretiyle gerçekleşmiştir.

Geniş bir coğrafyaya yayılan Mevlevîlik, Dîvânî Mehmed Çelebi (ö. 936 h./1530 m.) vâsıtasıyla İstanbul’a da ulaşmıştır. Mevlevîliğin merkezi Konya’dan uzak bir merkez olan İstanbul’da devlet erkânına daha yakın olan mevlevîler, İstanbul-Konya arasında çeşitli sebeplerle zaman zaman cereyân eden gerginlikleri gidermeye yardımcı olmuştur.

Çelebiler ise, devlet erkânı karşısında her zaman vakarlarını muhâfaza etmiş; devlet erkânı da çelebilere gerekli hürmeti göstermiştir. Nitekim, Cumhuriyet’in îlânından sonra, makam çelebisi Abdülhalim Çelebi Mustafa Kemal’in inkılâplarının destekçisi olmuş ve Millî Mücâdele’ye destek veren Veled Çelebi (İzbudak) ile ilk mecliste mebusluk vazîfesinde bulunmuşlardır.

Konya Mevlânâ Dergâhı ve mevlevîhâneler halkın her zaman teveccüh gösterdiği; sıkıntılı zamânlarda, çeşitli vesîlelerle başvurduğu, ilticâ ettiği mekânlar olmuştur. Devlet adamlarının mevlevîliğe ve çelebilere karşı olan tavırlarının dünyâ saltanatlarıyla irtibatladırılması gibi, halkın teveccüh ve hürmetsizliği de aynı şekilde irtibatladırılmıştır.

Çelebiler birbiri ile de çeşitli vesîlelerle temas hâlinde bulunmuştur. Bâzen çelebiler birbirlerinin evlâtlarının tahsîlini üstlenmiştir. Ancak özellikle son zamânlarda çelebiler arasında tam bir huzurdan bahsetmenin mümkün olmadığını çelebilerin kaleme aldıkları hâtırât ve husûsî belgeler ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, çelebiler, evlâd-ı Mevlânâ’ya yapılan bir haksızlık karşısında da yekvücûd olmuşlardır. Ebûbekir Çelebi’nin (ö. 1052 h./1642 m.) azledilmesiyle çelebiler arasında iktidâra karşı bir kırgınlık husûle gelmiştir. Ancak bu kırgınlık, pâdişâh fermânıyla tâyin edilen III. Muhammed Ârif Çelebi’ye (ö. 1052 h./1642 m.) de yansımıştır.

Çelebilerin hayâtına bakıldığında, bilhassa zâhidâne bir hayat husûsunda son derece titiz davrandıklarını görmekteyiz. Özellikler Mevlânâ Dergâhı’nın ve mevlevîhânelerin sâhip oldukları geniş imkânlar ve Evkāf-ı Celâliyye karşısında bu kadar müstağnî bir tavır sergilemek oldukça zor görünmektedir. Evkāf-ı Celâliyye sebebiyle çeşitli sıkıntılar da yaşanmıştır. Evkāf-ı Celâliyye genellikle devlet erkânı ile gerginliklere sebebiyet vermiştir.

Mevlevîlik’te en çok tartışılan mevzûlardan biri de hanım halîfe ve şeyhler mevzûudur. Mevlevîlik, belki de tasavvuf târihinde hiçbir tarîkin ehemmiyet vermediği kadar hanımlara ehemmiyet vermiştir. Hanımların tahsillerine erkeklerinki kadar ehemmiyet verilmiş ve hanım çelebiler de zamanlarının en iyi şartlarıyla eğitilmişlerdir. Ancak Mevlevîlik ile ilgili yapılmış çalışmaların birçoğunda, Sefîne’de bahsi geçen hanımlar, istisnâsız postnişîn olarak zikredilmekte ve bu da tartışmalara sebebiyet vermektedir. Ancak, Sefîne’de zikredilen hanımlardan sâdece Destînâ Hanım (ö. 1040 h./1630 m.), Karahisar Mevlevîhânesi’nde postnişîn olarak vazîfe yapmıştır. Diğer hanımlar, mevlevîhânelerin ihyâsında, idâresinde, mütevellîsinde vazîfe yapmış olmakla birlikte postnişîn olmamışlardır.

