Geçtiğimiz cuma günü, (3 Aralık 2021) sadece Çankırılıların ve konu ilgili birkaç kişinin haberdar olduğu bir açılış gerçekleşti. Bundan 96 yıl önce (13 Aralık 1925) kapatılan Çankırı Mevlevihanesi restore edildikten sonra ziyarete açıldı.
Selçuklu mimarisinin güzel örneklerinden biri olan Mevlevihanenin içinde bulunduğu külliyede, uzmanlar, Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örneklerinden birini olduğunu söylüyorlar. Selçuklu mimarisi denilince akla gelen kesme taşlarla inşa edilen külliyenin kuzey cephesindeki kapı görülmeye değer. Ancak fotoğrafını görebildiğim kapı, önündeki sahanda birleşen iki taraftan çıkan merdiveniyle göz alıcı bir güzelliğe sahip. Üzerindeki mukarnas bezemeli kitabesiyle kapısı adeta bir ressamın elinden çıkmış gibi. Kayalıkların yamacının üstüne örülen kesme taşlarla örülen duvarlar ise kanaviçe gibi işlenmiş adeta. Cümle kapısı, küçük kapısı ayrı ayrı güzellikte.
Ne zaman kuruldu?
Çankırı Mevlevihanesi’nin ne zaman kurulduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bu konuda farklı rivayetler var. Külliyenin ilk olarak 1235 yılında darü’ş-şifâ olarak inşâ edildiğini biliyoruz. 1242’de de aynı yere, bir de darü’l-hadis olarak kullanılmak üzere bir bina daha inşa edilir. Külliye, yüksek öğretim tahsili yapılan bir kampüs olur. Bu dönemde henüz Mevlevihane ortada yoktur.
Candaroğlu Süleyman Bey’in (ö. 1340) Mevlevihane’de bulunan sandukasında “hadim-i âli Mevlana” yazmasından Candaroğlu döneminde (1308-1340) yapılmış olma ihtimalinden söz edilir. Sultan Veled’in oğlu Ulu Arif Çelebi’nin şeyhliği döneminde (1312-1319) Aydın ve Kütahya ile başlayan özellikle Batı ve İç Anadolu’da Mevlevihanelerin kurulması yüzyıl bitmeden Anadolu’nun belli başlı merkezlerine yayılmıştı. Çankırı Mevlevihane’sinin de bu dönemde inşa edilmiş olması en kuvvetli ihtimal olarak görülüyor. Ancak ilk olarak nerede ve nasıl inşa edildiğine dair maalesef elimizde yeterli bilgi bulunmamakta. Ancak şeyhevinin fotoğraflarına bakıldığında çok yeni olduğu görülür. Zaman içinde ihtiyaç oldukça yeni binalar ilave edildiği ve bunun da 19. asra kadar devam ettiği anlaşılıyor.
Darü’l-hadis, darü’ş-şifa ve semahane
Bir tepe üzerine kurulan külliyede aynı zamanda hizmet verip vermediğini bilmediğimiz üç yapı var. Bir tepe üzerindeki düzlüğe kurulan darü’ş-şifa, onun şimdiki giriş kapısına yapılan darü’l-hadis ve kayalıklar üzerine yapılan türbeler ve türbelerin üzerine sekizgen olarak inşa edilen semahane. Zaman içinde şehrin farklı yerlerine yapılan hastane ve mekteplerden sonra külliye mevlevihaneye dönüşür ve o şekilde hizmet verir.
Başına gelmeyen kalmamış
Deprem, yangın, sel gibi âfetler dünyanın her tarafında tarihi birçok eserin yıkılmasına ve harap olmasına neden olmuştur. Ama hiçbiri cahiller ve gafillerin verdiği zarar kadar canımızı yakmamıştır.
