Bu söz neden söylenmiyor? – Filiz Konca
Bu söz neden söylenmiyor?
Filiz Konca
Mevlana’ nın mürşit kitap olan Mesnevi’ sinde şöyle bir hikaye geçer:
Herat şehrinde küstah ve kendini bilmez bir yoksul kişi vardı. Bir gün çarşıdan geçerken sırtında atlas bir elbise, belinde altın bir kemer olan bir köleye rastladı. Başını gökyüzüne çevirerek:
“Allah’ ım (c.c) kula bakmayı neden bu ihsan sahibi efendiden öğrenmiyorsun, onun kuluna bak, bir de senin kuluna” dedi.
Günler geçti bir gün padişah o atlas elbiseler, altın kemerler takan kölelerin efendisine kızdı, bütün kölelerini topladı. Onlara gece gündüz tam otuz gün işkence etti.
“Söyleyin efendinin hazineleri nerede saklı? ” diye sordu.
O kölelerin tamamı işkenceden paramparça oldu, fakat hiçbiri efendisinin sırrını söylemedi.
Bu sırada o yoksul kişi uyuyordu, hafifçe bir ses ona:
“Ey ulu kişi gel sen de kul nasıl olur o efendileri için can veren kölelerden öğren” dedi.
Şöyle bir hikaye de anlatılır:
Zahidlerden biri olan Şekiku’l-Belhi, hayatında bir ara dünyalık şeylere o kadar kaptırmış ki, ibadetlerini unutuvermişti. Bu sırada büyük bir kıtlık yaşanmıştı. İnsanlar bu yüzden perişan olmuşlardı. Moralleri çok bozuktu.
Bu zahit kişi bir gün herkes perişanken, hiçbir şey olmamış gibi mutlu, neşeli yaşayan bir gençle karşılaştı. Adam gence : “Bu neşe, mutluluk da neyin nesi. İnsanların büyük bir sıkıntı ve üzüntü içerisinde olduklarını görmüyor musun?” dedi.
Genç; “Niçin üzüleyim ki… Benim efendim büyük bir köye sahiptir. O köyde ihtiyacımız olan her şey bulunur ” diye cevap verdi.
Gencin söyledikleri zahidi çok etkiledi. Aklını başına toplamasını sağladı. Zahit kişi, gencin söylediklerinden etkilendi etkilenmesine, ancak söylenenleri başka bir şekilde yorumladı. Gencin söyledikleri, adamı düşünmeye yöneltti, hislerini uyandırdı. Dalgınlıktan kurtularak, kendine gelmesini sağladı. Kaybolmak üzere olan hakikate, doğrulara sarılır oldu.
Adam Allah’ tan af dileyip : “Bu genç de benim gibi Allah’ın bir kuludur. En ufak bir üzüntü bile yaşamıyor. Çünkü onun efendisi bir köye sahip. O genç üzülmüyor da, Allah benim Rabbim iken ben nasıl üzülüyorum. Hem o Allah, bu evrendeki her şeyin sahibidir.” dedi.
Allah kuluna kâfidir. Çarenin ve çözümün nerede olduğu bellidir. Şu imtihan dünyasında bütün çareler ve çözümler Kur’an-ı Kerim’in ve peygamberimizin (s.a.v.) sünnet-i seniyyelerin nurlu yolundadır. Kulluğun nurlu güzelliğini yaşamak ancak sırat-ı müstakim ile mümkündür. Başka yerlerde çare ve çözüm aramak insanı Hak ve hakikat yolundan saptırır. Yıldızlar, taş, toprak, bitki, hayvan, mikrodan makro âleme kadar her şey Allah’ı tesbih edip dururken insanların bundan geri kalması, ciddiyetsizliği, menfaat düşkünlüğü, Hak ve hakikatlerin onu ilgilendirmemesi, kulluk etmemesi, bu yolun sevdalısı olmaması; insanı nerelere düşürür, her şey ayan beyan ortaya çıktığında nasıl eritir, perdeler kalktığında nasıl yakar düşünmek gerekir.
İsra suresi: 44 – Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini iyi anlamazsınız. Şüphesiz O, halimdir çok bağışlayandır.
Yeryüzünde ortalama 60 günlük bir ömrü olan arıların bir yaradılış amacı olsun da insanın yaradılış amacı olmasın mı? Ne vakte kadar insanlar solucanla eş bir amaç uğruna yaşayacak? Aslında solucan bile tesbihini, görevini gayet güzel yerine getiriyor. İnsan ise Allah’ ın şaheseridir. Şaheserin amacı ise Şah olmalıdır.
Dönemin iki büyük süper gücünden biri olan İran İmparatorluğunun başkent sarayına girildiğinde imparatorun yüzüne a.e.Hadravi şöyle demişti:
– “Biz senin tahtına ve tacına konmaya gelmedik. Biz seni kula kulluktan kurtarıp Allah’a kul olmaya çağırmaya geldik.”
Günümüzde neden “bu sözü” söyleyemiyoruz sizce?