Çalışmamızda kısaca husûsiyetlerinden ve târihinden bahsettiğimiz Mevlevîlik hakkında birçok da eser kaleme alınmıştır. Bu eserlerden biri de, Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi postnişîni Mustafa Sâkıb Dede’nin kaleme aldığı üç ciltlik Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân eseri, birinci cildinde çelebilerin; ikinci cildinde çeşitli mevlevîhânelerde hizmet eden dedelerin; üçüncü cildinde de dervişânın tercüme-i hâllerini ihtivâ eden bir eserdir.

Çalışmamıza temel kaynak teşkil eden eserin çelebileri ihtivâ eden birinci cildi, yalnızca Konya çelebileri ve makam çelebilerine münhasır değildir. Konya’dan sonra Mevlevîliğin en mühim merkezleri olan Kütahya ve Karahisar mevlevîhânelerini tesîsi, dervişleri ve çelebileri hakkında teferruatlı mâlumât ihtivâ etmektedir ve Mevlevîliğe hizmet eden evlâd-ı Mevlânâ’yı tanımak için mühim bir kaynaktır. Ancak, Mevlevîlik târihi hakkında bilgi veren kaynakları birlikte değerlendirmek gerektiği gibi, bilhassa Mustafa Sâkıb Dede’nin Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân’ı ile Sahîh Ahmed Dede’nin Mecmûatü’t-Tevârîhi’l-Mevleviyye’sini birlikte değerlendirmek gerekir. Zirâ, bu iki eser, birbirini tamamlar mâhiyettedir. Mecmûatü’t-Tevârîhi’l-Mevleviyye, Hz. Peygamber zamânından başlamak sûretiyle hem İslâm târihi, hem de Mevlevîlik târihi açısından mühim bilgileri kronolojik olarak ve târihlerini belirtmek sûretiyle vermektedir. Ancak, Sefîne’de böyle bir tertipten bahsetmek mümkün değildir. Sefîne, Sâkıb Dede’nin ifâdesiyle Menâkıbu’l-Ârifîn’in bıraktığı yerden îtibâren mevlevî büyüklerinin hâllerini, menâkıbını ihtivâ eden bir eserdir. Dolayısıyla târih mâlumâtı yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla, Sefîne’yi Mecmûatü’t-Tevârîhi’l-Mevleviyye ile birlikte değerlendirmek ve Menâkıbu’l-Ârifîn, Sipehsâlâr gibi mevlevîlik târihi hakkındaki mühim kaynaklarla birleştirmek tam bir mevlevîlik târihi ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır. Esâsen bizim de çalışmamız esnâsındaki maksadımız bu minvâldedir. Sefîne de rivâyetlere yer vermesi, târihî mâlumat yoksunluğu sebebiyle çokça eleştirilmiştir. Bâzı eleştiriler haklı bulunmakla berâber, bu eksiklikler Sefîne’yi göz ardı etmeyi gerektirmemektedir. Nitekim, Mustafa Sâkıb Dede, eseri kaleme aldığı müddetçe Mevlevîlik içerisinde bulunmuş ve postnişîn olarak vazîfe yapmıştır. Ayrıca husûsî hayâtını göz önünde bulundurduğumuzda da Dede’nin Kütahya çelebilerinden Havvâ Hanım’la evlenmiş ve Kütahya’daki evlâd-ı Mevlânâ bu evlilikten meydana gelmiştir. Dolayısıyla, Mustafa Sâkıb Dede’nin çelebiler hakkında en tafsilâtlı mâlumatı verebileceği muhakkaktır. Evlâd-ı Mevlânâ’ya mensup kimseleri tesbit edebilmek için de Sefîne dikkatli incelenmesi gereken bir kaynaktır.