Tekkeler kapatıldıktan sonra birçok tekke gibi Çankırı Mevlevihane’nin de başına gelmeyen kalmaz. Dönemin belediyesi 1931-1934 yılları arasında şeyh evini yıktırır. Bunu da bir seferde yapmaz. Keresteye ihtiyacımız var denilir, Mevlevihane’nin mertekleri sökülüp satılır. Bir başka seferde taşa ihtiyaç var denilir, depremde yıkılan duvarların taşları kaldırılır. Enkaz haline gelince de kalanlar satılır. Taşmescid dışındaki tüm yapılar yıkılır maalesef.
Anlatılanlara göre sahhaflar şeyhi el-Hac Muzaffer Ozak Efendi, askerliğinin bir kısmını kısa süre de olsa Çankırı’da yapmış. Çankırı’da bulunduğu sırada Mevlevihane’yi de ziyaret etmiş. Yıkıntıların arasında dolaşırken elini toprağın altına sokup bir divan çıkardığı rivayet edilir.
Seneler sonra bu sefer 2011’de Çankırı İl Kültür Müdürlüğü, Prof. Dr. Halit Çal’ın bilimsel danışmanlığında bir kazı gerçekleştirir.
Örnek bir proje
Mevlevihane’nin restore edilip yeniden inşa edilmesi her türlü takdirin üzerinde. Buna ilaveten söylemek istediğim üzerinde durmak istediğim bir husus daha var.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, zaman zaman yaptırdığı kimi restorasyonlardaki garipliklerden dolayı eleştirilse de ben o gariplikleri, yaptırdığı yüzlerce işin arasındaki nazarlık olarak görür ve değerlendiririm. Seneler önce Tokat ve Amasya’yı ziyaret ettiğimde gördüklerim karşısında hayret ve hayranlıktan küçük dilimi yutayazdım. Tarihi binaların çevresinin yıkılarak ortaya çıkartılması ve restore edilmesi bambaşka bir manzara ortaya çıkarmıştı. Çankırı Mevlevihanesi’nin restorasyonunu da Vakıflar Daire Başkanlığı üstlendiğini duyunca hiç şaşırmadığım gibi sevindim de.
Restorasyon Vakıflar’ın işi diyebiliriz. Ama benim takdir ettiğim husus bu çalışmaları üniversite ve sivil toplum örgütü ile işbirliği içinde yürütmesi. Çankırı Karatekin Üniversitesi ve Çankırı Yazarlar ve Sanatçılar Derneği (ÇAYASAD) ile birlikte çalışılmasını çok önemli ve değerli buluyorum. Üniversitenin topluma katkı sunmasının güzel bir örneği de diyebiliriz.
Üniversiteye tahsis edilmiş
Vakıflar külliyeyi restore ettikten sonra üniversiteye tahsis etmiş. Üniversite de bir kültür merkezi olarak kullanmak üzere hemen işe girişmiş. Güzel bir kütüphane kurmak için kolları sıvamışlar. Bir zamanlar Dârü’l-Hadis olduğu için hadis dersleri başlatmışlar, Mevlevihane olduğu için de Mesnevi okumaları. Bunların yanında daha birçok şey. Yapılıp yapılmadığını bilmiyorum ama ben hoşgörülerine sığınarak bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.
Bir zamanlar darü’ş-şifâ olduğunu da hatırlatacak şekilde koruyucu hekimlik gibi bir hizmetin verilmesi, danışmanlık yapılması isabetli olur kanaatindeyim. Aynı zamanda mevlevihanelerin aynı zamanda birer konservatuvar ve güzel sanatlar fakültesi gibi eğitim verilen mekanlar olduğunu düşünerek özellikle ney, tambur ve kudüm gibi mutripte yer alan sazların eğitiminin verilmesi, hat ve tezhip gibi geleneksel sanatlarımızın öğretilmesi o külliyeye çok yakışacaktır.
Bu güzel eserin kazandırılmasında emeği geçenleri, inşaatında çalışan, malzeme taşıyan, temizleyen, hizmette bulunanlar başta olmak üzere Vakıflar Genel Müdürlüğünü, Çankırı Karatekin Üniversite’sini, ÇAYASAD’ı İDTMAUD’ı can u gönülden tebrik ediyorum.
İsmail Güleç