İnsan yaşlandıkça ve yaşadıkça gençken okuduğu romanlar ve öyküler ile dinlediği şarkıları ve türküleri çok daha derinden hissederek anlıyor. Roman ve hikâye bir başka yazının konusu olsun, bir türkü üzerinden ne demek istediğimi ifade etmeye çalışayım.
Gençliğimde, Davut Sularî’nin (ö. 1985) meşhur “Bugün bayram günü derler, alem eğlenir” dizesiyle başlayan türküsünü ne zaman dinlesem sevinç ve mutluluk gününü anlatan bir türkünün neden bu sözlerle başladığını ve ağıt gibi okunduğunu merak ederdim. Şimdi dinlediğimde ise başkaları gülüp eğlenirken Davut Sulari’nin bayram günü yaşadığı hüznü daha iyi anlıyorum.
Davut Sulari türküsüne dinleyenlerin dikkatini çekecek şekilde başlamış.
Bugün bayram günü derler alem eğlenir
Sen bizim yaylaya gel başın için
Dertliler oturmuş, derdin söyleşir
Etme intizarın gül başın için hey
‘Alem’ sözüyle âşık, bayram günü eğlenen ve mutlu olan diğer insanları kastediyor. Belli ki kendisi mutlu değil ve bayram olmasına rağmen sevinemiyor. Kim bilir ne derdi var? ‘Derler’ ibaresiyle başkalarının bayram dediği günün kendisi için bayram olmadığını söylemiş olmakta. Burada kastettiği takvimlerin bayramı göstermediği, insanların yanlış günde kutladıkları gibi bir iddia değil elbette. İfade etmeye çalıştığı şey herkesin eğlendiği ve mutlu olduğu günde kendisinin mutlu olamadığıdır. Bu hüznün ve kederin kaynağı ise sevdiği birinin hasta olması, vefat etmesi veya gurbette olması olsa gerek. Sevdiğinden uzakta olan bir insanın bayram günü de olsa sevinmesi mümkün müdür?
İkinci dizede âşığın neden hüzünlü olduğu anlıyoruz. Sevdiği uzaktadır ve bu yüzden sevgiliyi “Sen bizim yaylaya gel başın için” diyerek yaylasına, yani bulunduğu yere çağırıyor. Çağırdığına göre kendisi sevgilinin bulunduğu yere gidemiyor olmalı. Çağırırken de “başı için” deyimini kullanmakla muhatabının kendisinden daha önemli biri olduğunu kabul ederek ve bilerek yalvarıyor. Ey sevgili ne olur, bizim yaylaya gel, sözlerinde dinmek bilmeyen bir hasret dile getirilmekte. Hasretini çektiği sevgili muhtemelen gelemeyecek kadar uzak bir yerde ve durumda. O yer ya uzakta bir şehir veya mezarlık olmalı.
Dörtlüğün üçüncü dizesi şairin durumunu açıklıyor. Dertlilerin oturup dertlerini söyleştiklerini söylemesi, muhatabını dertleşmek için çağırdığını da akla getirmekte. Tabi kendisinin derdi var ve anlatmak istiyor. İntizarın iki anlamı var. Biri beklemek, diğeri beddua etmek. Şair burada acaba hangisini kastediyor, kendisini bekletmemesini mi yoksa beddua etmemesini mi? Bir önceki dizede “Gel” diyerek çağırması bekletme anlamını akla getirse de bekleyen şair olduğuna göre ve muhatabından da intizar etmemesini istediğine göre burada şairin kastı beddua etmemesini istemek olmalıdır. O güzel başının hakkı için bize beddua etme diyerek yalvarmakta.
Türkünün ikinci dörtlüğü gelmesini istediği sevgiliyi tarif ederek başlar:
Hayran oldum, bakakaldım yüzüne
Sürme değil rastık çekmiş gözüne
Hıçkırarak başım koysam dizine
Saçım okşa gönlüm al başın için
Âşığın yolunu beklediği sevgili, bakıldığında bakanları kendine hayran bırakacak kadar güzel biridir. Gözlerine ise rastık çekmiş ve daha da kara olmuştur. Sürmeyi hem erkekler hem de kadınlar kullanırken rastık sadece kadınlar tarafından kullanılan bir makyaj malzemesidir. Dolayısıyla sürmeye göre daha özeldir. Şair sevgilinin dizine başını koyup ağlamak isterken saçını okşayıp gönlünü almasını beklediğini yine yalvarırcasına ifade ediyor. Şair sevgiliden kendisini teselli etmesini isterken kastettiği artık ayrılmayacağına dair söz vermesi olmalı.
Türkü şu dörtlükle biter:
Davut Sulari’yem ahd ü emânda
Bir yıldız doğmuştur derd-i zamanda
Seher bülbülüyüm ulu divanda
Sen benim vekilim ol başın için
Ahd ü emân kişinin canının ve malının emin ellerde olduğunu ifade etmek için kullanılan bir ikileme iken türkülerde genellikle yemin yerine kullanılır. Şair kendinin Davut Sulari olduğunu yemin ederek söylerken hem bu dünyada hem de elest bezmindeki ahitleşmeyi de ima etmektedir. ‘Derd-i zamanda yıldız doğması’ türkünün bütünü düşünüldüğünde kendi halinde başıboş bir halde yaşayan şairin hayatına bir yıldız gibi doğan sevgilidir. Ayrıca Hz. Peygamber ve onun varisleri olan kâmil mürşitlerin dünyanın ve insanların karanlıkta iken yani dert ve sıkıntı içinde iken onları dertlerinden halas edecek bir kurtarıcı, bir yol gösterici olmalarına da işaret eder. Seher bülbülü âşık ve derviş olmanın teşbih yoluyla ifadesidir. Ancak dizenin devamında gelen ‘ulu divan’ ibaresi şairimizin Hak âşığı olduğuna işaret eder. Ulu divan hem Hakk’ın mahşer günü kurulacak divanı hem de kâmil mürşidin huzurudur. İlk dizede ahit ile elest bezmini düşünürsek ulu divan ile de mahşer gününü kastetmiş olma ihtimali yüksek olur. Bu durumda beytin üç dizesi üç farklı aleme işaret eder. İlk dize dünyaya gelmeden önceki ruhlar alemini, derd-i zaman dünya hayatını ve ulu divan ise öldükten sonraki hayatı anlatmaktadır. Şair Hakk’ın huzurunda vekili olmasını istediği kişi şefaatçisi olacak Hz. Peygamber olmalıdır. Bu durumda âşık olarak Hz. Peygamber’den kendisine ulaşan hikmetli sözleri söyleyen bir bülbül olduğunu hatırlatarak kendisine şefaat etmesini niyaz etmekte. Vekil aynı zamanda yerine söz söyleyebilecek kişi demek. O durumda şair yerine vekil olmasını isteyebileceği bir dostunu kastetmiş olur. Bu ya bir musahip veya rehber olmalıdır.
Şair ilk dörtlükte başkalarının sevinip eğlendiği bayramda neden sevinmediğini de açıklamış olmakta. Alvarlı Efe’nin,
Cân bula cânânını
Bayrâm o bayrâm ola
Kul bula sultânını
Bayrâm o bayrâm ola
Şeklinde ifade ettiği bayramı Sulârî, Hakk’ın huzurunda sevgilisi veya mürşidinin vekili olup onun aşkında dâim, hizmetinde kaim ve ihlas ve samimiyetinde sâlim olduğuna dair şahitlik ettiği vakit yapacaktır.
Bayramınız kutlu olsun.
İsmail Güleç