 


1477 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 208

1478 Ahmed    bin    Hanbel,    IV,    335;    Buhârî,    et-Târihu’l-Kebîr,    I,    81;    et-Târihu’s-Sağîr,    I,    341;    Taberânî,    el- Mu’cemu’l-Kebîr, II, 24

1479 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 143

1480  Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 275-278; Özcan, Abdülkadir, “Kılıç Alayı”, DİA, c. XXV, s. 408-410

1481 Top, a.g.e.,s. 236-237; Önder, Mevlânâ ve Mevlevîlik,s. 180

1482 İlgar,    Yusuf,    “Afyonkarahisar    Mevlevîhânesi”,    SÜTAD,    Konya,    1996,s.    107;    Özönder,    Hasan,    “Afyon Mevlevîhânesi, V. MMK, Konya, 1992, s. 97-98

1483 Önder, a.g.e.,s. 182-183; Özönder, Hasan, “Mevlânâ Türbe ve Külliyesinin Tâmir  ve İlâveler Kronolojisi”, SÜSAMSD, sy. 2, Konya, 1998, s. 17

1484 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 139; Esrâr Dede, a.g.e., s. 106-107

1485 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 138-139; 143

1486 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 132

1487 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 143

1488 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 259

1489 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 145-146; Esrâr Dede, a.g.e., s. 141-142; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 263

14120 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 145

1491 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 146

1492 Sahîh   Ahmed   Dede,   a.g.e.,   s.   276;   Önder,   Mevlânâ   ve   Mevlevîlik,   s.   187;   Özönder,   “Mevlânâ   Türbe   ve Külliyesinin Tâmir ve İlâveler Kronolojisi”, s. 19; resim: 12-13

1493 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 226; Esrâr Dede, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye, s. 410-412

1494 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 154-155; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 284

1495 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 154-155; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 285; Esrâr Dede, a.g.e., s. 412

1496 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 166-169

1497 Naîmâ, Târih, c. III, s. 338-340

1498 Top, a.g.e., s. 246-247; Önder, a.g.e., s. 51

1499 Sefîne’de     pâdişah     İbrâhim    için     tekbirlenen     arakiyenin,     cülûsu     esnâsında     tekbirlenen    arakiye     olduğu vurgulanmaktadır. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 176; Top, a.g.e., s. 248; Önder, a.g.e., s. 193)

1500 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 199; Çelebi, Asaf Hâlet, Mevlânâ ve Mevlevîlik, s. 111-112; Önder, a.g.e., s. 196-197

1501  Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 173-174; Küçük, Sezâi, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, s. 56

1502 Konya Şer’iyye Sicili 67, s. 19, 52;    Neumann, “XIX. Yüzyıla Girerken Konya Mevlânâ Âsitânesi ile Devlet Arasındaki İlişkiler”, s. 170-171, 173, 178-179; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 173-174

1503 Neumann, a.g.m., s. 173-174; Göyünç, Nejat, “Osmanlı Devleti’nde Mevlevîler”, Türk Tarih Kurumu Belleten, TTK Basımevi, Ankara, 1991, c. 55, s. 213; Küçük, Sezâi, a.g.e., s. 58, dpnt: 3

1504 İhtifalci Mehmed Ziyâ, Merâkiz-i Mühimme-i Mevleviyye’den Yenikapı Mevlevîhânesi, s. 75-76; Küçük, Sezâi, a.g.e., s. 65-66; Küçükdağ, Yusuf, “1251 h./1835 m. Târihli Mevlânâ Türbesi ve Çelebi Efendi Konağı Tâmir ve İnşâsı Defteri” SÜTAD, sy: 2, s. 183

1505 İnal, Son Asır Türk Şâirleri, s. 628

1506 İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 121

1507 Sultan Abdülhamid: Tahsin Paşa’nın Yıldız Hâtırâları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 19120, s. 92

1508  İhtifalci     Mehmed     Ziyâ,     Merâkiz-i     Mühimme-i     Mevleviyye’den     Yenikapı     Mevlevîhânesi,     s.     226-229; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 236, 239-240

1509 II.   Abdülhamid-Abdülhalim   Çelebi   beyninde   cereyân   eden   mesele   ve   mektubun   metni   için   bkz:   Atalay, “Abdülhalim Çelebi Efendi”, s. 145-148

1510 Telgraf metni ve ayrıntılı bilgi için bkz: Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 277; Atalay, a.g.m., s. 149

1511 Gölpınarlı,  Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik,  s.  275-278;  Özcan, Abdülkadir, “Kılıç  Alayı”,  DİA, c. XXV, s. 408-410

1512 Çelebi,   Celâleddin,   “Abdülhalim  Çelebi”,   DİA,   c.  I,   s.   212;  Gölpınarlı,   Mevlânâ’dan  Sonra   Mevlevîlik,  s. 177; İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 115-120; Atalay, “Abdülhalim Çelebi Efendi”, s. 155

1513 Mektubun metni için bkz: Atalay, a.g.m., s. 165

1514 Atalay, a.g.m., s. 170-174, 199

1515 Sayar, Ahmet Güner, “Hz. Mevlânâ Dergâhı Postnişîni Abdülhalim Çelebi Efendi ve Kurtuluş Savaşı’ndaki Hizmetleri”, Türk Yurdu, sy. 139-140-141, c. XIX, Ankara, s. 36-37; Atalay, a.g.m., s. 189

1516 KMMA, dosya no: 104, belge no: 01/a, 02/a, 03/a, 04/a,05/a, 06; KMMA, dosya no: 108, belge no: 4

1517 Hilâfetin ilgāsıyla ilgili Abdülhalim Çelebi’nin Mustafa Kemal Atatürk’e çektiği tebrik telgrafı için bkz: KMMA, dosya no: 108, belge no: 4

1518 Sayar, a.g.m., s. 37; Atalay,a.g.m., s. 195

1519 Abdülhalim Çelebi’nin yazdığı mektupların metni için bkz: Atalay, a.g.m., s. 196-197

1520 Atatürk’ün Tekke ve Zâviyelerin Kapatılması kānûnu hakkında Fâlih Rıfkı Atay’a “Karar gereğince Konya’da Mevlânâ Türbesi’nin de kapanmış olmasından üzgünüm. Fakat istisnâ yapamam, buna üzülüyorum” dediği rivâyet edilmektedir. (Sayar, a.g.m., s. 37-38, dpnt: 95)

1521 Abdülhalim Çelebi, toplam 5-6 yıllık postnişînliği esnâsında, Tâhirü’l-Mevlevî’ye mesnevîhanlık için İhsan Mahfî Bey’e de destar sarması için icâzet vermiştir. Midhat Bahârî Beytur’un mektuplarında naklettiğine göre de, kendisine “kendi başındaki destarlı sikkeyi duâ ederek” giydirmiştir. Ayrıca Ahmet Remzi (Akyürek) Dede’yi de (d. 1872 – ö. 1944) önce Kastamonu sonra da Üsküdar Mevlevîhânesi’ne şeyh tâyin etmiştir.
(Beytur, Midhat Bahârî, Pîr Aşkına-Mevlevî Şeyhi Midhat Bahârî’nin Mektupları, (haz: Nuri Şimşekler), Timaş Yayınları, İstanbul, 2009, s. 233; Sayar, a.g.m., s. 38)

1522 İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 154-155

1523 İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 123

1524 İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 121-123

1525 İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 122

1526 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 14

1527 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 14; Esrâr Dede, a.g.e., s. 326-327; Ali Enver, a.g.e., s. 147

1528 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 14-15

1529 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 19-20

1530 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s.20-21, 26

1531 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 37, 39; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 258

1532 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c.I, s. 40;  Öngören, Osmanlılar’da Tasavvuf, s. 275-280

1533 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c.I, s. 145-147

1534 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c.I, s. 42-43

1535 Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 370-371

1536 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 163

1537 Dergâh’a yapılan ilâve ve atiyyelerin târihlerinde, makām-ı meşîhat Ferruh Çelebi’nin 995 h./1586 m. târihindeki ma’zûliyyeti sebebiyle boş bulunmktadır. Bu zaman zarfında, I. Bostan Çelebi henüz resmen makām-ı meşîhatte bulunmamaktadır. Ancak, kaynaklar yapılan ilâveleri I. Bostan Çelebi zamân-ı meşîhatinde zikretmektedirler. (Özönder, Hasan, “Mevlânâ Türbe ve Külliyesinin Tâmir ve İlâveler Kronolojisi”, s. 19; Top, a.g.e., s. 244)

1538 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 158

1539 Celâlî İsyanları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: İlgürel, Müctebâ, “Celâlî İsyanları”, DİA, c. VII, s. 252-257

1540 Abaza Hasan Paşa için bkz: İlgürel, Müctebâ, “Abaza Hasan”, DİA, c. I, s. 11-12

1541 Mehmed Ziyâ, “Selâtîn-i izâm-ı Osmâniye muhibb ve müntesib-i tarîk-i Mevleviyye’dir”, Cerîde-i Sûfiyye, Teşrîn-i evvel 1329/29 Zilka’de 1331

1542 Abaza Hasan Paşa’nın, Konya civârında Murtazâ Paşa ve askerlerini yenilgiye uğrattıktan sonra kış mevsiminin bastırması sebebiyle Halep’e çekildiği bilgisi kaynaklarda bulunmaktadır. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 176-177; İlgürel, a.g.m., DİA, c. I, s. 11; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 165; Önder, a.g.e., s. 194)

1543 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 185-186

1544 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 188

1545 Kazancı Dede: Mevlevî tekkelerinde, matbahda en kıdemli derviş olan “ser-tabbâh, aşçıbaşı”nın yardımcısıdır. Çilesini tamamlayan canlar arasından intihâb edilen kazancı dedeler, matbahda hizmet eden cânların terbiyesiyle meşgûl olur. Ayrıca, ser-tabbâh gibi post sâhibi de olan kazancı dede, matbahda yalnızca gündüzleri hizmet eder. (Kazancı dede için bkz: Arpaguş, Mevlevîlik’te Mânevî Eğitim, s.   134-136)

1546 Esâsen de, Amcazâde Hüseyin Paşa, 1107 h./1696 m.’de Belgrad muhâfızı tâyin edilmiştir. Belgrad Kuşatması esnâsındaki askerî fikirleri dikkate alınmamışsa da, bu durum birçok asker ve devlet adamının Belgrad kuşatmasında şehâdetine sebep olmuştur. Fikirlerinin isâbeti acı bir şekilde anlaşılan Amcazâde Hüseyin Paşa, daha sonra sadrâzam olmuştur. (Amcazâde Hüseyin Paşa için bkz: Aktepe, Münir, “Amcazâde Hüseyin Paşa”, DİA, c. III, s. 8-9)

1547 Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 172; Önder, Mevlânâ ve Mevlevîlik, s. 199

1548 Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 173

1549 Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 248

1550 Konya   Şer’iyye   Sicili   67,   s.   9,   (2   Ramazan   1211   h./5   Eylül   1796   m.)   Cristoph   K.   Neumann’dan   naklen; Neumann, “XIX. Yüzyıla Girerken Konya Mevlânâ Âsitânesi ile Devlet Arasındaki İlişkiler”, s. 167

1551 Neumann, a.g.m., s. 174-175

1552 Sezâi Küçük, a.g.e., s. 67-68

1553 İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 28

1554 Haksever,“XX. Yüzyılda Üç Mevlevî Şeyhi: Veled Çelebi, Abdülbâki Baykara, Ahmet Remzi Akyürek”, s. 385

1555 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 39-40

1556 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 53-54

1557 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c.I, s. 252-253

1558  Abdüllatif Çelebi’nin Erzincan Vâlisi için kaleme aldığı kıt’a:

1560  Ahmed Hâlis Dede, Tufeyl, vr. 119/a

1561  Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 149-150

1562  Osmanlı şeyhülislâm ve târihçilerinden olan ve Şehzâde Bâyezîd’e (II. Bâyezîd) lalalık yapan büyükbabası Kemal Paşa’ya nisbetle “Kemalpaşazâde”, “Kemalpaşaoğlu” veya “İbn Kemal” olarak şöhret bulan Şemseddin Ahmed Efendi; zamânının önemli fikir ve din adamları arasında yer almış ve zamânının pâdişahlarından hürmet görmüştür. Eserlerinde esâsen tasavvufa karşı olmadığını; ancak raks, devrân ve semânın İslâm’a aykırı ve haram olduğunu ifâde etmiştir. Konuyla ilgili bir de risâlesi bulunan Şeyhülislâm Kemalpaşazâde’nin yaşadığı zaman (II. Bâyezîd, Yavuz Sultan Selim, Kānûnî Sultan Süleyman) ve vefat târihi (ö. 940/1534) gözönüne alınırsa, Ferruh Çelebi zamân-ı hilâfetine denk gelmediğini söyleyebiliriz. (Şeyhülislâm Kemalpaşazâde hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Taran, Şerâfeddin, “Kemalpaşazâde”, DİA, c. XXV, s. 238-240; Semâ ve devrânın haram olduğuna dâir risâlesi için bkz: Risâle fî Fetvâ’ r-Raks; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 696)

1563  Osmanlı ulemasından, Vânî Mehmed Efendi olarak bilinen; IV. Mehmed döneminin dinî ve siyâsî alanda en etkili kişilerinden biri olan Mehmed Efendi, XVII. yüzyılın dinî hayatında önemli bir yer tutan mutasavvıf-fakih çekişmesinde fakihlerin yanında yer almıştır. Mutasavvıf şair Niyâzî-i Mısrî’nin Bursa’dan Limni Adası’na sürülmesi, Babaeski’de bulunan bir Bektâşî tekkesinin yıktırılması, Mevlevî ve Halvetî dergâhlarının kapattırılmasından sorumlu tutulmaktadır. Ancak bu zâtın vefat târihi (ö. 1096/1685) gözönünde bulundurulduğunda, Ferruh Çelebi ile ilgili şikâyet dilekçelerinin tanzîmi meselesinde etkili olmadığını söyleyebiliriz.(Vânî Mehmed Efendi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Pazarbaşı, Erdoğan,” Mehmed Efendi, Vânî”, DİA, c. XXVIII, s. 458-459)

1564  Önder, Mevlânâ ve Mevlevîlik, s. 187

1565  Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 1120

1566  Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 41

1567  Kütahya’nın müstakil medreselerinden Molla Abdülvâcid veya Demirkapı Medresesi adlarıyla da anılan Vâcidiye Medresesi, Mübârizüddin Umur b. Savcı tarafından 714 h./1314 m. târihinde yaptırılmıştır. Sefîne’de, bir yerde de “Emir Savcı Binâsı” olarak geçmektedir. Burada İslâmî ilimlerin yanında astronomi de okutulmuştur. (Karakaya, Ebru, “Kütahya”, DİA, c. XXVI, s. 585-586; Varlık, Mustafa Çetin, “Germiyanoğulları”, DİA, c. XIV, s. 35)

1568 Mustafa Sâkıb Dede,a.g.e., c. I, s. 84

1569 Mustafa Sâkıb Dede,a.g.e., c. I, s. 84

1570 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 85

1571 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 230

1572 1060 h./1650 m. târihinde Üsküdar’da doğan Mehmed Nasûhî efendi, tahsilini tamamladıktan sonra Halvetîliğin Şâbânîlik koluna mensûb, Karabâşîliğin kurucusu Şeyh el-Hâc Ali Alâeddîn Efendi’ye (ö. 1097 h./1685 m.) intisâb etmiş ve seyr ü sülûkünü ikmâl ederek halîfesi olmuştur. irşâd vazîfesiyle Mudurnu’ya giden ve Sun’ullâh Efendi Zâviyesi’nde postnişîn olan Nasûhî Efendi, bir müddet sonra şeyhinin emriyle Üsküdar’a gelerek Doğancılar’daki Nasûhî Tekkesi’nin inşâ ettirmiştir. Eyüp Câmii’nde de bir müddet vaaz etmiş olan Mehmed Nasûhî Efendi, bilinmeyen bir sebepten Kastamonu’ya nefyedilmiş ve 1128 h./1716 m.’ye kadar burada ikāmete mecbûr bırakılmıştır. 1130 h./1718 m.’de vefat eden Mehmed Nasûhî Efendi’nin türbesi vazîfe yaptığı tekkededir. (Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (XVIII. Yüzyıl), s. 181-182)

1573 Mektûbât, (Bostan Çelebi, Şeyh Sezâî, Abdülhayy, Ömer Fuâdî), (müst: Muhammed Şükrî), Millet Kütüphânesi, Ali Emîrî böl., AEsry1104/2, v. 36-37 / eserin ismi: Menâkıb-nâme-i Şeyhimiz Nasûhî el-Halvetî Üsküdârî

1574 Üsküdar-Doğancılar, İhsâniye Mahallesi’nde Tunusbağı Caddesi’nde bulunan Nasûhî Tekkesi, 1099 h./1687 m.   târihinde  Sadrâzam  Moralı  Hasan  Paşa  (ö.  1125  h./1713   m.)  tarafından,   Mehmed   Nasûhî  Efendi  için  inşâ ettirilmiştir.  Halvetîliğin  kolu  olan Şâbânîliğin alt  kolu  Karabâşîliğin de alt  kolu  olan Nasûhîliğin  yayıldığı ilk merkezdir. (Muslu, a.g.e., s. 189)

1575 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 22-23

1576 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 25

1577 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 32-33

1578 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c.I, s. 33; Kara, Mustafa, “Gülşeniyye”, DİA, c. XIV, s. 258; Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 51; Top, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, s. 181-182

1579 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c.I, s. 37, 39; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 258

1580 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e.,c. I, s. 124

1581 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 136

1582 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 176-177

1583 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 140-141

1584 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 141

1585 Esrâr Dede, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye, s. 332

1586 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 169-170

1587 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 170-171

1588 Gölpınarlı,  Mevlânâ’dan Sonra  Mevlevîlik,  s.  177; Top,  Mevlevî Usûl ve  Âdâbı,  s.  258-259; Küçük,  Sezâi, a.g.e., s. 71

1589 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 51-52

15120 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 250-251

1591 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c.I, s. 247-248

1592 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c.I, s. 61-62

1593 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c.I, s. 89

1594 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 113

1595 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 263-264

1596 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 233-234

1597 Sultan Veled’in üvey annesi Kirâ Hâtun’un tâbir ettiği rüyâsı için: Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, c. II, s. 199-200

1598 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 255

1599 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 258

1600 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 150-151; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 226; Esrâr Dede, a.g.e., 410-412

1601 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 167; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 303

1602 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 174;   Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 306

1603 Mehmed Ziyâ,  “Selâtîn-i izâm-ı Osmâniye  muhibb ve müntesib-i tarîk-i Mevleviyye’dir”, Cerîde-i Sûfiyye, Teşrîn-i evvel 1329/29 Zilka’de 1331

1604 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 175

1605 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 176

1606 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 340; Gölpınarlı ise, satılan kitapların hepsinin II. Ebûbekir Çelebi’ye âid olmadığını, aralarında muhakkak Dergâh’a âid olanların da olduğunu Feridun Nâfiz Uzluk’tan rivâyetle iddiâ etmektedir. (Uzluk, Feridun Nafiz, Ulu Ârif Çelebi’nin Rubâîleri, s. 5;Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, (haz: Yakup Şafak-Yusuf Öz), Tekin Yayınevi, Konya, 2007, s. 75; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 176, dpnt: 214)

1607 Nitekim, Hemdem Çelebi’nin babasının amcası olan II. Ebûbekir Çelebi’nin vefâtının ardından vârislerinin, Çelebi’nin kendi malı olmayan dergâha âit olan kitapları İstanbul’a götürerek sattıkları acı gerçeği Feridun Nâfiz Uzluk tarafından da aktarılmaktadır. Mehmet Önder ise, kaybolan kitapların İstanbul’a I. Ebûbekir Çelebi sürgün edildiği dönemde Çelebi ile birlikte gittiğini kaydetmektedir. Ancak burada bir yanlışlık vardır ki, I. Ebûbekir Çelebi’nin sürgüne gittiği dönemde değil, II. Ebûbekir Çelebi’nin vefâtının ardından vârisler vâsıtasıyla kitaplar İstanbul’da satılmıştır. (Sahîh Ahmed Dede, Mecmûatü’t-Tevârîhi’l-Mevleviyye, s. 340; Uzluk, Feridun Nafiz, Ulu Ârif Çelebi’nin Rubâîleri, s. 5; Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 75; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 176; Önder, Mevlânâ ve Mevlevîlik, s. 200-201; Sezâi Küçük, a.g.e., s. 63-64)

1608Çelebi, Celâleddin, “Abdülhalim Çelebi”, DİA, c. I, s. 212; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 177; İzbudak, Tekke’den Meclis’e-Sıradışı Bir Çelebi’nin Anıları, s. 115-120; Atalay, “Abdülhalim Çelebi Efendi”, s. 155

1609 Sözkonusu şecerede Veled Çelebi’nin silsilesi: “Mehmed Veled Çelebi Efendi-i Sânî ibn-i Necîb Çelebi ibn-i Abdurrahmân-ı Râbi’ Çelebi ibn-i Veled Çelebi ibn-i Ahmed Çelebi ibn-i Abdurrahmân-ı Sâlis ibn-i Bayram Çelebi-i Evvel ibn-i Abdülhalîm-i Evvel ibn-i Abdurrahmân-ı Evvel ibn-i Ebûbekir Çelebi ibn-i Ferruh Çelebi kezâ ve kezâ” şeklindedir. bkz: İzbudak, Tekke’den Meclis’e-Sıradışı Bir Çelebi’nin Anıları, s. 13, dpnt: 3; Korucuoğlu, Nevin, Veled Çelebi İzbudak, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994, s. 38

1610İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 32, 40-46

1611İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 44-45, 49

1612 İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 40-41

1613 İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 111

1614 İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 122-123

1615 İzbudak, Tekke’den Meclis’e, s. 41

1616 Karahisar Mevlevîhânesi postnişîn listelerinde Destinâ Hanım’ın ismi zikredilmese ve bâzı kaynaklar Destinâ Hanım’ın postnişîn olarak değil, mütevellî olarak vazîfe yaptığında ısrâr etseler de Sefîne’deki ifâde babasının vasiyeti ile postnişîn olduğu şeklindedir. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 246, 252)

1617 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 252

1618 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 255; İhtifâlci Mehmed Ziyâ, Bursa’dan Konya’ya Seyâhat, s. 276

1619 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 237

1620 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 259-265

1621 Mustafa Sâkıb Dede,a.g.e., c. I, s. 263

1622 Mustafa Sâkıb Dede,a.g.e., c. I, s. 265; İhtifâlci Mehmed Ziyâ, Bursa’dan Konya’ya Seyâhat, s. 242

 

ETİKETLER: